Onca kanalın arasından kimse tv8'i izlemek zorunda değil. Mesela ben takip etmiyorum. Kimse başıma silah dayamıyor izle diye, izlemeyince de bir eksiklik hissetmiyorum kendimde.
Tv8 nedir, boş işler servis eden bir kanaldır. Peki boş işlere reel bir talep var mıdır toplumda? Evet, maalesef vardır.
Varsalım ki tv8'i kapattınız diyelim. Boş işler talep eden toplum ne yapacak? Doğrudan ilber ortaylı - celal şengör'lü teke tek, natgeo ve haber-tartışma programlarına koşup orada aydınlanacak değil mi?
Turizm Bakanlığı'ndan Rusya'ya çağrı: ''Hünkar iskelesi Antlaşması'na göre sıcak denizlere inebiliyorsunuz. Akdeniz, Ege... Denizler sıcak insenize...''
yani sözlü kültür. söz, bilgi ve kültürün aktarılması ve yeniden yorumlanmasında en etkili araçtır.
birini tarif ederken kullanılan en önemli övgülerden biri "adam, iyi konuşuyor"dur.
birisi anlatsın biz dinleyelim kolaycılığı hakimdir. anlatılan masal olur, söylenilen türkü olur, yapılan dedikodu olur, verilen vaaz ve nasihat olur, yapılan hitabet, edilen sohbet hep sözlüdür.
"sözüm söz"dür, "sözümü yere düşürtmem" ve de "sözümü ikiletmem".
söz önemlidir yani:
"söz ola kese savaşı,
söz ola kestire başı,
söz ola ağulu aşı
yağ ile bal ede bir söz"
yazı da vardır kültürümüzde ama "alın yazısıdır" mürekkep ve kağıda ihtiyacı yoktur, "kuran yazısıdır" okumasını bilmeyiz okusak da anlamını bilmeyiz ama her arapça yazılı kağıdı "kuran"dan olabilir der öper ve ayak altından kaldırırız.
kitap? okumak?
ilk emri "oku!" olan, peygamberi "ticaret erbabı" olan bir dinin hakim olduğu bir kültür ortamındayız. ama sözün dinlenmesine nazaran çok daha aktif bir öğrenme şekli olan okumak ve yazmak bize zor gelir. ticareti beceremeyiz ve yüzyıllarca yahudi, ermeni ve rumların iştigal sahasına terkederiz. anadolu'da gayrımüslimlerin çoğu kalmadığında da "türk aklı" ve "pratik zeka"sı ile "türk usulü" yöntemlerle yaptığımız ticareti de aldatma ve tağşiş üzerine yaparız.
işte bunlar hep göçebe kültürün halen genetik kodlarımızda ve günlük hayatımızı içinde ve işleyişinde devam edegeliyor oluşundandır.
Tanım: ALEVi Kelimesi, Mensubiyet eki ile bu kökten türemiş kelimedir. "i" harfi arapçada bu halde mensubiyet bağı ifade eder. Kime? bağlı olduğu kavrama yani Ali’ye mensup olmayı ifade eder. (Ayın,lam,vav,ye) Buradaki nisbeti "vav" ve "i" veriyor aslı "ye" sesidir.
Kimdir "ali"?
Müslüman olanların üçüncüsü, çocuklardan ise birincisidir. Peygamberin damadıdır. Dördüncü raşid halifedir. Vahiy katiplerindendir. Hayatta iken cennetle müjdelenen 10 kişiden biridir.
Netice: islam'a inanmayabilirsiniz. Saygı da duymayabilirsiniz. Ancak tanım ve gerçek böyle iken "aleviler müslüman mıdır?" Demek afedersiniz halt işlemektir. "Demir, metal midir?" Sorusundan farksızdır. Alinin yolundan giden anlamındaki alevi elbette tanım gereği müslümandır.
Ha, dersen ki "ben kendimi alevi olarak tanımlıyorum ama islama inanmıyorum", "ben de kendimi newton kadar insanlığa faydalı olarak tanımlıyorum, ancak vaktimi bu sözlükte israf ediyorum" derim. Yersen.
Kendini her ne olarak tanımlarsan tanımla özgürsün, ama alinin yolundan giden biriyim deyip de uZayda bile kesişmeyen yollarda geziniyorsan, bi dur düşün derim.
Ne sıkar, ne sinir bozar. O bizim saf ve çocuk kalan yanımızdır. kalbimizde taşıdığımız ince sızıların tercümanı ve sorunları çok da ciddiye almadan yaşam sevinci ile bastıran yanımızdır.
O, her "ismail abi!" Dediğimizde "hoop!" Diye karşılık verecek olan hayal kahramanımızdır.
Arkadaş önce peşpeşe üç üçlük atıyor, iyi ki uyumamışım diyorum.
Sonra sakatlandım oynamıyorum deyip soyunma odasına gidiyor.
Oynamıyorsa izlemiyorum deyip ben de gidip yatıyorum.
Sabah kalktığımda, geri döndüğünü toplam 42 sayı attığını (ki bunların 36 sayısı-12 üçlükten) olduğunu okuyorum. Maç sayısını da son saniyede orta sahaya yakın yerden 3lük olarak atıyor.
Medici Villaları (italyanca: Le ville medicee), Medici ailesi üyelerinin 15nci yüzyıl ve 17nci yüzyıl arasında sahip oldukları Floransa yakınında yer alan kırsal yapı komplekslerinin bir serisidir. Villalar, birçok fonksiyonda hizmet verdiler: Onlar Medicilerin kır saraylarıydı, onların yönetmiş olduğu topraklar üzerinde yayılmaktaydılar ve onların zenginliklerinin ve güçlerinin bir gösterisiydiler. Onlar ayrıca onların sahiplerinin dinlenme ve zevk alma tatil yerleriydi. Onlar ayrıca tarım aktivite merkezleriydi.
Liste
Büyük villalar
Villa di Castello'nun bahçesi
Villa del Trebbio (14ncü yüzyıl ortası - 1738)
Villa di Cafaggiolo (14ncü yüzyıl ortası - 1738)
Villa di Careggi (1417 - 1738)
Villa Medici in Fiesole (1450 - 1671)
Villa di Poggio a Caiano (1470 - 1738)
Villa di Castello (1480 - 1738)
Villa di Mezzomonte (1480 - 1482, 1629 - 1644)
Villa La Petraia (16ncı yüzyılın ilk yarısı - 1738)
Villa di Camugliano (yak.1530 - 1615)
Villa di Cerreto Guidi (1555 - 1738)
Villa del Poggio Imperiale (1565 - 1738)
Villa di Pratolino (1568 - 1738)
Villa di Lappeggi (1569 - 1738)
Villa dell'Ambrogiana (1574 - 1738)
Villa La Magia (1583 - 1738)
Villa di Artimino (1596 - 1738)
Küçük villalar
Villa di Collesalvetti (1464 - 1738)
Villa di Agnano (1486 - 1498)
Villa di Arena Metato (yak.1563 - 1738)
Villa di Spedaletto (1486 - 1492)
Villa di Stabbia (1548 - 1738)
Villa della Topaia (yak.1550]] - 1738)
Villa di Seravezza (1560 - 1738)
Villa di Marignolle (1560 - 1621)
Villa di Lilliano (1584 - 1738)
Villa di Coltano (1586 - 1738)
Villa di Montevettolini (yak.1595 - 1738)
Onların kırsal villalarına ilaveten, Mediciler ayrıca Floransa'daki aşağıdaki yapılarda oturmaktaydı:
Medici Riccardi Sarayı (1444 - 1540, daha sonra 1659 yılına kadar daha az önemli aile üyeleri tarafından kullanıldı)
Vecchio Sarayı (1540 - yak.1560)
Pitti Sarayı (1550 - 1738)
Casino di San Marco
ve Villa Medici, Roma.
Edit: "entry çok kısa. yazar olabilmeniz için ortalama entry uzunluğunuz 100 karakter olmalıdır." içerikli bir hata mesajı aldım. Böyle bir başlık altında ama, hadi hayırlısı bakalım.
Tanımadığına içini dökmenin çok anlamlı olmadığını düşünüyorum. Tek taraflı bir iç döküş ise eğer, sırf rahatlamak için dökülmesi elbette bir faydadır. Ancak burada reaksiyon almak ve karşılıklı çözüm üretmeye çabalamanın daha önemli olduğunu düşünürüm. Bu ise tanımayanla yapılacak iş değildir zannımca.
Tanıdıklarım, özellikle üniversite yıllarındaki arkadaşlarım (kız erkek ayrımı olmaksızın) yıllarca gelip bana içlerini döktüler. Bunda benim iyi bir dinleyici olmam ve sırlarını etrafta ifşa ediyor olmamamın verdiği güven elbette önemlidir. Daha da önemlisi ise aktif dinleyici olmaktır.
- vah vah!
- öyle mi? Gerçekten mi?
- hadi canım!
- yapma bee!
- seni anlıyorum.
- elbette sen haklısın!
Gibi içi boş reaksiyonlardan öte, gerçekten bir aktif dinleyicilikten bahsediyorum.
Kişiyi tanıyor olacaksın. içinde bulunduğu durumu tanıyor olacaksın. Ayrıntıları ondan öğreniyor olacaksın. Onun iç daralması, üzüntü ve saplantı gibi hallerde bulunuyor olması sebebiyle göremiyor olması muhtemel çıkış yollarını görebiliyor ve çözüm önerileri geliştirebiliyor olacaksın. Dahası onun adına iyi olduğuna inandığın doğruları ona anlayabileceği şekilde ifade edeceksin.
Karşındaki bazen kızgın olacak. Bazen üzgün olacak. Bazen ağlıyor olacak. Bazen akıl ve mantığını devre dışı bırakmış ve saplantı ve önyargılarının esiri olacak. Ama senin onu dinlediğin gibi, onun da seni dinlemesini sağlıyacaksın. Doğru damarı bulup oradan gireceksin mevzuya.
Böylece tek taraflı olmayan bir iletişim sağlamış olacaksın. Peki bu kadar zahmete niye giriyor olacaksın?
Ona değer veriyorsundur. Senin nazarında kıymetlidir. Bencil değilsindir, başkasının mutluluğu senin mutluluğundur. Küçücük bir faydan dokunuyorsa mutlu olacaksındır.
Görüyorum ki aranızda hala ışıklı ayakkabı kullanan yumurcaklar var. (bkz: ışıklı spor ayakkabı)
Artık okula başladınız, alfabeyi ve okumayı söktünüz. Bak sözlükte yazı yazmaya başlamışsınız. Artık biraz yaşınıza uygun hafif genç işi şeyler giymeye başlasanız artık, değil mi?