uzun uzun kitap okuyan herkeste; "bende yazarım ya" hissi olur, bir şeyler okuduktan sonra. Artık bu his yönlenmiş bir şeyler barındırmaktadır. Çünkü bir şeyler okumak, hiç durmadan bıkmadan birini dinlemeye benzer. Yorum dahi yapamazsınız, sadece dinlersiniz. Ben kimseyi dinleyemiyorum diyorsanız, kitap okuyarak sadece dinleyebilirsiniz. Düşünceniz dahi dinlemeye yönelik olur.
işte bu dinleme nedeniyle yazılacak şeyler, yönlenmiş düşünceler olmaktan öteye geçemez.
acaba hiçbir şey okumadan direkt yazmaya başlamak nasıl bir deneyim olurdu?
Kitabın girişinde verdiği yönlendirme ile; kitapta kendinden bahsetmediğini söylese de, hikaye'nin baş kahramanı Timur'un yaşanmışlıklarını Teoman ile eşleştirmeden yapamıyor insan.
Edebi açıdan doyurucu bir akıcılığa sahip romandır. Sanatsal açıdan ise bir klasik değil tabi ki.
Issız adam filmini bilir misiniz? O filmdeki karakterin roman'a uyarlanıp biraz daha edebileştirilmiş halini anlatıyor yazarımız bu romanda.
sorumluluklar ve bohem hayat arasındaki git geller zaman zaman çok iyi yansıtılmış.
Erkekler okuduğunda farklı anlamlar, kadınlar okuduğunda ise farklı anlamların ortaya çıkacağı bir roman olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim.
günden günde ülkemizdeki sayısının artması ile birlikte 4 şeritli otobanda trafik akışının nasıl olması gerektiğini bilmediğimizin farkına vardım.
En sol şeritte sıkıntı yok, basan gidiyor. Burada hem fikiriz. Soldan ikinci şeritten itibaren durum karışıyor. Soldan ikinci şerit gamsızların, bana dokunmayan yılan bin yaşasıncıların şeridi olmuş durumda. Soldan 3. şerit ise en soldan gidemeyecek kadar yavaş ama en soldan ikinci şerittekiler yüzünden en soldan ikinci şeritte gidemeyenlerin terich ettiği şerit durumunda.
EN sağ şerit ise en kendini bilenlerin şeridi.
Özetle;
En sol en hızlı, en soldan 3. şerit ikinci hızlı, en soldan 2. şerit 3. hızlı, en sağ şerit yavaş.
2. ve 3. şerit arasında bir kavram kargaşası yaşanıyor.
Geçtiğimiz haftalarda çok şaşırdığım bir görüntü ile karşılaştım.
bir mekanda yemeğimi yiyip çıktıktan sonra kapı önünde sıra oluştuğunu gördüm. kendimi tutamadım her zamanki gibi, Kendinden emin bir şekilde yaya trafiğini yönlendiren hanımefendiye "bu sıra da neyin nesi" demekten kendimi alamadım.
içerisi dolu olduğu için alamıyoruz dedi.
halbuki mekanın 2. ve 3. katı boştu. Tuvalete giderken gördüm bu boşluğu, yine kendimi tutamadan, ulan adamlar ne yatırım yapmış ama bomboş diye hayıflandım cık cık diyerek. Sonrasında kapı önündeki kuyruğu görünce,
bunun planlı, bile isteye bir boşluk olduğunu gördüm.
sanırım mekanın reklamını yapmanın en iyi yöntemi bu işletme açısından bakınca.
tamam ama o soğukta insanlar bir mekanda yemek yemek için neden sıra bekliyor? Akıl alır gibi değil.
Sanırım batının yine en bize uymayan kültürünü almışız.
kişinin kendi psikolojisindeki eksikliklerin dışa vurumudur. Genelde de takıntı haline getirdiği kişiyi olduğundan farklı görür. Buradaki en önemli eksiklik, duygu yakınlığı kuramadığı ebeveynleri tarafından büyütülen çocuğun kendi öz farkındalığının düşük olmasından kaynaklanır.
genelde herkes böyle ahkam keser ama içten içe takıntılı olduğu biri vardır.
sokağa çöp atmak diye arattım ama bulamayınca buradan devam edelim.
son zamanlarda arabalardan dışarı atılan çöpleri çokça görür oldum. Son zamanlarda çevre hassasiyeti daha da mı azaldı yoksa bana mı denk geldi bilmiyorum.
Hergün en az 1 defa arabasından sigara ya da çöp atan biri görür oldum.
Serin bir ilkbahar akşamında damakta tat bırakan zeytinyağlı bir yemek gibidir psikoloji.
Önce bir bakarsın konuya, aynı zeytinyağlıya baktığın gibi. Zeytinyağlı yemek sıradan bir yemek gelir ya, psikoloji de öyledir.
Ama zeytinyağlı yemeği yediğinde damağında canlanan o keyif duygusu gözlerini kapatır ve sadece damağındaki tada odaklanırsın ya, psikolojiyi de okumaya başlayınca aynen öyle oluyor.
Sıradan gelen konuların aslında derinlerde ne kadar güzel anlamlar taşıdığını fark ediyorsun. Bu sorgulamayı yaparken kafayı sıyırmak da bir eşik.
Düşünmekten, tespit yapmaktan gerçeklerden uzaklaşabilirsin ve kafayı yiyebilirsin.