şair/yazar ilhami atmaca'nın ikinci şiir kitabı. yaşamdaki küçük ayrıntıların şiirleri. kırılgan şiirler, insanı incelen yerlerinden tutan şiirler.
--spoiler--
seni bulduğum yerde kaybediyorum
kendime bir çıkmaz sokağım
unuttuğum çok acı var
çekip gidiyor gökyüzünde sessizce
seyrettiğim bulutlar.
--spoiler--
ahmet turan alkan'ın 1997 yılında ötüken yayınlarından çıkan denemeleri. dilin, kültürün, bu toprağın değerlerinin yeniden keşfi adeta.
--spoiler--
Niçin hep güzeldiler; trajediden drama, dramdan komediye, oradan yeniden trajediye doğru şimşek hızıyla geçişiveren o herc-ü merc günlerinde onları, başkalarının yazdığı sinsi ve hesâbî bir senaryonun piyonları durumuna düşmekten kurtarıp son tahlilde kahramanlaştıran nasıl bir ruh kimyası olmalıydı ki daima güzel kalabildiler? Onlarda, yalan yere Şems'den müjdeli haber getiren şarlatanı bile bile ödüllendiren Mevlâna'nın neş'esi hiç eksik olmadı; Hazret, "dosttan gelen yalan habere müjdelik verdim; doğru olsaydı canımı verirdim." demişti hani. Ki canlarını bile verdiler. Galiba hilkat, onların kumaşını bayrakların kumaşı ile birlikte dokumuş, hamurlarını Allah'a adanan kınalı kurbanlık koçların hamuru ile yoğurmuş, sütlerini haysiyet ve diğerkâmlığın imbiğinden geçirmişti; onun için 'maznun' iken de, 'mahpus' iken de 'mağdur' iken de hep güzel kaldılar: Edebiyatın, sanatın, estetiğin güzelliğinden söz etmiyorum; hani kıraç bozkırlarda ardını çok ama çok uzaklarda sislenmiş mor dağlara verip de Allah'dan gayrı kimseden nimet beklemeden kendi cürmünce yeşilin saltanatına itaat eden tek top ağaçların güzelliği vardır ya; işte öyle bir güzelliktir bu; fark edebilmek için biraz 'yerli' olmak gerekir!
--spoiler--
bir ahmet oktay şiiri. ölmek, hayatın sıradanlığını yenmektir. belki kurtulmaktır ölmek.
bütün erkekler ölür
Çünkü gök sıkıntıyla ağar
rüzgâr buruşur, bir yaprak düşer
ve kaçıyordur solgun mavilikte
maviler ve al geyikler.
işte altın ve kara akıntılar:
analar, yitirilmiş resimlik
yoksulluk, o korkunç kadın.
Susun, tümünün anıldığı gündür,
kara yağmur ve ebem kuşağı
usulca bütün erkekler ölür.
Kıpırdamasın insandan gelen sesler
kamyonlar devrilir dağ yolunda.
Rehincide kalan bir gümüş saat
emanetçide unutulan bavul,
geçip giden gök taşlarıdır
havadan ve selüloit mavilikten.
Ey mermeri bozuk yalnızlık,
sanki kutsal bir avdır suskuda
ve bir yakut parıltısıdır artık.
Çünkü gök kanla ağıyordur,
soluk soluğa atan bir damar
kalbinde hırçın denizin
ve toprağın nabzında,
unutulmak gibi bir şahdamar.
Ürperir aynı rüzgârla
darağacı, çarmıh ve çiçek,
sussun yatakların fısıltısı
avuçlarda parıldayan kehribar:
ekmekli, zincirli ve başları eğik
kadınların erkekleri geçiyordur.
Ve üzgün deltası kısacık ömürlerin
bir albüm, bir şarkı, bir çocuk.
Hangi doldurulmuş hüznün yakutu
çocukluk defterlerince soluk,
ki savaş alanlarında parıldar
bütün koruluklardır ay ışığı,
ey ulaşılmayan dayanak aşklar
elleri kanatan kesici ağıt.
Hep unutuştur akılda kalan,
sıçrayan, yenilen ve ölen geyikler,
derdin eksilmediği kalem ve kağıt.
Kısa ve kesin bir sözdür erkekler,
ispanya'da "Non Pasaran",
kızaran kilise çanları
katedrallere çöken gölgelik
italya'da "Mamma Mia"
işte avuçların dünyayı duyduğu kayalar,
sarkık bir bıyık Meksika'da, "Viva"
Nehirler kurur, susar aşk
ve en katı sözdür erkekler
kıraç ve yoksul Anadolu'da.
Büyük ve yeniktir erkekler,
söz dinlemez serüvenci çocuk
su şırıltısında sayıklayan hasta,
ve deli bir sevgilidir sabaha kadar
bulgulu, korkunç ve utançla.
Yararsız bütün leylak ağaçları,
hiç bilmiyor erkekler
doğan ve ölen çocukların hüznünü,
çünkü daha önceden ölürler.
Çünkü gök ağıyordur kanla,
hep yenik yıldızlar vardır,
anı defteri, kum saati, savaş alanı,
bir yüz
işte o kandır.
Ey ışığını dağıtan kristal
ölümsüzlük, ele geçirilmeyen gömü,
ayışığı denizle kendini sürdürür,
işte her şey geçip gitmede
usulca bütün erkekler ölür.
(bkz: ahmet oktay)
dostluğun önemini vurgulayan söz. yıllar önce bir edebiyat dergisi için röportaj yaptığımda nihat genç söylemişti bu sözü. keşke hepimizin hayata bir iddia gibi sunabileceğimiz dostları olsa. keşke hepimiz hayat denen bu karmaşada dostlarımıza tutunarak yol alsak. görmeyen gözlerimizin karşılığı olarak hayat bize dostlar sunsa... dostlarımız körlüğümüzün bastonu olsa...
bir cahit koytak şiiri. sesin doruğa çıktığı, anlamın ses olduğu bir gençlik günleri destanı.
asansörde birden isa
sinemaya ve tütsülü arkadaşlara
alıştığım o çağda
uzuvlarıma ejdarhalar gerilmiş
uykusuz gözlerime yelken bezleri
ruhumun arka bölmeleri
herman melville ve dostoyevski
kafamda bir sandık dolusu trinitrogliserin
bütün gün sokaklarda
analitik laboratuarından kaçar
bob cafe'de amerikan kahvesi içmeye giderdik
ben ve crist
dumanlı dumanlı müzikhollerde
bir otelin pruvasında belki
çıkıp ruhaniyetimizden
lahuti bir zerafet ve yasla
çay içen yutkunan
kafurlu siyah harflerle fısıldaşan
yaşlı ermeni kızlara görünürdük
çıkıp ruhaniyetimizden amalara karışır
abraşlara gülümserdik
merhamet ve hüzne batardık adımbaşı
üsküdarlı kızlarla çıkardık
dokunaklı yaşardık . sıkılırdık
ve dostlarım kalkıp onunla birlikte
galile sokaklarında
hergün yeniden ölüme
şanlı ölüme
kapılar açılırdı çünkü
karşımızda o
gözyaşı balçık ve mum -ta kendisi
ikinci gelişinde-çıkıp ruhaniyetinden
kırık mandolin içinde
piposunu mantığın dişleriyle ısıran
Wittgenstein'ın müridi kimliğinde
antik risaleler tütsüler ölüm hapları
haçın sembolizmi ebedi felsefe falan
çürümüş şiir dostlukları çınaraltlarında
ve kutsal son yemek
Şakir'lerde bir akşam
derken ağız armonikası çalan
bir müptedi türedi içimizde
bronz bir yontu hacminde zen
sonra pazuları dövmeli ve ipince
bir ferisi
maskı kalbinin üzerinde
bir de Buber okuyan bir aziz
vardı sanırım işin içinde
amerikan kahvesi içilen
matematiksel mantık konuşulan
o kahvelerin birinde
bulduğu Azize Teresa'yı
saklayıp kırık bir mandolin içinde
kendine küçük kanatlar çıkarıp tractatus'ten
Şakir Londra'ya uçtu günün birinde
yaşadığımız çağın özeti. postmodern hayatımızın acı veren özeti. parayı çoktan geçtim, o zaten çok çabuk tükenebilen bir şey biz yoksullar için. ama dostlukları tüketmek, sevgiyi tüketmek, saygıyı tüketmek, sadakati tüketmek, masumiyeti tüketmek, en kötüsü de içimizdeki insanlığı tüketmek... yoksulluğu çoktan geçtim; ama ya yoksunluk. içimizdeki yoksunluk. sahi ne kalacak bizden geriye? tüketecek bir şey bulamadığımızda neyi tüketeceğiz?
kısa süren bir yazarlık; ama daha çok okurluk evresi sonucu edinilen izlenimler. tecrübelerin imbiğinden süzülen kendime -haddim olmayarak- sözlüğün yeni yazarlarına öğütler.
*bilgi içeren entry'ler girmeyin, kimse okumaz. hele hele uzun entry'ler hiç yazmayın eksilenirsiniz. burası, nihayetinde ortalama türk efkar-ı umumiyesini yansıtan bir platformdur. bol bol anket başlıklar açın, karmanız yükselir, türk demokrasi tarihine katkıda bulunursunuz. çünkü milletimiz, kategorize etmeye bayılır.
*moderasyonu eleştirin, bu size geçici bir dinginlik sağlayabilir ve hatta birkaç artı puan getirebilir; ama fişlenirsiniz ve ayağınızın sürçtüğü ilk anda çaylak yapılırsınız ya da silinirsiniz.
*sözlük abilerine, gizemli yazarlara sataşmayın, ayar vermeye kalkmayın. size cevap vermezler, hatta entry'nizi oylamazlar bile. her daim yanlarında yörelerinde hazır kıta bulundurdukları yalakaları sayesinde dersinizi veriler, ebenizi bellerler.
*sözlüğün işleyiş sistemine asla kafanızı takmayın. çünkü bu sistem, dokuz yaşında bir çocuk zekasının kavrayabileceği düzeydedir ve burda her şey nasıl olması gerekiyorsa öyle olmaktadır.
*moderasyonun silik başlık ya da entry'ler için g.tünden uydurduğu mazeretler algoritmasına alışın. onlarda mazeret bitmez. *
tüsiad başkanı arzuhan doğan yalçındağ'ın, ülkenin güya kaotik ortamından endişelenerek başlattığı girişim. grubunuza ait gazetelerde "türkiye denizli olmasın" gibi ajitatif, ayrımcı, bölücü manşetler atacaksınız, sonra da "gelin, birbirimizi anlamaya çalışalım, kimseyi 'öteki'leştirmeyelim diyeceksiniz. samimiyetinize kargalar güler mi? bence güler. peki bu hamle size ne kazandırır? gelecek seçimlerde chp'den bir koltuk. fazlası değil.
gökhan özcan'ın eski; ama eskimeyen bir yazısı. okumayanlar için gelsin efendim. madem takıntılarımız var, yüzleşelim.
Siz hep mahzun ve güzel kaldınız.
Dünyanın gittikçe kararan portresinde, çirkinliği şekillendiren bir çizgi olmaya razı olmadınız. Herkes köşe bucak kendi ruhundan kaçarken, siz kendinizden başka bir şey olmayı kabullenmediniz. içinizden geldiği gibi olmak, size anlamlı görünen bir hayatı buluncaya kadar aramak istediniz. En zor sorulara muhatap oldunuz, en dirençli ve masum cevapları verdiniz.
Siz hep mahzun ve güzel kaldınız.
Çağın bu dönemecinde,hiç kimsenin karşılaşmadığı sorulardı sizin önünüze sürülen sorular. Lafın döndürülebileceği, anlamın eğilip bükülebileceği, dilin kıvrım kıvrım kıvrılabileceği bir imtihanda değildiniz. Bir bıçağın sırtı kadar keskin bir noktada verdiniz cevabınızı.
Teorik kuytuluklara kaçacak,politik fırdöndüler çevirecek ya da mantıklarınıza takla attıracak kadar zamanınız yoktu. Zaten sizin kaçmaya niyetiniz de yoktu.
Dimdikti başınız ve soru sahiplerini çıldırtacak kadar net duyuldu yüreğinizin sesi : Allah büyüktü ve O ne dese o olurdu. Zamanı,geleceği,hayatın önceden bilinmeyen çizgisini elinde tutan O'ndan başkası değildi. Bu bildiğiniz en değişmez gerçekti.
Siz, mahzun ve güzel, bu gerçeğin arkasında durdunuz.
Kaba kuvvetin koca dünyasına karşı yapayalnız kalmayı göze aldınız. Horlandınız,aşağılandınız,dövüldünüz ve sürüklendiniz. Etrafı saran zifiri suskunluk içinizi yakıp kavursa da, bundan bir şikayet manzumesi çıkarmadınız. Gerçek mazlumlar gibi davrandınız, ezilmenin ticaretini yapmadınız.
Siz hep mahzun ve güzel kaldınız.
Halinizden hiç eksilmeyen zarafetinizle; gücün dümen suyunda kaybolan bütün yapıları, bütün sahte gelecek mühendislerini, bütün koca adamları, bütün kirli numaraları yüzleri kızarıncaya kadar tokatladınız. Vakarınızla, bütün belkemiksiz iddiaları açığa vurdunuz.
Zihninde de göğüs kafesindekine eş bir kalp taşımayanları karanlık bir telaşa düşürdünüz. Çağın geveze lisanı karşısında dili tutulanları,damarlarında kol gezen aşağılık kompleksini
yenemeyenleri, şaklayan her kırbaçta kılıktan kılığa girenleri ve en önemlisi göbekli iddialarla ortalıkta dolaşıp hayat hakkında bir tek cümle kuramayanları kendi çirkin yüzleriyle başbaşa bıraktınız.
Hiç yalpa yapmadınız, hiç kıvırmadınız, halinizi hiç tartışmaya açmadınız. Yaşadığınızı var olamaya devam edeceğinizi, yaşayan ölülerin bile duyacağı bir sesle haykırdınız.
Başınızdaki bin yıllık örtüyü çıkarmadınız.
Siz hep mahzun ve güzel kaldınız.
içlerindekine ihanet etmemeyi başarmış siz onurlu insanlara selam duruyorum
ölmüş bir dostun çocukluğuna gitmek. verilmiş bir sözü yıllar sonra yerine getirmek. bir zaman, nice badireleri birlikte atlattığınız, nice sıkıntılara birlikte göğüs gerdiğiniz,nice mutlulukları, nice kederleri paylaştığınız, siz uzak ve soğuk bir ülkede çalışırken, hiç hesapta olmayan bir biçimde hayatınızdan çıkıveren bir dostun çocukluğunu geçirdiği kasabaya günübirlik yaptığınız ziyaret.
bir yaz günü, boğucu bir sıcağın daha sabahın erken saatlerinde çöktüğü bir ege kasabası sokaklarında, dostunuzun çocukluğundan izler aramak, kana batmış diz yaralarını görmek, söğüt dalından yaptığı düdüğün sesini duymak, sokaklarda oynayan çocukların yüzlerinde onun mutluluğunu fark etmek, bütün ege kasabalarına benzeyen bu kasabayı neden çok sevdiğini anlamak.
sonra mezarlığın yerini öğrenip mezarı başında, zamanın dışına çıkmak, onunla konuşmak. evini, ailesini bulup, onlarla karşılıklı gözyaşlarınızı saklamak, dostunuzu ve onun çocukluğunu anlatmalarını istemek. kaldırımlara kurulmuş kahve masalarında, hiç tanımadığınız, bir daha hiç görmeyeceğiniz kasabanın ihtiyarlarından onu dinlemek, "çok yaramazdı!" sözünü duyup hüzünle gülümsemek, yaşıtlarının gözlerinde ona duydukları saygı pırıltılarını resimlemek.
günbatımı kasabadan ayrılırken, arabanızı durdurduğunuz yüksek bir tepeden, akşam alacasında, puslanmış kasaba ufuklarında dostunuzun gülümseyen siluetini görmek.
her toplumsal katmanda görebildiğiniz abilerin interaktif sözlüklerde arz-ı endam edenleri. "top bizimdir, kuralları biz belirleriz" insanları. prim insanları. kendileri olmadığında sözlüklerin prim yapamayacağını kendilerine ve moderasyonlara inandırmış, aralarında oluşturdukları dayanışma zırhıyla malta şövalyeleri edasıyla sözlüklere takılan abilerimiz. birbirlerinin nick altı entry'leri birer yalaklık şaheseridir. fazla okumayın mideniz bulanabilir ya da o pespaye ve iğrenç salyalar ekrandan sızıp üstünüze başınıza bulaşabilir.
sakın bulaşmayın bunlara. çünkü bulaştığınızda öyle bir zırlarlar ki bilumum interaktif sözlüklerdeki kankileri bir cemaat dayanışmasıyla üstünüze çullanır ve entry'leriyle eşşek sudan gelinceye kadar döverler sizi. canciş kankilerine gösterdikleri sadakati öz kardeşlerine bile göstermezler belki. o derece bağlıdırlar birbirlerine.
dedim ya; bulaşmayın, en iyisi çalıyı dolanın siz.
bir masal diyarı. zamanın birinde bu sazlıkta her renkten, her cinsten, her düşünceden binlerce ördek yaşarmış. ama bu ördekler, birbirleriyle dostça, kardeşçe yaşamayı bir türlü beceremezlermiş. sürekli birbirleriyle didişirler, birbirlerine laf sokmaya çalışırlarmış. hatta iş o raddeye gelmiş ki; her ördek grubu diğerlerinin sazlıktan uçurulmasını istemeye, böylece daha mutlu, daha huzurlu bir sazlık hayatı yaşayacaklarına inanmaya başlamış. sonuçta ne mi olmuş? yaşayıp göreceğiz.
dağların başında bir karakol. delikavak'a çıkıp zaho'nun ışıklarını seyretmek, bir tutam ay ışığı için allah'a dua etmek, geceleyin karanlıkta her karaltıya bir el ateş etmek, gece görüş dürbünüyle gördüğünüz, bir ayağını mayında kaybetmiş yaban domuzuna isim vermek, emrinizdeki on yedi yiğidin sorumluluğunu iliklerinizde hissetmek, sivil insanla karşılaştığınıza sevinmek... anlatmakla bitmez. şimdi orda olmak vardı anasını satayım!
her insanın farklı şekillerde tamamlayabileceği yarım kalmış bir cümledir. bir sesleniştir, uzak bir ülkede yaşayan sevgiliye.
şimdi biz seninle bir ırmağın ikiye ayrılan ve asla birleşemeyeceklerini bilen kolları gibi akıyoruz hayat denen bu karmaşada. kavuşmamız ölümün o büyük denizinde olacak, biliyoruz.
bir trt belgeseli.yapımcı sacit şahin. türk-islam medeniyetinin doğuşuna ve gelişmesine beşiklik etmiş altı kenti anlatan bu belgesel pazartesi akşamları saat 22.30'da trt2'de yayınlanıyor..
Bir iddia ve inatlaşmanın sonucudur. Yaptık bir halt, bari tanıyan çıkmasa, demektir. Ara sıra mutfaktaki hanıma seslenip sözlüğün ahvaliyle ilgili bilgi vermektir (hanım koş diye seslenmek). Sol framedeki çoğu entry ye aval aval bakmak, kısaltmalardan bir şey anlamamaktır (seovi nin açılımını bir hafta sonra öğrenmek). Sizden daha genç birinin kırk yıl düşünse de bulamayacağı şeyi şıp diye yazıvermektir. Yeni neslin jargonuna Fransız kalmaktır. Paklanmak için teneşir aramaktır. Bu ben değilim, diye bağırmaktır.
deniz baykal'ın bugünkü grup konuşmasında sarfettiği cümle. cümlenin özündeki komikliği bir tarafa bırakıyor, bu cümledeki anlatım bozukluğuna dikkat çekmek istiyorum. böyle komik cümleleri ilköğretim yedinci sınıf öğrencileri bile kurmuyor artık.
(bkz: http://www.milliyet.com.t...iy41.asp?prm=0,4121236569)
muharrem sevil in trt adına yaptığı, edebiyattan felsefeye, dinden matematiğe orta asya göklerini aydınlatan ve bizi biz yapan on iki yıldızın anlatıldığı, dvd si trt tarafından satışa sunulmuş belgeseldir.
bir fıkıh terimi. ölen kişinin kılmadığı namazlarından doğacak sorumluluğun bağışlanması umuduyla bir fakire sadaka verme işlemidir. bid'at olduğu konusunda kuvvetli görüşler vardır.
(bkz: http://www.bilgininefendi...ar/ibadet-rehberi/193.htm)
ukteyi veren: larker (16.09.2007 11:52)