beyaz show'un bugünkü bölümünde oldukça dikkat çeken hadisedir. hadise, devasa boyutlara ulaşma yolunda emin adımlarla ilerlemekte olduğunu göstermiştir.
böyle giderse beyaz show'a bir dahaki gelişinde koltukta kapladığı alan açısından, diğer konukların sığmakta zorlanacağı belli olmuştur.
çok rica ediyorum esmerseniz, saçınızı platin sarısına boyatmayın. lütfen bak. hadi her insan hata yapar, bir hata yaptınız diyelim ki boyattınız; dip boyanızı hayvani boyutlara ulaşmasını beklemeden yaptırın.
hani parfüm şişesini üzerinize boşaltıp toplu taşıma araçlarına biniyorsunuz ya, o parfüm şişesini kıçınıza sokmak istiyorum. yapmayın etmeyin.
tırnaklarınızı devasa boyutlara ulaştırmadan kesin. düzgün kesilmiş bakımlı tırnaklar daha temizdir. azıcık adam olun ya.
valiz gibi çantayla gezmeyin. içi boşsa çok amele bi görüntü oluşuyor.
saçlarınızı her gün düzleştirmeyin, çarkına etmeyin o güzelim saçların. özel günlerde düzleştirince farklı bir şey yaptığınız ortaya çıkar hem.
çok fazla takı takmayın. aksesuar güzeldir ama bokunu çıkarınca çok göz yoruyor.
gotik olucam diye kışın ortasında bağrınız açık gezmeyin, üşür insan be zatürre olur valla.
ayak tırnaklarınızdaki ojenin yarısı çıkmısşsa, sandalet giymeyin
uzun saç güzellik demek değildir, kısa boyunuz varsa belinize kadar uzatmayın. yüze giden hoş bir kesim çok daha güzel gösterecektir.
türkiye sınırları içerisinde şahit olduğum en iğrenç manzaraydı sözlük. milletimizden tiksindim, böyle insanların bu sınırlar içerisinde yaşadığına üzüldüm.
şöyle ki:
annemle birlikte sabah vakti halamlara kahvaltıya gidiyorduk. hava da buz gibi kıçımız donuyor hani. neyse halamların evi istanbul'da yakacık- kurfalı arasında bir yerde, bilenler bilir kurfalı'nın nasıl iğrenç, apaçi mekanı olduğunu. hava da soğuk ya, çok yürümeyelim diye ara sokaklara girdik. girmez olaydık sözlük.
sokaklar zaten hoş değildi. ekonomik seviyenin daha düşük olduğu, cahil bir halktan oluşan, saçma sapan gecekonduların ve binaların olduğu klasik istanbul sokağı. sabah saatleri ya, pek boş.
neyse sözlük yürüyoruz; birden sağ yanımdaki binanın camından, benim yürümekte olduğum tarafa doğru bir cisim yaklaştığını fark ettim. tam önümden geçti, sol tarafımda bir yere düştü. bi baktım, bir yoğurt kovası. bim'in yoğurdu işte (bkz: dost yoğurt)
kim ulan bu utanmaz diye başımı kaldırıp cama doğru baktım (camdan çöp atan insanlardan nefret ederim sözlük) kimse yoktu ama cam açık ha.
sonra yoğurt kovasına kaydı gözüm, iğrenç bir bok kokusu geliyordu zaten.
sözlük, yaşadığım şoku nasıl anlatabilirim bilemiyorum. kovanın içindeki bildiğin bok ya, dolu dolu. ben kim bu dışarıya çöp atan terbiyesiz diye şoklara girerken, bu insanımsı sıçtığı boku yoğurt kovası ile camdan dışarı savuruyor.
yemin ederim lanet ettim o sokağa da, o insanlara da sözlük. insansın ya sen! beyni olan, aklını kullanabilen bir yaratık. kediler bile tuvaletini yaptıktan sonra üstünü kumla örtüyor. kedi kadar mı aklın yok senin ? hadi yoğurt kovasına sıçtın, niye camdan fırlatıp atıyorsun?
ah sözlük, ya o benim kafama gelseydi? bir adım daha atmış olsaydım bana gelecekti. düşündükçe sinir krizleri geçiriyorum.
lanet olsun o insanımsıya.
böyle insanları istanbul'da görmekten ben utandım. ama ben utansam ne yazar o hayvan sıçtığı boktan utanmadıkça ?
içmeyin arkadaşım o zaman dedirtendir. ne kadar meraklısınız kendinizi öldürmeye... iradenize hakim olamayacak kadar aciz misiniz? illa ben kendimi öldürmek istiyorum da diyorsanız ödeyeceksiniz o zaman. için işte paranız varsa.
kendinizi öldürün, akciğer kanseri olmak için üstüne bir de para ödeyin.
bu aptal şeyin daha pahalı olması lazım hatta, herkes alamasın. cidden zarar gelmez, valla bak. gencecik sigara içen öğrenciler azalır belki. siz de en fazla yemekten sonra tüttüremezsiniz, gördüğüm kadarıyla çemkirenler de her halukarda içecekler. daha sağlıklı bir toplum çok battı nedense.
bir zamanlar fake kelimesinin, facebooktaki sahte şeyler için kullanıldığını sanıyordum evet... face ve fake kelimeleri arasında bağlantı kurmuştum aklımca ne yapayım sözlük.
bu şarkıyı ilk dinlediğimde hiç sevmedim. o kadar bayık ve sıkıcı geldi ki, tıpkı wish you were here gibi. onda da aynı şeyleri hissetmiştim. dinledikçe, sözlerini anladıkça daha bi anlamlandı, güzelleşti comfortably numb. dinledikçe sevdim, dinledikçe mest oldum ve biliyorum ki her dinlediğimde daha çok seveceğim.
eğer sadece sevgilisi var diye başkalarına bakmıyorsa sorunlu bir ilişkinin sorunlu erkeğidir. bakmamasını gerektirecek olan şey sevgilisinin olması değil, sevgisinin olmasıdır. yani gerçekten seviyorsan sen zaten bakmazsın bile bu kadar basit.
laiklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasından önce bir ülkede her insanın, hangi dinden olursa olsun eşit şartlara sahip olmasıdır.
kesinlikle yobaz bir insan olmadığımı belirtmek isterim çünkü söyleyeceklerimden sonra yobaz damgası yiyeceğimi biliyorum, malesef bu böyle.
ingiltere'de sokağa çıktığınızda her tür ırktan, dinden insan görebilirsiniz. meryem ana, haç kolyesi takan insanlardan, takkeyle gezen insanlara; kara çarşafla gezenlerden, mini şort ve askılıyla gezen insanlara kadar her türlü insan.
bu insanlar bu şekilde gezebiliyorsa, evet o ülkede laiklik vardır.
türkiyede' de var ama tam olarak değil. türbanla da gezen var, mini etekle de gezen var. bizim ülkemizde abazalar var gerçi o ayrı ama genel olarak insanlar istediği şekilde giyinebiliyorlar.
peki resmi kurumlarda neden bu böyle değil ?
bu konudan gına geldi evet ama neden bir türbanlı üniversiteye giremesin ya da öğretmen olamasın? evet resmi bir kurum ama bu yeterli bir sebep mi ?
bir insan türbanlı olur haç kolyeli olur ateist olur hangi din olursa olsun yaşam tarzını bir resmi kuruma girmek için değiştirmek zorunda mı?
bence değil.
bir üniversiteye her dinden insan gidebilmeli. eğitim hakkı bu ya dine bakılır mı ? müslüman, ateist, budist, musevi, hristiyan, putperest her ne olursa olsun bu değişebilir mi ?
ben kapalı değilim böyle bir şey de bana ters ama insanların yaşam ve düşünce tarzlarına saygılıyım ki önemli olan da bu. kimsenin tercihi beni ilgilendirmemeli. devlet dairesinde bir türbanlı da görsem yadırgamam, dersime türbanlı öğretmen girse de yadırgamam çünkü bu benim ilgi alanım değil, onun düşüncesi ve onun tarzı. o da bana saygılı olmak zorunda.
aslında bu tip özgürlükler sağlansa laik bir devlet olunur işte. çünkü asıl bu tür bastırılmış özgürlüklerdir insanları yobazlaştıran.
merhaba sözlük, şimdi sana türk gençlerinin muhteşem hayat tarzından bahsedeceğim.
6. sınıf = SBS
7. sınıf = SBS
8. sınıf = SBS
bu öğrenciyi, 6. sınıfa başladığında dershaneye verir ailesi. anadolu lisesi kazanması için bütün hayatına sıçılır. öğrenci haftaiçi okula gider, haftasonu millet tatil yaparken dershaneye gider. okul sonrası soru çözümüne gider...etüte gider...özel derse gider... dershaneye gitmezse olmaz, eğitim sistemi böyle çünkü; maddi imkanı yeterli olmayanların ağzına sıçmakta üstüne yok.
dershanede rekabet olur, baskı altında yarış atı gibi hazırlanır sınava öğrenci.
bu boktan hayat üç sene boyunca devam eder. okul-dershane-ev. başka bir şey yok.
ve lise başlar.
öğrenci üç sene boyunca yaşadığı stresten kurtulduğunu sanar ve 9. sınıfta ders falan sallamaz. bıkmıştır çünkü üç sene boyunca test çözmekten, ders çalışmaktan. belki sınıfta bile kalır. ailesi sınıfta kaldı diye zorla tekrar dershaneye gönderir falan.
lisede başlar öss ygs ne boksa o dönem. rehber öğretmenleri şimdiden hazırlanmaya başla derler çünkü öğrenci, üniversite sınavında 4 sene önce gördüğü şeylerden sorumludur.
öğrenci başlar çalışmaya hayvan gibi. ne yapsın zavallı ? sistem bokunu değiştirebilir mi ki ?
lise 2 de en erken başlar dershaneye. lise 4 te kesin gider ama. yine aynı stresli boktan döneme girer. ilk gençlik yılları da böyle boktan ve boş geçer işte. sonunda girer üniversite sınavına. hayatı resmen bu 3 saate bağlıdır ve o kadar gerilir ki bildiği şeyleri bile doğru düzgün yapamaz. hadi yaptı diyelim, çok iyi bir üniversitede harika bir bölüm kazandı.
peki ya sonra, ey türk gençliği ?
hayatının en güzel, en deli yılları geçti gitti. hangi konuda kendini geliştirdin, dersten başka?
en güzel döneminde bütün güzelliklerden mahrum kalmadın mı ?
hangi filmi izledin, hangi kitabı okudun, hani müzik aletini çaldın, hangi resmi yaptın? ne yaptın ? hatta hangi yabancı dili öğrendin adam gibi?
test çözdün. yarış atı gibi sınava hazırlandın. ot gibi yaşadın.
üniversite de bitti diyelim. iyi bir mesleğin var. ne geçti eline? sevdiğin bir mesleği yapıyor olsan bile hayatının en güzel yıllarını ot gibi yaşadıktan sonra ne anlamı var ki ?
elbette bir anlamı var, emeklerinin karşılığını aldın. azimle sıçtın, betonu deldin ama eee? o yıllar bir daha gelecek mi ? kaç kez geleceksin dünyaya ?
tam 7 sene sınava hazırlanan gençler türk gençleri. kpssiydi carttı curttu saymıyorum bile. hayatlarından yedi sene gitmiş, en çok yaşanılası 7 sene.
ve bu gençler bu ülkenin geleceği. sanatla, sporla uğraşmaya vakti ve imkanı olamamış gençler.
çok doldu içim sözlük. hiçbir şey yapmıyor olmak sinirlerimi bozuyor. sbs boku yüzünden voleybolu bıraktım, muhteşem oynamıyordum ama geliştirebilirdim.
bir müzik aleti çalmak istiyordum, hala istiyorum ve hiçbir zaman olmadı. fena mı olurdu çello ya da yan flüt çalmak ?
ama bunlar benim neyime, okula gideyim geleyim. dershaneye gideyim. iyi bir lise, sonra üniversiteye gideyim. iyi bir mesleğim olsun para kazanayım. ancak onan sonra yaşayabilirsin. hayat bu mu lan ?
eğer buysa böyle hayatın aq sözlük.
ya uyum sağlarsın, ya da görürsün ebenin nikahını. doğal seçilim gibi bir şey bu sistem.
sonra bu ülke sanatta yetersiz, sporda yetersiz, onda yetersiz bunda yetersiz...
elbette yetersiz kalır. gençlerin ağzına sıçılsın, psikolojileri bozulsun, boktan sorumluluklar verilsin, sosyal hayatı yok sayılsın. sonra türk gençliği neden böyle bilmem ne.
hülya avşar, hadise, murat boz gibi engin müzik ve ses bilgisine sahip olan saçma sapan jürilerden oluşan saçma sapan yarışma. hele jürilerin şarkı esnasında girdiği tripler yok mu... özellikle mustafa sandal ve hadise'nin ağzına iki tane patlatası geliyor insanın.
ha bir de, acun yaptığı yarışmaların bokunu çıkarmakta usta olduğu için bi beş sene falan farklı yarışmacılarla her hafta ekranlarımızı süsler herhal.
mümkünse açılmayın.
açılmak nedir arkadaşım. birlikte vakit geçirdikçe, tanıdıkça bir şeyler zaten olur. yakınlaşırsın elbet. git bir de çıkma teklifi et, benimle çıkar mısın de. hey allahım.
açılacağına git birlikte bir şeyler yapmayı teklif et. konsere gidelim, sinemaya gidelim de. ilgi alanları ortaksa ki muhtemelen öyledir; birlikte yapılacak bir şeyler elbette bulunur. güzel vakit de geçirilir.
çıkma teklifi edeceksin de ne olacak? evet ya da hayır diyecek. hayır demesi hoş olmayacak. evet derse de yine her şey muhteşem olmayacak. zorunluluktan bir araya gelinecek bazen, sevgilisiniz ya hani.