şimdilerde ilkokul öğrencilerinin aşk acısını dile getiren facebook paylaşımları nedeniyle fark yok desek yeridir..
çocuk daha sırtında çantasını taşımakta zorlanıyor, okula giderken beslenme ve suluk ile gidiyor. kalkmış internette duvarına "çaresiz hissediyor" deyip ,
" seni çok seviyordum beni neden terk ettin, yıkılacağımı sanma ayaktayım. şimdi başkalarının kollarında kahpe oldun mutlu musun?" yazıyor. ohoo ne içti arkadaşım bu bebeler, nasıl bir algoratima yüklemişler bunlara !
eskiden ciddi farklar vardı;
ilkokul;
-Oğlum Ayşe'nin yanına geç.
+geçmesem öğretmenim ???
-çocuklar gülmeyin arkadaşınıza. geç oğlum o da arkadaşın senin..
Lise;
-Oğlum Ayşe'nin yanına geç.
+Hocam yetim doyurmuş kadar sevaba girdiniz ..!
vaktiyle olumsuzluklar nedeniyle memleketinden göçmek zorunda kalmış, gurbette memleket hasreti çeken ve yurdum insanı özelliklerini bütün saflığı ve güzelliği ile taşıyan ermenilerin bireysel hikayelerini bize taşıyan bir çalışma.
kimi sivas'lı,urfalı, malatya'lı, kimi adıyaman'lı, yozgat'lı veya ağrı'lı.. buram buram memleket hasreti taşıyan hayatları, aileleri, yürekleri...
muhteşem bir belgesel dizisi, izleyin pişman olmayacaksınız..
yalnız internete pek düşmüyor bölümleri. örnek bir bölümü paylaşıyorum size;
sınavın kasvetinden kaçmak için mi, hocaya ayar vermek için mi, ortamı yavşatıp kopyaya mahal sağlamak ya da sırf gülmek/güldürmek için mi bilinmez, fırlama bir arkadaş matematik dersi hocasına final sınavı esnasında soruyu patlatır;
-hocam babanız manavmış doğru mu?*
--evet, senin gibi hıyarları satıyordu ! kağıdına dön...
acayip pis bir durumdur .. zamana ve konumuna göre değişse de pis bir durumdur.. sıkıntı vericidir..hay amk ilkokula gitmeyeydim dedirtir.
ilkokuldayız. aşk kelimesinin anlamını şıp sevdi diye bi sakız var ondan öğrenmeye çalışıyoruz..saçma salak şeyler yazdığı için bi cacık anlamıyoruz haliyle..tadı güzeldi ama..
kavramsal açıdan anlamasak da teorik olarak aşkı yaşıyoruz her birimiz..
benim de bir platoniğim var.. kimin yok ki abi..
teneffüslerde onunla zaman geçirmek için her türlü şebekliği yaptığım, neredeyse kızın sapığı olmuşum..okul çıkışı sokağında volta atıyorum belki görürüm bakkala giderken felan denk gelir diye.. ama işin gizliliği konusunda çok ketum olduğumu düşünüyorum.. kimse bilmiyor, nah bilmiyor.. ama ben öyle sanıyorum.. 4 veya 5. sınıf zannedersim..
kızın ismi özlem, çok güzel, sarışın küt saçları var.. çok zeki değil ama sempatik(kızlarda zeka değil çalışkanlık önemli hacı hatırlatırım..)
. ben de sınıfın ileri gelenlerindenim, başarılı ve yaramaz bir öğrenci..
türkçe sınavı sonrası.. sınavda verilen cümleyi öğelerine ayırma sorusunu kimse yapamamış.. bir tek ben yapmışım.. hoca beni övdükten sonra " gel olum çöz şunu tahtada arkadaşların da görsün " dedi
ben bütün gurur ve özgüvenimle çıktım tahtaya, soruyu yapmışım, başka yapan da yok. başladım anlatmaya.
önce yüklemden başlarız, yüklem cümlenin sonunda olur, fiil veya fiilimsidir falan filan. kelimenin altını çiziyorum.. yüklem yazıyorum.. bildiğiniz cümleyi öğelerine ayırma işlemi..
sonra özneye geçtim, nedenini niçinin açıklayıp onu da çizdim yazdım altına..
sınıfta bir uğultu oldu, yer yer gülümsemeler, kıkırtılar, fıkırtılar..ebenizi sikim noluyo lan..
hoca düzgün yazsana oğlum diyor.. bakıyorum özne işte buuu
sınavda da bu cevabı verdim..
ulan acaba yanlış cevabı mı vermiştim..
sınavda ne cevap vermiştim ki..
özne bu olmalı ama yaa..doğru abi kesin doğru.
yanlışım nerede hoca niye düzelt dedi anlamadım..
sonra hoca kendi geldi benim özne olarak çizdiğim kelimenin altında yazanı sildi..özne yazdı
yıldırımlar o zaman düştü beynime.. hay beynimi siksinler..
cevap doğruydu amaaaaa..hayıııııııııır..
çizginin altına "özne" yerine "özlem" yazmışım..
"özlem" yazmışım lan tahtaya
hem de hiç alakası olmayan bir zamanda ve şekilde.."
özneye hangi insan evladı "özlem" yazar ki..
kıza baktım kıpkırmızı oldu.. hoca da baktı ben çözemiyorum "otur oğlum yerine" dedi..
tahta ile sıram arasındaki o mesafe sırat köprüsü gibi geldi..
hay bu cümleyinin de öğelerinin de Allah bin türlü belasını versin.. öznesi batsın..nası kıydınız lan ..
sakarya üniversitesi uluslararası ilişkiler bölümünde öğretim üyesi olan güzel insan..
aynı zamanda başarılı bir öğretmen, azimli bir tercüman/çevirmen, fotoğrafçı, seyyah, edebi ve sanatsal kişilik..
mesleki vasıflarının yanında karakter yapısı ile de ön plana çıkan, 24 ayar muhteşem bir kalbi olan, güler yüzlü, yardımsever, alçak gönüllü ve çalışkan insan..
edit; başlığın altına yazılanları yeni gördüm, açıklama yapmamak doğru olmazdı.
insanoğlu nedense; bilmediğini, anlayamadığını kötülemeye meyillidir.. önyargılı olmanın temelinde bu yatar. cemil meriç ''zulmün olduğu yerde tarafsızlık namussuzluktur.'' der, tarafsız olduğumu iddia etmeyeceğim fakat bilmeden, görmeden ithamlarda bulunmak zulümdür. bu noktada söz söylemeden etraflıca düşünmek gerek.
uluslararası ilişkiler yüksek lisans giriş ve eğitim sürecini, ardından ortadoğu çalışmaları sürecini yakından bilen birisi olarak her şeyin şeffaf ve hakkaniyetli olduğunu net olarak söyleyebilirim. bu tür konularda olumsuz örneklerin olduğu bir ülkede yaşıyoruz maalesef, ancak bu öyle bir örnek değil.. inanmak zorunda değilsiniz ama gerçeğin bu olduğunu ben söylemek zorundayım...
ingilizce notunun daha yüksek olması , cvsinin daha donanımlı olması gerektiğini akademik yeterlilik için eleştiri malzemesi yapanlar sakarya üniversitesi'nin her köşesindeki harvard, oxford, bilkent, boğaziçi, otdü vs. mezunu muhteşem kadrolarından,hocalarından, asistanlarından ilham almışlardır sanırım !
ayrıca bir kişinin babasının veya yakınlarının yetkili yerlerde olması kendi emeği ile bir yerlere gelemeyeceğinin/gelmediğinin göstergesi değildir. kadro işi hocaların uhdesinde olan bir konudur, kemal hoca'yı az çok tanıyan birisi böyle şeylere uzaktan yakından tevessül etmeyeceğini bilir..
hiçbir beklentisi olmayan sevgilere/sevgililere aşina değiliz biz. bizi sevmedi diye yargılamadan, hiçbir şeyi birlikte paylaşamadan, istediğimiz an onu göremeden, sevginin var olabileceğini hiç düşünmüyoruz.
"beni bunca zamandır niye aramadı" diye hayıflanmak yerine "hiç beklemiyordum, sesini duymak çok güzel!" cümlesini kurabilmenin tadına varamıyoruz.
karşılıksız sevemiyoruz biz. sevgimiz hep karşımızdakini boğucu bir sahiplenmenin ve bir türlü ardı arkası kesilmeyen beklentilerin karanlık gölgesinde kalıyor. öyleki, aydınlık sevgilere aşina değiliz biz. "niçin konuşmuyorsun?" sorusuna takılıp onunla beraber susabilmenin tadına varamıyoruz.
sırf birkaç saniye daha yanında kalabilmek için abuk sabuk mazeretler üretmeyi, hiç bitmesin diye sevgimizi yüreğimizde gizli tutmayı ve bizi sevip sevmeme kararını yalnız ona bırakmayı kendimize yediremiyoruz.
hiç bir kuralın, kısıtlamanın olmadığı bir yolculukta durakları değil de sadece yolculuğun kendisini sevemiyoruz. çünkü başlangıcı ve sonu olmayan sevgilere aşina değiliz biz..
istediğin, çok istediğin halde şu veya bu sebeplerden dolayı bir ilişkiye başlayamamak, başlasan da tadına varamamak ve nefessiz kalmak..
içine kocaman bir nefes çekip, üzerine bir nefes daha almaya çalışmak gibi..
zor, ızdırap verici ve pişmanlık yüklü düşünceler.
birisi çıkar karşınıza, muhteşem özellikleri olan. siz mutlu eden ve sizin de mutlu edeceğinize emin olduğunuz.. ışıltılı gülüşleri olan, gözlerinin içine bakınca kaybolduğunuz, kendinize gelmeniz için uzun sürelerin geçmesi gereken..
ama ızdırap çekeceğiz ya.. imkansızlıklar sarmalında hissedesiniz kendinizi, ya onun imkansızlıkları vardır yahut da sizin.
siz kendinizi hazır hissedersiniz o gitmiştir.. o gelir bütün içtenliği ile siz evde yoksunuzdur.. filmlerde olduğu gibi önce gelip geçersiniz birbirinizin yanından sonra biri döner arkasını diğeri uzaklaşmakta, diğeri döndüğünde öbürünün uzaklaşan sırtı görünmekte ve yine aynı manzara.. bir türlü arkalarını döndüklerinde rastlaşamazlar..
bir ilişkiyi yaşayamamanın çaresizliği, sancısı vurur insana.. seversiniz, mutlu etmek istersiniz, mutlu olacağını bilirsiniz. ama bu imkan elinizde değildir.. imkan elinize geçtiğinde de şartlar eskisi gibi değildir.. ne saçma bir süreç değil mi?
ve bu saçmalık da aşk oluyor zaten. kavuşamamanın, ağızda hissedilen yarım kalmışlığın, eli kolu bağlı kalmanın insan midesindeki iğne batımları..
en son baskısı 1300 sayfa civarında siyasi tarih kitabının yazarıdır kendisi. siyasi tarihi hocanın bu kitabından okuyacağınıza oral sander'den okuyun, su gibi okuyun. sonra da bana hayır dua edin emi..
yalan haber zincirine eklenen yeni bir halkadır...
--spoiler--
habere göre; beşiktaş bayan voleybol takımı'nın altyapı oyuncularından nurcan ibrahimoğlu'nun iett otobüsünde 'şort giydiği' için dayak yediği yönündeki haberlerin doğru olmadığı ortaya çıktı.
şişli ilçe emniyet müdürlüğü'ne ifade veren otobüs şoförü ve görgü tanığı bir yolcunun açıklamaları, iddiaların tam tersi olduğunu ortaya koydu. görgü tanığı sani uymaz, ifadesinde nurcan ibrahimoğlu'nun yüksek sesle tartıştığı erkek yolcunun "ayağınıza bastığım için özür dilerim." demesine rağmen küfür edip, elindeki metale benzeyen cisimle yolcunun başına vurduğunu söyledi. uymaz ifadesinde erkek yolcunun bayanı darp ettiğine dair bir hareket görmediğini de aktardı. ibrahimoğlu ile tartıştığı erkek yolcunun haberlerde belirtilenin aksine yan yana oturmadığını, ayrı koltuklarda oturduklarını gördüğünü ifade etti.
iett şoförü ise olayı sesler üzerine yolculardan öğrendiğini anlattı. şoför ifadesinde, darp edildiğini öne süren ibrahimoğlu'nun, otobüsün ilerleme boşluğuna uzattığı ayağına 3 yolcunun takıldığını ve düşme tehlikesi geçirdiğini belirtti. bu sırada ayağı takılan yolcuların kendisinden özür dilemesine rağmen ibrahimoğlu'nun özür dileyen yolculardan birine elindeki tasma benzeri bir cisimle tokat attığını kaydetti. bu sırada diğer yolcuların da ibrahimoğlu'na 'hem darp ediyorsun hem de küfür ediyorsun' diyerek tepki gösterdiğini söyledi. ifadeye göre, iett şoförünün 'aracı isterseniz karakola çekeyim, isterseniz polis çağıralım.' demesinin ardından ibrahimoğlu aracı terk etti. bir gün sonra da polise şikâyetçi olmaya gitti..
--spoiler--
son yıllarda oldukça yaygınlaşan tiplerdir. şiddetle uzaklaşmak gerekir. fazla muhatap olmamak idealdir..
"kararınca güzelleşilmediğini, aksine türk erkeklerinin beyaz tenli kadınlardan hoşlandığını, yoksa rusların ve ukraynalıların bu kadar talebi nasıl toplayacaklarını..." birileri şunlara söylesin de rahatlasak artık..
an itibariyle skyturk'te 3k isimli programda pembe rekli kıyafet giymiş hatun hatırlattı bu acı gerçeği...
fuzuli olduğunu düşündüğüm milliyetçiliğin türk kanadı da kürt kanadı da birbirinden bencil maalesef ülkemizde...
kendine dönük değerlendirmektedirler mevzuları, egosantrik tutumlar sergilemektedirler.
adalet diyorsan, ben doğruyu söylerim diyorsan, zulme, haksızlığa karşıyım diyorsan...canımı al, eyvallah. ancak
herkese adalet diyeceksin kardeş,
herkesin hakları için acı çekeceksin,
herkesin sancıları ile sancılanacaksın,
kürtlüğünü, dilini, yaşadığın sıkıntıları sahiplenişin gibi
başı örtülünün yaşadığı sıkıntıyı da sahipleneceksin,
patronların zalim çarklarında köle olan bir işçin durumu huzursuz edecek seni, feryat edeceksin buna.
alevinin dışlanışını, ithamlardan dolayı çektiği acıyı duyumsayacaksın güzel kardeşim,
sabrını zorlayacak bu haksızlık. buna da öfkeleneceksin.
vaktiyle evi komşularınca basılan ve malı mülkü talan edilen sürgüne gönderilen bir ermeninin vatansızlığı ve yüz yıllar geçmesine rağmen içinde geçmek bilmeyen gurbet sancısı da sana dokunacak,
tırlarla umuda kaçışan fakir ve çaresizlerin bu süreçte nefessiz kalmalarını, boğularak ölmelerini ciğerlerinde hissedeceksin, libya'dan italya'ya giderken ölen mülteciler de gözlerinde canlanacak..
selendi'de roman oldukları için linç edilmeye çalışılan insanlara gelen taşlar senin de başını kanatacak,
oğlu şehit olmuş bir annenin çığlı senin de kulaklarında yer edecek,
tıpkı oğlu dağa çıkmış ve bu boşluğun ağırlı içinde gözü yaşaran bir annenin acısı gibi,
dükkanı zorla kapatılan bir kürt kardeşinin yaşadığı ızdırap seni de perişan edecek, tıpkı arabası yakılan bir türk kardeşinin ızdırabı gibi..
özbekistan diktatörü islam kerimov'un harvard'lı büyük kızı, ülkesinin diplomasi ve kültür ateşesi. özbekistan'ın bm daimi temsilcisi ve madrid büyükelçisi..bitti mi bitmedi
wikileaks belgelerine göre özbekistanı bu hatun yönetiyor.
abdli diplomatların raporlarında gülnara, ülkedeki yozlaşmanın sembolü olarak tasvir ediliyor.
belgelerde, "özbekistandaki en nefret edilen isim" olarak nitelendirilen gülnaranın, ülkedeki bütün karlı projelerden pay aldığı ifade ediliyor.
gülnara, bir çok şirketin yönetiminde de hisse sahibi. ülkenin amına koyuyor işin türkçesi.
gülnara, yine babasının sağladığı imtiyazla, taşkent üniversitesinde dünya ekonomisi ve diplomasi bölümünde profesör ünvanına sahip. babasının imtiyazı ile ülkede pop starlık da yapıyor,özbekistan bm daimi temsilcisi de oluyor, ispanya büyükelçisi de..
en son özbekistan'ın nobel adayı idi.. varın siz düşünün meselenin vahametini...işte o kadar vahim amk.
her kuşu siktin bir leylek kaldı deyimindeki leyleği de sikecek en sonunda !!!
zaman zaman görürüz bu çabaları. muhakkak bir yolunu bulup, espriyi koyup ortamı güldürüp bonusları toplama amacı güden tipler çoktur..ama çok azı muvaffak olurlar.. **
(minibüs ücretinin 900 bin lira * olduğu dönemler.)
genç erkek önündeki kıza 1 milyon lira uzatır:
--hanfendi şunu uzatır mısınız?
-kaç kişi?
--ee herkesinkini ver bari !
(gülüşmeler olur) bunun üzerine kızın yanında oturan teyze arkaya döner;
-sen ne terbiyesizsin öyle! ayıp ayıp!
--(oğlan kıza döner) bu teyzeyi sevmedim. bununkini verme...
özellikle geldi, gelicek, bu ara gelmeliydi diye bir beklenti içinde olduğu dönem ciddi kaygılar yaşadığından, etrafa da bunu hissettirmeme gerekliliği inancı taşıyan kadında, derin endişeler gözlenir. içgüdüsel bir mahremiyet duygusu olsa gerek bu; zira hayat tecrübeleri bize gösteriyor ki, her ne kadar rahat, kendini aşmış, zeki, sosyalleşmiş olursa olsun ve hatta samimiyet dereceniz ne olursa olsun regl olan kadın bu durumunu mümkün olduğu ölçülerde ayrıntısız olarak sizle paylaşma eğilimindedir. ped değiştirmek, çift iç çamaşırı giymek , tuvalete gidip gelmek, çantayı yanına almak gibi gizemli davranışlar yeterince geriyor demek ki bu cins kimliğini... sevgililerse bu durumdan periyodik olarak sizi haberdar etmek durumundadırlar ama yine de bu rutin gidiş gelişler gündemden düşmez bu dönem...
80'lerin başlarına ait kuşak bilir ki; tek kanallı tv, mahalle oyunları, atarici gibi elemanlarla sembolleşen küçük ve anlamlı bir büyüme sürecimiz vardı. (bkz: bizimkiler dizisi başlamadan banyo yapmak)
sonra 88 liyim, 91 liyim hatta 95'liyim (oha 95 li mi?) diyen insanlarla tanışınca şaşırır olduk; "nasıl lan bu ne, çabuk yaşlandık" diye. deve gibi boylar, 14 yaşında başlayan sırt ve göğüs dekolteleri, 17 yaşında joint üfleyenler, ikili ilişkilerin sevişmeye odaklanması...
artık barlardan tanıştığımız kadınlara kimlik sormamız gerekmeye başlamıştı. bu jenerasyon cep telefonunun, internetin olmadığı bir hayat düşünemiyor; o yüzden de 6-7 yıllık bir fark bile arada bir uçurum algısı oluşturuyor.
siyah-beyaz ve geceleri istiklal marşı ile kapanan bir tv ile büyüyen nesil ile arasındaki bu farka alıştık alışmasına...ama şimdi "neee msn/facebook yok muydu, ee neyle iletişim kuruyordunuz?" diyen bir nesil geliyor diye korkuyorum...
ilk cinsel deneyimini msn üzerinden "şu an üstünde ne var" gibi bir soruyla başlayan bir yazışmada yaşayan bir nesil düşünüyorum... ek olarak justin bieber gibi bi sorunumuz da var...
yetenek sizsinizdeki paskal isimli köpeğe "koş, tut" falan dedi köpek sallamadı...sonra "yat, domal" dedi..köpek önce bi irkildi ama yine de komutlara itibar etmedi..
köpeğe nasıl domal denir?
hangi şartlarda bu komut kullanılır düşündürücü.
hülya bu gafı yaptıktan sonra uzun uzun gülmüştür.
eski bi klibi geldi sanırım aklına, domalmalı olan...