terör örgütünün basın toplantısına giden basın mensuplarımız basın toplantısına kamyonla götürülüyorlar, teröristler tarafından üstleri aranıyor, ikram olarak da muz veriliyor.
biz bunları tartışıyoruz, bunlardan bahsediyoruz. karayılan'ın basın toplantısı hakkında başbakan'dan bir açıklama beklerken o "ayran içer misiniz?" diyor bize. buna da ancak şu şekilde karşılık verilir herhalde:
"muz onların millî yiyecekleriymiş tayyip. muz var, yer misin?"
ankara gökbörü türkçü turancılar derneği'nin hocalı katliamı'nın yıldönümü sebebiyle açtığı standa komünist örgütlerce saldırı düzenlenmesi olayıdır. derneğin standına saldıran komünistler, stand başında görevli 9 türkçü genci ağır biçimde darp etmişlerdir. hastaneye kaldırılan gençlerin 2'si ağır yaralıdır.
gençlere saldırmakla hızlarını alamayan canavarlar, bu sefer de öfkelerini standdaki türk ve azerbaycan bayraklarından almışlar, ve bayrakları ateşe vermişlerdir.
bu olay bugün türkiye'nin başkenti ankara'da oldu. ve hiçbir basın kuruluşunda, haber bülteninde bahsedilmedi.
polis kolektiflere su sıkınca basında boy boy haber oluyor. şu an bu vatanın iki evladı sırf alçakça bir katliamı halka tanıtmak istedikleri için yaşam savaşı veriyor ve bundan kimsenin haberi yok.
adaletini seveyim türkiye...
pankartlarda, yazılarda, sloganlarda genelde beynelmilelci güruhun sıkça kullandığı bir cümle var. oldukça ütopik ve bir o kadar da çocukça bir cümle bu. hayatında politikayla az da olsa içli dışlı olmuş, hadi onu da geçtim, ufak bir tarih kitabı okumuş şuurlu bir insan asla böyle beynelmilel sloganları ağzına dolayarak hareket etmez. mâdem bütün halklar kardeşti, bu kadar savaş kız meselesi yüzün den mi çıktı diye sorarlar adama. ayrıca 21. yüzyıl dünyasında kimse kimsenin bırak kardeşi olmayı, dostu bile değildir.
ayrıca kimin kardeş olup olmadığını da rahatlıkla görebiliyoruz. bir zamanlar millet-i sâdıka dediğimiz ermeniler hiç yapılmamış bir sözde soykırımı bahane ederek bütün dünyada uluslararası lobilerle kuyumuzu kazmaya uğraşıyorlar. başka bir kardeşimiz (!) de otuz yıldan beri evlere şehit cenazeleri gitmesine yol açıyor. şimdi bu kadar hâdise varken, "mâziyi unutalım, hepimiz kardeşiz" demek kadar saçma ve çocukça bir söylem olabilir mi? mahalle kavgası mı bu?
ne demiş büyük türk düşünürü:
"düşmanı dost sanmak kadar tehlikeli yanlış yoktur."
1930'lu yılların başlarıdır. nâzım hikmetof'un yazdığı piyesler, arkadaşı muhsin ertuğrul sayesinde şehir tiyatrolarında defalarca gösterime girmiş, bu da nâzım'a para ve şöhret kazandırmıştı. öyle ki nâzım'ın bu popülaritesi ulu önder atatürk'e kadar uzanmıştı. atatürk, bir gün nâzım hikmetof'u yanına misafir olarak davet eder. ancak nâzım bu teklifi kabul etmez. bunun üzerine atatürk iyice meraklanır ve nâzım'ın şiirleri hakkında bilgi sahibi olmak ister. o dönemler columbia kayıt şirketi tarafından nâzım'ın kendi sesinden plağa alınan bahri hazer ve salkım söğüt şiirlerini istetir. plağı getirirler. gramofona takar ve dinlemeye başlar. tüm kayıt bittiğinde ise o şimşek gibi yankılanan sert cümleyi söyler: bu şiirlerde türk milleti'nin hayatına kasteden bir bomba var!
josef stalin hayattayken "benı stalin yarattı" diyen nâzım hikmetof'un, stalin'in ölümü üzerine büyük bir sadâkat ve casaret örneği gösterek arkasından yazdığı eleştiri yazısıdır.
"taştandı, tunçtandı, alçıdandı, kâattandı iki santimden yedi metreye kadar. taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan çizmeleri dibindeydik, şehrin bütün meydanlarında. parklarda ağaçlarımızın üstündeydi; taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan gölgesi, taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan bıyıkları lokantalarda içindeydi çorbamızın odalarımızda taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan gözleri önündeydik. yok oldu bir sabah! yok oldu çizmesi meydanlardan, gölgesi ağaçlarımızın üstünden, çorbamızdan bıyığı, odalarımızdan gözleri, ve kalktı göğsümüzden baskısı binlerce ton taşın tuncun alçının ve kâadın
komünist parti leningrad başsekreteri sergey kirov'un öldürüldüğü cinayettir. aslında bu cinayetin ünlü olmasında öldürüldüğü kişinin önemi değil, cinayetin doğurduğu sonuçlar etkili olmuştur. stalin'in yakın dostu kirov'un bir troçkist muhalif tarafından öldürülmesi ise stalin barbarının ekmeğine yağ sürmüştür.
sergey kirov'un öldürülmesi emrini verenlerin kendisine muhalif olan kesim olduğunu iddia eden stalin, bu bahane ile kendisine karşı çıkan güçlü muhaliflerini tasfiye etmeyi başarmıştır.
bu cinayetin suçsuz mağdurları arasında türk ideolog sultan galiyev de vardır. sultan galiyev, diğer muhalifler gibi bu cinayetin azmettiricisi olarak suçlanmış, ve 28 ocak 1940'ta kgb ajanları tarafından hapishanede infaz edilmiştir. galiyev 30 nisan 1990'da ise sovyet mahkemesi tarafından aklanmıştır.
stalin denen soysuzu taparcasına seven ülkemiz komünistlerinin sscb tarihine bir göz atmaları gerekir tabi. her önüne geleni faşistikle suçlayan cahil kızıllar, hayranı oldukları birinin giriştiği güç mücadelesine ve ülkede mutlak egemen olma düşüncesine bakıp gerçek diktatörün ve gerçek zorbanın kim olduğuna karar vermelidirler.
büyük ihtimalle aile terbiyesinden yoksun bir ergen, veya zeka seviyesi düşük, saygısız, seviyesiz bir insandır.
kendi annesine-babasına küfreden müzisyenleri dinleyen, yazarları okuyan bir insan yığınından da başka bir şey beklenemezdi zaten. başkalarının kahramanlarına hayran gözüyle bakan, kendi hükümdarının ismini ise mizah konusu yapan insanlarla aynı ülkede yaşamaktan.utanıyorum...
başkaları hırsızını arsızını kahraman ilan eder göklere çıkarır, bizim beyinsizler ise iki destana konu olmuş önderleri ile dalga geçerler. bunun gençlikle falan da alakası yok, zira biz de genciz.
sorarım size; alp er tunga'ya hakaret etmenin mustafa kemal atatürk'e hakaret etmekten ne farkı vardır? bir de bu açıdan bakarsanız durumun ciddiyetini daha iyi anlarsınız. çünkü ikisi de ulusumuzu kurtaran kahraman önderlerdir.
türklüğe düşman oldukları için bu ulu türk hakanına hakaret eden etnik döküntüleri ise zaten kaale almıyorum...
antalya'da amerikan askerinin kafasına çuval geçireceğiz diye yanlışlıkla tanzanyalı bir turiste saldıran tgb'liler, güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındı. tanzanyalı mağdur turist ise cezaevi çıkışında basın mensuplarına:
"bana saldırmakla çok büyük hata ettiler. bütün kabileyi çağırıp geleceğim buraya. tanzanya'nın yarısı bizim olum. aşiretiz biz. **** tuttular onlar. tanzanya ülkü ocakları'nı aradım yoldalarmış otobüsle geliyorlarmış. bizim oralarda zehirli mızraklar vardır onları münasip yerlerine sokacağız zenci düşmanı faşistlerin. bu arada size özel iki kol saati 10 lira bu fırsat kaçmaz abim"
genelde bira ile yapılan eylemdir. eğer ikamet edilen yer sahil kenarındaki bir yerleşim birimi ise, efkarlandığı zaman kendini sahilin ıssız bir bölgesindeki kayalıklarda bulur insan. tanıdık tekel bayisinden alınan bira şişeleri yolda giderken şıngır şıngır öter. yanında bir de sigara varsa, takım tamamlanır. iki üç şişeden sonra kafa dumanlanır, derinlere dalınır. bazen eski sevgiliyi hatırlar insan, bazen de ölen sevdiklerini. bir de o gün dolunay varsa daha güzel olur ortam. yakamoz ışığına bakarak yudumlanır biralar. hiç dostu olmayan, belki de kimseye güvenmeyip insanlardan tiksinen kişiler yapar genelde bu eylemi. bazen de parası sadece biraya yeten öğrenciler.
safiye erol'un kaleme aldığı bir aşk romanı. (1947)
roman güzel olmasına rağmen pek fazla bilinmez. ben de hüseyin nihâl atsız'ın ruh adam romanındaki bir bölümde adı geçtiği için tanıma fırsatı bulmuştum. ciğerdelen, ruh adam romanında güntülü karakterinin en sevdiği romandır.
--spoiler--
ya en çok beğendiğin roman hangisi güntülü?
- roman hususunda galiba biraz müşkülpesendlik ediyorum efendim. manzumeler kısa olduğu için tesiri ani ve kuvvetli oluyor. roman uzun olduğundan herhangi bir yerindeki aksaklık, kuvvetli taraflarının tesirini gideriyor ve ben hissi hareket ettiğim için onun güzel ve kuvvetli kısımlarını da inkar ediyorum. bu yüzden,en çok beğendiğim roman, bir kadın romancının o kadar tanınmamış bir eseri oldu efendim.
güntülü biraz durdu ve ayşe üzüntüyle içinin burkulduğunu hissetti. güntülünün çocukça bir tercih yaparak bayağı romancılardan birinin bayağı bir eserini söylemesinden korkuyordu. bu kız ilk görüşte o kadar beğenmişti ki onun bilmeyerek kötü bir romanı sevmesini bile istemiyordu. bu suali sorduğuna pişman olmuştu. alacağı cevaptan çekinerek:
- o romanı söyler misin güntülü, dedi.
- safiye erolun ciğerdeleni efendim.
- ayşe geniş bir nefes aldı ve gülerek:
- sana tamamıyla hak veriyorum güntülü. ben de senin fikrine iştirak ediyorum, diye cevap verdi.
sabahattin âli - hüseyin nihâl atsız davasının görüldüğü tarihtir. 3 mayıs günü hala türkçüler tarafından türkçülük günü olarak kutlanmaktadır.
düzeltme: ırkçılık-turancılık davası bu tarihte değil, bundan 16 gün sonra, inönü'nün 19 mayıs nutkunun ardından görülmüştür. 3 mayıs 1944 tarihli davada yargılanan tek kişi hüseyin nihal atsız'dır.
bursa'da basılan aylık türkçü fikir dergisidir. 2011 yılından beri yayın faaliyetleri sürmektedir. dergiye ismini veren "kömen" sözcüğü, eski türkçede "hayal" demektir. derginin isminin konulmasında hüseyin nihâl atsız'ın kömen şiirinden esinlenilmiştir.
dergi, bir türkçü-turancı teşkilatlanma olan genç atsızlar grubunun yayın organıdır.
türk toplumu tarih boyunca değişik alkollü içecekler tüketmiştir. orta asya'da yaşadığımız dönemde türkler, içkiyi oldukça tüketen bir toplumdu. eski türklerde "içki" denilince akla hemen "kımız" gelir. kımız, mayalanmış kısrak sütünden yapılan hayvansal kökenli bir alkollü içecektir. tadı biraz ayrana biraz da kefire benzer ama özgün bir tadı vardır. içtikten sonra damakta garip bir his bırakır. kımız, eski türklerde çok tüketiliyordu. bugün de hâlâ türkistan'daki türk devletlerinde oldukça yaygındır. eski türklerde kımızın yanı sıra şarap da tüketilmekte idi. ancak şarap daha çok çin kültürünün etkisi ile yaygınlık kazanmıştı.
türklerin islamiyet'i kabulü ile birlikte oğuz türkleri kımızı büyük ölçüde terk ettiler. onun yerine alkolsüz olan ayran ve şıra yaygınlık kazandı. yerleşik hayatın da etkisiyle aradan geçen uzun yılların ardından anadolu türkleri kımızdan tamamen koptular. ancak toplumun bir bölümü şarap tüketmeye devam etti.
osmanlı devletinin duraklama ve gerileme dönemlerine tekavul eden bir zamanda yeni bir içki icat edildi: rakı. rakının bir çok türevi vardır. genelde akdeniz çevresindeki tüm ülkelerde farklı isimlerle ve farklı tekniklerle üretilen rakılar vardır. ancak türk rakısını bunlardan ayıran özellik anason miktarının az, alkol miktarının ise diğerlerinden fazla olmasıdır.
günümüzde türkiye'nin birkaç bölgesinde kımız fabrikaları vardır. kargo yoluyla toptan olarak satış yapmaktadırlar. türkiye, şu an rakı üretiminde dünya birincisidir. anlaşılacağı üzere bulunuşu tamamen bize ait olan iki içki türü vardır: kımız ve rakı.