milli takımımız estonya'yı iki maçta da mağlup ederek avrupa gelişim liginden güney konferansı 2'ye yükselmiştir. uzun yıllar bir ileri bir geri giderek yerimizde saydığımız ragbide artık başarılar kazanma, avrupa ragbisinde adımızı duyurma zamanımız gelmiştir.
mihran tomasyan'ın pek çok ülkede sergilediği performans, gözümüzün önünde acılar çeken, hayatlarını kaybeden insanları görmezden geldiğimizi, trajedileri yok sayarak mutlu olmaya çalıştığımızı ancak bunu yaparak esas suçlunun bizler olduğumuzu gözler önüne seriyor kanımca. fırsat bulunursa kesinlikle görülmeli.
iyi bir fenerbahçeli, topalı da seven birisi olaraktan yapılan anlaşma komik geldi. yanılmıyorsam 4 yıllığına 40 küsür milyon liralık bir anlaşmadan bahsediyoruz. bu verilen paraları nerelerden türediğini artık geçtim, bu paralar futbolculara niçin veriliyor?
birkaç kulüp dışında altyapımız yok, stadlar boş, hakemler kötü, taraftar kötü, paso bir hır gür var, başarı yok. bence kulüp başarısı salınıp, milli takım başarısına odaklanılmalı. nasıl olacak derseniz, yıldız takımdan başlayıp gurbetçi bebelerle anadolu bebelerinden yetenekli olanları ile karmalar yapıp, düzenli kamplara alarak, bu çocukları beraber büyütüp a milli seviyeye getirerek. bu bir alternatif. belçika, hollanda benzeri bir sistem diyelim buna. ikincisi ise almanyanın başardığı, çinin ve amerikanın başarma yolunda ilerlediği bir şekilde, devlet eliyle, uzman hocalarla, teknolojinin yardımıyla,, ligin dünyaya pazarlanmasıyla, takımlara yatırımcı bulunmasıyla alt yapıdan yeni jenerasyonlar çıkartılması, oyuncuların devşirilmesi vs. bu ikisi de olmazsa hırsımızı iddiamızı kenara bırakalım. kulüp bazında hedefleri direk siktir ettim dikkatinizi çekerim. çünkü hem bir şey beceremeyeceğimiz belli hem de ben böyle kulüpler istemiyorum. dediğim koşullarda başarı gelmezse, liglerde küçülmeye gidilsin, bütçeler onda birine insin, sırf top sektirebiliyo diye binlerce yetim hakkı yiyen adamlar ortadan kalksın, eskisi gibi kendi içimizde oynadığımız, dolu stadlarda, güzel takımlarla götürdüğümüz liglerimiz gelsin.
yüzde 99 müslüman kağıt üzerindedir. dönmeler, ateistler, deistler vs çıkartıldığında bu sayı oldukça azalmaktadır. kalan müslümanım diye geçinen kitlenin büyük çoğunluğu mahalle baskısından, ekonomik çıkarlardan, beyin yıkamalardan vs dolayı ayak yapmaktadır. bunlar da çıkartıldığında elde kalan kitle oldukça küçülmektedir. bu küçük kitleden de kuranı baştan sona okuyanlar, gerçekten anlayanlar ve anladıklarını uygulayalanlar 80 milyonluk ülke nüfusunda pek bir şey ifade etmemektedir.
setlerde bulunmuş veya çalışmış biri varsa anlatabilir mi? nasıl oluyor bu durum? bir ekip nasıl oturup bir sezonda ikişer saatten elli bölümlük dizi çıkartabiliyor?
ondan önce izlemesi gereken çok daha kaliteli diziler olan insandır. ama game of thronesu izlemeyip, yayında olan sik sok bir türk popüler kültür dizisini de izlemeyiversin.
sabahlamak, gece geç saatlere kalmak, kişiyi yorar, uyku düzenine bozar, gecenin sessizliği beraberinde yalnızlığın fark edilmesini getirir, kişi yorgun beyniyle kendisiyle yüzleşmeye çalışıp, yanlış sonuçlar çıkartır, bu depresif hal de kişiyi intiharı düşünen, intihara meyilli bir hale getirir. erken yatalım arkadaşlar, zinde olalım.
sözlüğümüzün toplamından daha eğitimli, görmüş geçirmiş, 12 dil bilen bir adamdır. az biraz delidir, bu da beraberinde "deli cesareti" dediğimiz durumu getirmiş ve türkiyede hakkında ağız aralamanın bile lince maruz kaldığı, islam, peygamber, atatürk, cumhuriyet gibi konularda kendi düşünceleri doğrultusunda çok sert yorumlar yapmış, eleştiriler getirmiştir. görüşlerini beğen beğenme, milliyetçi damarın kabardığında ermeniliğinden, islam damarın kabardığında ateistliğinden dem vur ama bu adamı kesinlikle küçümseme, parlak, renkli bir kişilik olduğunu unutma. umarım en yakın zamanda cezası kaldırılır.
not: zamanında karısının kafasına dışkısını döktüğüne dair bir haber çıkmıştı. bildiğim kadarıyla o hikaye şu şekilde gelişmiştir. şirince köyünde beraber yaşadıkları dönemde, karısının köylü ahali hakkında bok, kaka lafları üzerine dellenmiş, kavanoza sıçıp "al sana bok" diye masaya koymuştur. kanımca, zararsız ve oldukça komik bir harekettir.
pkknın eline geçine rus silahları bence şöyle bir rota izledi: rusya-esad-öso-ışid-ypg-pkk. rus üretimi ağır silahlar kullanmaya başladı pkk. ellerine doğrudan türkiyeye karşı bir koz olarak verildiğini pek zannetmiyorum.
genci kalkıp kendi kahvaltısını hazırlaması gerek. amerikada 18 yaşında çocuklar evlerini terk edip başka bir şehre göçmüş oluyor. iş buluyor, okurken çalışıyorlar, hayata kendileri adapte oluyorlar. babaları ilk arabalarını almıyor, borçlana borçlana ilk arabalarını kendileri almış oluyorlar. ilerleyen yıllarda evlerini de keza. böylece amerikan rüyamız gerçekleşiyor, çarklar dönüyor. bu ayrı bir hikayenin konusu tabi. esas demek istediğim, tamam analarımız bizi muhteşem besliyor, en ufak maddi manevi yaramızı sarmak için seferber oluyor, bizimle yatıp kalkıyorlar ama hal böyle olunca 23 yaşında, eli sikinde, bir baltaya sap olamamış adamlar türüyor ülkemizde.
aşağıdaki linkten görülebilen haritadır. ülkemiz ve dünya medyası bunları en tepeye dikti, şimdiyse adları geçmiyor neredeyse. haritadan görüyoruz ki kazandıkları toprakları büyük oranda kaybetmişler. ancak bence en enteresanı güneyimizin ne kadar allak bullak bir halde olduğu. bölünmüş, parçalanmış, düzensiz bir durum. amaç da buydu değil mi?
link: http://isis.liveuamap.com/tr
fransızlar toplumsal bir bilince, bireysel haklara, vatandaşlığın ve bir ulus devletin altında beraber yaşamayı bilen insanlar. bu nedenle de en ufak bir toplumsal olayda, hak ihlalinde vs on binler bir anda sokağa çıkabiliyor. polisin beceriksizliği ve kabadayılığı fransada insanların haklarını savunmasının önünde bir engel değil.