Toplumda ne kadar defolu düşünceler, davranışlar ve politikalar varsa Türk futboluna da aynı şekilde yansımış. Hakem hataları, şikeler, cinsiyetçilik, ırkçılık...
Velhasıl; bu toplum düzelmeden hiçbir şekilde takım tutmuyorum.
Kanıtlanan bilimsel gerçekliklere 'teori' denir. Lise düzeyinde anlatılan bilimsel süreçten farklı işler.
Laboratuvar ortamında yapılan deneyler, bulunan fosiller, makro ve mikro düzeyde evrimi yeterince destekler niteliktedir.
Esas şarlatanlar bilimsel bir gerçekliği göz ardı edenlerdir. Yerçekimi de bir teoridir ama newton'u şarlatanlıkla suçlayanı görmedim ben.
herhangi bir insan beyninin %100'ünü kullanabilir. yoksa nefes almayı veya yediğimiz yemeği sindirmeyi unutabiliriz. beynimiz bizim yerimize bunları otomatik olarak gerçekleştirmektedir. diyelim ki beynimizin %10'unu kullanıyoruz; eee..? nefes almayı unutunca n'apacağız ya da yediğimiz-içtiğimiz şeyleri sindirmeyi unutursak n'olcak? bir adım bile atarken 'ben bu adımı nasıl atacağım?' düşüncesiyle kahrolurduk.
işte bu yüzden bilimsellikle uzaktan yakından alakası olmayan, popüler bilimin bile yanında masum kaldığı bu yapım kurgunun ötesine geçememektedir.
30 yıl evvelinin kamu çalışanının sosyal güvence ve ücret durumuyla bugün onların özel sektörde çalışan çocuklarının durumunu dahi kıyasladığımızda 'komünizm vs. kapitalizm' sorunsalı nihayetinde komünizmi işaret eder.
neden mi? çünkü 30 sene öncesinin dünyası iki kutuplu bir dünya idi ve soğuk savaşın kazananı olma heveslisi kapitalizm allı-pullu görünmek için sosyal güvenceleri işçi sınıfına vermek 'mecburiyetinde' kaldı. yani ortada yıpranmış bir sscb'nin varlığı dahi işçi sınıfına kapitalist ülkede de olsa yarıyordu.
şimdilerde ise komünist ideolojinin örgütlü gücünün hayli zayıfladığının farkında olan kapitalist dünyanın egemenleri sosyal hakları budadıkça buduyor. konuya türkiye'den bakalım; 24 ocak kararları falan bir kenara, 90 kuşağının hafızasına ışık tutalım. akp iktidarının ilk dönemlerinde özelleştirme hamleleri almış yürürken her yerde bir özelleştirme güzellemesi var idi. taşeron cennet, özel sektör üretken, kamu hantal falan naraları bas bas bağırtılıyordu. esasen kamu işlevsizleştirilmiş, özel sektör ise işveren karları katlanabilsin diye üretkenliğin sembolü gibi gösterilmeye başlamıştı. o dönem taşerona 'cennet' diyen bir işçi bile yoktur ki hali hazırda pişman olmasın. süreç özel istihdam bürolarına değin vardı. şimdi de kıdem tazminatı gasp aşamasında. işçi sınıfı örgütlü olmadıkça da bu böyle gider. 'nereye kadar gidebilir ki yahu' deyip götü yayacaksanız şunu söyleyeyim ki kapitalizmin ilk dönemlerinde - 18. yy- çalışma saatleri 19 saati bulur imiş. işçilerin ömrü de 30'u geçmez. gider yani!
bir de bu özelleştirme süreçlerini akp mahareti sanmamak lazım. burjuva normlarla siyaset yapan bütün partiler - chp, mhp, hdp, sp... - bunları illa ki yapacaktı. bir eksik, bir fazla... tabi burdan akp'ye karşı politika geliştirmeyelim anlamı çıkmaz. 24 ocak kararlarıyla margaret tatcher'ın kararları aynı dönemde işlerlik kazandı. ya da avrupa'da faşizm dört koldan gelişti. bugün ise hem türkiye'de hem dünya'da savaş ve gericilik yükseliyor. faşizmi berlin'in göbeğine örgütlü işçiler gömdü. bugün adı bilinen sosyal hakların pek çoğu sscb topraklarında peydah oldu.
elbette ki komünizm. ancak, örgütlü ve bilinçli kitlelerin gücüyle. ötesi anarşizm. ondan da kapitalizm zerre korkmaz. ondandır george orwell ve nietzsche'nin ekmek-peynir gibi basılması. aydın olacaksanız örgütsüz aydın olun düşüncesi.
'Sarılıp yatmak mümkün değil bende senden kalan hayâle.
Halbuki sen orda, şehrimde gerçekten varsın etinle kemiğinle
ve balından mahrum edildiğim kırmızı ağzın, kocaman gözlerin gerçekten var
ve âsi bir su gibi teslim oluşun ve beyazlığın ki dokunamıyorum bile...'
Sol kesim; kör terör eylemlerini bir propaganda biçimi olarak kullanan bütün küçük burjuva örgütlere karşıdır. aynı şekilde bu terörü körükleyen, nemalanan ve ölümleri kategorize eden devlet güçlerine de karşıdır.
en uzak, o adsız ve kimselersiz,
o yitik yıldızda duyuyor musun?
bir stradivarius inler kendi kendine,
yayı, reçinesi, köprüsü yeşil...
önce bendim diyor ve sonra benim...
ölümsüz, güzel ve çetin...
ezgisidir dolaşan bütün evreni,
bilinen, bilinmeyen ıssızlıkları...
canımı, tüylerimi sarmada şimdi
AHMED ARiF
artık ütopik oldu köye yerleşme fikri. kim istemez sabah kalkıp, kuş sesleriyle, kendi odununu kırmayı ya da memleketimin o güzel dağlarında soluklanmayı. ama zor gülüm zor. sanayii kapitalizmi kentlere göçe zorluyor bizi.
Daha iyi koşullarda yaşama istemini dile getiren, çalışma ve iş koşullarının iyileştirilmesini isteyen, tam hak eşitliği, barış ve demokrasi isteyen, kadınların horlanıp-aşağılanması ve cinsiyetçi ayrıma tabi tutulmasına karşı çıkanların bir Tiran tarafından “hain” ilan edilerek zindanlara kapatılmasına set çekmek için, başkanlık sistemine ‘HAYIR!’ demeliyiz.
1917 Ekim devriminin önderi Vladimir iliç Ulyanov, 22 Nisan 1870'te Simbirsk kentinde doğdu. Ağabeyi Aleksandr'ın çara karşı suikast girişimine katıldığı için kurşuna dizildiği yıl, 1887'de, liseyi bitirerek Kazan Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdi. Üç ay sonra devrimci öğrenci hareketi içinde yer aldığı için üniversiteden atıldı. 1895'te ülke dışına çıkıp Marksizmin önemli temsilcileriyle tanıştıktan sonra St. Petersburg'a dönüp ‘işçi Sınıfının Kurtuluşu için Mücadele Birliği’ adlı gizli bir örgüt kurdu. Aynı yılın sonunda tutuklandı, on dört ay hücrede kaldıktan sonra Sibirya'ya sürgüne gönderildi. Sosyal-demokrat gruplarla bağını sürdürüp, bir parti program taslağı hazırladı. RSDiP (Rusya Sosyal-Demokrat işçi Partisi) 1898 Martında Minsk'te toplanan bir kongreyle kuruldu. Aralık 1900'de yayınlanmaya başlayan lskra gazetesinde yayınlanan bir makalesinde ilk kez 'Lenin' takma adını kullandı. RSDiP'nin 1903'te ikinci kongresinde, demokratik merkeziyetçilikle devrimci-demokratik diktatörlük konularında ortaya çıkan görüş ayrılığı sonrasında, merkez komite ile lskra yazı kurulunda çoğunluğu sağlayan Lenin'le arkadaşları bolşevik, muhalifleri ise menşevik adlarıyla anılmaya başladılar. 1905 devriminin yenilgiye uğramasından sonra Aralık 1907'de yeniden Avrupa'daki sürgün yaşamına döndü. 1. Dünya Savaşı'nın başlamasından sonra kendi hükümetlerine destek olma politikasının sosyal-şoven bir politika olduğunu ileri sürerek, emperyalist savaşı iç savaşa döndürme çağrısında bulundu. 1917 Şubat devriminden sonra Petrograd'a döndü. 7 Kasım'da Lenin'in önderliğinde Bolşevikler iktidarı ele geçirdi. 21 Ocak 1924'te Gorki kentinde öldü.
Newton zamanının büyük bir bölümünü incil'den doğa kanunlarına uygun mesajlar aramaya adamıştır fakat hiçbir şey bulamamıştır. Tabii bu Newton'un aptal olduğunu göstermez. Tam tersi bizim aptal olduğumuzu gösterir. Newton gibi bir bilim insanı hiçbir şey elde edememişken sen mi elde edeceksin?
'neredeydinizcilik' diye yeni bir siyasi terminoloji türedi son dönemlerde. ne düşünürsen düşün, hangi dünya görüşüne sahip olursan ol ama bunu yapma dostum.
bazı beyitleriyle dikkatimi çeken eser. işte o beyitler:
4512 Kalı tuğsa yegrek aŋa yer koyı,
evi bolsa koşnı ölügler toyı
kadın eğer dünyaya gelirse, onun yerinin toprağın altı veya evinin mezara komşu olması daha hayırlıdır.
4513 Tişilerni evde küdezgil tuçı,
tişiniŋ taşı teg bolumaz içi
Kadınları her vakit evde muhafaza et; kadının içi dışı gibi olmaz.
4517 Tişig katma erke yegü içgüde,
kalı kattıŋ erse keçer keçgüde
Yemekte, içmekte kadınları erkeklere katma; eğer katarsan, ölçüyü kaçırırlar.
4518 Tişig ıdma evde öŋin çıkğalı,
kalı çıksa yitrür könilik yolı
Kadını evden dışarı bırakma; eğer çıkarsa, doğru yoldan şaşar.
4519 Tişi aslı et ol küdezgü etig,
yıdır et küdezmese bolmaz itig
Kadının aslı ettir; eti muhâfaza etmeli; gözetmezsen, et kokar; bunun çâresi yoktur.
zeki müren ne kadar sanat güneşimiz ise serdar ortaç da bir o kadar karanlık gecelerimizi aydınlatan ayımızdır. topluma 'mal' olmamış 'mâl' olmuş, dramatik bariton sesiyle hepimizi hüzünlendirmiş, sözlerinin basit ve vurucu olmasıyla hepimizi düşüncelere gark ettirmiş, türk pop müziğinin en büyük üstadıdır. diğer büyük sanatçılar gibi değeri öldükten sonra anlaşılabilecek nadir sanatçılardandır.
harun yahya'nın 'evrim aldatmacası' adlı kitabıdır. bir insan 30 sayfa aynı şeyi yazabilir mi? 'evrim diye bir şey yoktur, olamaz.'
- neden olamaz? mekanizması ne?
sonuç: hiçbir cevap yok.
dünya'yı kasıp kavuran sosyalizm furyası aynı zamanda türkiye'de de tezahür etmiştir. ayrıca; türkiye, sovyet rusya'yla ortadoğu coğrafyası arasında tampon bölge oluşturmaktadır. bu bölgedeki çözülmeleri ve tehdit unsurlarını asgari şartlara indirgeyebilmek için adına 'ülkücü hareket' dediğimiz, kanla siyasetini sürdüren, 'gominizme ölüm' şiarıyla yola çıkan ve emperyalizme çanak tutan hareketi elbette kimin tarafından kurulduğunu ve beslendiğini her zaman objektif bakan taraflar anlayabileceklerdir.
'resim' değil 'fotoğraf'. ayrıca olaya farklı bir boyut getirmesi açısından, aydın çubukçu'nun evrensel gazetesinde yayınlanmış bir yazısını siz sözlük ahalisine takdim ediyorum. http://www.evrensel.net/u...a/cache/685x363/35327.jpg
''Birinci fotoğraf, ilk kez YÖN dergisinin kapağında, sonra zamanın “solcu” gazetesi Akşam’da ressam Etem Çalışkan elinden çıkmış haliyle yayımlandı. O güne kadar görülen bütün Atatürk portrelerinden farklıydı: Poz vermemişti, belli ki sıkıntılı bir anda objektife yakalanmıştı ve başında bir avcı başlığı vardı. Devrimci gençlik hareketi, “solcularca sevilen” bu fotoğrafı birkaç yıl sonra yükselen antiemperyalist mücadelenin başlıca simgesi haline getirdi. Gelişen serigrafi tekniklerine uygun kontrastlar uygulayarak duvarlara, pankartlara, afişlere bastı. Onun görüldüğü her yer, antiemperyalist mücadelenin bir mevzii demekti artık!
ikinci resim, 12 Mart’tan ya hemen önce, ya da az sonra iş Bankası’nın siparişi üzerine yapıldı. Pahalı samur kürklü bir palto giydirilmiş, kravatlı takım elbisesiyle, yüzüne yapmacık bir tebessüm iliştirilmiş bir Atatürk, tam anlamıyla “poz veriyordu!” Resmi daireler, bankalar, fabrika müdürlerinin odaları, bununla donatıldı.
Sağcı basın, uzun süredir kalpaklı fotoğrafa karşı bir savaş başlatmış, bu resmin aslında Lenin’e ait olduğunu, Bursa Nutku’nun da Stalin tarafından yazıldığı iddiasıyla birlikte piyasaya sürmüştü zaten. Şimdi, Atatürk’ün nasıl resmedilmesi gerektiği de büyük bir banka tarafından karara bağlandığına ve devlet de her kademede bu kararı uygun bulduğuna göre, antiemperyalist simgenin Atatürk’le ilgisi olmayan kıpkızıl moskof işi olduğundan kuşku duyulamazdı!''
evrim yasadır! yasalar bilimsel dilde tanım niteliği taşımaktadır. bilimsel dilde teoriler, günlük hayatta sıkça kullandığımız kağıt üstünde olan veya düşünceye dayalı olan bir sistem değildir. bilimsel literatürde ise ; 'mevcut koşulların bazı özelliklerinin açıklanmasıdır'. bilimsel teoriler için temelde üç gereklilik söz konusudur:
1. delillerle desteklenir.
2. test edilebilir ve yanlışlanabilir.
3. yeni tahminler oluşturmak için kullanılabilir.
dolayısıyla 'yalnızca bir teoridir' öncülü ile(ki öncül bile sayılmaz) evrimi daha da saygın yapan bir tanımlama yapmış olursunuz.