64. bölümünde, "diyaloglar açısından behzat ç.'nin etkisinde mi kaldılar acaba?" dedirtecek müptelası olduğum dizidir. zira, neredeyse 60 küsur bölümdür konulan "bip" kadar "bip" olan bölümdü. Onun dışında kanaatimce dizi hala şahane gidiyordur, o ayrıdır.
ülkemizdeki eğitim zihniyeti yüzünden; daha liseye başlamadan herhangi bir derste ön plana çıkan çocuğa öğretmenleri ve etrafından yapılan "sen fen lisesini gir, seni sayısalcı yapalım" baskılarıyla başlar, lise ve üniversite tercih döneminde de aynı zihniyettekilerin "mühendis ya da doktor ol sen" demesiyle devam eder. yani bu hesaba göre tüm başarılı-zeki çocuklar mühendis, doktor vs. olsun. "peki ya bu ülkenin yönetiminde söz sahibi olma ihtimali yüksek, devletin önemli mevkilerinde yer alma ihtimali yüksek olan avukat, ekonomist, uluslararası ilişkiler uzmanı, gazeteci vs. meslek grupları onların hesabına göre daha az başarılı, daha vasat kişilerden mi oluşsun?" sorusunun yöneltilmesi gereken zihniyetin meydana getirdiği durumdur.
bavulları hep toplu durmalı insanın...
bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...
tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vazgeçmeli...
ihanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...
yalnızlığa alışmalı...
* * *
çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti. dayanışma... günümüz borsasının değer kaybeden hisse senet lerinden biri artık...
bireyin keşif çağı, geride kırık dökük yalnızlıklar bıraktı.
terörün bile bireyselleştiği çağdayız. zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır.
* * *
işte o yüzden alışmalı yalnızlığa...
sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan... güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı... hüzünlü bir şarkıyla paylaşılan gecelerde başını dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli... sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...
romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına...
"yalnızlık paylaşılmaz/ paylaşılsa yalnızlık olmaz" dizeleriyle başlamalı güne...
telesekretere "şu anda size cevap verebilecek kimse yok" denmeli, "... belki de hiçbir zaman olmayacak..."
cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...
* * *
oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.
haklılığın onuru yaşatır insanı... susmanın utancı öldürür.
o yüzden en sessiz gecelerde ''doğruydu, yaptım"la teselli bulmalı insan...
feryada komşuların yetişmemesine, soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı... kendiyle hesaplaşmaya çalışmalı...
gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır olmalı...
hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözüpek olabilmeli...
sessizliği, sese dönüştürebilmeli...
* * *
ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan...
yollarla barışmalı...
yalnızlığa alışmalı...
iftira yakın bir vakitte fırında pide sırasında bekledikten sonra sıcacık pide alınıp evin yolu tutulur, iftar vaktinde tv-radyo açılır, bir kişi de camdan caminin ışıklarına bakar. masada tüm aile fertlerinin bir arada ve huzurlu olduğu yerlerdendir iftar sofraları kanımca. ramazan ayında hurma, pide, güllaç vs. yiyeceklerde sofraları şenlendirir. bir de sahura kalkmak vardır tabi ki. eğer ufak şeylerden mutlu olmayı becerenlerdenseniz bunların hepsinden ayrı ayrı keyif almanız mümkündür.
muratcan güler'in kardeşi, son derece atletik, yetenekli, beyefendi olan sinan güler, aile yaşantısının vazgeçilmezi basketbolla doğmuş, basketbolla yaşamaktadır.
eğer ki turist kişisi bir adres tarifi öğrenmeye çalışıyorsa, cevap olarak " sen burdan böyle bi 100-150 metre go go go ordan kıvrıl..." türevi yüksek sesten bir tarifle karşılaşması kaçınılmazdır.
ilginçtir dünya basketbol şampiyonasına ev sahipliği yapacak olmamıza rağmen halen daha pek havaya girilmemiştir. bunda belki de yeterli reklam-tanıtım yapılmamasının (en azından herhangi bir futbol olayına kıyasla) da etkisi muhakkaktır. bundan mütevellit her ne kadar hazırlık maçı da olsa 12 dev adam'ın iyi bir performans göstermesiyle şampiyonaya olan ilgiyi ve turnuvada iyi bir derece alma umudumuzu artıracak olduğu maçtır.
atatürk'e türk nedir diye sormuşlar. işte ata'nın cevabı;
"bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümid etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. bu sahne 7 bin senelik, en aşağı, bir türk beşiğidir. beşik tabiatın rüzgarları ile sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurları ile yıkandı. o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu; bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; türk oldu. türk budur. yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir."
direk ve sade "aşk"tır efendim, ayrıca telefonla aradığnız, seslendiğiniz vs. durumlarda "ey aşk nerdesin" (bkz: mirkelam) şeklinde şirinleşebileceğiniz gibi daha bir çok durum ve replikle efektif olarak kullanılabilir.
+ baba, biz bu gece özlem'de kalabilir miyiz?
- (imalı bir tavırla)
n'apacaanız yavrum bu gece özlem'de?
+ (aptala yatarak)
ders çalışcaz.
- o dersten kal yavrum!
(yılmaz erdoğan'ın "cebimde kelimeler" isimli gösterisinden bir sahne)