Bu başlık bende ki bir anıyı depreştirdi.
Birkaç sene önce tatilde tesadüfen 24 yaşlarında oldukça güzel bir ingiliz kızla tanıştım. ingilizcem fena değildir, yani tercüman kadar döktüremesek te konuşuyoruz işte. Adını sordum katie dedi, Nerden geliyorsun, ne iş yaparsın, yaş kaç, ne kadar daha kalacaksın vs derken, sohbete girdik o ara ben yanda çay bahçesi var çay içermiyiz dedim yes dedi.
Çay içerken ona sizde çaylar soğuk sanırım, bizde çaylar da insanlar da sıcaktır dedim , oh yea dedi güldü, bende güldüm. o gün ona Türkçe Afiyet olsun demeyi, ziyade olsun demeyi öğrettim, ikişer üçer bardak çay içtik, hemen herşeye güldük.
Derken artık kalkmam lazım özür dilerim dedi, sarılıp vedalaştık, ayrıldık ama onun gülen yüzü, Yemyeşil gözleri ve altın sarısı saçları günlerce aklımda kaldı.
Çok sevdiğiniz bir insanın yoğun bakımda olup, orada görevli doktorun; elimizden geleni yapıyoruz ama tıbben yapacak birşey kalmadı dediği türden acı durumlardır.
gayet normal bir durumdur, amma velakin ne zaman ki ormanda takım elbise giymiş bir at görürsen ve o at birde yanına gelip ateşin varmı birader derse, işte o zaman avazın yettiği kadar imdat diye bağırıp hemen ordan kaç derim.
önce bol bol hayır hasenat yaparım, sonra elbette biraz da kendim için bişeyler yaparım. Yalnız orada ki zengin kelimesi biraz daha izaha muhtaç, onun yerine şu kadar paran olsa daha açıklayıcı olurdu.