şiiri düz yazı gibi okumak aciziyetinin sonuçlarının bir getirisi olan düşüncedir bu. bir şiir hece ölçüsü, redif veya kafiyeden ibaret değildir. onu hissedemiyorsan heceyle de yazılsa aruzla da yazılsa nafile.
illa böyle mi olmalı şiirler?*
--spoiler--
Uzaktan gelirken derin akisler
Kapadı geçtiğim yolları sisler
Tutuştu içimde birikmiş hisler
Gönlümü o kadar temiz bıraktı
--spoiler--
bir akıl hastasından**
--spoiler--
Sen bu karanlık alemde
Taht mı arıyorsun gönlümde
Ey güzel meçhul anne
Aşk varsa senin için içimde
Seni seviyorsam bundan sana ne
Biliyorum hem bana
Hem sana yazık
Affetme beni
Biliyorum içim ezik
Bırakmıyor işte beni
O ebedi yalnızlık
--spoiler--
Kaynaklara göre; Yunan didaktik şiirinin babası diye anılan ünlü ozan Hesiodos başka bir kullanımıyla Hesiodes'e ait olan sözdür. Bazı kaynaklarda "Cahiller bilmez yarımın bütünden büyük olduğunu." şeklinde yer bulmaktadır.
--spoiler--
Acaba bir şeyin tamamına sahip olmak insanı hoyrat ve küstah mı yapıyordu. Vuslattan sonra bunun için mi bitiyordu aşklar. Bunun için mi zarafeti korumak güçleşiyor ve davranışlara sızıyordu insan.
Yoksa Hesiodes paylaşmaktan mı söz ediyordu? Paylaşılan her şeyin, paylaşılmadan çok daha büyük hazlar vereceğini mi anlatmak istiyordu? Paylaşmayı deneyenler demek ki bölüşülen şeyin çoğaldığını görüyorlardı. Demek ki hayat buluyordu, başka hayatlarla bölüşülen hayatlar.
--spoiler--
şunu da eklemektedir ardından:
--spoiler--
Başkalarından üstün neyiniz varsa; sağlık, üstün yetenek, başarı, mutlu çocukluk çağı, düzenli aile hayatı... Hiçbirinden doğal malınızmış gibi yararlanmamanız gerekir. Tümünün karşılığını vermelisiniz. Hayatınızı eşsiz yücelikte bir sunuyla öbür hayatlara adamalısınız."*
--spoiler--
öte yandan şu sözleri söyleyen Hesiodes'e kulak verir:
"bizde bilirdik sevgiliye karanfil almasını, lakin aç idik yedik karanfil parasını." dizelerini yazarken yılmaz güney, nazım hikmet'in "mor menekşe,aç dostlar ve altın gözlü çocuk" şiirinde geçen:
"burnumun dibinden gelip geçti de yaz,
ben, bir demet mor menekşe olsun
getiremedim
sana!
ne haltedek,
dostların karnı açtı
kıydık menekşe parasına!"
dizelerden esinlenmiş olacak diye düşünüyorum. ki düşünüldüğünde gayet mantıklıdır çünkü "mor menekşe,aç dostlar ve altın gözlü çocuk" şiirinin hikayesi şöyledir: Nazım hikmet, Pirayeye mor menekşe almak için ayırdığı parasıyla arkadaşlarının aç karnını doyurur.
tanım yapmak gerekirse, bir çok kaynakta, hayatı anlatılırken ağırlıklı olarak edebi kişiliğinden bahsedilen nazım hikmet' in hayatının kısa hikayecikler ile birlikte sunumunu içerir.
bu yazıyı özünde kendim için hazırlamıştım fakat nazım hikmet'i okumamış veya klasik hayat hikayesini okurken sıkılmış olanlara sadece onu okumuş olanların bilebileceği aşklarını, şiirlerini ve bunların hikayelerini birlikte ve zevkle okuma şansı tanıyacağımı düşünüyorum. mümkünse keyifli okumalar.*
--
Osmanlı Hariciyesinde çeşitli memurluklarda ve Matbuat Müdürlüğü yapan Hikmet Bey ve ilk kadın ressamlarımız arasında anılan Celile Hanımın oğlu olan Nazım Hikmet 15 Ocak 1902 Selanik doğumludur.
Piyano çalmak, resim yapmak gibi sanatsal aktivitelerde bulunan Celile Hanımın ve bir Mevlevi şairi olan büyükbabasının ışığı altında büyürken on bir yaşında, ilk şiiri olan Feryad-ı Vatanı yazar. Ayrıca, değinmekte yarar var ki, Nazım Hikmet bu dönemlerde Nüzhet adındaki kızla ilk çocukluk aşkını yaşamaktadır.
Bahariye Mektebine devam ettiği sıralarda(on altı yaşında) ilk kez bir şiiri yayınlanır. Bu Yeni Mecmua da Hala Servilerde Ağlıyorlar mı? başlığıyla lanse edilir.
Bahriye Mektebini bitirmek üzereyken sağlık sorunları ve beraberinde çeşitli sorunlar nedeniyle okuldan ayrılarak Vala Nurettin, Yusuf Ziya ve Faruk Nafiz ile birlikte işgal altındaki istanbulu terk ederek Anadoluya geçmek üzere yola çıkarlar. Fakat ineboludayken Ankara Hükümeti tarafından seciyesiz damgasını yiyen Faruk Nafiz ve Yusuf Ziya istanbula iade edilirlerken Halide Edip ve eşi Adnan Beyin de katkılarıyla Nazım ve Vala Ankaraya kabul edilirler. Ayrıca Nazım Hikmet Marksizm ve sosyalizm fikirleri ile ilk kez ineboluda bulunduğu sıralarda kendilerine Spartakistler denilen grup vasıtasıyla tanışmıştır.
ineboludan Ankaraya olan yolculukları dokuz gün sürmüş, iki arkadaş Anadolunun gerçekleriyle ilk kez bu denli yüzleşmişlerdir.
Milli Mücadeleye katılmak üzere Ankarada hazır bulunan iki arkadaş, Nazım Hikmetin, Ali Fuat Paşanın babası ismet Fazıl Paşa ile olan akrabalığı sayesinde, Mustafa Kemalin huzuruna çıkma şansı bulur. Daha sonrasında, Nazım Hikmet bu karşılaşmayı, Orhan Karaveliye uzunca anlatır.(*) Bu konuşmanın içeriği özetle şöyledir:
Mustafa Kemal, kendisine takdim edilen ve şiir yazdıklarını öğrendiği bu gençlere ilgi gösterir. Anadoluya geçtikleri için tebrik eder ve onlara, bazılarının yazdığı gibi gayesiz şiirler değil, maksatlı şiirler yazmalarını nasihat eder. Fakat sonraları Nazım Hikmet, eserlerinde bu görüşmeden pek söz etmez.
ilerleyen zamanlarda Nazım ve Vala kendilerine uygun görülecek görevleri beklerlerken içlerinde bulundukları durum Valanın tasviriyle tam da şöyleydi: inançlarımızda büyük bir deprem oluyordu. Manevi bir sarsıntı geçiriyorduk. iki kutup arasında bocalamaktaydık. Spartakistler in aşıladığı sosyalist fikirler ve o güne kadar kişiliğimizi yoğurmuş bulunun milliyetçi fikirler arasında. Bu imkan ve şerait içinde Nazım, teyze oğluna cepheye gitmek istediği konusunda ısrarcı olmasına karşın, kendisi Türkçe öğretmeni, Vala ise Fransızca öğretmeni olarak Boluya atanırlar.
Boluya gelen iki arkadaş bir eve yerleşip öğretmenlik vazifesine başlarlar. Rutin hayat içeresinde günün çoğu kısmını kitap okumaya ayırırlarken, hisleri ve düşünceleri günbegün bir şeyler yapmalı ekseninde kesişmeye başlar. Anadolu mücadelesinde(devriminde) etkin rol oynama istekleri de bir türlü yerine gelmediğinden önlerine koydukları Almanya, Fransa ve Rusya seçenekleri üzerinde kafa yormaya devam ederler. Fakat çeşitli sebepler ile Rusya üzerinde yoğunlaşırlar. Nedir, ineboluda tanıştıkları Spartakistler, Boluda tanıştıkları Ziya Hilmi(Bolu Ağır Ceza Reisi), dayısı Fuat Paşanın Moskovaya elçi olarak atanması, Ankaradayken görüşme fırsatı bulduğu Nüzhetin Tiflise gittiğine dair telgraf çekmesi vs. fakat asıl arka planda yatan ve bu seçimi mecburi kılan ise Ankarada ittihatçılığa ve Bolşevikliğe, bir seçenek olarak bile yer olmamasıdır. Vâlâya göre ise en önemli faktör eğitimdir.
Netice itibariyle, Nazım, Vala ve Ziya Hilmi 1921 Ağustos sonlarında Boludan ayrılarak deniz yoluyla Trabzona doğru yola çıkarlar ve böylece 19 yaşındaki sosyalizmi öğrenmeye giden Nazım için yepyeni bir sayfa açılmış olur.
Trabzondan Batuma geçen iki arkadaş gözaltına alınırlar ve ülkenin cumhurbaşkanın yardımlarına yetişmesiyle kurtulurlar. Sonrasında ülkenin en iyi oteline yerleştirilirler ve burada Nazım ilk kez komünistlerle(Ahmet Cevat, ismail Hakkı ve diğerleri ile) tanışır. Sonraları Ahmet Cevat ile samimiyeti ilerletir. Bu zaman aralığında Tifliste de bulunan Nazım çocukluk aşkı Nüzhet ile buluşma şansı da yakalamıştır.
Bir keresinde kaldıkları otelde(Orient Otel) yaptığı yemekler için:
-Nasıl olmuş? diye sorduğunda, Nazım:
-Hoca yemesine katlanıyoruz bari bize şu zıkkımı methettirme! diyerek cevap verir.
1922 Haziranında Ahmet CevatınKUTV(Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi)e öğretmen olarak gidecek olması ve beraberinde Nazım ve Valanın bulunduğu beş kişiyi de Sovyetler Birliğine götürmesiyle Nazım ve Vala Sovyetler Birliğine ilk kez adımlarını atmış olurlar. Bu yolculuk esnasında Nazım Hikmet Açların Gözbebekleri şiirini yazmıştır.
Gene ayrı bir anekdot olarak, Nazım Hikmet, Romantika sında bu yolculuktan önce düşündüklerini bir nevi kendi iç hesaplaşmalarını anlattığı harikulade bir bölüm bulunmaktadır. (bu uğurda neleri göze alabildiğine dair)
Moskovaya bir süre sonra DEKÜ(Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi) hazırlık bölümüne kayıtlarını yaptırırlar ve okulun tahsis ettiği bir binaya yerleşirler.
Nazım, daha önceleri kulaktan duyma bilgilerle fikir yürüttüğü Marksizm felsefesini bu okulda öğrenirken, ilk zamanlarında devrim şairi olarak bilinen Mayakovski ile de tanışma fırsatı bulmuştur.
Kısa zaman içerisinde Tifliste bıraktığı Nüzheti de kendi okuluna aldırmış ve onunla evlenmiştir. Fakat daha sakin bir hayata geçmek isteyen Nüzhetin tüm çabalarına rağmen, Nazım devrimciliğinden ve dinamizminden ödün vermeyince 1923 yılında Moskovadan ayrılır
Ayrıca Moskovadaki ilk zamanlarında Nazım, Bahariye Mektebine geçmesine yardım eden Cemal Paşanın evine misafir olmuş ve Cemal Paşa Nazıma:
-Nazım, şayet eski vaziyetim olsaydı, ben şimdi seni astırır, darağacının altında ağlardım. demiştir.
Mayakovski ile birlikte toplantılara katılan ve şiirler okuyan Nazım, kısa sürede adından söz ettirir olmuş ve haberlere çıkmaya başlamıştır. Aldığı takdirlerin körüklediği dinamizmiyle Türkiyede Komünizm hareketlerini yönelik çalışmalarını hızlandırmış ve TürkiyedekiAydınlık Dergisinde bir takım şiirleri(Grev, Yayından Çıkan Ok, Heyecanımız vs.) ve araştırma yazıları(Amele Sınıfı ve Amele Meselesi, Yeni Resim vs.) yayınlanmıştır.
Sovyetler de geçen üç yılın ardından diğer tüm ülkesinden ayrılanlarda olduğu gibi Nazım için de dönme vakti gelmişti. Yaratılmakta olan yeni bir toplumda öğrenimi tamamlamış, eserlerinin altyapısını oluşturacak Marksist düşünce çerçevesinde şekillenmiş kişiliğiyle 1924 yılının sonlarında Türkiyeye dönmüştür. Buradaki asıl amaç parti kongresinde bulunmak ve bununla bağlantılı siyasal faaliyet yürütmektir.
Türkiyeye döndüğünde Nüzhet konusu tekrar gündeme gelmiş ve onunla konuştuktan sonra Nüzhet, Nazımla tekrar birlikte olamayacağını ifade etmiştir ve bir süre sonra başkasıyla evlenmiştir. Bu dönüşü olmayan ayrılık üzerine Nazımın 1930da Mavi Gözlü Dev şiirini yazdığı söylenir.
-Mavi Gözlü Dev-
O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruli
hanımeli
açan bir ev.
( )
Nazım Türkiyeye döndükten sonra Aydınlık Dergisinde aktif olarak yer almıştır. Hatta sokaklarda gazete bile dağıtmıştır. Bu olaydan gizli bir otobiyografi niteliği taşıyan Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim de şu şekilde bahsetmiştir:
istanbulda köprünün üzerindeyiz. Hava kapalı. Yağmur yağdı yağacak. Moskovadan Kerimle beraber döndüm. Gazetemizin ilk sayısını satıyoruz.( )Ben Köprü de, Kerim Kasımpaşada, havuzların orda. Ama Köprü ye gelince, Beş on dakika yanımda dur, ne olursun, dedim.( ) Ben o gün Köprü de 45 gazete sattım. Kerim Kasımpaşa da 225 tane satmış.
Nazımın ülkeye asıl dönüş amacı olan parti kongresi 1925te gerçekleşir. Buna müteakiben Aydınlık Dergisi ile birlikte haftalık Orak Çekiç dergisi de yayınlanması ve bir grev düzenlenmesi planlanır. Fakat o tarihlerde çıkan Şeyh Sait ayaklanması eyleme geçen bu faaliyetleri sonuçsuz bırakır. Çünkü hükümet Kürt ve islamcı hareketlerle birlikte komünist hareketleri de tasfiyeye yönelir. Bu konudan Romantika da şu şekilde bahseder:
Bizim burjuvazinin Anayasa filan taktığı var mı? Kürt diye bir biz yazdık. Kürt beylerinin, şeyhlerinin toprağını Kürt köylüsüne hemen dağıtmalı, dedik. Bu işte ingilizlerin, halifecilerin parmağı varsa, bu parmak kökünden ancak böyle kesilir, dedik. Kürt halkıyla Türk halkının arasına kan girmemeli, dedik. Dedik te ne oldu?
Takip eden süreçte gözaltılar başlamış, Nazım bunu öğrendiğinde gizlenmeye başlamıştır. Gene Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim de izmirde saklandığı günlere yer vermiştir.
Küçük, taştan, tahta kapılı, penceresiz, karanlık, dar bir kulübede yaşadığını, ancak geceleri dışarı çıkıp özgürlüğe kavuşabildiğini ve gizli toplantılara katılabildiğini belirtir. Ayrıca bu sıralarda bir köpek tarafından ısırılmış ve o dönemde yaygın olan kuduz salgınında oldukça korkmuştur.
Haziran sonlarında izmirden ayrılarak istanbula geçmiş ve gıyabında 15 yıl hapis cezası verildiğini öğrendikten kısa bir süre sonra da istanbuldan ayrılarak Sovyetler Birliğine geçmiştir ve bu dönem ilkinde olduğu gibi 3 yıl sürecektir. Bu kez sanatsal faaliyetlerinin yanında öğretmenlik de yapacaktır ve Af Kanunundan yararlanarak 1928 Türkiyeye tekrar dönecektir. Bu kez Resimli Ay Dergisinde çalışmalarını sürdürecektir. 1938de 28 yıl hapis cezasına çarptırılarak, istanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 12 yıl hapis hayatından sonra serbest kalmış fakat bu kez de askerlik dayatması çıktığından 1950de tekrar Sovyetlere gitmiştir. 3 Haziran 1963te de geçirdiği kalp krizi sonrası vefat etmiştir.
-Nazım Hikmetin hapis hayatından ve bu sürecin öncesinde ve sonrasında yaşadığı tutkulu aşklardan birkaç kesit sunacak olursa eğer:
Ülkeye son dönüşünde kız kardeşinin arkadaşı Piraye ile yakınlaşmıştır Nazım Hikmet. Dul ve iki çocuk annesi olan Piraye ile 1930 yılında başlayan duygusal yakınlaşmanın şiirsel olarak bir meyvesi de olmuştur. Mor Menekşe, Aç Dostlar ve Altın Gözlü Çocuk şiirini, sevgilisi Pirayeye mor menekşe almak için ayırdığı parasıyla arkadaşlarının aç karnını doyurduktan sonra yazdığı söylenir.
-Mor Menekşe, Aç Dostlar ve Altın Gözlü Çocuk-
Abe şair,
bizim de bir çift sözümüz var
«aşka dair.»
O meretten biz de çakarız
biraz.
( )
EEEEEEEEEY...
Kızım, annem, karım, kardeşim
sen
başında güneşler esen
altın gözlü çocuk,
altın gözlü çocuğum benim;
deli çığlıklar atıp avaz avaz
burnumun dibinden gelip geçti de yaz,
ben, bir demet mor menekşe olsun
getiremedim
sana!
Ne haltedek,
dostların karnı açtı
kıydık menekşe parasına!
Piraye ile 1935te gizlice evlenirler fakat 1938 de Nazım Hikmetin hapis hayatı başlar. Hapishanede yalnızlığın da verdiği azimle yazmaya devam eder bu kez.
Saat dört, yoksun
Saat beş, yok.
Altı, yedi, ertesi gün, daha ertesi ve belki kim bilir? mısralarını ve Düşmanlara gam. Dostlara selam. Kalbimde çocuklarım. Seni kucaklarım. Canın sıkıldıysa bu mektuptan beni affet! Kocan: Nazım Hikmet satırlarını Pirayeye yazmıştır.
Bu uzaktan aşk devam ederken Nazım, bursa hapishanesinde kendini ziyaret eden dayıkızı Münevvere de ilgi duymaya başlar ve bunu Pirayeye bir mektubunda anlatır. Piraye ayrılmak ister ve Nazım böyle bir şey istemez. Sonrasında Pirayeye yazdığı bir mektupta şu sözler yer alır:
Yeryüzünde hiçbir insan, hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır. Bütün bunlara rağmen gel. Sana gel diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam ne halt edeyim, öyleyim işte. Fakat gel. Ve benden nefret ederek, beni hor hakir görerek de olsa, beni bir daha yalnız bırakma!"
Fakat zaman içerisinde bu aşk da biter gider. Piraye hanım Nazımdan sonra kimseyle evlenmez.
Tel örgülerin arkasından başlayan Münevver aşkı ise güçlenerek devam etmiştir. 1950 de hapisten çıkınca Münevver ile evlenmiş ve Mehmet adında bir çocukları olmuştur. Ancak 49 yaşındaki adama gelen askerlik dayatması da bu birlikteliği baltalamıştır. Nazım tekrar Sovyetlere geçecek ve hasret başlayacaktır ta ki 1961 de Münevverin oğluyla Varşovadaki Nazımın yanına gelene dek. Bir ev tutup birlikte yaşamaya başladıkları Varşovada Nazım Hikmet, bir müddet sonra, Münevver yokken Vera adındaki bir bayanla birlikteliğini açıklaması üzerine bu Nazım-Münevver ilişkisi de sonlanır.
Nazım Vera ile tanıştığında Vera 23 yaşında bir kız annesiydi ve sinema stüdyosunda çalışıyordu. Nazım'ın son aşkı, son yıllarını birlikte geçirdiği sevgilisi, eşidir. Hayatında en çok bu dönemde gezmiştir. (Çin, Fransa, Afrika) Çinde gezisi sırasında şiddetli bir hastalık geçirir ve bundan sonra doktor gözetiminde yatar ve Veraya şu sözleri yazar:
Ölümüm kanserden, zatürreden, ne bileyim neden olursa olsun ama yavaş olsun isterim. Bu seni çok mu şaşırtıyor? Eğer kanser olursam, yok sanmıyorum ya, ama eğer olursam bunu bana söylemeye söz verir misin? Ani ölüm, korkunç bir ihanet gibi geliyor. Sırtından hançerlenmek gibi bir şey, anlıyor musun? Ölmekte olduğumu bilmeliyim, bilmek isterim. O zaman şimdi ve tüm yaşamımda söyleyemediğim şeyleri söyler ve yaparım. Bu çok önemli. O zaman her şey değişir. insan hem kendisi, hem de bir başkasıdır artık. Hız, cesaret, dürüstlük, genel olarak her şey başkadır. Dünya başka türlü görünür.
Ve Nazım 3 Haziran 1963 sabahı, sabah gazetesini almak üzerek kapıya gider ve içeriye döndükten sonra olduğu yere sırtı dayalı olarak düşer. Meraklanan Vera salona girdiğinde Nazımı öylece can verdiğini görür ve bir takım telefonlardan sonra gelen doktorlar kimlik tespiti için pasaportunu ister ve arasından ufak bir kâğıda bir şiir iliştirilmiş olduğu görülür.
Ayrıca bu ölümün ardından Vera, öldükten sonra da küllerinin Nazımın mezarına, kalp hizasına gömülmesini istemiş ve bu isteği yerine getirilmiştir.
(*)Belirlenen saatte meclisteydik. ismail Fazıl Paşanın beklediğini söyleyince, girişteki koridorun üzerinde bulunan bir küçük odaya aldılar. Biraz sonra kapıda görünen Paşa ayaküstü kısa bir sohbetten sonra bizi peşine takarak, içtima Salonunun karşısındaki, tozlu caddeye bakan büyükçe bir odaya götürdü.
Pencerelere yakın bir yerde Mustafa Kemal ayakta durmuş, hepsinin de mebus olduğunu sandığım yedi sekiz kişiyle konuşuyordu. Çoğunun başı açıktı ama içlerinde birkaç da sarıklı vardı. Orta boylu olan Paşa bu adamların arasında gene de hemen göze çarpıyordu. Ankaranın şartları düşünüldüğünde inanılmaz derecede şık ve zarifti.
Camlardan süzülüp sanki tam da başının üstüne vuran güneşin ışıklarıyla ikinci bir güneş gibi parlıyordu.
Kalın sayılamayacak bir sesle sakin sakin konuşuyor ve etrafındakiler tek kelimesini kaçırmamak istercesine dikkatle dinliyorlardı. Kendimi bir an büyülenmiş gibi hissettim. Gözlerimi, yıllardır hayalimde yaşattığım bu adamdan ayıramıyordum. ismail Fazıl Paşa, sağına soluna chester tipi koltuğun serpiştirildiği salonda Reis Paşaya doğru yürüdü. Vâlâ ile ben de bir adım gerisinden.
Mustafa Kemal, Ali Fuat Paşanın yaşlı babasını görünce konuşmasını kesti, kendisini dikkatle dinleyenlere:
Müsaadenizle... dedikten sonra, samimi bir saygı beslediği hemen belli olan ismail Fazıl Paşaya yöneldi. Paşa da aynı saygılı tavırla:
Size geçen gün sözünü ettiğim istanbullu genç şairleri takdim ederim diye konuştu. inebolu üzerinden Ankaraya henüz ulaştılar...
Sağ olsunlar. Hoş gelmişler, memnun oldum.
Dudaklarında dostça bir tebessümle uzattığı, ince, dikkat çekecek kadar uzun parmaklı eli ilk önce ismail Fazıl Paşa, sonra da Vâlâ hafif bir reveransla sıktılar.
Sıra bana gelince bütün cesaretimi topladım ve karşımdaki, o yaşa kadar benzerini görmediğim bu, arkaya doğru özenle taranmış sarı saçların süslediği delici mavi gözlerin ta içine bakarak:
Ben istanbullu değilim, Paşam! dedim.
Güldü.
Ya! Peki nerelisiniz?
Selanikli! Sizin gibi!
Demek ki, hemşeriyiz!
Bundan gurur duyuyorum Paşam...
Birden ciddileşti:
Güzel şiirler yazdığınızı
söyledi Paşa hazretleri. Mevzulu şiirler mi bunlar?
Cevap verdim:
Umumiyetle öyleler...
Umumiyetle yetmez. Şu sıralar yalnız mevzulu şiirler yazmalısınız. Memleketin buna ihtiyacı var.
Sohbetimiz tahminimden daha güzel bir mecraya girmeye başlamış, heyecanım da biraz yatışmıştı. Ona -en azından- bir şiirimi okumaya kararlıydım hemen oracıkta. içimden hangisini okusam acaba? diye geçirmeye başlamıştım bile. ismail Fazıl Paşanın yakını olmanın bize sağladığı bu fevkalade imkânı akıllıca kullanmalıyız! diye düşünürken sivil bir görevli yaklaşarak başıyla selamladığı Mustafa Kemale bir kâğıt uzattı.
Londra Konferansı öncesi Mecliste heyecanlı tartışmaların yaşandığı günlerdi. Herhalde, önemli ve acil bir haber olmalıydı bu. Paşa nazik bir gülümsemeyle ayrılmak zorunda olduğunu belli etti. ismail Fazıl Paşaya Tekrar görüşelim Paşa Hazretleri dedi. Şair gençlerden desteğinizi esirgemeyin lütfen.
Mustafa Kemalle aramda bu ilk -ve son- konuşma böylece, tam da samimi bir sohbete dönüşürken noktalanıvermişti... Büyük bir üzüntüyle Vâlâya usulca Bizdeki şansa bak! dediğimi hatırlıyorum.
seni sevmek öylesine bir şey,
daldaki bir yaprağın düşmesi
bir damlanın buluşması yer yüzüyle
solgun tenine çarpan rüzgarın
ayrılması gibi isteksizce.
seni sevmek öylesine bir şey,
en içten ağıtlar yakılırken bir ölünün ardından
bir duanın buluşması gök yüzüyle
hala nefes alanların
ruhları kaçmış gibi sessizce.
kimilerinin mr bean'e benzettiği amerikan uyruklu, bir zamanlar jon schmidt'in de dahil olduğu "the piano guys" isimli grup ile beraber çalışmış, şahsımca "o come, o come, emmanuel" şarkısı ile doruğa ulaşmış çellosu ile güzellikler yaratmaya devam eden sanatçıdır. apocalyptica'nın tadına bakmış biri için oldukça soft izlenimi uyanacaktır fakat ucu duygusallığa/aşka dokunan her gecede tınısını bir kez de olsa dinlemek bambaşka yerlere sürükleyecektir sizi.*
kafanı suyun üstünde tutmakla meşgulken
kalmıyor derinlerde ne yaptığının önemi
gitmek için doğrulduğumda bir kez yerimden
artık adım atamıyorum ben geri
-
duramam buralarda,
hoşça kal.
-
aramaya gidiyorum, son yolculuğumdan beri bulamadığım benliğimi.
çünkü, o son vedadan beri:
"Fizik kurallarına aykırı yalnızlıklar yaşıyorum
Devasa ağaçların çatırdayacağı hüzünleri
Ben sol cebimde taşıyorum *
bu sözlükte ya emeğe saygı yok ya da kifayetsiz insan çok. gülün, eğlenin, kürde sövün, türk e sövün, sağcı deyin, solcu deyin bölün, gününüzü gün edin. değiştiremiyorsanız olayları, izlemeyi tercih edin siz, deyim yerindeyse, ruh gibi gelin ruh gibi gidin. yaşayın bu hayatta, yaşayın güle oynaya! ama bilin, yaşadığını hissetmek, solumak değildir. ahıra kapatılmış hayvan da, dışarı çıkarıldığında havaya, suya, ışığa sahip olup, yaşadığını hayat sayar. siz de gülüşünüzü oynaşınızı, sözlük yazarlarının don renklerini, sütyen bedenlerini tartışın, yaşadığınızı hayat sayın. olan bitenin arkasından hiç bakmamak, bakakalmaktan iyidir. boş verin, satsınlar bölsünler, bize birbirimizi kırdırsınlar. ne de olsa:
Yaşasın halifemiz recep tayyip bey!
Yaşasın devrik lider Abdullah öcelan bey!
Yaşasın Amerikan doları, ingiliz sterlini!
Yaşasın Mhp, Akp, Chp, Dsp, Tkp! vesaire vesaire.
Yaşasın mark zückerberg ve facebook!
Yaşasın twitter ve fenomenlik!
Yaşasın demokratikleşme paketi!
Yaşasın tumblrın eşşiz kızları!
Yaşasın holiganizm uğruna ölen canlar!
Yaşasın ülkenin afyonu, futbol!
Yaşasın ayşe nin, mervenin genel özellikleri!
Yaşasın kapitülasyonlar!
Yaşasın oyun bağımlılığı!
Yaşasın ülkedeki dönme dolaplar!
Yaşasın cemaat, şeriat!
Yaşasın otoriteler uğruna ölen Mehmetçik!
Yaşasın Şeyh Said!
Yaşasın imfye borcu biten Türkiye!
Yaşasın aklı kıt vicdanı hür insanlar!
Yaşasın TV de bugün ne var fanatizmi!
Yaşasın beren saat!
Yaşasın komünist, faşist, milliyetçi, vatan haini!
Yaşasın satılmış medya!
Yaşasın faşizm!
Kahrolsun hakları uğrunda mücadele veren insanlar!
Kahrolsun şehidi, gazisi!
Kahrolsun Mustafa kemal atatürk!
Kahrolsun ismet inönü!
Kahrolsun nazım hikmet, halide edip, mustafa fehmi kubilay!
Kahrolsun cumhuriyet!
Kahrolsun sosyalizm, liberalizm!
Kahrolsun bilginin peşinde koşan beyinler!
Kahrolsun seçemediğimiz şeyler, kahrolsun alevisi, sünnisi, lazı, çerkezi!
Kahrolsun ethem sarısülük, mehmet ayvalıtaş, ali ismail korkmaz ve abdullah cömerti!
Kahrolsun, lanet olsun ben!
"Ne çıkar siz bizi anlamasanız da evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da." *