Hollandalı bilim insanları, 2009'da dünyada yaklaşık 9 bin insanın ölümüne yol açan kuş gribi virüsünün "çok daha bulaşıcı ve öldürücü" bir türünü geliştirdi.
Erasmus Tıp Merkezi'nde, kuş gribine yol açan H5N1'in genetiği üzerinde oynayan Ron Fouchier liderliğindeki ekip, sadece beş mutasyonun (gen değişimi), virüsü dünya nüfusunu silip süpürecek kadar bulaşıcı hale getirebileceğini keşfetti. insanlara benzer solunum yollarına sahip dağ gelincikleri üzerinde test edilen yeni virüs, çok kısa sürede milyonlarca kişiye bulaşma kapasitesine sahip.
YANLIŞ ELLERE GEÇERSE...
Araştırma, bilim dünyasında büyük tartışma yarattı. Genetiği değiştirilmiş virüsün "yanlış ellere düşmesi" halinde biyolojik savaşa yol açması endişeleri dile getiriliyor.
Daily Mail Gazetesi, virüsün "şarbondan beter" olduğunu ve tüm uygarlığı tehdit edebilecek potansiyele sahip olduğunu yazdı. Araştırmayı H5N1'i daha iyi anlamak için yapan Fouchier, "yapılabilecek en tehlikeli virüs" dese de, yöntemini yayımlamaya kararlı.
Konu bilimsel yayın özgürülüğünü de tartışmaya açtı. Hollanda Ulusal Biyogüvenlik Danışma Kurulu ise makaleyi yasal olarak engelleyemese de basından yayınlamamasını rica etmeyi değerlendiriyor.
- 24.01.2013, Ölümcül virüs çalışmaları başlıyor!
Bilim insanları, süper virüs olarak adlandırılan kuş gribinin genetik olarak değiştirilmiş versiyonu üzerindeki çalışmalarına yeniden başlıyor. Ancak ABD, ülkesinde araştırmalara izin vermiyor.
- 24.04.2013, Kuş Gribi yayılıyor!
Yeni kuş gribi virüsüne Çinden sonra Tayvanda da rastlandı. Virüsün 2003 yılında dünyayı etkisi altında alan H5N1e göre insandan insana daha kolay geçtiği açıklandı.
eğitim sistemimizin ilköğretimden itibaren minik beyinleri at yarışıymışçasına yetiştirdiği caaanım ülkemin, kendini yarışta koşan at sanan güzide gençlerimizden birini daha dinlediğim;
düşündüğüm, üzüldüğüm, güldüğüm, vakit kaybı olmayan ama kayda değer bir düşünce duyamadığım radyo.
dipnot; ihtiyacın olan her şey içinde; sen yeter ki bakmayı değil, görmeyi seç!
kariyerin ve paranın "her şey" olduğu fikrine de nereden kapıldın?!
annelerin kız ve erkek evlatlarını yetiştirirken, yine evlatlarına karşı toplum değerleri nazarında söylemleri ve eylemlerinin büyük bir rol oynadığı durumlardır bir nevi.
en basit örneğiyle;
bir anne kızına "bu evden gelinlikle çıkarsan, ancak kefeninle geri dönersin" dediğinde kızına,
bir anne oğluna "evlenilecek kız var, eğlenilecek kız var", "erkeğin elinin kiri, kadının ise namusu" dediğinde ise, oğlunun tüm hayatı boyunca hayatında girecek kadına ya da kadınlara kazık atmış olur.
bundan böyle oy vereceğim, oy vermekle yetinmeyip gençlik kollarına da üye olacağım, politik pozisyonu türkiye'de henüz tam olarak anlaşılamamış üçüncü görüş olan partidir.
an itibariyle puanlama sistemine kesinlikle güvenilmemesi gerektiğini gösteren yarışmadır. çünkü ertunç adlı yarışmacı performansını sergiledikten sonra, mesaj atılması istenilen numarası söylenmemiştir, hatta performans sonu alkış sesleri dahi duyulmadan reklama gidilmiştir.
buna rağmen ertunç adlı yarışmacı rakibesini elemiştir.
ertunç isimli yarışmacının performansının ardından, oy numarası söylenmeden, hatta performans bitimini dahi göstermeden reklama giren şaibeli program. taraf tutmaktadır.
Bu ülkenin gözünde Wesley Sneijder kadar değeri olmayan bilim insanıdır Prof. Dr. Ahmet Mete ışıkara; ölümü dahi onun kadar gündem yaratamadı yazık ki...
Çocukluğumuz DEPREM DEDE; oysa ki bu ülkenin her vatandaşının sana bir teşekkür borcu vardı...
"28 kasım 2010 Haydarpaşa Garı yangını",
"7 haziran 2011 Haydarpaşa Depo yangını",
"11 eylül 2012 Taksim Atatürk Kültür Merkezi yangını",
"24 aralık 2012 istanbul Milli Eğitim Müdürlüğü Binası yangını" ardından, yazık ki şaşırtmayan yangındır.
bu savaş hakkında hissetmemiz gerektiği gibi, bize söylendiği gibi hissetmiyorum. amerikan devletinin bize emrettiği ve öğrettiği gibi hissetmiyorum.
bakın, söylüyorum; benim aklım öyle çalışmıyor! bir moron gibi yaptığım bir şey var; adı "düşünmek"!
kendi görüşlerimi de oluşturmayı sevdiğim için, pek sevilen bir amerikalı değilim. bana söylendiği anda yerde yuvarlanmıyorum! ne yazık ki çoğu amerikalı, emir verildiği anda yerde yuvarlanır... ben öyle değilim.
hayatımda uyduğum kesin kurallarım var.
birinci kuralım; devletin bana söylediği hiçbir şeye inanmamaktır! hiçbir şeye!
ayrıca bu ülkedeki medya ve basın organlarını pek ciddiye almam; 1. körfez savaşı zamanında savunma bakanlığı'nın gönüllü çalışanlarından fazlası olmamışlardır. çoğunlukla amerikan hükümeti'nin halkla ilişkiler bölümü gibi çalışmaktadırlar... onları dinlemem!
ülkeme gerçekten inanıyorum ve şunu da söylemeliyim; sarı kurdeleler ve amerikan bayrakları beni pek ağlatmaz!
işleri biraz dengelemek için bizi birleştiren şeylerden bahsetmek istiyorum; farklarımızdan ziyade, benzer yönlerimizi vurgulayan şeyler... çünkü hep bu ülkede farklarımızdan bahsedilir! medya veya siyasetçiler hep bizi bölen şeylerden bahseder. bizi, birbirimizden farklı yapan şeyler...
bütün toplumlardaki yönetici sınıflar hep böyle çalışır; geri kalan insanları bölmeye çalışırlar!
zenginler parayı alıp kaçmak için; alt ve orta sınıfları birbirlerine kırdırırlar! oldukça basit bir şey ve hep işe yarar...
farklı olan herhangi bir şey hakkında konuşurlar; ırk, din, etnik ve milli geçmiş, iş, gelir, eğitim, sosyal statü, cinsiyet... birbirimizle kavga etmemiz ve onların bankaya gidebilmesi için herhangi bir şey!
bu ülkede ekonomi ve sınıfları nasıl tanımlarım biliyor musunuz?
üst sınıf; parayı elinde tutar ve hiç vergi ödemez!
orta sınıf; bütün vergileri öder ve bütün işleri yerine getirir!
fakirler de; "orta sınıfı" ürkütmek için vardır! çünkü, "işlerine" gitmeleri gerekmektedir!
politikacılar bu kelimeyi bilirler, sizin üzerinizde kullanırlar!
politikacılar geleneksel olarak üç şeyin arkasına saklanmışlardır; bayrak, incil ve çocuklar.
- "hiç bir çocuk arkada kalmasın!"
- "hiç bir çocuk arkada kalmasın!"
yaa! öyle mi? kısa zaman önce, onlara "üstünlük" sağlamaktan bahsediyordun?
"avantaj", "arkada kalan"; biri burada hızını kaybediyor...
ancak bir sebebi var bir sebebi var... bunun "bir" sebebi var!
"eğitimin rezil oluşu"nun bir sebebi var; "asla düzelmemesi" ile aynı sebep!
asla düzelmeyecek! boşuna beklemeyin...
elde ettiğinizle mutlu olun...
çünkü, bu ülkenin sahipleri bunu istemezler!
"gerçek sahipleri"nden bahsediyorum!
büyük ve zengin "gerçek sahipleri"!
"her şeyi denetleyen" ve "her şeye karar veren" büyük ve zengin iş hissedarları...
politikacıları unutun! onlar önemsiz!
politikacılar; "size seçim hakkı tanındı"ğı fikrini sürdürmek için varlar!
hakkınız yok! seçim hakkınız yok!
sahipleriniz var!
size sahipler! her şeye sahipler!
bütün önemli topraklara sahipler!
kolektif şirketleri denetliyorlar ve onlara sahipler!
uzun zamandır senato, meclis, hükümet binaları, belediyelere sahipler!
hakimler arka ceplerinde!
bütün büyük medya ve haber şirketlerine de sahipler!
duyduğunuz bütün haber ve bilgileri denetliyorlar!
sizi, hayalarınızdan tutuyorlar!
her sene, milyarlarca doları lobileşmek için kullanıyorlar! istediklerini elde etmek için lobileşiyorlar!
ne istediklerini biliyoruz;
başkalarına "daha az" ve kendilerine "daha çok" istiyorlar!
ne istemediklerini size söyleyeyim;
"eleştirel düşünen" vatandaşlar istemiyorlar!
iyi derecede bilgilendirilmiş ve eğitim görmüş insanlar istemiyorlar!
bu ilgilerini çekmiyor.
bu onların işine gelmiyor.
bu çıkarlarına aykırı!
biliyor musunuz?
mutfak masasının etrafında 30 sene evvel batan bir sistemin, "onları nasıl becerdiği"ni düşünecek kadar "zeki" insanlar istemiyorlar!
bunu istemezler...
ne istiyorlar biliyor musunuz?
"uslu çalışanlar" istiyorlar! "uslu çalışanlar"!
makineleri çalıştırıp, belgeleri yazabilecek kadar "zeki" ve pasifçe, gitgide b.ktanlaşan işlerde "daha az maaşla", "daha uzun sürelerde", "daha az haklarla", "fazla mesainin olmadığı", "almaya geldiğinde "yok" olan emeklilerle" çalışacak kadar "aptal" olan insanlar!
ve şimdi de "emeklilik maaşınızın" peşindeler...
emeklilik paranızı geri istiyorlar!
geri istiyorlar; ki wall sokağı'ndaki sabıkalı arkadaşlarına verebilsinler!
ve biliyor musunuz? alırlar!
sizden hepsini, öyle ya da böyle alırlar...
çünkü buraya sahipler!
bu, "büyük bir cemiyet"!
"ve siz üye değilsiniz"...
"sizler ve ben, "büyük cemiyet"e üye değiliz"!
"kontrolün en iyisi; özgür olduğunu düşündüğün, ama en temelinden yönlendirilip, dikte ettirildiğindir"!
diktatörlüğün bir şeklinde; hapishane demirlerini görüp, dokunabilirsin.
"öbüründe ise; demirleri görmezsin ve kendini özgür sanırsın"!
"insan ırkı, toplu hipnoz tesiri altındadır"!
"biz, bu insanlar tarafından hipnotize ediliyoruz"!
haber sunucuları, politikacılar, öğretmenler, konuşmacılar...
biz, "inanılmaz derecede hasta insanlar tarafından yönetilen" bir dünyada yaşıyoruz!
"bize anlatılanla, gerçekte olanlar arasındaki uçurum, kesinlikle çok büyük"!
"ve dünyadaki en büyük hipnotizmacı; odanin köşesinde duran, dikdörtgen bir kutu"...
"aralıksız bir biçimde; "gerçeğin ne olduğuna" bizi inandırmaya çalışıyor"!
kızlar için belki 100 ayrı işe yaramayabilir lakin,
100 hatta çok daha fazla durumda kurtarıcı olabilecek tek taktik ya da eylem -her neyse-; saçları uzatmaktır, net!
şöyle ki;
- çocukluk çağlarında bitlendiyseniz, makul bir boyda kestirebilirsiniz. böylelikle saçlarınız zaten kısa değilse, erkek çocuğuna benzemenize gerek kalmaz.
- yine çocukluk çağlarında uzatırsanız, örebilirsiniz. süslü tokalar, kurdeleler takabilir ve saçlarınızın görünümünden ötürü dahi, insanlar tarafından sevgi gösterilerine maruz kalabilirsiniz.
- ergenlik döneminde, boya yerine yaz aylarında papatya suyu kullanarak, doğal röfleye kavuşabilirsiniz.
- yine ergenlik döneminde, büyüme sevdasıyla 50 yaş üstü kadınlara hitap eden, muhtelif kuş yuvası topuzlarını ya da cafcaflı maşaları mezuniyet törenlerinizde yaptırabilir ve havalı göründüğünüzü düşünebilirsiniz.
- yetişkinlik döneminde, mutlu olduğunuzda, depresyona girdiğinizde, yeni bir ilişkiye başladığınızda ya da var olan ilişkiniz bittiğinde, iş değişiminde ya da işe devam ederken, eğitim hayatınızda, görüntünüzden sıkıldığınızda, dikkat çekmek istediğinizde; saçınızı boyatabilir, kestirebilir, toplayabilir, fön çektirebilir, maşa yaptırabilir, hatta ütüleyebilir, yetmiyor ise saçlarınızı savurarak yürüyebilirsiniz. *
"1999 yılı - 203 şehit"
"2000 yılı - 22 şehit"
"2001 yılı - 0 (sıfır)"
"2002 yılı - 10 şehit"
"2003 yılı - 31 şehit"
"2004 yılı - 75 şehit"
"2005 yılı - 105 şehit"
"2006 yılı - 111 şehit"
"2007 yılı - 146 şehit"
"2008 yılı - 171 şehit"
"2009 yılı - 80 şehit"
"2010 yılı - 106 şehit"
"2011 yılı - 137 şehit"
"2012 yılı (ilk yarısı) - 117 şehit"
2000 - 2012 aralığında toplam 1163 askerimiz şehit düştü.
1999 senesinde bölücü terör örgütü* başı abdullah öcalan'ın yakalanması ardından, terör örgütü hızla gücünü kaybetmeye başlamıştı.
fakat akp iktidarının terör bilançosuna baktığımız zaman;
çok sevgili rte'nın "demokroş açılım" sevdası adı altında ortaya attığı "kürt açılımı"nın meyvelerini nasıl vermeye başladığının tablosu da içler acısıdır yukarıda görüldüğü üzere...
rte'a göre "kendisine kadar iyi yönetilemeyen memleket" söylemi gerçek ise şayet, sormak istiyorum; 2001 senesinde nasıl sıfırlanabilmişti öyleyse terör?!
yazıklar olsun unutanlara ve unutturmaya çalışanlara!
sanılanın aksine bir meslek lisesi değil, anadolu lisesidir. en azından çoğunluğu öyle idi.
benim dönemimde, eğitim sistemi tam gündü (09:00-15:00) ve tam gün süresince genellikle "kültür dersleri" görülürdü.
kültür dersleri süresi bittikten sonra ise, okul saati dışında "alan dersleri" görülmeye başlanır idi, ki eve dönüş saatimin gece 23:00'ü bulduğu da olmuştur. nitekim müzik bölümü odalarında, bireysel ya da ekip olarak "etüt çalışmaları", alan derslerinden sonra da devam etmektedir. okul zaten yatılı olduğundan, kapalı olma durumu da yoktur.
her ne kadar azınlıkta da olsa; "biz sanatçı yetiştiriyoruz" mantığıyla yaklaşan eğitimciler barındırdığından bünyesinde, çoğunlukla diğer liselerin aksine daha rahattır. en azından kılık-kıyafet yönetmeliği konusunda.
fakat, eğitim sistemindeki eksikliklerden ötürü; "anadolu lisesi çıkışlı" görünmemize rağmen, üniversite sınavı sonrasında, okuduğumuz alan dışında bir bölüm tercih ettiğimizde, yazık ki puanımız ciddi anlamda aşağıya çekilmektedir.
bu da yetmediği gibi; alan içerisi tercih yaptığımızda, düz liseden gelen adam önümüze geçmektedir.
hazırlık sınıfı dahil, 3. senemin sonunda "ne anladım bu s.kişten?" diyerek; bu sebeple okuldan ayrılıp, düz çıkışlı olmuşumdur işte.
türkçe meallerinde, en güvenilir kaynaklarda dahi*, çevirenlerin mutlaka ki "kendi yorumu" bulunduğundan ötürü; çoğu insanın kur'an-ı kerim'i yazık ki "yanlış anlaması" ya da "eksik anlaması"yla sonuçlanan eylemdir.
ha bu demek değildir ki, türkçe meal asla okumayalım. asla!
şahsen ben, en güvenilir kaynak olarak yaşar nuri öztürk'ü görmekteyim.
çünkü yaşar nuri öztürk'ün türkçe meallerinde; asla kendi yorumu değil, kelimenin diğer anlamlarını içeren "yan çizgi" bulunmaktadır.
bunun sebebi ise; çoğu dilde olduğu üzere, Arapça'da da bir kelimenin, birden fazla anlam içerdiğinden kaynaklanmasıdır.
ama yine de en doğrusunu anlamak adına; arapça öğrenerek, mealini anlama yöntemini seçtim.
çılgınlar gibi, konunun uzmanı olan eğitim merkezi aramaktayım.
yoksa doğru kaynaktan okunduğu sürece, türkçe mealinin okunmasında bir sakınca yoktur.