8 ekim 2013 günü aramızdan ayrılan izmir'in ve türk klasik/caz câmiasının önemli kontrbascılarından dünya iyisi insan. bugün piyasada bas çalan çoğu iyi müzisyenin hocasıydı.. mekân-ı cennet.
istabul'da otobüslerde nakit para kullanımının kalkmasıyla ön sıralarda oturanların karşılaştığı ürkütücü soru. bir gün boyunca otobüslerde dolansanız, nasıl salak yapılır'ın kitabını yazarsınız.
-pardon benimkinde bitmiş de, akbilinizi basabilir miyim? parasını vericem.
-... ımmm, kalmadı ki yani benimkinde de sonuncusunu bastım. bitti yok.
-pardon sizde?
-ben yabancısıyım buranın.
-:S az önce bastınız lan gördüm...
fellik fellik akbil arayan yolcunun ortalarda akbili bulmasıyla mevzu sonlanır. lâkin o önlerdeki yaşlı kesimin nasıl salak yapıp havalara havalara baktığına her sabah şahidim. ver di mi bassın lan adam akbili dürürüp diye.
"Sevgili Halit: Halit Refiğ'e Mektuplar" adıyla everest yayınlarından çıkan kitap. yeşilçam'ı bir kimliğe ve şekle sokmada büyük payı olan yönetmenlerden halit refiğ'in; oğuz atay, ahmed adnan saygun, yıldız kenter, metin erksan gibi isimlerle amerika'da olduğu dönemde yazıştığı mektupları içeren kitap, refiğ'in ne denli geniş ve derin bir anlam dünyası olduğunun bizlere kanıtıdır. eşi gülper refiğ'in onun hakkındaki söylemleriyle başlayan ve halit bey'in 2004 yılında mektuplarla ilgili yazdığı bir kaç sayfalık yazıyla devam eden kitap, rahmetlinin ağzından sanki tekrardan iki kelam duymak kadar heyecanlandırdı beni. velhâsıl türk sineması'na ilgiliyseniz ve ustanın anlam dünyası, arkadaş ilişkileri, muhabbeti gibi mevzularına tanık olmak istiyorsanız kitabı hemen edinin derim.
kanımca 19 kasım tarihli iksv salon'da elif çağlar muslu'ya çalarken sahnede yaptığı anlamsız hareketler, kötü icra ve sonunda grupla birlikte selama gelmemesiyle caz piyasası hayatını o gece orda noktalayan müzisyen.
son zamanlarda sosyal medya üzerinde çok rastladığım bir durum. "beğenmek" kelimesini "beyendim" olarak yazan insanlar topluluğu; hakikaten bilerek mi yazıyorlar yoksa kelimenin y ile yazıldığına mı inandırmışlar kendilerini büyük merak içersindeyim. he bir de "eylendik" var. evet evet, var.
uludağ sözlükten birebir soğuma nedenim olan başlıklardır. nedir sözlüklerin olayı? çoğunlukla geyik muhabbetine dayalı kantin kuntin bir sürü bilgi girmek. fakat son açtığım 2-3 mavra konulu başlıkta gözlemlediğim kadarıyla sözlüğe gelen büyük bir kesim ya akepeye giydirmek, ya atatürk'e bok atmak, ya müslümanlık hakkında vır vır konuşmak ya da am göt muhabbetinden başka hiçbir şey yazmıyor. kafan dağılsın, vakit geçiresin diye girdiğin sözlük içine sıçılmış bir hâle gelmiş ve olaydan tamamen irite olma durumu peydâ olmuştur. net.
kan görmekle sorunu olan damat kişisidir. bütün mevzunun içine etmekle beraber kalmaz gelinin üzerine yığırlır kalır. mevzu boyunca aşağıya bakmaması ve işin sonuna kadar hatun kişinin suratına bakması tavsiyedir. o değil de doktorlar buna bi çare bulsun, kırmızı bi sıvı görüp bayılır mı insan yahu..
yaşadığım tatil beldesinde gerçekleşmiş olay. esnaf bir arkadaşımın birebir tanık olduğu mevzu; iftar vaktinde patlayan topu bomba zannedip yere atlayan 3 adet turistle yaşanmıştır. e adamlar haklı nerden bilsin senin dini inancının gerektirdiğini? güüüüüüüüüüüm diye bir ses sonrasında insanlar yemek yemeğe başlıyor. işin komik tarafı turisti sakinleştirdikten sonra olayı mantıklı bir şekilde anlatmaya çalışan esnafın düştüğü durumdur.
yemek yemek gıda almak dışında kimi besinlerde zevke de girer. bu listenin başında bana her zaman en çekici balık gelmiştir. lâkin balığı çatalla yemenin mantığını hiçbir zaman anlayamadım. dışarıda yenen yemeklerde de elle dalmak hayvanlığa eşdeğer bir vaziyetmiş, kasım kasım kasılmak yerine balık yerine köfte sipariş etmek en güzeldir. balık elle yenir arkadaşım.
alkarısı'nın, lohusa olan kadınların yeni doğmuş çocuklarına musallat olduğuna dair anadolu'da yaygın bir inanış vardır. loğusa kadınların başlarına bağlanan kırmızı kumaş da alkarısını kovmak içindir. doğum yapmış kadınlar 40 gün boyunca evde yalnız bırakılmazlar, bu, alkarısının gelebiliceği inancından dolayıdır. şuuru tam olarak yerinde olmayan yeni doğum yapmış hatunlar evde yalnız kaldıklarında malumun geldiğini zannedip çocuğu korumak amacıyla üzerlerine kapanırlarmış. koruma içgüdüsüyle birçok anne yeni doğmuş çocuğunu bu şekilde -bilinçsizce- boğarak öldürmüştür. bazı yörelerde odaya makas, bıçak gibi çeşitli kesici aletlerin bırakıldığı da bilinir. ancak kimi yerlerde bu son derece tehlikeli olarak görülür; çünkü loğusa kadının panik anında kendine ve çocuğa bu aletlerle zarar verebileceği kuvvetle muhtemeldir. alkarısının gitmesi için odaya çeşitli yiyecek ve içecek maddeleri bırakılır ki doğum yapmış kadına ve çocuğuna zarar vermesin. anadolu'da çok yaygın bir inanış olan "alkarısı gelmesi-basması" inanışı günümüzde de varlığını sürdürmektedir.
diğer sözlüklerde de dikkatimi çeken bir durum. herkes diyanet işleri başkanı, herkes siyasetbilimci. buna kendim de dahilim sanırım, istemdışı olarak bu muhabbetlerin arasında buluyorum zaman zaman kendimi. sözlüklerin ana teması "geyiktir" lâkin bu geyiklikten eser kalmamasıyla beraber; herkes çok ciddi, kendinden emin, dediğim dedik çaldığım düdük, empatiden uzak ve bir o kadar da sinirli. bir sakin ol, şurda hele bir soluklan diyesim geliyor bazı yazarlara. ne kadar çenemizi ve enerjimizi yorsak da bazı genel çerçevelerin çok çok zor değişeceği bir ülkede yaşadığımızın farkına varmamız gerekiyor sanırım. bak yine siyasetli konuştum. ya öyle işte.