insanın hayattaki yolunda sendelemeden, bocalamadan gidebilmesi, insani ilişkilerini sağlam temeller üzerine kurabilmesi için yapması gerekenlerdir ama çoğu zaman içe değil dışa dönük yaşadığımızdan ne kendimizi anlayabiliyoruz ne de kendimizi anlayamadığımızdan insanları.
Can yoldaşın olmazsa olmasın
Yalnızım diye hayıflanmayasın,
Eğilmiş üstüne gökyüzü masmavi
Bir anne şefkatine müsavi.
Üç adım ötede deniz
Dosttur, ne öfkesi ne durgunluğu sebepsiz.
Bir derdin varsa açabilirsin ağaçlara
Ağaç yaprak verir, sır vermez rüzgara
Ve kış yaz,
Dalda kuş eksik olmaz
Dağ başında duman
Yalnızlık nedir göreceksin
öldüğün zaman.
Jack london'ın şuan ismini hatırlayamadığım bir kitabında ilk insanlarla açıkladığı durum.
Şöyle ki; ilk insanlar vahşi hayvanlara yem olmamak için ağaç üstünde uyurlarmış. Bazen uyku esnasında dengelerini bulamayıp yere düşerlermiş. işte bu da ilk insanlardan beri uykumuzda tecrübe ettiğimiz bir korku olarak zihinlerimize kazınmış.
sayfalarını çevirdiğinizde kağıt kokusu yayan, dokunabileceğiniz, istediğiniz zaman cümlelerin altını çizebileceğiniz, başkasına ödünç verip zarar görmüş bir şekilde geri dönünce ödünç verdiğiniz kişiye kin besleyebileceğiniz, tozlanınca ara sıra tozlarını alacağınız, bazen üstünde uyuklayıp, bazen orasını burasını kahve lekeleriyle dolduracağınız normal kitabın alacağı versustur.
Tecavüz ve şiddetin erkek kadın gözetmediğini acı bir biçimde ortaya koyan intihardır.
Böyle olaylar üzerinden dahi milleti ayrıştırmaya çalışıp çirkin provokasyonlara kalkışmayın. Bu bir erkek kadın değil insanlık meselesidir. Şiddete ve istismara uğrayan erkek, kadın, yaşlı, çocuk denmeden herkesin böyle olaylara sesini çıkarması gerekir. Feministler neredesiniz diye çığrınıp olayı başka bir meseleye dönüştürmeyin.
Bazen geceleri başımı yastığa koyduğum an hayal etmeye başlarım. Yaşadığım şehirde, yaşadığım insanlarla, yaşadığım sıkıntılarla, yaşadığım mutluluklarla değil de farklı bir yerde, belki yollarda, yalnız veya bir dostla, başka dert ve başka mutluluklarla yaşıyormuşum hayatımı. Bir gün dağları, başka bir gün sahilleri adımlıyormuşum. Başka mutluluklara gülümseyip, başka dertlere ağlıyormuşum. Tamamen kurtulmuşum yani yaşadığım kavanozun içinden.
Bunları hayal etmek çok kolay ve huzur verici ama olmayacağını anladığınız zamanlar çok yıpratıyor insanı. Kaçmak arzusu da böyle işte. Çok düşünüp yapamayacağınızı anladığınız zaman insanı dibe doğru sürüklüyor. Eh tabi sonra bir şekilde devam ediyorsunuz hayata ama yarım devam ediyorsunuz. Hep bir kaçışın, hep bir huzurun özlemiyle.
Bazen erkeği değil erkeğin egosunu, zekasını, acılarını sevmektir. Masumca değil, mazoşistçe, sonunda kendine vereceğin zararı bile bile sevmektir. Belkide severek kendine zarar vermeyi istemektir?
Neyse. Kendinize güvenmiyorsanız sorundur çoğu zaman. Kendinize fazla güveniyorsanız yine sorundur. Dengeyi tutturup sevebilmekte, O dengeyi kendiliğinden bulabilmekte olay.
Hayır, Hayırlısı falan değildi ama oldu. Kötü bir olaydı ve ortada bir hayır yoktu ama oldu. Kötü bir olayı salt kötü olarak görmek ağır geldiğinden midir nedir her şeyde bir iyi taraf arıyor insanlar.
Kadın-erkek söylenen yönlerden, özellikle ilişkilerde eşit değildir. Hatta isterseniz lezbiyen bir ilişkiyi göz önüne alın. Onda bile iki kadın birbirine eşit değildir. ilişkiler baz alınarak eşitlik genellemesi yapmak yanlış.
Kadın ve erkek kanun önünde eşittir. daha doğrusu eşit olmalıdır. Yaradılış olarak bile farklı olan iki cinsiyetin hayatın bütün alanlarında eşit olmasını bekleyemezsiniz.
"isterim benim de acaip isimleri
Hiç duyulmamış zenci arkadaşlarım olsun.
Onlarla Madagaskar limanlarından
Çin'e kadar yolculuk yapmak isterim.
isterim içlerinden bir tanesi
Vapurun güvertesinde yıldızlara karşı
"Hoy Lu-Lu" şarkısını söylesin her hece.
Ve bir gün ansızın bir tanesine
Rastgelmek isterim
Paris'te..."