3. nesil öğrenme deneyimi adını verdikleri yenilikçi eğitim anlayışını benimseyen bir ekip.
Atölyeleri ve eğitimleri eğlenceli ve bol öğrenmeli geçiyor. Katıldığım için şanslı hissediyorum.
internet sitelerinide şuraya bırakıyorum : eğitmen panda
Apple ın, üretip satsa para kazanacağı (bkz: bok)un ismidir. Müdavimlerinin her çıkan ürününü satın aldığı düşünülürse bunun da alıcısı olacağını düşünmek, doğru varsayılabilir.
Bu apolitik gençliğe ( bizlere ) bir çağrıdır. Aktif olalım!
Var mısınız aktif olmaya?
Boğazımda bir çok şey düğümleniyor. Konuşmak istedikçe sadece belli başlı bir kaç cümle çıkıyor; "Oha be! " , " Yuh ulan bu hırsızlara nası bu kadar oy verdiler! " , " Bundan böyle kim bilir kaç canı daha alacaklar da doymayacalar!" vb. Bu cümlelerin benzerini, bol küfürlüsünü hepimizi kuruyoruz. Kuruyoruz da ne oluyor? Ne değişiyor?
Hepimiz şimdi, "kahrolsun" , "Allahım bu ülkede yaşamak istemiyorum!" , " Lanet olsun bunlara!" , " Ne kadar çok koyun var, tabi böyle olur!" , "BUNLARIN HEPSi CAHiL!" gibi binlerce şey yazacağız.
Allah aşkına, durup bir düşünelim. Bu kadar cahil dediğimiz kesim mi bu kadar oy veriyor? Ya da bizler bu kişileri "cahilsiniz", "körsünüz" , "açsınız" vb. yaftası ile kendimizden uzaklaştırıp RTE nin kucağına mı gönderiyoruz?
RTE, bizleri ötekileştirirken, bizlerde AKP seçmenini bizden öteki kabul ediyoruz. Hala bunu göremeyip kalkıp ne laflar ediyoruz. Durup düşündüğümde , bana bu laflar edilse ben de karşı tarafa geçerim diyorum. Siz geçmez misiniz? Bir tarafta lider vasıfları olan, konuştuğunda cidden karşısındaki insanı etkileyebilen bir de tam yurdum insanı astığı astık, kestiği kestik bir RTE var. Adam nasıl hitap etmesi gerektiğini biliyor. Kendi seçmenine tek laf etmiyor. Arada "baba şefkati ( Yeşilcamdaki Hulusi Kentmen gibi) " ile kızıyor, dövüyor ama sonra bağrına basıyor. Kalkıp büyük abilik yapıp onlara laf söyleyen bizleri ise ağıza gelinmeyecek sözler ile onların karşısında azarlıyor. Mahallede dayak yiyen küçük çocuklarken, gelip bizi döven kişiyi döven abiyi hangimiz sevmedik? Al işte bu adam bunu yapıyor.
Adam basit oynuyor, anlayacağımız.
Bu adam iktidara gelirken, tüm evleri tek tek gezdirdi. Hal hatır sordurdu. Bizlerin bir çouğunun girmek istemediği evlere girdiler. Ellerinde AKP den küçük hediyelerle ( misafir gittiği yere hediye götürür. Bunları rüşvet olarak düşünmeyin. ) hatırlarını sordular. Misafirliğin gereğini yaptılar anlayacağınız. Bunu yaparken öyle 3 5 ay değil 1 2 yıl yaptılar.
Peki, bizlerin oy verdiği hangi partiler bunu yaptı? ( Bu seçimler öncesinde CHP ve MHP biraz denedi. Özellikle Aylin Kotil bunu yaptı. Kendisini tanıttı. ) Halk sizce hemen güvenecek midir? Yıllardır kendisini arayıp sormamış bir partiye hemen geldiği gibi güvenir mi? Biz karşımıza çıkıp kendisini tanıtan kişiye hemen güveniyor muyuz? Ya da şöyle düşünelim, hep alışveriş yaptığımız bakkalımızın yanına bir bakkal daha açıldı. Daha kaliteli ve daha ucuz. Üstelik sahibi çok iyi birisi tam kafa adam. Ama biz yıllardır tanıdığımız yeri geldiği zaman ayakta sohbet ettiğimiz bakkal amcamızı bırakıp hemen diğer markete gider miyiz? Önce biraz daha tanınsın diye beklemez miyiz?
Yani, CHP kendisini tanıtmaya başladı başlamasına ama çok geç kaldı. Güveni kazanması için bunu daha fazla yapmalı ve daha çok kişiye ulaşmalı. Yaparken en büyük silah SABIR ve GÜLERYÜZ. Meyveleri ancak bir daha ki yerel seçimlerde belki etkili olabilir.
Şimdi, bu seçimlerin bize en büyük getirisi oylara sahip çıkmak. Oylara sahip çıkmak için yapılan kampanya ile AKP nin yakalanan 1000 in üzerinde hilesi görüldü. Elektrik kesintileri falan da cabası. Demek ki bir daha seçimlerde daha fazla kişi daha iyi çalışarak sandıkları koruyacağız.
YAPMAMIZ GEREKENLER,
Madem kaybettik, hemen pes edecek miyiz?! Hemen küfürler savurup, kenara mı çekileceğiz? Bu hırsıza, riyakara, din düşmanına mı bırakacağız buraları?
Bu adam TEK adam. Merak etmeyin arkasındakiler bu adamla beraber çil yavruları gibi dağılacaktır.
Şimdi her zamankinden daha çok birleşmeye, kenetlenip daha sıkı durmaya ihtiyacımız var. Safları sıklaştırmaya ihtiyacımız var. Madem apolitik yetiştik, bunu kırdık. Madem baktık bu siyasi partiler bizlerin istediklerini yapamıyor, HAYDi bizler girelim yönetimlerine! Sözleri bizler söyleyelim. Hepimiz hemen şimdi bir siyasi partiye ( hangisi görüşümüze uygunsa ) üye olalım ve EV EV GEZiP çalışmaları başlatalım!
Gün birlik vakti. Ağlayalım beraber, oturup üzülelim ama üzülürken ağlarken daha fazla rol alıp artık bu adamı bitirmeye ant içelim. Bunu da bildiğimiz en güzel yolla, sevgi ile hoşgörü ile yapalım.
Bunu yapmazsak bir sonraki seçimlerin sonuçları bugünden farklı mı olacaktır? Yine hayıflanmak yerine haydi hep beraber daha hırslı çalışalım!
Bir insanın herhangi bir özelliklerinden dolayı beğenilmemesi ya da istenmemesine rağmen kendisini herkesten üstün gördüğünde söylenen güzel bir sözdür.
Bir haberin beklendiği durum karşısında, asla gerçekleşmeyeceği düşünülen, umutsuzluk dolu durum dur. Bekledikçe gelmez. Telefon elde beklenir ama asla o mesaj gelmez.
Arkadaslar bi arkadasimdan gelen mesaji aynen gonderiyorum bilginiz olsun
14:35
S.Ç.
Organize olduk: 16.30'da Bebek Parkı'ndayız!
Güzel Arkadaşlarım,
Taksim'e giden bütün yollar kapalı. Polis dikey olarak konumlanmış halde, silahlı bir şekilde bekliyor. Bugün kask numarasını göremeyeceğimiz daha çok polis var çünkü kask takmayacak noktalarda silahla konuşlandılar. Egemen Bağış, dün yaptığı açıklamada, bugün Taksim'e gidecek olanların terörist muamelesi göreceğini açıkça belirtti. Bugün gerçek silahlar kulanılacak.
Bizim gücümüz pasif direnişten, kırmızı elbiseli kızın naifliğinden, tomaya karşı gitar çalan çocuktan geliyor. Mortal Combat oynamıyoruz, pasif direniyoruz. Silahlı çatışmada devlete karşı kazanma ihtimalimiz yok. Kazanacağımız yer masa başıdır, parklardır, meydanlardır. Bizi terörist ilan eden kişilerin üzerine silahsız yürüyerek canımızı ya da uzuvlarımızı tehlikeye atamayız. Bu bir mertlik meselesi değil. En önde savaşıp en önde ölmek bize birşey kazandırmayacak. Tayyip Erdoğan, bizi, yirmi gündür direnen gençliği, üç-beş iş makinesi ve toma ile; biber gazı ile bezdirip o parktan çıkaramayacağını en başından beri biliyor. Karşımızdakileri küçümseyip kendimizi dev aynasında görme hatasına düşmeyelim. Hükümetin bilmediği şey "pasif direnişe karşı" direnmektir. Tam da bu nedenle, pasif direnişi kırmak için bizi üstüne çekmektedir. Günlerdir dozu arttırılarak yapılan şiddet eylemlerinin sebebi budur. Bu yemi yutmayalım!
Çok haklı olarak, incinen gururumuzu, aşağılanan onurumuzu korumak için gözümüzü karartıyoruz ama bugün meydana çıkmak iyi sonuçlar getirmeyecek. Biz ikinci dalgayız.. Dün yakın arkadaşlarım yaralandı. Bugün belki bir tane daha pırlanta gibi genç arkadaşımızı kaybedeceğiz. Bugün bir ölüm olursa, vicdanımı sızlatacak olan onunla birlikte ölmemiş olmak değil; onu yaşaması için ikna edememiş olmak olacak.
Bugün meydanda kimsenin olmadığını; Tayyip'in binlerce polisi oraya boşuna yığdığını hayal eder misiniz bir an için? Polis bizi bugün Taksim'e çıkan yollarda beklerken, biz yüzlerce insan, binlerce başka insanı da peşimize katarak başka bir parkta, yeni bir eylem başlatsak? Tayyip çok daha fazla delirmez mi? Biz terörist değiliz, silahlara karşı direnmeyi bilmeyiz, kendimizi kandırmayalım.
2-3 günlüğüne meydanı bırakırsak, yolları günlerce kapalı tutamazlar. Yolları kapatıp yaşamımızı -boş yere- terörize ettikleri her an daha büyük tepki toplarlar. 20 gün önce yaptığımız gibi örgütlenelim. Bugün başka bir parka gidip piknik yapalım. "Bir tane ağaç için 4 tane can verdik" pankartımızı açalım. Gerekirse bu hafta her gün başka bir parkı işgal edelim. ilk günlerde, karşımızda muhatap bulamadığımız için içimizi dolduran öfkeyi hatırlayın. Onların karşısında muhatap bulamadıklarında ne hale geleceklerini düşünün.
Ne olur, Tayyip'in bizi içine çekmeye çalıştığı "kendi oyunu"na malzeme olmayalım. Bildiğimiz sularda yüzmeye devam edelim.
Ben, bizzat katıldığım vali toplantısında ve taksim dayanışmasında edindiğim arkadaşlarımla başka bir parkta toplanacak bir grup oluşturmanın peşindeyim. Bunun için bir Facebook grubu oluşturduk. Sizleri davet edeceğim. Bugün, meydana gidip "savaşmanın" anlamsız olduğunu bilip evde oturmayı hazmedemeyenler; on kişi bile olsak, ortaya atılan bir fikirden beslenmek için bile olsa, lütfen orada olun.
Direniş esnasında defalarca söyledim, yine tekrarıyorum: Birlikte çok güçlüyüz, birlikte çok güzeliz!
Lütfen mermilerden korumak istediğiniz arkadaşlarınızla paylaşın...
Hayata bakış açımızı biraz farklılaştırmak için belki de her yeni güne farklı bir gözle bakabilmeliyiz. Hayat, milyarlarca gözün gördüğü değil mi aslında ? Ya da sadece bizim gördüğümüz mü bu hayat ? Etrafımızda dönen bir dünyanın varlığı merkezi biz olduğumuz sürece son derece önemli değil midir? Merkezinden uzaklaştıkça bu hayata olan bağlarımızı kaybetmez miyiz? Yaşama isteğimizi kurduğumuz bağlar ya arttırır ya da azaltır. Yaşamla ne kadar iyi anlaşırsak, sahip olduğumuz bağlarda o kadar güçlü olur. Dolayısı ile, bu bağlandığımız kişilere karşı olan sevgimiz aslında yaşama olan sevgimizle doğru orantılıdır. Peki şuan yaşadığımız bu hayatta kayıtsız, şartsız sevgi var mıdır? Aslında, Masumi Toyotome nin dediği gibi " Rağmen Sevgisi" var mıdır?
Bir kişiyi, başka birisini, hiç bir koşul olmadan sevebilir mi? Yoksa bu bizlerin artık destanlarda, sinemalarda, tiyatrolarda gördüğü senaryolarda kilerden mi ibaret. ideal insan kavramı hayatımıza girmeye başladıkça, belki de sevgimizin anlamı, yeri, bizde uyandırdığı hissi değişmeye başladı. Aşka, sevgiye bakış açılarımız değişmeye yüz tutuyor artık. Evet, "her düşünce, başka düşünceler tarafından yıkılmak için doğar. " Ancak sevgi hep ölümsüz olduğu bizlere söylenen bir histir. Hangi durumlarda koşulsuz sevebiliriz?
Anne / Baba çocuklarını ( Ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar )
Çocuklar Anne/ Babalarını ( Herkes ailesini sever mi? Ailenizi siz seçemezsiniz )
Mecnun, Leyla'yı, Aşuk Maşuk u koşulsuz sever. ( Yazılan, kulaktan gelen güzel hikayeler mi sadece? )
Dini inanca sahip kişiler Tanrılarını ( Çoğul olmasının sebebi her kişinin dini görüşünün farklı olması )
Evcil haycanınızın sevgisi ( ona, su vermeseniz, yemek vermeyi unutsanız yine sizi sever miydi ? )
Belki bu listeye bir kaç şey daha ekleyebiliriz. Ama ilk akla gelenler yukarıdakiler. Belki hepsini tek tek ele alıp hem "koşulsuz sevgiye" hem de aslında her insan ilişkisi içerisinde yer alan bir koşula örnek verebiliriz. Koşulsuz sevmek için, hayatı gerçekten sevmek gerekiyor. Hayatı sevebilmek içinde büyürken ailemizin bize gösterdiği sevginin kilit rol oynadığını söylemek hata olmayacaktır. Gözlerimizi açıp çevremizi tanımaya başladıkça, insanları sevmemiz gerektiğini ya da bazılarını sevmememiz gerektiğini öncelikle ailemizin bize öğrettiği, durumlarla öğreniriz. "Bu çocukla takılma onun kötü alışkanlıkları var", " bak bu kız derslerinde çok başarılı sen de onunla iyi arkadaş ol" cümlelerinden önce, hayatta KÖTÜ ve iYi nin olduğunu onlardan duyar ve öğreniriz.
Yaptığımız bir şeyin kötü mü iyi mi olduğuna ailemizin değer yargıları ile bakmaya başlarız. Büyüdükçe bu değer yargılarının üstüne bazende yerine, kendi deneyimlerimizle kattıklarımızı koyarız. Bu şekilde hayata karşı sahip olduğumuz ön yargılar bizleri sevmemiz gerekenlere götürür. Büyürken bu ilk değer yargılarımız bizlere verildiğinde hayatında iyi mi kötü mü olduğuna karar veririz. istediğimiz oyuncağa sahipsek, mahallede ki çocuklardan önce babamız bize bisiklet aldıysa, Barbie nin yeni çıkan modelinden bir bebeğe sahip olduysak bu hayatın iyi olduğuna karar veririz. istediklerimize sahip oldukça... Koşula bağlı olarak severiz hayatı, düşünmeden, tartmadan... Hayat güzeldir çünkü biz mutluyuzdur.
Hayatta, ailelerimizi seçemeyiz. Onların nasıl bir kişiliğe, ekonomik duruma, kültürel ve entellektüel bilgiye sahip olduğunu bilemeyiz. Bunun sonucu olarakta onlarbizi yetiştirirken yaşanılan sürtüşmeler önem kazanır. Sürtüşmelerimizin şiddeti arttıkça, " insan kendi ailesini seçemez ki , onlar senin annen, baban.... Saygı göstermeli ve sevmelisin" sözünü sıkça duyarız. Ama belki de onlara karşı sevgimiz olsada, bu sevgi koşulsuz bir sevgiden çok bazı koşullara bağlanmaya başlar. Herkes için böyle olmayacaktır tabi ki ama anne ve babaya karşı olan sevgide farkında olamasak da koşullar vardır.
Mecnun, Leyla' yı severken, onun peşinden çöllere düşüp, delirirken Leyla'sından başka bir şeyi düşünemedi. Onu aradı her yerde... Baktığı her şeyde onu gördü. Kendisinden çok onu düşündü. Peki bu gerçek miydi? Leyla, şaşı ve topal olmasına rağmen Mecnun, Leylasını herşeyden çok sevdi mi? Koşulsuz, bu haline rağmen, onun kendisini düşünüp düşünmediğini bilmemesine rağmen sevebildi mi? Şuan olsa sevebilir miydi?
Günümüzde, hayat gittikçe daha teknolojik oluyor. Yaşamak gittikçe daha kolay bir hal alıyor. Evden, cepten telefolarımızın kameraları ile ne kadar uzakta olsakta görebiliyoruz birbirimizi, konuşabiliyoruz. Özlemek bile farklı bir kavram artık. Eskiden uzak olan mesafelerde günlerce haber alamadan kalmakken özlem şimdi karşımızdaki insan bir kaç dakika geç cevap attığında özlemişiz oluyoruz. Özlemin anlamı değişirken sevgininde anlamı değişiyor. Her şeyi hızlı tüketen bir toplum haline gelioruz her geçen saniye. Çok sevdiğimiz bir ayakkabımızın dikişleri açılırsa, onu gidip tamir ettirmek yerine, yenisini alıp onu sevmeye başlıyoruz. Tutkularımız daha çabuk tükenir halde... Dünyaya bakarken daha sabırsız bir haldeyiz. Tepkilerimizi, tutkularımızı bile bir mini günlük sitesine girip yazıp paylaşıyoruz anında... Bunlar bir araya gelip üzerine daha bir çok şey eklendiğinde sevginin de tanımının değişmesi kaçınılmaz oluyor. Eskiden günlerce görüşmemeyi göze alabilen sevgililer bile artık telefonda bir kaç saat görüşmemeye tahammül edemez halde. Kısacası, sevgilerin içine artık modernleşen hayatta daha çok "bireysellik" giriyor daha çok " sabırsızlık" giriyor, "bencillik" giriyor... Bireyselliğe itilen bir hale geldikçe, her şeyi ister hale geliyoruz ama sadece bizim için. Paylaşmak artık bir çoğumuzun aklından çıkıyor. Yardım etmek bile insanlara zor geliyor. Günlük koşuşturmalar içerisinde bir başkasına gülümseyip selam vermek bile saçma görünmeye başlıyor hayatımızda. insanları her şeye rağmen sevmek bizlere zor geliyor.
Masumi Toyotome nin şu sözleri ile belki de sonlandırmak en güzeli olucaktır.
--spoiler--
"Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur. " diyor Toyotome... " Farkında olsanız da, olmasadanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha önemlidir. " Bunun için küçük bir test tarzında sorular soruyor;
Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz; yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz? Kendi kendinize, ' yaşamanın ne yararı var? ' diye sormaz mıydınız?
Şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün... Dünya birden bire başınızın üstüne çökmez miydi? O an yaşam size anlamsız gelmez miydi?
Diyelim sıradan bir yaşamımız var... Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde, gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşardınız? diyor ve yanıtlıyor:
Böyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar. Bugün yaşamımızı sürdürebilmemizin nedeni rağmen türü sevgiyi şu anda yaşamamız ya da bir gün bu sevgiyi bulacağımıza inancımızdır.
. Çünkü Toyotome nin dediği gibi "Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var... Kimsede başkasına verecek fazlası yok. "
Modernleşen hayatlarda,paylaşımcılık, yardımseverlik, bencillik, bireysellik arttıkça, sevgimizi başkalarına vermekten vazgeçiyoruz. Bu da insan olmadan bizleri uzaklaştırıyor ve kendimizden başkasını, sahip olduğunu düşündüğümüz, kötü huylarına, eksikliklerine, geçmişine vs. rağmen sevemiyoruz.
--spoiler--
Sözlükten sıkıldığını, istediği gibi kendisini ifade edemediğini düşünen, hayata bakış açısı değişen belki de artık sözlükteki yazıların beklentilerinin altında kaldığını ve benzeri düşüncelere sahip kişinin düşüncesidir. Bunu da " (bkz: ben bu sözlükten ayrılmak istiyorum)" diyerek şansını başka sözlüklerde belki de kendi iç dünyasında devam ettirmek istediğini belirtmesidir.
Sözlük yazarlarının nick altına yazanların sayısına bakılarak karar verilebilir. Genellikle bir yazarın nick altı 2 sayfadan çok ise bilinmelidir o yazar kadındır.
Saçma sapan bir çok yorumuna iyi ve güzel denilerek tanışmak için fırsat kollayanların yazıları bir haylice fazladır.
Başlığından " bazen " kısmı atılarak, insan olmaktan utandırılacak bir durum yaşandığında söylenen cümledir.
Öyle anlar vardır ki var olmaktan bile utanılır hale gelebiliyoruz. Tecavüz haberleri, cinayetler, savaşlar, dost dediklerimizin kazıklar, hayvanlara yapılanlar vs. diyerek uzun bir listeye sahip olabilir.
Bir yılını, AFSKültürlerarası değişim programı ile yurt dışında geçirmiş olmak demektir.
- Onlarca ülkede evin olması demektir.
- Her zaman sana kucak açacak olan ikinci bir ailen olması demektir.
- Yeni kültürler tanımak için sabırsızlanmaktır.
- Ana dilin gibi ikinci bir dili konuşmaktır.
- Dünyaya farklı pencerelerden, farklı renklerle bakabilmektir.
-Annenden ve babandan bahsederken insanların "buradaki mi oradaki mi?" sorusuna alışık olmaktır.
- Bitmeyen değişimin kendisi olmaktır.
--spoiler--
Neden suyun mavi rengi aldığını sorup gitmişti bir keresinde. Geldiğinde, kendisine yaptığı araştırmalar sonucunda suyun aslında mavi olmadığını, gökyüzünü yansıttığı için bizlerin mavi olduğunu düşündüğümüzü söylemişti. Heyecanlıydı çünkü doğru cevabı bu sefer bulmuştu. Aradan geçen on saat içinde.
ilk kez yüzünün olmadığını fark ettiği karanlık, Hayır! demişti. Su mavi rengi alır, çünkü herkes onun bir zamanlar Gökyüzüne hayran olduğunu bilir. Küçük bir su birikintisi iken, Gök ün uçsuz bucaksız görüntüsüne, nereden bakarsan bak bitmezliğine imrenmişti. Gök, bu durum için yardımcı olabileceğini düşündü, ama aklına bir fikir gelmiyordu. Ağlamaya başladı. Hep böyle sulu gözdür zaten. Ağladıkça, küçük su birikintisi, büyüdü, büyüdü, büyüdü. Büyüdükçe önüne çıkan her şeyi önüne kattı. içine çekti. Gökyüzüyle yarışa girdi adeta. Günler geçti, yıllar, asırlar Sizin dediğiniz okyanuslar haline geldiğinde, Gök e teşekkür etti. Ama Gök artık yüz vermiyordu. Bunun üzerine, Su, bakanlar kendisini Gök ten ayıramasınlar diye maviliğini aldı gökyüzünün. Araları daha da açıldı. Gök konuşmaz oldu. Ancak iyice bakarsan, ikisinin ufukta bir araya geldiğini, birbirlerinden kopamadığını görürsün. Su bu yüzden mavidir.
Uzun süredir sakalını ve bıyıklarını uzatan bir erkeğin kesmesi durumunda yaşanan mucizevi durumdur. Örneğin bir erkek 35 yaşındaysa ve uzun süredir sakalı ve bıyığı varsa kestiğinde bir anda kendisini 24 25 yaşlarındaki haliyle karşı karşıya bulacaktır. Etrafındaki herkes kendisine gençleştiğini söyleyecektir.
Bugün yaşanmış bir olay. Prakende devlerinden IKEA bir müşteri, alışverişini yapıp kasalara geçerken önünde duran sepetteki ürünlerinin kendisinin olduğunu düşünerek, hepsini geçirmiş ve bu ürünlerin parası yaklaşık 4.000 tl yi bulmuş. Hiç düşünmeden kartını uzatıp ödemeyi yaparak yoluna devam etmek üzere kasadan geçmiştir. Bir kaç dakika sonra bunların kendisinin olmadığını farkedince iade etmek için iade bölümüne yönelmişlerdir.
Anlayamadığım hadi bunları aldığını düşündün ki 8 - 9 büyük paket, farkına varmadın, alışverişinin 4000 tl sini bunlar alıyor nasıl farkına varmazsın da kartını uzatıp ödersin.
Masallar, dünyayı yönetmek isteyen kişilerin bu işi yapmanın en kolay yolunun, çocukları daha detaylı düşünemeden sahip oldukları düşünceleri şekillendirmek olduğundan yola çıkalarak yazılmışlardır.
Her masal, bizlere iyi kalpli bir prensesin ve prensin varlığından bahseder. Bazen bu prensesler halkın arasından tüm kötülüklere rağmen çıkıp bir beyaz atlı prensi bulurlar ve onunla evlenip dünyaya hükmederler. Herkes onların hükmettiği yerde mutludurlar. Çünkü birileri onlar için düşünüyorlardır. Halkın yapması gereken tek şey başlarındaki bu iyi kalpli prensi ve prensesi sevmektir. Çünkü onlar her şeyi halkını mutlu etmek için yaparlar. Büyücüleri, kötü kalpli kraliçeleri yenerler.
Daha önceki prenses kraliçe olunca kötü kalpli dahi olsa iyi kalpli olan onu yenip yerine geçecektir. Endişe edecek ne var ki?
Hep bizleri kurtaracak prensler ve prensesler var bu dünyada. Küçüklükten beri bu şekilde masallarla büyüyen bizlerin endişe edeceği hiç bir şey yok. Artık yıkanan beyinlerimiz de bizlerin olmadığına göre.
Hayal kurup belki bir gün beyaz atlı prens oluruz ya da iyi kalpli prenses...
Beyaz Tv ekranlarında, konuşmaları ve şike davası için yorumları ile hem bizleri güldürüyorlar hem de bu sürecin uzamasından nasıl faydalandıklarını ifşa ettikleri bir program olmaktadır.
Kürtaj ın cinayet olduğuna inanılan bir durumda, yapılan her masturbasyon ile salgılanan spermlere katliam yapılmaktadır. Bu konuda facebook gibi sosyal medyada kampanya başlatılmıştır.
Normal saatleri 06.00 - 00.05 arası olan istanbul m2 numaralı Şişhane- Hacıosman arası metronun çalışmamasıdır. Hiç bir uyarı yapılmadan 23.00 itibari ile metro istasyonu kapatılmıştır.
Nihat Özdemir' in yaptığı açıklamada en dikkat çeken cümledir.
Ancak kendilerinin suçsuz olduğuna inanan yöneticiler nasıl oluyor da bir anda kendilerinin puanının silineceğinden emin oluyorlar? Emin olmasalar niye kalkıpta 58. madde puan silme olursa bu kadar ayaklanıyorlar? Nasılsa suçsuz olanlara bir şey olmayacaktır.
nihat özdemir ' in fenerbahçe kongresinde yapmış olduğu mali açıklamalar da galatasaray' ada dokundurmuştur. ekonomik olarak hiç bir sorunları olmadığını söylemişti. bunun üzerine webaslan.com sitesince yapılan açıklama nihat özdemir' e sorduğu sorulardır.
--spoiler--
"galatasaray'ın 3 katı fazla olduğunu söyleyerek gündem değiştirmeye çalışan ve bir avuç insanın iki alkışına muhtaç halde olan sayın nihat özdemir'e soruyoruz, madem paranız var; dimdik ayaktasınız;
o yüzden mi emenike'yi sattınız?
o yüzden mi lugano'yu sattınız?
o yüzden mi santos'u sattınız?
o yüzden mi yardım kampanyaları düzenlediniz?
o yüzden mi başkent kapılarını aşındırdınız?
o yüzden mi iş adamlardan randevu alabilmek için telefonlarınız kulaklarınıza yapıştı?
o yüzden mi yayıncı kuruluşla pazarlık halindesiniz?
o yüzden mi herkesten fazla konuşup, prim yapmaya çalışıyorsunuz?
Bazı insanlar ki, güzellik kavramını ne iç güzelliğinde ne de dış güzelliğinde algılarlar. Bu şahıslar, insanları ceplerinde ki paraya, üzerine giydikleri kıyafetlerin etiketlerine, gittikleri okulların maddi boyutuna bakarak yargılarlar.
Ne kadar pislikte olsanız özel bir okula gidiyorsanız parasını verip, altınıza bir mini cooper çekiyorsanız siz dünyanın en güzel insanlarından birisi olabilirsiniz. *
Ankaragücü' nün genç teknik adam Hakan Kutlu' nun Sivasspor maçından sonra yaptıkları açıklamadır. insanın içini titretmektedir. Helal olsun bu kadar direnen genç takıma ve hocasına!! Emeklerinin karşılığını alabilseler keşke denilen bir durum.
--spoiler--
"Maç 3-0 bitti ama ben futbolcu arkadaşlarımın sahaya koyduğu, bu kadroya, bu yetersizliklere rağmen ortaya koydukları mücadeleden memnunum, kendilerine teşekkür ediyorum. Ben maç skorlarından daha çok Ankaragücü'nün içinde bulunduğu durumu hep değerlendirdim. Aslında sürekli de yakınmak istemiyorum ama bu çocuklar, bugün sahaya anlaşmalı olduğumuz firmanın da parasının ödenmemesinden dolayı tek formayla gelip, ilk yarı giydikleri ıslak formayla ikinci yarıya çıkmak zorunda olan bir takım. Yani bu çocuklar bu şartlarda mücadele ediyorlar. ilk yarı giydikleri ıslak formayla ikinci yarı sahaya çıkıyorlar, çünkü ikinci formamız yok şu an. Koskoca 102 yıllık bir camianın ayıbı bu. Yani bu insanların hiç mi vicdanı sızlamıyor. Buna bir çare bulmaları lazım."
--spoiler--
Coca Cola yı yıllardır yaptığı neredeyse her reklamda kutup ayısı oynatması, minik kutup ayısının sevimliliği ve bu ayıların oyuncaklarını dağıtırken gördük.
Pepsi, yeni reklamında kutup ayısını oynatarak, Coca Cola ya laf atma çabasına girmiş ve " ne o şaşırdınız? evet artık pepsi içiyorum" sözü ile de lafı koymuştur.
Ancak bu reklam Pepsi ye insanların yönelmesini sağlar mı bilinmez.
Eğlenceli bir reklam olmuştur. Coca Cola' nın nasıl bir cevap vereceği de merak konusu.