Görüyorum biliyorum ama bir şey yapamıyorum. her gün her gün biraz daha akıp gidiyorum hevesinle, içimde kabullenmenin iğne batışları, olmazların ağırlıyla gidişini izliyorum
ankara bugün şehir olarak okunaklı ve diğer büyük şehirlere görece daha az trafik problemine sahipse bu, bu mimarın ileri görüşlü belki de uçuk sayılabilecek tutumlarla attığı adımlar sayesinde olmuştur. dalokay'ın izlerini hala sıhhıye, tunalı hilmi gibi şehrin bir çok düğüm noktasında görmek mümkündür. belediyecilik ve mimarlıkla toplum şekillendirme, geleceği yönlendirme konusunda bugün hala örnek alınması gereken bir kişiliktir.
ha bir de meşhur kocatepe-Kral Faysal Camisi olayı vardır ki her ne kadar modern cami tasarımları için adım sayılsa da ‘kubbeyi yere koymamak' bakışıyla ele alındığında da turgut cansever'e hak vermek de mümkündür.
iyidir hoştur, kendi küçük krallığınızdır, taa ki hasta olana kadar...
iki gündür hastayım, yataktan sürüne sürüne çıkıp, acı yok rocky modunda çorba yaptım, şimdi burda ölsem kaç günde anlarlar göçüp gittiğimi diye düşündüm. anam nacar anam, gadın anam gelin alın beni diye içime içime ağladım.
ha bir de aşırı derecede sessizliğe alışma durumu oluyor, arada sesli gülünce falan noluyoruz lan deyip kendi sesimden irkiliyorum.
insanın en kuvvetli dürtüsü olan hayatta kalma iç güdüsünü kendi kararıyla alt etmesidir, bu yüzden de kim ne derse desin güçsüzlük değil tam tersi erktir, özgürlüktür belki de.
edit: işbu entry övgü içermemektedir, eylem biyolojik açıdan ele alınmıştır.
Bir şehrin oluşumundaki çok katmanlılığı eskiden yeniye açık seçik görebilmektir. Maltepeden/cebeciden kızılaya yürümektir. Garip ama gün bitimi sıhhiye kavşağından binalara değecek gibi geçmektir. 7.caddeye çıkarken kafani kaldırıp anıtkabiri görmektir.
ikisine de en güzel şiirlerini yazdırmış aşktır. edip canseveri de eklersek ikinci yeninin olmazsa olmazıdır tomris uyar.
ayrıca sanki cemal tomrisi daha çok sevmiş gibi, tomrisse turgutu.
ince el ve ayak bilekleri, küçük bir eldeki ince parmaklar, uzun beyaz bir boyun, çıkık köprücük kemikleri, kısaca incelik ve zarafettir.
herkes bu minvalde şeyler yazmışken, dana jambon misali tıkış tıkış bilekli hatunlara prim verenler kimler a dostlar.
Bir ton şey birikir de içinde dudakların duvar olur çıkmaz diyemezsin ya,
niyeler nedenler nasıllar...hepsi birleşir de ürkek bir "bitti"ye dönüşür ya,
Diyemediğim niyeleri nedenleri ezercesine dolu dolu bir: bitti.
"tanrı kadını yaratmak için
rüzgarın hızını,
bulutların gözyaşını,
yaprakların zerafetini,
güneşin neşesini ve iç açıcılığını,
pırlantanın güzelliğini,
küçük bir kuşun çekingenliğini,
kumrunun cilvesini,
tavuskuşunun kendini beğenmişliğini,
serçenin ince yapısını,
bir tüyün inceliğini,
çiçeklerin kokusunu,
ayın yuvarlaklığını,
yılanın esnekliğini,
sarmaşıkların sarılganlığını,
çimenlerin titreyişlerini
ve balın tatlılığını aldı.
bütün bunları birleştirerek bir kadın şekli yaptı.
heykel canlandığında dünyadaki bütün yaratıklardan daha göz kamaştırıcı, daha cana yakındı.''
Böyle bir şeyler işte.
Bir fotoğraflama tekniğidir.
Bu hede ile ortaya çıkan görseller; vray eklentili modelleme programlarında ışık ayarlarına çok hakim olmayanlar ya da kısa sürede ps desteğine fazla ihtiyaç duymadan etkili render almak isteyenlerin kurtarıcısı olabilir, kullanın kullandırın.
maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde ulaşılacak en üst dilimdir, bunu gerçekleştiren bireyde nesnel bakış, mizah, kişileri olduğu gibi kabul etme vs gözlenir, bir nevi aşmış insandır.
bir de şu açıdan bakalım; hayatı psikolojisi bir şekilde boka sarmış kızlar,
gelip tüyünü dikecekseniz uzak durun amcalar, apiler. duygulanan çıksın evet.
hayattaki her şeyi tahlil etmesi, bir şeyleri yaşarken bile birinci şahıs bakış açısında değil üçüncü şahıs kamerasında olması, olayın içindeyken bile olayı, kişileri ve kendini analiz etmesi, bu yüzden hiçbir şeyin tam olarak içine girememesiyle kendi karakter batağımdan bir parça bulduğum karakter.