sizlerin sivilceli, ellerinizden başka sevgilisi olmayan, mevsimsel avantajlardan faydalanıp, dar kot ve ya tayt giyen kızlara bakarak kendi hayal dünyasını oluşturmuş şahıslar topluluğu olduğunuzu düşünüyorum.. belki yanılıyorum, kırmak için söylemiyorum kırılacak bozulacak olana mani olacak değiliz elbette. Ama sorunla ilgili aynı fikre sahip değilim, bir başka kişinin vicdani ya da bedeni sorumluluğuna ve hakkına sizler sahip değilsiniz. nedir ulan bu zehir hafiyecilik rolleri? habis-piskopat yaşam yorumunuz ruhlarınıza kadar işlemiş. o adam veya kadının ne yaşadığını nerden biliyorsunuz?
vücut geliştireceğinize az beyninizi geliştirin çapsız herifler. ulan ham olsak yutacaz işte sağlıktı yok efenim hobiydi veya sağlam kafa sağlam vücutta bulunur mottosuydu.. yemezler oğlum...
can yücel'in bir şiirinde geçen mısra vardı. " gavura kızıp da oruç bozulmaz" sanırım çoğu kişi bu durumda.
oluşan islamfobi tezi fazlasıyla can sıkıcı, temkinli olmalı ve bu tezleri boşa çıkartmalı. elbette burda sessiz-tepkisiz kalınmalı demiyorum. ama karanlığa bağırmanın kimseye bir getirisi olmayacaktır.
zaman zaman herkesin yaptığı umursamazlık eylemidir. yerinde yapılırsa tadından yenmez aslında. ama sürekli hale getirilirse, kronikleşen bir yavşaklık söz konusudur....
erkek ve kadının hala "ateş ve "barut" olarak kabul edildiği bir toplumda, sağlıklı, düzeyli bir iletişim söz konusu olmayacaktır. kadının kimliksizliği, kadının 2. hatta 3. sınıflığı, kadının ataerkil düzene tabii olması bu ve benzeri sorunların çözümünü mümkün kılmayacaktır. elbette burda kadına önemli işler düşüyor. en başta kendini metalaştırmaması, kendi kimliğini kendi ismini kendisinin koyması gerekiyor. seks objesi mi? yoksa kadın mı?... kendilerine sormaları gereken 2 önemli soru.
yağmur evi olsun olmasın ve ya yağmuru romantik bulanın, bulmayanın arasında bir eşitlik sağlayamadığı gibi, rüzgarında bu konuda bir etkinliği yoktur. yağmur olsun rüzgar olsun evi olmayana eşit oranda kapitalisttir. yazılan söylenen her söz keskin aynı zamanda kesin olmalıdır.
dipsiz, karanlık bir kuyu olması bir yana, gizli ve zoraki bir kabulleniştirde aynı zamanda!.. amaç yoksa aldırmazlık, boşvermişlik ve umutsuzluk vardır. depresyon ve ruhsal çöküntüye neden olabilir. düzenli olarak sabah akşam 100 mg lustral oh mis gibisin lan!.. kullanacak primat arkadaşlara acil şifalar, hayatlarında başarılar diliyor ve gözlerinden öpüyorum. aybalamski terapi hizmetleri sundu.
sevilesi arkadaş türüdür. alacaksın şefkat dolu kucağına, yontacaksın özenle, atacaksın cilasını, sarılacaksın. hem tersinden okunuşuda pek manidar açıkçası. pekiştiriyor tam anlamı ile. kalas arkadaş
üzücü bir durum. bu gibi durumlarda şekil alana kadar yontmak gerekir. ama baktın odun kalmış yapacak bişey yok. işi ustasına bırakmak evla olandır. bir "geppetto" ustalığındaki bir marangozun elleri gereken şekli verecektir efennim. haa gene olmadı bu kez oturtucan kazığa hemde en yağlı olanına. çünkü yenilme sayısının sözel karşılığı tecrübedir. yemek eylemi, ilk etapta ağız yoluyla alındığı sanılsada!.. aslında insan vücudunda bunun gerçekleşmesini sağlayacak ara yollar olduğu bilinen bir gerçektir. evet sevgili okuyucu bildin!. doğrudur; kazık yemek, o en işveli yerden olur. endikasyonları yontulup, şekil verilmiş nur topu gibi bir adam. kontrendikasyonları ise; günlük hayatta oturup kalkma hareketleriyle gayet iyi gözlemlenebilir. alınacak kazık dışarda durmamalı prensip olarak fazla kasmamak tercih edilmelidir...
hayat böyle bişey işte . . . yemişim karizmasını!.. hayalimizdeki meslek; ifa ettiğimiz, ifa etmek zorunda kaldığımız. vs. diye gider. ne demiş düşünür: * ve hayellerle yaşayanın götüne koyayım
Freud demiş ki; ''Herkes doğru insanı bulmak ister, yanılmamak için. Oysa kimse uğraşmaz, doğru insan olmak için.'' bunu neden söylemiş, kime söylemiş bilmiyorum. ama doğru insan dediğimiz kafamızda ölçtüğümüz ve ona göre kıstas aldığımız doğru insandır. senin doğru diye betimlediğin kişi bir başkası için yanlış insandır. insanları doğru, yanlış diye betimleyip bir potada eritmek yerine!.. insanın bu doğruların tam olarak neresinde durduğuna ve ne istediğine bakması lazım. hem davulun sesi uzaktan hoş ve gür gelirmiş. davulcu arkadaş vurdukça tokmağa, iki arada bi derede olan kişide haliyle bir aydınlanma yaşayacaktır. ve hayatı sorgulamaya başlayacaktır. ha giderken şu öğüdü vereyim sana ey deli; sezgilerde ve analizlerde güçlüysen karşıdaki kişiyi çözmek daha kolay olacaktır. yok değilsen bir kalıp sabun alıp . . . . gerisini biliyorsun zaten.
hayaldi gerçek oldu. sapla samanı ithal eder duruma gelmek!.. hatta gidişat otu boku bile ithal eden bir ülke olacağımızı gösteriyor. tabi birde şu var; son on yıl içinde koyun sayısının artması ile tükenip, ihtiyaç haline gelmiştir haliyle. her şeyin sonu böyle olacak!.. düşük eşeğe semer vuran çok olur. yakışır düşük zekalılara. bir akıl tutlmasıdır almış başını gidiyor. yahu saman ithal edilir mi allah aşkına?.. ne demiş atalarımız; Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz.
bazen itici, bazen samimi buluyorum. tabi doğaçlama şart!.. söyleleni yapabilme yetisinden öte, deşarj olma olarak düşünelim... mekan, zaman, neden önemlidir herkes için. son olarak saygılar sunarım. siktir olup gidebilirsiniz arkadaşlar.
olaylar ve süreçler olanca hızıyla gelişirken, yaşanan değişimler sadece bugünümüzü değil!.. geleceğimizi, hatta gelecek kuşaklarımızın da geleceğini ipotek altına almış, alacak duruma gelmiştir!.. at gözlükleri ve balık hafızası ile yaşayan bizler!.. mışıl mışıl uyuyan, elmalı şeker ve dondurmayla kandırılan, küçük çocuklar gibi anlık mutluluklar için mi yaşıyoruz?.. gündelik çıkarlarımız ile mutlu mesut yaşayan bizler!.. yarına, çocuklarımıza bırakacağımız sadece para, mal, mülk mü olacak?.. ve balık hafızamızla, at gözlüklerimiz öyle mi?..