necmeddin erbakan'ın kurucusu olduğu milli nizam partisi'nin sloganı idi. 1970'indeki meşhur kongresinde merhum necib fazıl kürsüde, ''millî nizam, ebedî nizam'' demiş, akif'in biraderi eşref edib bey de mehmed akif'in fikirlerinin milli nizam partisi'nde vücud bulacağını söylemişti. türkiye'deki tüm islâmcı hareketin birleştiği bu parti yıkılınca, bu slogan yerini ''önce ahlâk ve maneviyat''a bıraktı ki, refah partisi'nin ardılı olan ve şuan faal olarak siyaset yapan saadet partisi'nin de resmî sloganlarından bir tanesi halen budur.
evet, kendisine 'ilerici' diyenlerin dikkate alması gereken müthiş, öngörülemez, belki de ilk benim fark ettiğim mantık hatasıdır.
biliyorsunuz, sol cenahtaki aydınlar; ulusalcı, komünist veya sosyalist olsunlar (her sol fraksiyon için geçerlidir bu) kendilerini 'ilerici' olarak tanımlarlar. 'ileri'ye gittiklerini düşünür, sağ eksende konumlanan muhafazakârları, liberalleri gericilikle suçlarlar. (liberaller kimi zaman sol da olabiliyor, avrupa ve amerika'da farklıdır bu liboşlar. ne tarafa meyledecekleri belli olmuyor, ehehe)
halbuki, hepimizin aşina olduğu üzere, ilkokullarda dahi sınıflarımızda asılı bulunan tarih şeridi, sağdan sola değil, soldan sağa doğru akar! yani, tarih sağa gidildikçe ileriye, sola gidildikçe geriye işler.
ayasofya'nın müze olup olmaması, ibadete kapatılıp kapatılmaması hususunda kurulan 9 kişilik komisyonda yer alan alman profesör.
ne kadar acıdır ki, şu ecnebî alman dahi insafa gelmiş ve o komisyonda ayasofya'nın ibadete kapatılmaması için görüş bildiren ve karara muhalefet şerhi düşen tek kişi olmuş. öbür yalakaların tamamı müspet oy kullanmıştır.
dinî, ahlakî ve ailevî değerlerinin korunmasına yönelik politikalar güden, geleneğe önem veren sağ kanat ideoloji. muhafazakârlığın bir varyasyonudur.
sosyal muhafazakârlık; yukarıda sayılan kurumların korunmasını amaçlar. bu ülkü kritik konularda ayyuka çıkar. örneğin eşcinsel evlilik, eşcinsel çiftlerin çocuk evlat edinmesi, kürtaj gibi toplumsal meselelerde sosyal muhafazakârlar, var olan durumun sürdürülmesine yönelik tavır alır ve bu tür işleri akıl dışı görür.
kültürel muhafazakârlıkla karıştırılmaması gerekir. kültürel muhafazakârlar, 'kültür' olarak tanımlanan olguyu korumak amacındadırlar. amaçları toplumcu değildir. örneğin batı tipi değerler olan bireycilik, özgürlük, batılı tarz-ı hayatı sürdürme hissiyatı, kültürel muhafazakârlıkta elzemdir. din, aile gibi hususlarda daha az endişelidirler, esas amaçları, kendi toplumlarındaki sarsıcı yaşam tarzı değişikliklerine karşı çıkmaktır.
dünya çapında bilinmesine rağmen ülkemizde nedense pek tanınmayan muhafazakâr kuramcı. bir alman olan voegelin'in devrimci filozoflara verdiği ayarlar pek meşhurdur.
dilimize çevrilen tek kitabı, ''insanlık Draması Din - Politika ilişkileri'' adıyla paradigma yayınlarından çıkmıştır.
türkiye nin kitap okuma haritası adı altında verilen çakma haritanın orijinal halidir. izmirlilerin sahip olduğu kitap sayısıyla, anadolu halkının sahip olduğu kitap sayısının benzer olması dikkat çekici bir olguyken(oransal olarak), kitap okuma oranının ege ve akdeniz'de gerçekten az olması da dikkati celbeden başka bir detay. bu araştırmayı yapan da kültür ve turizm bakanlığı, odatv muhabirleri değil.
edit: şu var ki, kitaptan ziyade herhangi bir malın tüketimi konusunda da aynı haritayla karşılaşılır. bu kapitalist metanın tüketimidir, kitap da bir tüketim malıdır.
toplanın anasını satayım, ölün ve öldürün. sonra içinizden yaralananlar için tekrar toplanın, yine ölün ve öldürün. ardından ''unutmayacağız'' sloganları atın.
geçin bunları artık, bırakın insanlar acılarını en azından birkaç gün yaşasınlar. senin ideolojin bir gün faydalanmayı versin ölüden. yoksa yeniden ölecek ve öldüreceksin; hem katil hem maktül olacaksın.
1985'te hayata veda eden, 52 ciltlik 'Traité de Zoologie' ansiklopedilerinin yazarı, fransız bilim adamı.
hayatının büyük bölümünü ateist olarak geçiren grasse, ateist olduğu dönemlerde de evrim teorisine eleştirel bakıyor idi. aynı zamanda big bang teorisini de eleştiren hazret, fransız bilimler akademisinin başkanlığını da uzunca bir dönem yürüttü. döneminin en önemli bilim çevreleri tarafından ödüle boğulan pierre grasse, ölümünden kısa bir süre önce yaptığı araştırmalar sonucu, ''tanrının varlığı hususunda kudretli delillere'' rastladığını belirtse de, evrime eleştirel bakışı gibi bu konuda da şüpheci tavrını sürdürmüştür.
gün geçmiyor ki turan dursun'un ardılları islamî hususlarda atıp tutmaya devam etmesinler. bu kişileri piyasaya hangi odaklar sürüyor, bunu gerçekten bilemiyoruz fakat iftiraların ardı arkası kesilmiyor.
turan dursun'un hayasızca ve vahşice öldürülüşünün bilmem kaçıncı yıl dönümü hasebiyle, bilim ve ütopya dergisi bir kapak konusu belirlemiş. yazarı mı? arif tekin tabii ki, turan dursun'un halefi. kendisinin yoğun bir 'kaynak telkini' yaptığını, önceki kitaplarını okumuş olduğumdan biliyorum zaten. madem sünni kaynaklara itibar edilecek, bunu en iyi biz yaparız. mut'a nikahının ne olduğunu ve islam'da nasıl yasak edildiğini anlatacağım sizlere. tamamen el emeği, göz nuru bir çalışma.
esasında mut'a şuanda tüm sünni alimlerce haram ve batıl kabul edilmekte, şia ise karşı çıkmaktadır. işin ilginç yanı, hz. ali de mut'a'nın haram olduğuna hükmetmişti. ama neyse, biz konumuza geçelim:
mut'a nikahının şekli şudur: adam kadına belli bir mal belirterek kadınına ''şu kadar mal karşılığında beni faydalandır'' demesi, kadının da ''kendimi senin faydalanmana sunuyorum'' demesidir. akitte temettu/mut'a (faydalandırma, zevk yaşatma) kelimesinin kullanılması şarttır.
batıl ve haram olduğuna dair delile gelince:
kitaptan delili:
--spoiler--
''Ve onlar ki, iffetlerini korurlar, Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerinden dolayı) kınanmış değillerdir. Şu halde, kim bunun ötesine gitmeyi isterse, işte bunlar , haddi aşan kimselerdir.'' (müminun 6,7)
--spoiler--
mut'a yapılan kadın, ayette geçen kadınlardan değildir. çünkü o ne cariyedir, ne de eş. çünkü evliliğin getirdiği miras ve benzeri hükümler vardır ki bunlar mut'a nikahında bulunmaz. ayrıca bu bir evlilik mahiyetinde de değildir, çünkü talak yoktur. süreli bir nikahtır. ancak talak haktır. nitekim kadı yahya b. eksum da mut'a'nın haram olduğunu bu yolla ispat etmiştir.
sünnet/hadis/içtihattan delilleri:
--spoiler--
''sebra el cüheni şöyle rivayet etmiştir: ben rasulullah(sav) ile birlikteyken şöyle buyurdu: ''ey insanlar! size kadınlardan faydalanmaya izin vermiştim. allah onu kıyamet gününe kadar kesin olarak yasaklamıştır. sizden kimin yanında onlardan biri varsa salıversin. onlara verdiklerinizden de bir şey almayın.'' (müslim, nevevî şerhi ile 9/186)
--spoiler--
yine şöyle rivayet etmiştir:
--spoiler--
''rasulullah(asm) bize fetih yılında (mekke'ye girdiğimizde) izin verdi. sonra mekke'den çıkmadan tekrar yasakladı.'' (müslim, nevevî şerhi ile 9/187)
--spoiler--
daha bir çok hadis vardır bu konu hakkında, zikretmeye lüzum görmüyorum.
mut'a nikahı meselesi, ''el-fikhu'l hanefiyyu ve el edilletuhu'' adlı fıkıh kaynağında şöyle ele alınmaktadır:
--spoiler--
''mut'a ilk defa hayber gününde yasaklandı. nitekim sahih hadiste geçtiği üzere; ali b. ebi talib (ra) şöyle demiştir: rasulullah hayber günü kadınlarla müt'a yapmaktan ve evcil eşek eti yemekten nehyetti.'' (müslim, nevevî şerhi ile 9/189)
daha sonra mekke'nin fethinde tekrar izin verildi. zira sebra b. ma'bed'den şöyle rivayet edilmiştir: ''hz. peygamber(sav) mekke günü kadınlarla mut'a yapmayı tavsiye etti. bunun üzerine ben ve beni süleym kabilesinden bir arkadaşım yola çıktık. sonunda beni amir kabilesinden deve misali bir kız bulduk. (boynu uzun manasında) ona mut'a teklif ettik ve iki elbise sunduk. kadın, beni arkadaşımdan daha yakışıklı, arkadaşımın elbisesini ise benimkinden daha güzel buluyordu. düşündükten sonra bende karar kıldı. üç gün boyunca onlar bizimle idiler. (müt'a geneldi) rasulullah daha sonra bize onlardan ayrılmamızı emretti.'' (sahih-i müslim, übeyy şerhi, 4/130)
aynı hadisi darimî de naklediyor.
işte mut'a nikahı başta caizdi, hayber günü haram kılındı, mekke'ye girişte kısa süreliğine tekrar izin verildi, sonra daha oradan çıkmadan insanlar bundan tekrar nehyedildiler. kısa süreden kasıt, 3 gündür. yani mekke'nin fethinde 3 gün izin verilmişti.
--spoiler--
bunu destekleyen bir hadisi seleme el-evka'dan naklediyorum:
--spoiler--
''rasulullah(asm), evtas yılında kızgın savaşlarda, mekke fethinde, mut'a'ya 3 gün izin verdi, sonra nehyetti.'' (sahih-i müslim, übeyy şerhi, 4/131)
--spoiler--
kaynaklar hep sahih dikkat edilirse.
gelelim malum zevatın delil kabul ettiği hadise:
--spoiler--
''biz rasulullah(asm) ve ebubekir döneminde günlerce mut'a yapardık. sonra ömer ondan nehyetti.'' (SAHiH-i MÜSLiM, CABiR'DEN RiVAYETLE AKTARIYOR)
--spoiler--
alimler bunu şöyle anlatıyor:
--spoiler--
bu hadisi delil olarak sunanlara, 'hz. ömer onu kendinden değil, rasulullah'tan işittiği bir bilgiye binaen yapmıştır' diye cevap verilir.
--spoiler--
nitekim ibn mace, sahih bir senetle ibn ömer'den şunu rivayet etmektedir:
--spoiler--
''ömer bin hattab halife olunca insanlara şu konuşmayı yaptı: 'ey insanlar! rasulullah mut'a için bize 3 gün izin verdi. sonra onu yine haram kaldı. vallahi evli iken mut'a yapan birini öğrenirsem, bana rasulullah'ın haram kıldıktan sonra ona izin verdiğine dair 4 şahit getirmedikçe onu recmederim.'' (sünen-i ibn mace, 2/631)
--spoiler--
hz. ali(ra) da bu görüştedir.
seleften bazıları muta'nın haram olmadığı konusunda diretmişlerdir. ibn abbas, ibn mesud, amr b. hureys, ebu bekir'in kızı esma, cabir b. abdullah bunlardandır. aynı şekilde tabiilerden tavus, ata vs. gibi kişilerden bu görüşteydi. ancak ibn abbas vefatından evvel bu fetvasından dönmüştür.
büsti, mealimu's sünen'inden şöyle diyor:
--spoiler--
mut'a nikahının haram olduğu, veda haccından bulunan müslümanların adeta icma ettiği bir şeydir. bu, rasulullah'ın son günleri demektir. bugün de bazı bid'atçiler hariç, bunun böyle olmadığını söyleyen bir imam çıkmamıştır.
--spoiler--
peki bazı isimlerin bu fetvayı vermesinin nedeni neydi?
bazıları, bu hükmü rasulullah'tan işitmemişti. ve bunu hz. ömer'in kendi içtihadı ile yaptığını zannediyorlardı. hz. ebu bekir halka bu yönde bir telkinde bulunmamıştı. hz. ömer halife olduğu an bu hususa özel olarak değinince, bazı kişiler karşı çıktılar.
hz. peygamber'den sonra süregelen sünnette, müt'a nikahı farklı bir statüde olduğu için, ona ceza uygulanmıyordu fakat haramdı. hz. ebu bekir bu konuya bu yüzden eğilmemişti. hz. ömer ise islam topluluğunun bozulduğunu gördüğünden, cezai müeyyideleri uygulamaya koymuştur.
neticesinde, müt'anın haram olmadığına dair rivayetler daha çok Câbir ile özellikle Abdullah ibn Abbas'a ve Sahabeden bir grupa dayanır. (ibn Kesîr, Tefsîr: 1/474)
peki ibn abbas bu içtihadı nasıl yaptı ve nasıl döndü.
ibn abbas, bunun uzun süre bekar duran ve maddi imkanı olmayan kimseler için mübah kılındığı şeklinde açıklıyordu. o, bu durumu, 'yemek yemeye mecbur kalan kişi' durumuna benzeterek kıyas etmişti. fakat bu kıyas batıldır. çünkü yemek yemek, zaruri bir ihtiyaçtır. cinsel açlığa ise sabredilebilir. üstelik, bu durumda el ile istimna (mastürbasyon) vacip olacağından, mut'a'ya da gerek kalmaz. ayrıca cinsel açlık; oruç ve tedavi ile kurutulabilir. dolayısıyla zaruret halinde, biri öteki gibi değildir. (mealimu's sünen 3/190)
süreli(mukavvat) evliliğe gelince, bu da haramdır, batıldır.
-Yâ Rasûlâllah! Allahtan başkasına hiç ibadet ettiniz mi? diye soruldu.
-Hayır! cevabını verdi.
-Hiç içki içtiniz mi? diye soruldu.
-Hayır! Ben Kitap ve îmânın ne olduğunu bilmezken bile, onların yaptıkları şeylerin küfür olduğunu bilirdim. buyurdu. (Diyarbekrî, I, 254,255)
--spoiler--
kitap ve imanın ne olduğunu bilmese dahi bu tür küfür yollarına sapmayan allah rasulü'nün mut'a yaptığına dair tek rivayet, delil, beyyine yoktur.
bir ateist sitesinde konu şöyle anlatılmış:
--spoiler--
Muhammedin muta nikahı yaptığını iddia eden Heffeningtir ama iddiasını Caeteniden almıştır. (islam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, Muca mad, VIII, s.848.)
Caeteni, Taberi ve ibn Kesiri kaynak göstermek suretiyle Muhammedin Kilab kabilesinden Aliye bt. Zabyan ve Esma bt. Numan ile muta nikahı yaptığını ileri sürmektedir. (Caerani, islam Tarihi, ist., 1925, VII, 392-393.)
--spoiler--
hüccet sandıkları şey de şudur:
--spoiler--
Taberi bu olayı şu şekilde vermektedir:
Rasulullah Esma bt. Numan ile evlendi. Gerdeğe girdiğinde onda beyazlık gördiL. Bunun üzerine ona mut a verdi, giyindirdi v e ailesine geri gönderdi. (Taberı, TarihuI-Ümem vel-Muluk, Beyrut, tts., IIlI, 1179.)
--spoiler--
bu arkadaşlar, ''mut'a'' vermek ifadesini mut'a nikahına vermişler. halbuki, bu hadislerden bunu çıkaran tek alim yoktur. islamî literatürde mut'a vermek, 'Boşanan kadına iddet süresince yararlanması için verilen şey' manasına gelir.
bunu da şu şekilde iktibas edebiliriz:
--spoiler--
Mehir miktarı belirlenmeksizin yapılan nikâh akdinden sonra, henüz cinsel birleşme olmadan boşanma veya fesih yoluyla evlilik sona ererse kadına mut'a denilen elbise ve baş örtüsü gibi bazı şeyler verilir. Bunlar mehir yerine geçen bir çeşit "teselli hediyesi" dir.
Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Kadınlara yaklaşmadan ve onlara mehir takdir etmeden boşarsanız,"sizin için bir sorumluluk yoktur. Bu durumda zengin kendi imkânına göre, yoksul da kendi imkânına göre, usûlüne uygun bir Şekilde onlara, yararlanacakları bir şeyler verin. Bu, iyilikte bulunanların üzerine bir borç"tur" (el-Bakara, 2/236); "Boşanan kadınların örfe göre bir takım eşyalar alma hakkı vardır" (el-Bakara, 2/241); "Ey iman edenler! Mü'min kadınları nikâhlar, sonra da cinsel birleşmeden önce onları boşarsanız, artık sizin, onların üzerinde iddet sayma hakkınız yoktur. Onlara hemen mut'alarını (yararlanacakları bazı şeyleri) verin ve onları güzellikle serbest bırakın" (el-Ahzâb, 33/49).
Bu âyetlerde yer alan "metea" veya "emtea" fiilleri; birisini bir şeyden yararlandırmak, boşanan kadınlara mut'a vermek anlamlarına gelir (Rağıb el-Isfehânî, el-Müfredât, s. 461).
--spoiler--
velhasıl kelam; mut'a nikahı şianın ve turan dursun ardıllarının iddialarına rağmen kıyamete kadar yasaklanmış olup, hz. peygamber de asla böyle bir yola yeltenmemiştir.
az sonra fıkhî tartışmasını yapacağımız kavramdır. sonuna kadar okunursa, bazıları aydınlanır diye düşünüyorum.
irtidad, geriye dönme manasına gelir. islam hukuku literatüründe ise bu terim, müslüman olduktan sonra, dininden dönme vakasına verilen addır. irtidad eden kişiye mürted adı verilir.
mürtedin cezası, kavram ve bağlam olarak islam hukuku içerisinde tartışılmakla birlikte, alimlerin ekseriyetine ve cumhura göre, ölümdür. delilleri de, buharî'den nakledilen meşhur:
--spoiler--
'her kim dinini değiştirirse, onu öldürünüz'
--spoiler--
manasındaki hadistir. hanefÎ HUKUkçusu es-serahsî, bu hadisi kabul etmekle beraber, esas delilini fetih suresindeki bir ayete dayandırmaktadır. ona göre, mürtedlerin boynunun vurulacağının esas delili, fetih suresindeki şu ayettir:
--spoiler--
Bedevîlerden (Hudeybiye seferinden) geri kalmış olanlara de ki: Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı savaşmaya çağrılacaksınız. Onlarla savaşırsınız veya müslüman olurlar. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi acıklı bir azâba uğratır. (48/Fetih, 16)
--spoiler--
islam'dan başka bir dine geçen kişi için de bu hüküm geçerlidir. hz. ali'ye getirilen mürted bir hristiyan, ''ben mesih'in dini üzereyim'' demiş, hz. ali ''ben de mesihin dini üzerineyim'' deyince o kişi, ''benim rabbim mesihtir'' deyince, hz. ali mürted hristiyanın ezilerek öldürülmesine hükmetmiş, kişi orada bulunanlarca ezilerek öldürülmüştür. (sünen-i darekutnî'de geçen bir hadistir. aynî'ye göre zayıf hadistir fakat diğer alimlerden böyle bir itiraz gelmemiştir.)
4 mezhebin alimleri arasında bazı hükümlerde ihtilaf olmakla birlikte, genel muhtevatıyla hükümler bellidir. hanefîlere göre mürted kadın öldürülmemekte, hapsedilmektedir. cumhurun görüşüne göre 3 gün, bazı alimlere göre en az 1 ay, bazı alimlere göre de süre sınırı olmadan zaman tayin edilerek, kişiye tevbe etmesi için fırsat verilmekte, ayrıca kişinin hapsedildiği yere, kişinin dinden çıkmasına vesile olan konu hakkında uzman bir heyet gönderilmektedir.
fakat bu duruma karşı çıkanlar da vardır:
Meşhur fakih Şemseddîn es-Serahsi, bunlardan biridir ve devlete karşı bir savaş açmadığı sürece, mürtedin öldürülmeyeceğine hükmetmiş, delilini de hz. ali'den aldığını ifade etmiştir (Kitâbu'l-Mebsût, Beyrut (tarihsiz), X, 125.)
bu kısa izahattan sonra, çok sorulan meselelere geçmek istiyorum. bu hükmün ''vahşi'' bir çözüm olduğunda ısrar edenlere karşı bir cevapla, bu konuyu vuzuha kavuşturma gerekliliği doğmuştur:
1) mürtedlerin katli ne demektir, ta'zir ve hadd kavramlarını açıklar mısınız, her dinden çıkan öldürülür mü?
mürtedlerin katli, islam hukukuna asrı saadet'te girmiş bir uygulamadır. o dönemdeki atmosferde; mücahidler ile müşrikler savaş halindeydiler. dinden dönen kişi, otomatik olarak müslümanlara ihanet etmiş olmakta ve müslümanlara karşı bağy suçu işlemiş olmaktadır. bağy suçunun cezası da islam'ca ölümdür. bu nedenle o dönemdeki bu uygulamaları siyaseten anlayışla karşılamak gerekir.
had cezası, allah hakkıdır. allah'ın emrettiği bir cezadır ve tespiti halinde uygulanması gerekir.
ta'zir cezası ise, veliyyül emr'in yani islam halifesinin kararına göre uygulanan, alimlerce içtihatça tespit edilmiş, nisbî miktarı hükme bağlanmış ceza çeşididir.
yani esasen, mürtedlerin öldürülmesi konusunda, direkt halifenin emri gerekmektedir.
alimlerin ekseriyeti; dinden çıkmak ile dine karşı çıkmak arasını ayırmışlardır. nasıl ki bir kişi, müslüman dairesinden çıkmamasına rağmen; islam devletini ve nizamını alaya almaz, islam'a ve peygamberine hakaret etmez ve dinin gerekli bir müessese olduğunu kabul edebilirse, aynı şekilde bu vicdanî PRENSiPLERE BAĞLI KiŞiLERE TA'ZiR CEZASI UYGULANMASI GEREKMEZ.
tarihten birkaç ünlü simayla bunu doğrulayalım:
razî, islam dairesinden çıkmış bir felsefeci ve tabip idi. lakin kendisine ceza verilmedi. hatta kendisi islam fikriyatıyla çatışmaya girmiş, peygamberler için ''onlar şarlatandır'' demişti. kendisinden o dönemde ''mülhid, zındık'' diye söz edilmesine karşın, razÎ hayatının sonuna kadar refah içerisinde yaşamıştır. kendisinin dini görüşleri deist-panteizm etrafında şekilleniyordu. Ebu'l-Ferec Abdurrahman ibnü'l-Cevzi, kendsini islam tarihindeki en korkunç 3 zındık arasında nitelemiştir. (Telbîsu iblîs, s. 118-119)
ibnu'r ravendî, islam tarihindeki ilk ateistlerdendir. islam'a girdikten sonra mu'tezile ekolüne eski dininden parçalar eklemeye kalkışınca, kendi mezhebince ''zındık'' suçlamasına maruz kalmış, ülkeden gitmesine izin verilmiş, kufe'de ölmüştür. esasında ibn ravendi, mutezile'den atılınca, onlardan intikam almak için ateist olmuştu. bazı kaynaklarda kendisinin yahudilerden para aldığı bu nedenle dinden çıktığı ifade edilmiştir. ravendî'nin eserlerine bakıldığında, günümüzde de her ateistin klasik suçlamalarıyla dolu olduğunu görüyoruz. aslında ateizm, tarih boyunca hiç şekil değiştirmemiştir. ravendî; kur'an'ın iyi yazılmadığını iddia ediyor, çelişkilerle dolu olduğunu ifade ediyordu.
es-serahsî, el-kindî'nin talebesidir. el-kindî bir islam felsefecisi iken talebesi, bir agnostikti. iyi bir hatip olan, türk asıllı serahsî, aynı zamanda musiki ile uğraşıyordu. işin ilginç tarafı, aynı zamanda serahsÎ, islam halifesinin katibiydi. evet bu mürted, islam halifesinin katibi olmuştu. serahsî, halife tarafından öldürülmüştü. bunun hakkında iki görüş vardır:
a) birunî ve brockelmann, dinini değiştirdiği için öldürüldüğünü belirtmişlerdir. fakat, serahsî'nin ölümü ile katipliğe başlaması arasında uzun bir dönem vardır ve mürtedliği bilinen bir husustur. hatta bazı kaynaklar, abartarak da olsa serahsî'nin halifeyle dini konuları münakaşa ettiğini belirtir.
b) prof. dr. mehmed bayrakdar, bu görüşün yanlış olduğunu belirtirken; serahsî'nin bir komplo sonucu öldürüldüğü kanısına varmıştır. yine karşımıza çıkan din değil, siyaset eksenli bir uygulamadır.
birunî, serahsî'nin dini nedeniyle öldürüldüğünü ifade ederken, aynı zamanda halife mu'tezid'le dini konuları münakaşa ettiğini şöyle açıklıyor:
--spoiler--
serahsî, dini öğretilere karşı serbest fikirli idi. bunu da özgürce dile getiriyordu. hatta abbasi halifesi mu'tezid (mu'tedid)'in sarayında dahi dile getiriyordu. üstelik bu sadece sarayda kalmamış, bu fikirleri halka da açmış idi. (rosenthal, ahmad b. at-tayyib as sarahsÎ, new haven, 1943, s. 132)
--spoiler--
seraHSÎ'NiN KATip olduğu dönemde, mutedid'in haricÎ iSYANLARLA VE iÇ KARIŞIKLARLA BOĞUŞMASI, komplo iddialarını güçlendirirken; mutedid, serahsî'yi karışıklıkta öldüren askerleri cezalandırmıştır. bu da, mutedid'in dini bir nedenden kendisini öldürmediğini gösterir. aynı zamanda serahsÎ, VERGi TOPLAYAN KiŞi OLAN MUHTESiPLiĞE DE 895'TE ATANMIŞTI. ÖLÜMÜ iSE 899'DUR. YANi BU KiŞiNiN 4 YILDA DiNi YÜZÜNDEN ÖLDÜRÜLDÜĞÜNÜ DÜŞÜNMEK, YALNIZCA CEHALETTEN iLERi GELEN BiR DURUMDUR.
ibnu'l mukaffa, müslüman bir mütercim iken dininden dönen şahıs. eski bir mecusi idi, ataları ateşe tapardı. öldürülmesini şu şekilde alıntı ile açıklayabiliriz:
--spoiler--
Onun ölümü ile ilgilenen araştırmacılar esas ölüm sebebinin burada ele
aldığımız Risâletüs-Sahâbede dile getirdiği görüşlerinden kaynaklandığını
ileri sürmüşlerdir. Özellikle onun ölümünü görüşlerine tahammül edemeyen
Müslüman çevrelerin bir engizisyonuymuş gibi gösterme eğilimindedirler.
Gerçekten de bu Risalenin girişinde endişeli bir hava var. Daha ilk satırlarında, yazarın bir korku ve endişe içinde olduğu açıkça hissedilmektedir. Haraç ve toprak meselesi ile ilgili konuları açıklarken; Bu görüşleri açıklamanın bedeli ağır, söyleyeni az, faydası ise uzun vâdelidir sözleri11 ile de ba-
şını belaya sokacak işlere giriştiğini zımnen itiraf etmiş, ancak sorumlu bir aydın olarak düşüncelerini açıklamaktan da geri durmamıştır.12 ibnülMukaffâ yer yer acı eleştirilerde de bulunmaktadır. Risâletüs-Sahâbedeki
bazı önerilerinin yönetim nezdinde ve yeni teşekkül eden devletin etrafındaki
menfaat grupları tarafından hoş karşılanmadığı düşünülebilir. Taha Hüseyin
bu Risâlenin Halife Mansûra karşı bir ihtilal beyannamesi mahiyeti taşıdı-
ğı, tercüme ettiği Kelile ve Dimnedeki hikayelerde Halife Mansûra üstü kapalı eleştirilerde bulunduğu gerekçesiyle öldürüldüğünü iddia etmektedir.13
Buradan hareketle Onun gerçek ölüm sebebinin ele aldığımız Risâledeki
fikirleri olabileceğini ileri sürmektedir.14 Fakat bu iddialara katılmak mümkün değildir. Çünkü ibn Mukaffa bu Risâlede güçlü bir merkezi idare kurulmasını ve bütün yetkilerin de halifenin elinde toplanmasını önermektedir.
Ayrıca Risâle'de sunulan fikirler Halife Mansur tarafından kısmen dikkate
alınmış, vergi ve hukuk reformu gibi konularda icraatlara girişilmiştir. Bu
sebeple Onun bu Risâle'deki siyasi fikirlerinin ölümüne yol açması için herhangi bir neden yoktur. Aksine önerdiği görüşler yönetimin hoşuna gidebilecek görüşlerdir.15
ibnül-Mukaffânın öldürülmesi hakkında kaynaklardaki yaygın rivayetlere baktığımızda yazdığı bir emân belgesinin halife ile aralarının açılmasına sebep olduğu gösterilir. Mansûrun halifeliğini kabul etmeyerek isyan
eden Suriye vâlisi ve amcası Abdullah b. Ali, yenildikten sonra Mansûrdan
af dilemişti.16 Halife de kendisinden yazılı olarak af dilemesi halinde bağış-
lanacağını bildirmişti. Ancak Mansûrun bir fırsatını bulup Abdullahı cezalandıracağı tahmin ediliyordu. isa b. Ali tarafından ibnül-Mukaffâ bu
"Emân" metnini hazırlamakla görevlendirilmişti. ibnül-Mukaffâ halifenin
hiç bir açık bulamaması için yoruma kapalı, büyük bir zeka ürünü ve ağır
şartlarla dolu bir emân metni yazdı. Emannâmede, halife eğer sözünden dö-
ner ve şartları ihlal ederse; karıları boş, köleleri azat edilmiş, biatı batıl ve
bütün dinlerde kafir sayılacağı gibi oldukça ağır ifadeler bulunmaktaydı.
17 Bu ifadelere çok kızan Mansûr, aralarında husumet bulunan Basra valisi
Süfyân b. Muâviye eliyle ibnül-Mukaffâ'yı öldürttüğü nakledilmektedir.
Ancak halifenin olaya dahli, o zaman dahi bir zandan öte geçmiştir. Basra
valisinin yanına emirinin bir işi vesilesiyle giden ibnü'l-Mukaffâ'nın, oradan
bir daha çıkmadığı aktarılır. Yaygın rivayete göre Basra valisi Süfyan b.
Muaviye tarafından parça parça kesildikten sonra fırında yakılmıştır. 18
Öyle anlaşılıyor ki ibnü'l-Mukaffa'nın esas ölüm sebebi, Irak valisi ile
aralarındaki kişisel husumettir. Ancak yazdığı "emân" mektubunda halifenin
tepkisini çekmesi, daha sonraki dönemlerde yaygınlaşan hakkındaki zındıklık suçlamaları; toplumda ortaya çıkan siyasi bloklaşmalar ve Abbâsîlerin
kuruluş aşamasındaki iktidar mücadelesinde, iranî unsurların siyasi blokunda
yer alan açık sözlü ve kendinden emin tavırları ile siyasi rakiplerinin tepkisini ve kinini üzerine çekmiştir. Bu yüzden de bu istenmeyen adamın Basra
valisi eliyle kişisel bir husumet ve siyasi bir hesaplaşma gerekçesiyle öldü-
rüldüğünü gösterir.
neticede tüm bu ünlü simaların ölümleri; dini dönüşlerle alakalı değil, siyaseten oluşmuş vaziyetlerdir. yazımızın ilk bölümünde bunu işledik. bir sonraki bölümde ise; bu cezanın nedenini, siyaset din perspektifinden biraz çıkarak inceleyecek, işin 'düşünce hürriyeti ve akit' boyutunu nazara alacağız.