sadece nicklere bakarak kız olduğunu anladığınız bütün kişilere yazdığı bir entry'lerle ilgili pm'ler atın. kız yazarları anlamak için sözlük yazarlarının paylaştığı twitter sayfalarından da faydalanabilirsiniz. sonra sabredin, arada muhabbet falan edersiniz belki. yalnız bu süre içinde sakın asıl amacınızı aklınızdan çıkarmayın. bunu yaparken de güzel, çirkin, bekar, evli fark etmez. hobi olarak farklı kişilerle çalışmaya devam edin.
her canı sıkılan kadın gibi ben de saçımı boyatmaya karar verdim. değişim şart!
yalnız ne renge boyatsam ona karar veremiyorum bir türlü. kimseye de söylemeden bugün yarın pat diye gidip boyatmayı planlıyorum, hem böylece fark etmeyenelere "nasıl fark etmezsin" diye trip atma fırsatım olur. tabi fark edilmeyecek kadar radikal bir değişim olmazsa.
solo tu sabes bien quien soy
y por eso es tuyo mi corazon
solo tu doblas mi razon
y por eso a donde tu quieras voy
no creo que el mar algun dia
pierda el sabor a sal
no creo en mi todavia
no creo en el azar
solo creo en tu sonrisa azul
en tu mirada de cristal
en los besos que me das
y en todo lo que digas
solo tu sabes bien quien soy
y por eso es tuyo mi corazon
solo tu doblas mi razon
y por eso a donde tu quieras voy
si hablo demasiado
no dejes de lado
que nadie mas te amara asi
como lo hago yo
no creo en venus ni marte
no creo en carlos marx
no creo en jean paul sartre
no creo en brian weiss
solo creo en tu sonrisa azul
en tu mirada de cristal
en los besos que me das
y hablen lo que hablen
solo tu sabes bien quien soy
y por eso es tuyo mi corazon
solo tu doblas mi razon
y por eso a donde tu quieras voy
si hablo demasiado
no dejes de lado
que nadie mas te amará así
como lo hago yo
ay yo quiero ser tu firmamento
de tu boca una cancion
de tus alas siempre ser el viento
tu terrón de sal
un rayo de sol
que a donde que tú
quieres que yo vaya voy
que eres mi desliz, mi país feliz
mi primavera
mi escalera al cielo si
por eso sigo aqui y camino
contigo
a ti nunca podría decirte que no
sólo tú sabes bien quien soy
y por eso es tuyo mi corazón
sólo tú doblas mi razón
y por eso a donde tú quieras voy
tu terrón de sal
un rayo de sol
que a donde digas que tú quieres
que yo vaya voy
eres mi desliz, mi país feliz
mi primavera,
mi escalera al cielo, si
si hablo demasiado
no dejes de lado
que nadie mas te amará así
como lo hago
shakira'nın "evdeki sivrinekler" anlamına gelen ispanyolca şarkısı. içinde pek çok benzetme var, ayrılık kimi zaman odadaki sivri sineklere benzetilirken, kimi zaman da yerdeki çöplere benzetilmiş. hem çok eğlenceli hem de çok duygusal.
mis días sin ti son tan oscuros
tan largos tan grises
mis días sin ti
mis días sin ti son tan absurdos
tan agrios tan duros
mis días sin ti
mis días sin ti no tienen noches
si alguna aparece
es inútil dormir
mis días sin ti son un derroche
las horas no tienen principio, ni fin
tan faltos de aire
tan llenos de nada
chatarra inservible
basura en el suelo
moscas en la casa
mis días sin ti son como un cielo
sin lunas plateadas
ni rastros de sol
mis días sin ti son sólo un eco
que siempre repite
la misma canción
tan faltos de aire
tan llenos de nada
chatarra inservible
basura en el suelo
moscas en la casa
pateando las piedras
aún sigo esperando que vuelvas conmigo
aún sigo buscando en las caras de ancianos
pedazos de niño
cazando motivos que me hagan creer
que aún me encuentro con vida
mordiendo mis uñas
ahogándome en llanto
extrañandote tanto
mis días sin ti
cómo duelen mis días sin ti.
-sürekli çalışıyormuş izlenimi verin. bilgisayarınızda sürekli açık bir dosya olsun. bir şeylerle uğraşın.
-2 dakikanızı alacak işler için bile "meşgulum ama yetiştirmeye çalışacağım, elimden geleni yapacağım" gibi cümleler kurun.
-ortada sizden kaynaklanan bir gecikme/hata varsa bunu direk kabul etmeyin. suçu sisteme falan atın.
-"hayır" demeyi öğrenin.
-bu maalesef en acımasızı ama evet ikiyüzlü olmak zorundasınız. yani sevmediğiniz iş arkadaşlarınızın tabiki yüzüne güleceksiniz.
-bir de alt-üst fark etmeden herkesle iyi geçinin. yarın o insanların hangi pozisyonda karşınıza çıkacağı hiç belli olmaz. bu dediğimi çok dikkate alın.
kesinlikle doğru bir öneri. ama söz konusu onları yenmeniz ya da yenememeniz değil.
kızlar narin yapılıdırlar, onlarla niye tartışasanız ki? onları öpün, saçlarını okşayın, yüzlerini sevin, güzel bir söz söyleyin onların zaten hemen kaleleri düşecektir . sonra onları kollarınızın arasına alıp sakin sakin derdinizi anlatın, sizi dinleyecek ve size hak vericektirler. hatta şanslıysanız kendi öz eleştirisini yapıp, sizin bu tavırlarınızı ödüllendirecek ve değişecektir.
tabi bütün bunları tartıştığınız kız sevgilinizse yapın, aranızda bir şey olmayan bir kıza bunları yapmaya kalkıp da kafanıza çanta yemenizi istemem. ayrıca o duruma getirdiğiniz kızlarla sakın tartışmayın. çünkü muhtemelen evet yenemezsiniz.
çok ciddi söylüyorum, bunu yapmayı öğrendiğinizde iş hayatında profesyonellik anlamında çok büyük bir aşama kat etmiş oluyorsunuz. hatta belki de kendisi profesyonellik kavramının en büyük ölçütü.
tabiki durduk yerde kimseye hayır deyin demiyorum ama doğru yer ve zamanda söylenen "hayır" sizi hem manevi anlamda tatmin eder, hem de bazı alanlarda çok ileriye taşıyabilir.
-merhaba bütün binada sistemler gitti, bilgisayarların hiçbiri çalışmıyor.
-çağrı açtınız mı? (bilgi işlem sistemine giriş yapıp ticket açmamı istiyor.)
-tabiki açamadık, bilgisayarlar çalışmıyor.
-çağrı açmadan işlem yapamıyoruz.
-bakın çok acele bir rapor yollamam gerekiyor, lütfen yardım edin.
-hep aceledir zaten.
şeklinde süper diyaloglar yaşayabileceğiniz her şirkette bulunan çok faydalı ve gerekli bir bölüm. henüz çözümün bir parçası olduklarını hiç görmedim, kendileri hep sorunun bir parçası. ama yine de arada sağ olsunlar "websense"i kaldırıyorlar da facebook ve twitter'a girebiliyoruz. onun dışında çok sevmiyorum kendilerini.
şimdi bu dönem kızların aşırı bir duygu yoğunluğunun yaşandığı, normal zamanda hiç canını sıkmayacak bir hareket için kıyametleri kopardığı dönemdir.
erkekler bu dönemde sevgililerinin bir dediğini iki etmemeli, bol bol çikolata almalı, "canım sen kilo mu aldın?" gibi sorulardan kaçınmalı, bonny food'dan kek yollamalı, whatsapp'ta en son onunla konuştuğu saatte "last seen" olmalı, "bir önceki saç rengin sana daha mı yakışıyordu hayatım." sorusunu 1 kaç hafta daha içinde tutmalı ve ona bol bol iltifat etmelidir.
eğer bu şartlardan biri eksik kalırsa sonra yok "sen niye bu kadar gerginsin, bugün sende ne var." sorularına hiç beklemedikleri yanıtları alabilirler. uyarmadı demeyin diye yazmak istedim.
bazılarına şirket dışı arama yapmak için 9'dan hat alıp sonra numarayı çevirmelerini bile defalarca öğretmeniz gerekebilir.
mesela az önce bizim stajyerin canı tatlı çekmiş, baktım bizimki telefonla cebelleşiyor kablolarını takıp çıkarıyor. sonra bana doğru döndü baktı sanki inanılmaz bir keşif yapmış gibi "bu bozuk." dedi.
ben de gayet sakin "canım önce 9'dan hat alman gerek." dedim. bizimki yüzüme sanki bunu daha önce ona defalarca söylememişim gibi baktı. ben de herhalde "hat almak" ifadesini anlamamıştır diye düşündüm. daha etkili bir öğretim yöntemi olan göstererek anlatma yöntemini uygulamaya karar verdim.
kendi telefonumu kaldırıp, "bak tatlım, önce telefonu kaldırıp 9'a basıyoruz sonra numarayı çeviyoruz." dedim. sanırım yine anlamamış olacak ki "yok, ben vazgeçtim ya söylemicem." dedi. cesaretlendirmek için "çok kolay bir şey dene." dedim, "boşver ya yemeyeceğim." dedi. işte öyle de tatlı, öyle de şeker insanlardır bu stajyerler.
stada girerken arkamdaki bir galatasaray taraftarından "bizim paf takımımız bile bu takımı yener." gibi bir cümle duydum. bence taraftar ve futbolcularda hakim olan bu hava galatasaray'ın şu durumunu açıklamaya fazlasıyla yeter.
onun dışında maçı hak eden, daha akıllı oynayan tarafın braga olduğunu düşünüyorum. galatasaray adına en etkileyici pozisyon sanırım fatih terim'in dışarı çıkan topu topuk pasıyla braga teknik heyetinin olduğu klübeye gönderdiği andı. seyirciden de oldukça reaksiyon aldı, o pozisyonu tv'den gösterdiler mi emin değilim. taraftarın hazırladığı 3 boyutlu görsel show fena değildi. özellikle pegasus tribünü maç sonuna kadar takımını destekledi, diğer tribünler de top rakibe gelince ıslık çaldılar.
galatasaray'ın gruptan çıkma şansının bu maçla birlikte oldukça azaldığını düşünüyorum, ama fatih terim'in de dediği gibi "that is the football." önümüzdeki maçlara bakacağız.
bunu uyku ilacı olarak kullanan tanıdıklarım var. otobüsle uzun yolculuğu çıkmadan önce uykusunu getirmek için tylol hot içiyorlar. gerçekten benim de içer içmez direk uykum geliyor. sanırım bunu yapanlar soğuk algınlığının en iyi tedavisini uyumak olduğunu düşünmüşler ki böyle bir şey yapmışlar.
o değil de gerçekten soğuk algınlığına çok, çok iyi geliyor. tıpkı portakal gibi, kestane gibi kışın vazgeçilmezlerinden.
taraftarların 80.dakikada maçtan çıkarak metroya doğru koştukları stad.
evet, evet abartı değil bildiğiniz koşuyorlar, hatta koşarken arada arkalarına bakıp "koşun koşun peşimizden ordu geliyor." diye de espri yapıyorlar.
o tek hatlı metro bütün stadı boşaltmaya yetmediği için çıkışlarında müthiş bir izdiham oluyor. yani ya maçtan 15 dakika önce çıkacaksınız ya da 1 saat geç çıkacaksınız tercih sizin.
onun dışında atmosferi ve güzelliği konusunda yapılacak fazla bir yorum yok. yalnız düşündüm de burda ali sami yen'in o sıcak atmosferi pek yok sanırım. ali sami yen'de bizim bir "eski açık sarı desene" tezahüratımız vardı, bütün stad ayağa kalkar tribünler sırasıyla ortak tezahürat yaparlardı. bu stadda sadece pegasus tribünü bağırıyor, diğer tribünler de pek ses yok. yine de iyisiyle kötüsüyle, o stad bizim stadımızdır işte.
bu akşam üzerimdeki kırmızı formamla tt arena'da seyredeceğim maçtır. tabiki de içimizden geçen tek bir sonuç var, galibiyet.
ama yenilir ya da berabere kalırsak da; tt arena'nın o çıkış izdihamı ve zahmetli eve dönüş yolunda bile "ben bu takımı neden bu kadar içten seviyorum?" sorusuyla kendimi oyalayabilirim sanırım.
en son gelişmeleri gerçekten ilk olarak twitter'dan öğreniyorum, detaylarını da sırasıyla türk gazeteleri ve bbc ve el pais'ten okurum.
bir de aynı olayı farklı cephelerin * gazetelerinden okumak gibi tuhaf bir alışkanlığa sahibim. daha önce bir haber kanalında çalışmanın getirdiği bir alışkanlık sanırım. bir olayın, birbirinin zıttı sayılabilecek yayın organları tarafından açıklanırken kullandıkları kelimeleri, ifadeleri dikkatli incelemekten inanılmaz keyif alıyorum.
siz de arada bir deneyin bakın, ilginç şeylerle karşılaşabilirsiniz.
ilk çıktığı zamanlar facebook'ta sürekli paylaşılmasından dolayı hiç sevmiyordum, ortalık durulduktan sonra bir kez sakin kafayla bir kez dinleyip klibi izliyim dedim.
klibi fazlasıyla hoş ve derin detaylarla dolu, kızın çocuğun yanına gidip "i don't wanna live that way" dedikten sonra onları aynı resim içinde buluşturan boyaların üzerinden akması (yani o ilişkiyi bitirmesi) son derece güzel olmuş.
ayrıca bu sözüm kıza; sen niye arkadaşlarını çocuğun evine gönderip plaklarını geri istiyorsun. bu biraz liseli bir hareket olmuş. üstelik telefon numarasını değiştirmeler falan da biraz gereksiz. çocuk da çok masum değil aslında, sanırım biraz fazla alıngan, yani direk "bittiğine sevindim, benim için hava hoş" falan demeler.
neyse ben bazı şarkıları biraz fazla ciddiye alıyorum sanırım. bu arada şarkı içinde bütün ayrılıklara gönderme yapan bir yer var ki gerçekten çok doğru:
gidecek olanlara mutlaka 1 saat süren büyük fayton turu yapmalarını tavsiye ediyorum. adadaki en güzel yerleri görüyorsunuz, istediğiniz yerde faytonu durdurup inip fotoğraf çekip, manzaranın tadını çıkarabiliyorsunuz.
kabataş'tan ve kadıköy'den seferler var. istanbul'a 1 buçuk saat uzaklıktaki cennet! gidin, gezin görün!
aslında sürekli burnumuzu görüyoruz, ama beyin onu görmeyi ihmal ediyor. dikkatli bakarsanız burnunuzun sürekli görüş açınız içinde olduğunu fark edeceksiniz.