See her sadness in your face
She's inside you
And she's crying
Bir marillion albümü ve o albümdeki şarkılardan biridir. Albümde intihar etmek için yüksek bir köprüye çıkan genç bir kızın hissettikleri anlatılmaktadır.
Yüksek sesle, ışıklar kapalıyken dinlemelisiniz.
Ya senin gibi ben de inanırsam bir insanı sevmenin imkansızlığına, kirine ve pasına, zararına?
Ve bu yüzden daha da çok seversem seni?
Bilsem, nasıl bir çelişki bu.
Fernando Pessoa'nın bir şiiridir. ikinci bölümünü Ricardo Reis takma adıyla yazmıştır.
Enis Batur çevirisi için;
I
Bir kaçağım ben.
Doğduğum günden başlayıp
el etek çektim kendimden,
kıldım beni bana dönek.
Gerekliyken yorgun düşmek
aynı yerde olmaktan
neden yorgun düşmemek
kendine eşit olmaktan?
Ruhum bende kendini arar
uzaklarda gezerim,
Tanrı yardımcım olsun
ruhum beni asla bulamasın.
Kafeste yaşamaktır biricik olmak,
ben olmaksa hiç olmamak.
Kaçarak yaşayacağım hep -
iyi ya da kötü böyleyim çünkü ben.
II
Sayısız insan yaşar içimizde,
hissetsem de düşünsem de bilemem
kim düşünür içimde kim hisseder.
Düşünceler ya da hisler için
yalnızca sahneyim ben.
Ruhsa, birden fazla var bende.
B e n' se benden daha fazlası.
Herkes kayıtsız oysa
yaşadığım hayata:
Susturuyorum onları,
kendim konuşurken.
Hislerim, hissetmediklerim -
onlardan doğup da birbiriyle
çelişenler. Farkına varmıyorum
hiçbir şeyin - yalnızca yaşıyorum ben,
olmak istediğime kimsenin bir sözü yok.
Cevat Çapan çevirisi için;
I
Bir kaçağım ben.
Doğduğumda
Kendime hapsettim
Kendimi. Sonra kaçtım.
insan sıkılırsa
Aynı yerde yaşamaktan
Ben neden hep aynı
Derinin altında
Sıkılmadan yaşayayım?
Ruhum peşime düşmüş
Ama ben saklanıyorum,
Umarım ne yerde, ne de gökte
Bir türlü bulamaz beni.
Yalnız kendim olmak
Ya zindana kapanmak
Ya da hiç olmamak demek.
Ben de kaçak yaşarım.
Pekâlâ yaşıyorum işte.
II
Sayısız varlıklar yaşar içimizde,
Düşünsem de, hissetsem de, bilemem
Kim ne düşünür, ne hisseder.
Yalnızca hissedilen ve düşünülen
Bir mekanımdır ben.
Bir ruhtan başka ruhlar vardır içimde,
Bir "ben"den başka "ben"ler olduğu gibi.
Gene de yaşarım ben.
Hiçbirine aldırmadan.
Hepsini susturur, kendim konuşurum.
Kesişen içgüdüleri
Hissettiklerimle hissetmediklerimin
Tartışılar içimde.
Ben tanımam onları. Onlar da bir şey demez
Ben olan "ben"e. Ben yazarım.
Kurtulamaz insan kendinden, kurtulamaz. Kendini bırakıp gidemez, gidemez. insan kendinden sıkılırsa ne olur peki? Kendinden nefret ederse ne olur? Kendine tahammülü kalmazsa?
Bedenimin ruhunu sıkıp, ipe asmak istiyorum kurusun diye. Ruhumu çamaşır suyuna basıp rengini açmak istiyorum, dip bucak temizlemek istiyorum beynimin kıvrımlarını. Süpürmek istiyorum her anı kırıntısını. iyice temizledikten sonra ütüleyip lavanta kokulu bir sandığa kaldırsam, yıllarca tozlanarak ve aşınarak zamanın gücüyle... öyle yok olsam?
insanlara dayanamıyorum. Gözlerimin önünde çarpışan egoları görmekten sıkıldım artık ve kendimden de sıkıldım. Gündelik konuşmaların arasına sıkıştırılmış imaların, her sözden taşan tahammülsüzlüğün iğrençliği var sonra. Kendimi savunmak bile istemiyorum artık diğer insanlar gibi olmaktan korktuğum için. Korkuyorum çünkü her insanın içindeki bataklığı görüyorum. Yapış yapış ve pis kokulu o bataklıklara gömülüyorum büyüdükçe, hep daha derine. Varlığımızın özü haz ve bulantıyken yalnız kalmak bile işe yaramıyor. Aniden gelen, genzimden yükselen o bulantı... Geçiştirmek için uğraştıkça kök salan o bulantı, bir gün ertesi güne uyanmaktan vazgeçersem belki tek sebebim olacak.
Kimse sevilmek istediğimiz gibi sevmeyecek bizi. Kimse hep yanımızda kalmayacak, koruyup kollamayacak. Bu dünya üstündeki hiçbir varlık, ihtiyaç duyulmaya muhtaç hiçbir varlık karşılayamaz bu gözü aç isteklerimizi. Bunu farkettiğinde karanlıkta birden ışıkla karşılaşmış gibi koca bir yalnızlıkla karşılaşıp kalıyor insan. Hangi varlık içimdeki bu koca boşluğu doldurabilir? Tanrıdan başka bir seçeneğim kalmadı. Oysa, o bir isimden ibaret gözümde henüz. Eğer o isim dolduracak dersem, bu sefer de özlemle baş başa kalırım. Ulaşamayacağım bir varlığın içimdeki boşluğu dolduracağına inanırsam, o varlığa duyduğum özlem o varlık olmasa duyacağım yalnızlıktan ne kadar farklı ki? Özlem yakıcı, yalnızlık kapkaranlık. Acı ve hüzünle dolu bir öz görüyorum kendime bakınca. Desem ki, tanrıyı yarattıklarına bakıp hatırlamak bir nebze dindirir bu özlemi. Sevdiğinin fotoğraflarıyla avunmak gibi değil midir bu? Ben kendisini istiyorum ama, bir parçasının yansımasını değil. Avunmak değil, avutulmak istiyorum. Kuşatılmak istiyorum özlemini çektiğim sevgiyle, ama var mı bilmiyorum ve varsa bile öyle uzak ki...
Hayal kırıklığı kötüdür elbet kendimiz yaşayınca ama bundan kötüsü de var; hayali olmaya can attığınız insanın hayal kırıklığı olmak. Varlığınız kapladığı alanı bırakıp gitmek ister, koca bir hayal kırıklığı olmaktansa. Kapladığınız alan uzayda yer israfıdır artık yalnızca
Ne zaman dinlesem bende doğarken ağladı insan gibi bir etki bırakır. Hani orda diyor ya, bugün sen çok gençsin yavrum diye. işte bu şarkı da bana öyle diyor sanki. Hazır ol hayata, yakında büyüyeceksin diye öğüt veriyor bana. Bu iki şarkıda da söylenenleri hep üstüme alınıyorum. Şarkı, beni seven bir adam ve aklını çelmelerine izin verme diyor. izin vermeyeceğim, ellerini görebilsem...
Asla bilemeyeceğim. Bundan bir hafta sonra nerede olacağımı bile... benliğime çizilmiş çepeçevre sınırlar ve doğduğum anda bağlandığım kazıklardan kurtulamıyorum. Bir şey yapmak için en küçük bir istek duymuyorum. Hep çok kontrollü olduğumu söylerlerdi. O kontrolü bir kez yitirirsem dengemi bir daha kuramayacağımı biliyordum çünkü. Her şey benim planlarım dahilinde gerçekleşiyordu, bir an bile bırakmıyordum kendimi. Bir gün elimden kaçacaklarını sezerek sımsıkı tutuyordum ipleri. Geciktirdim ama ne farkeder? Gelmesini korkarak beklediğim zamandayım şimdi. Zaman öyle yavaş akıyormuş ki burada... Dondurulmuş bir jelin içinden bakıyor gibi hissediyorum dünyaya, erimesini bekliyorum. Zaman isterse geçerken beni de götürsün ama eski hızına dönsün istiyorum. Kıyıya vurmuş bir deniz canlısı gibiyim. Yine kendime itiraf ediyorum, kontrolü kaybettim. Şimdi uzakta bir köşeden dağılışımı izliyorum. Bazen kendime gülüyorum, bu kadar çabuk dağılabilecek bir şeymişsin işte diyorum. Yorgunum. Sanıyordum ki beklediğim insan gelince bir daha böyle olmayacak. Bir daha yorulmayacağım, bir daha... Kötü olan her şeyden uzak tutacak sanıyordum beni. Sevmek hakkında bir şey bilmeyen o geçmişteki halime dönüp bakmak istemiyorum. Sevgim benim kadar bencil değil ve o insana duyduğum sevgi artık benden ayrı bir organizma gibi. Sevgim ve ben aynı bedende değiliz, kendimle çelişkideyim daima. Bencilliğimle mücadeledeyim. Kazanan sen olacaksın oysa burada. Sonunda sevgim de ben de kaybolacağız. Karanlıkta bir kıvılcım gibi, bir anlık varlığımız. Dilerim ki önünü görebilirsin bu bir anlık aydınlıkta... Oysa bu itiraf kendimeydi, canım. Bilmiyorum, bir yanım kolaya kaçtığımı ve hayal dünyasında yaşadığımı söylüyor. Abartıyorum her şeyi, kendimi çok abartıyorum. Bir yanım konuşmuyor benimle. Sessiz ve soğuk bir yerde, içimde öyle bir yerde bekliyor. Ne zaman oraya dokunsam zihnimle, düşüyorum ve üşüyorum. Asıl soruna bakmamak için çok uğraştım ama o gözlerini bana dikmiş bakarken artık görmezden gelemem. Yoksa gözlerini dikmiş bakan Tanrı mı, bilmiyorum. inanmak istemiyorum ve inanmadığımı söylüyorum kendime. Ya inanıyorsam? Ya inanmıyorsam gerçekten ama yanılıyorsam? Ya yanılmıyorsam... Belki bu daha kötü tüm ihtimallerden. Asla bilemeyeceğim
Yıldızlar da insanlara benziyor. Bazıları iz bırakamadan yok olup giderken bazıları verdiği ışığın karşılığını almak istercesine ışığı bile içine çeken bir kara delik bırakıyorlar evrene. Oysa ben öldüğümde, iğne deliği kadar yer kaplamayacak yokluğum
sevdiğin insandan kaçmaktır. onun aklında bu çirkinliğinle kalmaktansa silik bir isim olarak kalmayı tercih etmektir. onu nerede görürsen yolunu değiştirmek demektir. seni görmesinden korkmak ve bu korkunun verdiği acı ve eziklikle nefes almaya devam etmek demektir. bazen sebepler bir araya gelir ölüme sürükler ya insanı, o sebeplerin en büyüklerinden biri yalnızlıktır. bunun baş sebebiyse çirkin olmaktır.
Bir uriah heep şarkısıdır. Çevirisi için:
o bir sabah yanıma geldi
yalnız bir pazar sabahıydı
uzun saçları uçuşuyordu
karakışın rüzgarında
beni nasıl bulduğunu bilmiyorum
çünkü karanlıkta yürüyordum
ve her tarafım harabeleriyle doluydu
kazanamadığım bir savaşın
sonra bana adımı ve düşmanımın kim olduğunu sordu
ona dedim ki bir adamın içindeki istektir düşmanı
onu kardeşleriyle savaşmaya ve onları öldürmeye iten
sevgiyi ve tanrıyı düşünmeksizin
ve ona yalvardım bana atlar vermesi için
düşmanlarımı ezip geçebileyim diye
bu harcanan ömürleri bitirmeye olan
tutkum öylesine büyüktü ki
ama o erkekleri hayvanlara dönüştürecek,
başlaması çok kolay olsa da
bitirmesi imkansız bir
savaşın gerekli olduğunu düşünmüyordu
çünkü o, bana bir zamanlar bilgece yol gösteren
efendimizin annesiydi.
artık yalnız yürümekten korkuyordum
ve benimle kalmasını istedim ondan
oh hanımefendi bana hemen elinizi verin
ve lütfen burada sizin yanınızda dinlenmeme izin verin
"huzurlu inançlı ve barış içinde kal" dedi
ve kalbimi yaşamla doldurdu
"rakamların hiç bir gücü yoktur
bu yanılgıya kapılma
ama ne zaman ihtiyacın olursa
beni yakınında bulacağına emin ol"
bunları söyledikten sonra kendi yoluna döndü
bense edecek tek kelime bulamadan
durup seyrettim gidişini
siyah paltosu gözden kaybolana kadar
işim kolay değil
ama artık yalnız olmadığımı biliyorum
o rüzgarlı günü ne zaman düşünsem
yeniden yürekleniyorum
ve eğer o bir gün sizin yanınıza gelirse
siz de onun bilge sözlerini kana kana için
ondan aldığınız cesaret
ödülünüz olsun
ve ona benden bir selam söyleyin
Farklı olmak, orjinal olmak, marjinal olmak adına, sıradan olmamak adına sıradanlaşıyoruz. Her şeyin belirli kalıplara sokulduğu, etiketlendiği bu zamanda farklı olmak için bile girilen kalıplar çıkıyor karşımıza. Öyle aynılaştık ki başkaldırışlarımız bile aynı. Halbuki farklı olmak samimi olmaktır, içten olmaktır. Çünkü her insan farklıdır ve içten olduğumuz sürece farklı olmak çaba gerektirmez. Farklılıklarımız bile aynıyken, o kadar trajikomiğiz ki...