discovery channel da yayınlanan ve günlük hayatımızda aklımıza bile getirmediğimiz nesnelerin nasıl yapıldığını anlatan tekno bilim belgeseli.
ingilizce adı 'how it's made' olup, kanalın fenomen belgesellerinden olmayı başarmıştır.
bir düşüm vardı. 8 yaşımda çocuk aklımla kurduğum bu düşü gerçekleştirmek için kendime and içmiştim. derler ya insanın kendine verdiği söz, sözlerin en büyüğüdür diye. yıllar geçti ve o yıllar içinde hiç vazgeçmedim. zaten inatçı bir yapım vardır. iyiki de öyleymişim. hayatta en çok arzuladığım, başkasıyla birlikte olsam bile unutamadığım, bana baktığında içimi bir çöl fırtınası gibi kavuran kadınımın çakır gözlerine kavuşturdu beni bu inat.
aynı rüyada gödüğüm gibi;
bir pencere var ahşap, eskimiş. önünde bembeyaz bir perde aralanmış, pencere açılıyor, içeriye limon çiçeklerinin o müthiş kokusu doluyor, tavana bakıyorum, ahşap karkas, meşe gibide kokusu var. bir ses geliyor ama tam emin olamıyorum bizim evimizden mi yoksa başka bir evden mi geliyor. huzur veren iki ses birbirine karışıyor, biri bebek sesi, diğeri bir annenin bebeğine söylediği o ilk ninni. kalkıp yan odaya geçiyorum, düşlediğimden fazlası var o oda da, sevdiğim kadın ve kucağında kızımız.
evet saygıdeğer sözlük sakinleri,
bildiğimiz üzere çocukluğumuzun bazı bölümlerinde kızların da dayatmasıyla, istemeyerekte olsa hepimiz biraz evcilik oynamışızdır. tabi ki bu dayatmanın ilk başta bizi sinirlendirip, ataride süper mario oynamaktan alıkoyduğunu düşünsekte, evciliğe başladıktan sonra yavaş -yavaş o ortama alışıp bize biçilen rolü en ala şekilde icra etmeye çalışırdık.
ne var ki her ortamda olduğu gibi yine bu ortam da mevcut bebelerden 1-2 yaş büyük, despot bir kız çocuğu muhakkak olur ve kimin ne olacağını o tayin ederdi. geniş kadrajlı bir evcilik oyununda malumunuz, doktor, ev hanımı, şoför, hizmetçi, iş adamı, tamirci, bilimum ev hayvanları ve bunların karı kocaları olurdu.
asıl konuya gelelim. şimdi biz bu oyunu oynarken rolleri despot abla seçtiği için bizim görevimizi, tabi istediğimiz kişi olamıyorduk, şoförün elinde terlik oda oda gezip milleti gezdirir, evin hayvanları kılığındaki yavrucaklar, sahiplerinin bacaklarına sürtünür veya havlarlar, kaptan yemek yemeye çalışırlar (yazık lan), ev hanımı sürekli yemek yapar, koca yolu gözler, şımarık kızlar makyaj yapıp anne ayakkabısının içine ederler, hizmetçi hep evi temizler falan filan. (bide çocuk aklımızla herşeyi kafamıza takar trip atardık birbirimize yav. hey allam yaa.)
ama doktor öylemi. evde ki steteskop, tansiyon aleti ve bilimum sağlık eşyalarını alır, özel odasına intikal eder ve gelen hastalarına hizmet verir en karizmatiğinden. tüm kızlarla yakınlaşma sağlar, herkes onunla daha bi saygılı konuşur, evdeki köpek rolündeki çocuk sürekli azarlanırken, doktor en iyi muameleyi görür. ve akşam olupta tüm çocuklar evine gidince doktor olan çocuk evde bir havaya girer, daha bu yaşta doktor olmanın hazzını yaşamaya başlar.
o çocuk tamamdır. ilerde ne istiyosa olur. o özgüven ona yeter de artar bile.
çocukken doktor olan arkadaşlarım şimdi hep iyi yerlere geldiler, ben hiç olamadım ondan mütevellit, aile şirketi kaosu yaşıyorum. abim boğaziçi mezunu ona sordum o da çocukken doktor olmuş, hemde kalp doktoru.
benden size tavsiye çocuklarınız olunca ve evcilik oynarlarken doktor olmaları için diretin. eğer olamıyorsa oynamasın. başarısız olur maazallah. hele köpek kedi falan hiç olmasın zamanında köpek kedi rolünü çok alan arkadaşların hepsi veteriner oldu, alerjik rinit manyağı oldular şimdi kurtulamıyorlar. doktor iyidir.
ben ne mi oluyodum? valla kızları koruyodum derdim neyse, ya da neyden koruyoduysam onuda bilmiyom ya. tam rolüm belli değildi, heralde ondan dolayı çocukken kişilik bunalımı yaşladım uzun bir süre, bide üstüne sünnet olunca arş-ı ala nın kapısını aralamak isterken tümden çöküşe geçtik anlican. astronot olmak isterdim hep, olamadık. olsun. 2 kadeh öküzgözü içince yerçekimi azalıyor bizde tatmin oluyoz en azından.
evet efendim kimine göre garip gelse de böyle bir zat-ı muhterem babaanne vardı. ve onunla yaşadığım ilginç bir sabah diaoloğunu arz etmek isterim.
90 larda bir gün sabah kalktığımda teyipte son ses çalan bülent ersoy un sesine ilaveten iç çekmeli ağlamalı bir ses dikkatime dokundu. kalktım ve mamur gözlerle yan odaya muhteremin odasına geçtim, klasiktir ki babaanne sabahın 5 inde kalkmış 4 kez üstünü değiştirmiş, kendi çapında bir kahvaltı hazırlamış, çayı ocağın üstünde unutmuş, ev ahalisinin henüz kalkmaması üzerinede kendine bir meşgale aramış, en sonunda teyipte ilahi dinlemeye karar vermiştir. benim 2, 3 kaseti rec tusuna basarak mundar ettikten sonra, bunlar bozuk diyerekten güzelim izel,çelik,ercan, mirkelam ve nirvana kasetlerini çöpe yuvarlamış, sonrasında bülent ersoy un bir kasedini doğru yollardan çalıştırarak dinlemeye koyulmuş. yalnız ilginçtir ki kasette de bülent ersoyun o dönem de yaptığı şarkıların birinde ezan okunuyor. malum ezanı o yanık sesle duyan muhterem babaannem, salya sümük salıp ağlamaya koyuluyor. O çalan parçayı gerçekten bir ilahi edasında dinlerken, yazmasını iki yana atmış, ayağının birini altına almış, elinde ufak bir kur'an ı kerim, gözlerinde elem ve bakışlarında allaha karşı duyduğu o müthiş sevgiyle sallanıyordu. Beni alan gülme haliyle birlikte dedim ki;
+babaanne naapıyosun sen?
-napayım yavrum, ilahi çalınca dayanamadım. ne kadar güzel okuyor bu adam!
+babaanne o bir ilahi değil, ikincisi söyleyen de adam değil, yani adam değil derken kadın. yani kadın da değilde işte ses erkek görüntü kadın, nasıl anlatsam yav neyse. bülent ersoy o.
-ben hayatımda böyle ilahi dinlemedim yavrum. o ezanı okuyuşu beni içlendirdi.
+babaannem, canım bak içinde ezan olan bir arabesk şarkı dinliyosun sen. (tabi bu arada ezan yine başlıyor ve babaanne yine trans haline geçiyor) heç kime konuşuyom.
evet aramızdaki bu ilginç dialogdan sonra babaannem kaseti muskalayıp sakladı ve biz de kaldığı hemen -hemen her sabah dejavu gibi bülent ersoyun ezan sesine uyandım.
nur içinde yatsın. insanların değerlerini çok güzel korumuş, perişanlık içinde o günlere gelmiş ama hayattan zevk alarak yaşamış bir muhteremdi.
ve bir dipnot; ölüm döşeğindeyken bile beni yanına çağırıp, 'yavrum güzel yaşamanın sırrına mazhar olmak için, kendi içinize bakın. orda bir yerde size yol gösterecek bir ışık hep vardır' demişti unutamıyorum.
kingdom of heaven hissi yaratır.
dışarı çıktığında gözünü ovalar ve sağa sola ilk insan gibi bakar kalır askercan. ben yaramaz bir askerdim o yüzden çarşım sürekli iptal edilir di, çarşıya çıkıpta gelen arkadaşlara anlattırır onları dinlerkende hayal kurardım.
peeh, siz zannedin ki dalga geçiyorum, giden bilir bunu ancak. bi keresinde acemi birliğinde bizi sinemaya götürdüler o da birliğin içinde kıytırık bişey, 30 gün aradan sonra ilk kez birlik sahanlık alanının dışına çıkmışız lan sanki hani yavru aslanı doğaya bırakırlar da salaklaşır ya gitsem mi kalsam mı gibisine hareketler yapar, aynı öyleydik. neyse girdik sinemaya 4000 kişi var, yarısı ayakta. filmi beklerken o dönem kenan doğulu nun meşhur olan pamuk kalbinden taşınıyom şarkısı bi çaldı abi, o koskoca 20-30 yaş aralığındaki yiğit delikanlılar hüngür, hüngür ağlamaya başladı, fenalaşanlar oldu. tabi bizim de çilekeş sevdiceğimiz ve gözü yaşlı anamız geldi aklımıza duygusala bağladık iki damla işte.
sonra film bi başladı! tam filmmiş, porno çıktı. meğer askerleri götürüp bir iki kere izlettiriyolarmış. bende dedim kenanın bu şarkısından sonra heralde ghost falan oynar tüm dağılırız. bildiğin sibel kekillinin hard pornosu! daha doğru dürüst suyun altına girememişiz asker ocağında, bu ne şimdi. neyse sonra öğrendikki 3 hamam sabaha kadar açık olacakmış! ıyyy.
ağlayarak başlayan macera 4000 hayır duasıyla sona erdi. bu arada yemeklere şap falan atılmadığınıda kanıtlamış oldu askeriye. sıkıntı ve üzüntüden kalkmıyormuş meğer.
eskiden geçirilen kışlara binaen, şimdi ki kışlara verilen isimdir.
çocukluğumuzda yağan ve okulları dahi 5 gün tatil ettiren o kara kışları düşününce, mevsimin yokolduğunu görmek mümkün.
istediği kadar eksilesin benim gözümde bir avuç cahil, neydüğü belirsiz tiplerdir.
einstein ın hayatından kesitte sunsan adam anlamadığı için sakız markası falan sanıp basar eksiye.
ergen psikolojisi bu olsa gerek; yazının başından 2 kelime, sonundan 2 kelime oku bas eksiye!
ama karı kız muhabbeti oldumu hemen artı. kültürel şeylere eksi! bırak ulan adam olun.
son zamanlarda yazılan saçma sapan ve liselivari başlıklara edilen bir sitemdir.
nesil bozuluyor git gide bilader bee!
insanın sözlük diye tabir edilen bu yerde, açılan şu dandik başlıkları görünce içi sızlıyor billah! yapmayın efendiler.
biri başlık açıyor 'ebenin siki' diye hemen altına 'babanın siki, dayının siki, bebenin siki, messinin siki' gibisinden benzer başlıklar açılıyor. trollük yapmayın.
kasmayın abi kendiniz olun yaa! bi snickers mı yersiniz ne bok yerseniz kendinize gelin!
aziz yıldırım türkiyenin en taşaklı iş adamlarından biri. aynı zaman da yıllardır fenerbahçenin başkanlığını yapıyor.
şimdi ilginç olan durum, bu adamın parası var pulu var, fenerbahçe de türkiye de en çok şampiyon olan takımlardan biri.
bu sene şampiyon olamasa zaten seneye kesin olur. şike niye?
bu kadar organizasyon kurup, onlarca futbolcuya para yedirmeye, cümle aleme rezil olmaya ne gerek vardı?
fenerbahçe sevgisi mi yaptırdı bu kadar pis işi bu adama yada fenerbahçe için türkiyenin önemli bir kişisi olarak hapse girmeye değermiydi?
tam bir sorunsal, tam bir çelişki!
ertesi gün erken uyanma telaşı olmadığından mütevelli, gece yarısını zorlayan herşey yapılmakta serbesttir.
neler yapılmaz ki cumartesi. sevişilir, duşa girilir, tv izlenir, cluba gidilir, yemeğe gidilir falan daha saymakla bitmez birçok aktivite. abi cumartesiden bahsediyoz yaa nerde akşam, orda sabah. vur feleğin dibine.
cumartesi hepimizin beklediği gün,
vakit geldi, eğlence işte bugün.
ne yapsam, ne etsem o günden vazgeçemem,
tabi ki cumartesi.
an itibariyle boğaziçi üniversitesinde akademisyenlik yapan edebiyat tarihçisi. öğrencilerin dersine itinayla girmeye özen gösterdiği nadir akademisyenlerdendir. aynı zamanda 'türk edebiyatı ve 1. dünya savaşı (1914-1918) propagandadan milli kimlik inşaasına' adlı kitabını 2004 yılında iletişim yayınları tarafından piyasaya sürmüş bir yazardır.
tam bir eğitim ve muhabbet insanıdır.