altında sütçü beygiri olduğu için dolu dizgin gitse de hızı yürümekten öteye geçemediği için koşan bir hükümeti yakalayamadığından ötürü boş beleş bir sanrıdır.
haklıdır da. boy kavgasına giriyor adam ya. karikatür dergilerine havale etme olayı ile takdirimi kazanmışken saçma cevaplar vermesi olayı ne kadar kafasına takdığğının ve gurur yaptığının kanıtıdır. sidik yarıştrmaktansa ülke için çalışın canlar.
şaşkın yazardır. kimsenin kendini anlamadığını düşünür.
"oysa tespiti yaptığında böyle miydi? çok hoşuna gitmişti. direk sözlüğe yazmalıyım diye düşünüp, bir solukta eve gelip, telaşla karışık bi sevinçle başlığını açıp, girisini girmişti. sonra tedirgin dakikalar başladı. bir süre sonra sayfayı yeniledi. başlıkta iki yeni giri vardı. yüzünde bi tebessüm oluştu. biraz daha bekledi. lakin bu sefer pek bişey değişmedi. morali bozuldu. umutlu bekleyişe daha katlanamadı heyecandan titreyen yüreği. dışarı attı kendini. akşama kadar gezdi, tozdu. eve gelirken bira ve fıstık aldı. son bi kez sözlüğü açıp,i başlığa baktı. başlığına sadece 3 (üç) giri girilmişti.
dolan gözlerini kırpmadan bilgisayarın fişini çekti. televizyonun başına geçip, ağlayarak arjantin ligini izledi."
Yalnızlığın sıkıcı sesinin yankılandığı ve yalnızca ufak TV'nin cılız ışığının aydınlattığı, loş ve bir o kadar boş odada TV koltuğuma yayılmış boş boş reklamlara bakıyordum. Saat iyice geç olmuştu. Bunu Mehabbetin Kralı bitmesinden anladım çünkü tazmanya canavarı şeklindeki şeker saatim bir haftadır kayıptı. Duvardaki neden aldığımı anlamadığım kocaman aynaya baktım, göz altı torbalarım pazar torbasına dönmüştü, uykuya hasretliğimin yüzümde bıraktığı acizane hediyelerdi bunlar. Aynı şeyi dün akşam da görmüştüm, önceki akşamlarda. Sıkılmıştım, aynı şeylerden, hatta kendimden. Beni tekdüzelikten kurtaracak bir program aradım. O saatte bulamadım pek tabiki. Sağlam bi küfür edip TV'yi kapadım.
Son iki aydır doğal gaz faturasını ödemediğim için evde montla dolaşıyordum. Hal böyle iken zor ısıttığım koltuğumdan kalmak hiç içimden gelmedi. Buna karşın içimdeki bir dürtü ile kalktım ve buzdolabına baktım, beşer dakika aralıklarla yaptığım gibi. Sonra buz dolabını kapamadan bunun nedenini düşündüm. işinde o an istediğim bir şey olmayan dolaba günde 237 kez bakmamın sebebi neydi? Acaba şuan deneysel olarak uygulanan ışınlanmanın sayesinde dolabıma yanlışlıkla abur cubur gelir diye mi umut ediyordum? Gerçi teknoloji bu kadar gelişmedi ama... hem bunun gerçekleşme ihtimali olsa bile bana kesin son kullanma tarihi geçmiş şeyler gelir.
insanların şans dediği şeyin sadece ismini duymak... Bu aklıma geldikçe derin düşüncelere dalar ve bi gün tanışmak umuduyla uyanırdım. Lakin bu sefer böyle olmadı. Gözlerim doldu diyip geçmek istiyorum ama bu iki yüzlülüğü yapmayacağım. Ağladım. Hüngür hüngür ağladım. Harbiden bildiğin ağladım gözümden ya geldi salya sümük falan. O göz yaşları buzdolabına aktı, salya sümüklerimle beraber. O esnada dolabın içinde olmaması gereken bir şeyi fark ettim. Tazmanya saatim! O dolaptaydı ve bana bakıyordu. Onun oraya nasıl ve neden geldiğini düşünmedim os ıra sevinmekle meşguldüm. Cidden çok mutlu oldum. Ummadık şer bile bi hayra vesile olabiliyormuş. Bunu öğrendim, saatime sarılıp odama doğru ilerledim. Saatimi yerine bırakırken saatin ne kadar geç , benim de bir o kadar uykusuz olduğumu hatırladım. içimdeki mutluluk patlamaları durdu. Sıkıldım aniden. Sonra aklıma bir arkadaşın verdiği kitap geldi. Aylak Adam... Eften bi roman gibi gelmişti. Çocuğa söylemedim bunu tabi, üzülmesin diye. Okurken sıkmasından korkuyordum ama içinde bulunduğum durumda zaten pek iç açıcı değildi. Yatağıma geçtim ve kitabı okumaya başladım, belki uykum gelir.
Uykum gelmedi ama kitapta hiç sıkmadı. Kitabı elimden bıraktığımda tazmanya saatim öğlen biri gösteriyordu ve kitap bitmişti, ben de değişmiştim. Romanın kahramanı C.'nin B.'si ile tanışma imkanını tamı tamına 6 kez teğet geçmesinden sonra yüreğimin götürdüğü yere gitmeye karar verdim. Cüzdanımı aldım, telefonumu almadım. Sıkı giyindim. Üşütürsem yüreğimin rehberliğinde gidemem bi yere. Hem benim bademciğim alındı, çabuk hasta olurum.
Çıktım apartmanın yeni takılmış, paslanmaz çelik olan paslı kapısından. içimden bi ses aradığın metroda dedi. Hem metroda şoförle hiç muhattap olmuyorsun. Hiç kimse Arkadaşlar sıkışalım, boşlukları dolduralım tarzı laflar etmiyor. Hem bu boşlukları doldurmak nedir onu hiç anlamam. Cuma namazında saf mı tutuyoruzda boşlukları doldurup cemaate yer açıcaz. Parası neyse vermişiz ve istediğimiz yere insan gibi gitmek istiyoruz. Bu üst üste binme, hayvanlaşma, fort (frotteur
) yapma istediği nedir? Esasen ayakta yolcu taşımakta yasak lakin neyse ben bi şey demiyorum. istanbul'da kalbinin götürdüğü yere giderken bile katil olabilirsin o nedenle bu konuları hiç düşünmeyi bi kenara bırakıtım ve metroya doğru ilerledim.
Metronun girişinde çelimsiz, hint fakiri kılıklı bir dilenci vardı. Yüzündeki çizgiler sanki yılların, hayatın ona ne kadar zalim davrandığını anlatmaya çalışıyordu. Acınacak haldeydi. Surat ifadesi bu halinden utandığını hissettiriyordu. Cebimdeki tüm bozuk paraları ona verdim, zaten başka param yoktu. Kafasını kaldırıp utangaç bir bakış attı ve hafif bir tebessüm etti. Bende kendimi iyi hissettim. Şu kısacık ömründe birine ufacık bi faydam dokunduğunu bilmek...
Çok mutluydum. Bahçelievler metronun upuzun merdivenlerini seke seke geçtim. Turnikelere yaklaşınca iki sene önce son kullanma tarihi geçen pasomu çıkardım. Bastınca garip bir ses çıkardı. Sanki için için fakir bu diyordu. Derken etrafıma baktım. Herkes bana küçümseyen gözlere bakıyordu. Gözlerim doldu. Onlara kızamadım ama sevemedim de onları. Boynum bükük, mahsun bakışlarla akbil doldurma aletinin önüne gittim. Alet birden dile geldi paran mı var lan senin yavşak, fakirsin lan sen, fakir dedi. Ağlamaya başladım. Kimse ağladığımı görmesin diye koşarak çıkışa gittim. Yürüyen merdiven kalabalıktı, göz yaşlarımı gizlemek için boş olan merdivenlerden çıkmaya başladım. Çok uzundu. Merdivenler bitene kadar aklımdan binlerce şey geçti. Sonuncusu çok kötüydü. O dilencinin mendilindeki paraları çalıp yüreğimin götürdüğü yere gitmek için kullanacaktım. Merdivenlerin sonuna geldiğimde nefes nefeseydim. Aklımda da o düşünce vardı derken başım döndü, bayılmışım.
Gözlerimi yavaşça açtım. ilk gördüğüm hint fakiri kılıklı dilencinin ağzı kulaklarında olan suratıydı. irkildim. Kalktım ve dilenciye bir daha baktım. Adam öküz gibi gülüyordu. Manzara iğrençti. Otuz iki dişinin yirmi yedisi dökülmüştü ve kalan dişleri ise altın kaplamaydı. Birden nefret ettim. Köşedeki mendilini hatırladım. Baktım hala oradaydı. Sonra o acınacak haldeki dilenciye baktım. Hint fakirlerine benziyordu ama kemikleri kalındı. içimi bir korku kapladı ama gözüm karaydı. Kalbimin götürdüğü yere gidecektim. Sonunda ne olursa olsun. Koştum ve mendili kaptığım gibi koşmaya başladım. Arkama baktım. Az önce hint fakiri dediğim adam şimdi 300 Spartalı'daki hayvansı adamlar gibi görünüyordu. Garip sesler çıkarıyordu. Çok korktum. Altın dişlerini ve onların ne kadar sivri olduğunu düşündüm. Ağlamaya başladım tekrar. Çok korkuyordum. ilk 100 metreyi 8.9 saniyede koştum. Dünya rekoru kırmıştım ama ne fayda... Etrafta mobese kameraları falan da yoktu. Olsa dünya rekorumu bi şekilde tescillerdim. Çok para olurdu. Yüreğimin götürdüğü yere gitmeme gerek kalmazdı. Çünkü o bana gelirdi.
Değişik düşüncelerle koşarken arkaya baktım artık 300 spartalı tipindeki hint fakiri peşimde değildi. Derin derin soluk aldım. Artık hepsi geçmişti. Rahat rahat istediğim yere gidebilecektim. Param da vardı. Bunları düşünürken köşedeki Vestel bayiinin önünde Fenerbahçe'nin Galatasaray'ı yendiği maçı izleyen biri dikkatimi çekti. Yaklaştıkça farkettimki bu mahallenin en boş adamı Serkan'dı. Görünmeden kaçmak istedim ama bi hırıltı duydum. Sanırım tanımıştı.
-ghneber oauzz nasılsıgn?
-iyi diyelim iyi olsun sen nasılsın?
-egyi iddaa yapdıydım. Duttu ya lang ama sanga interney smarlamam. Zam gelmiş olum çok para yaw. Hacı sen napıyodun lan nerdeng böyle?
içimden binlerce yalan uydurmak geldi ama yapamadım. Bu gün yeterince yıpranmıştım. En basitini yaptım, geçeği söyledim.
-Bir kitap okudum ve hayatım değişti. Ben artık yüreğimin götürdüğü yere gideceğim Serkan.
-Siktir get lan te allaam ya! Millet deliye hasret ben akıllıya. Ne yalan söylüyon lan ibne! Yengeyle yiyişmekten geliyon demi. itoğlusu bana yalan söylüyo bide.
-Yok valla lan ne yengesi! Ayrılalı çok oldu olum.
-Biliyom mal dalga geçiyom ahhah. Gel sana bi çoy ısmarliyim param var benim.
Derken gittik dandirik çay ocağına herkes sevgilisini almış, gülüp eğleniyordu. Ben Serkan'a baktım. Çayımdan bir yudum aldım. Tekrar ona baktım. Sonra ağladım. Serkan benden sıkıldı, hesabı ödedi ve çıkarken Bu ağlağa ne ekmegk ne de su vering. dedi ve gitti.
O günden beri kitap okumuyorum. Dışarı da çıkmıyorum. Bakkal ihtiyacı için mahallenin çocuklarını çağırıyorum. Para vereceğim diye kandırıp Hiçbir şey vermiyorum. Ben böyle mutluyum.
dos santos'la birlikte çıktığı ilk maçta gözlemlediğim şey.
biz arda'yı güzel futbolu ve mahallenin fırlaması tripleriyle biirdik. bu aşağılık kompleksini hiç görmemiştik. lakin dün akşam keendisine pas atmayan dos santos'a bağırması kesinlikle aşağılık kompleksinin getirisidir. bbaşka şekilde açıklanamaz zaten.
normal şartlarda takım kaptanının takıma yeni gelen transfere karşı tutumu yapıcı ve daha tahammülkar olmalı iken arda fırça atıyor. bu fırçanın nedeni ise dos santos'un barcelona'da ronaldinho ve mssi ile birlikte oynamış bir topçu olmasından başka bir şey değil.
kıskanıyor bi nevi. çekemiyor. onun benden ne farkı varda barcelona'da oynadı diyor içten içe. bu eziklik psikolojisinide dışarı tepkisel olarak yansıtıyor bi nevi.
ne diyelim, bizim kral dediğimiz adamın durumuna üzülmekten başka çare yok.
boğaz'ın iki yakası asya ve avrupa birbirine aşıktır. avrupa teknolojiyi yakından takip eden entelliğin mına koymuş, gözlüklü, modern, giyimine özen gösteren erkek, asya narin ellerini tarlalarda toza toprağa bulayan, al yanaklı köylü güzeli...
kız kulesi görenin aşık olduğu, truvalı helen'e taş çıkaran, fıstık gibi bir hatun, galata kulesi mağrur, cesur, delikanlı bir abidir. bu ikisi de içten içe birbirlerine yanıktır.
ikisi de kavuşamaz ama. avrupa asya'nın gerdanına konduramaz öpücüğü, kız kulesi sarılamaz galata'ya. mecnun'la leyla, ferhat ile şirin hepsi hikaye hepsi ya birbirine kavuşur ya kavuşmadan aşkları söner ya da araya ölüm girer.
lakin benim bahsettiğim aşıklar kıyamete kadar öyle durur. ne bir adım ileri ne bir adım geri. inşallah kıyamet günü buluşurlar.
Altancan diğer sabahlardan farklı olarak bu sabah erken kalktı. Toplaması gereken eşyaların odanın her tarafına dağılmıştı. Altancan odaya bakınca bu eşyaları toplamanın imkansız olduğunu düşündü. Biraz da haline güldü.
Yarım saat sonra oda neredeyse boştu. Önündeki küçük valiz ise dolu... Az önce bu oda canlıydı, sanki yaşıyordu. Artık ölü, bir ölünün ruhsuz bedeni kadar boş...
Derken arkadaşları uyandı. Altancan'ın gideceğini bildikleri halde gitmeye hazır olduğunu görünce şaşırdılar üstüne hüzün serperek. Berk “Bu kadar mı sıkıldın bizden oğlum” dedi. Acı bi tebessüm hepsinin dudak çizgilerinde belirdi.
Bu sabah kahvaltı hazırlama sırası Berkte'ydi. Oda gerektiği gibi kahvaltıyı hazırlamaya başladı. Kızarmış patates kokusu eve yayılmıştı bile. Altancan çok özleyeceğinin farkında olduğu bu kokuyu doyasıya içine çekti.
Kahvaltı sofrasında kimse konuşmadı. Yalnız bu bi edep adap gereği değildi, zaten normalde bunlar hiç bi zaman susmazdı. Biri sussa diğerinin konuşacak bir şeyi her zaman olurdu. Sessizliği Altanca bozdu.
Altancan: Ölmedim lan bu ne uslu balkon çocuğuna döndünüz.
Fatih: Düzgün konuş giderayak kırmayayım ağzını.
Berk: Kanka gitmen için hiç bi sebep yok.
Altancan Daha öncede konuştuk bunları hacım tekrar başlamayalım.
Fatih: Ne halin varsa gör göt herif, fizana kadar yolun var.
Altancan: Abicim giderayak kırmayalım birbirimizi, son anlarım burda biraz yüzünüz gülsün. Artık gecenin bi vakti boktan bi şey yüzünden içip içip saçmalayarak kafanızı şişirecek, içkiyi fazla kaçırıp eve kusacak biri yok oğlum artık.
Berk: Tamam tamam sus biraz.
Sabahtan beri sesi çıkmayan Furkan sofradan kalktı. Çok sevdiği pikabına, koleksiyon yaptığı taş plaklardan birini taktı. Bir veda şarkısıydı kulaklarımda can bulan titreşimlerin söylediği.
4 yıl su gibi akıp geçmişti. ilk günlerde birbirini tanımayan bu dört insan şimdi dost, hatta kardeştiler. Altan gizlemeye çalışıp umursamıyormuş gibi görünse de içinde zor geliyordu. Herkesten gizlese de kendinden gizleyemiyordu ve daha ne kadar dayanabileceğini de bilmiyordu.
Salonda vedalaştılar. Furkan kendini tutamış, ağlıyordu. Onun gözlerinden akan yaş Altan'ın yüreğine doluyordu. Herkes şaşkındı. Böyle bi duygu seli kimse beklemiyordu, herkes farkında olsa da bu gerilimin. Altan daha fazla dayanamadı ve kapıya yöneldi hadi allaha ısmarladık diyerek. Bu esnada günler öncesinden yazdığı mektubu ayakkabılıuğın üstünde görünce tarifsiz duyguların içinde buldu kendini.
Kapıdan çıkarken son kez sarıldılar. Sonra kapı kapandı. Kapı kapanırken çıkan ses sanki “gitme!” demişti. Bi aptal olduğunu düşündü. Elini cebine attı ve mektuba dokundu. Tüm yaşananlar gözlerinde canlandı. “Acaba bunu yapmalı mıyım?” diye düşündü. Yaşanmamışların hüznü yüreğine ağır geliyordu ama bunları paylaşmasının getireceği acıyı başkalarına yaşatmakta istemiyordu. Altan adeta kendisiyle savaş veriyordu. Sonunda belki de ilk kez egoist davranmaya karar verdi. Arkada bıraktıklarını değil kendini düşünecekti. Mektubu cebinden çıkardı ve kapı komşuları olan Eylül ve ev arkadaşlarının kapısının altından içeri atmak için kapıya yöneldi. Bu esnada açıldı kapı. Kapıyı açan Eylül'dü. ikisi de şaşırdılar ama özellikle Altan şaşırmıştı. Hem Eylül'ün sade güzelliği hem de elindeki mektupla kapıda kalmak bunda baya etkli olmuştu.
Eylül: Günaydın Altan, hayırdır bu valiz ne?
Altan: Şey bu valiz mi? Şey iş için bi kaç günlüğüne şehir dışına gitmem gerekli de bi isteğiniz var mı hem onu soracaktım hem de bi hoşça kalın diyecektim.
Eylül: Hadi ya, dikkat et o zaman kendine, ayrıca sağol canım bi eksiğimiz yok şükür.
Altan: Tamam o zaman ben gideyim artık yoksa otobüsü kaçıracağım.(Altan içinden”her şey yalan oldu. Bunu da beceremeden gitmekmiş kaderim” diyerek isyan ediyordu.)
Eylül: Hımm peki, o mektup iş davetiyesi sanırım.
Altan: He pardon ya bunu sizin kapıda buldum az daha unutacaktım.(Allah'a şükretti Altan. Bu pek sık olan bir şey değildi.)
Etlül: Allah allah neyin nesi acaba?
Altan: Neyse mektubu al. Ben de gideyim artık. Hadi hoşça kal.
Eylül: Güle güle canım.
Altan bi bilinmeze giderken Eylül merakla mektubu yırttı özen göstermeden. Bir köşeye geçip oturdu ve yavaş yavaş mektubu okumaya başladı.
Seninle ilk tanışmamızı hatırlıyorum. Apartmanın girişinde göz göze gelmiştik. Gözlerinin karası dipsiz kuyu gibi beni içine çekmişti. Birbirimize yol vermeye çalışmıştık gerçi birbirimizin önünü kesmekten başka işe yaramamıştı. Sen gülmüştün. Ben ise senin gülüşüne bitmiştim.
Zamanla arkadaş olmuştuk, ben sana ne hissettiğimi anlayamadan. Beraber daha fazla vakit geçirmeye başladık sonra. Sonra iyi arkadaş olduk. Çok iyi arkadaş olduk. Sevgililerimizden ayrılınca birbirimizi teselli ettik. Film izlemeye gittik beraber, sen korku sevmezdin ama kırmazdın beni. Ben sıkıldığını anlayınca çıkardık filmin ortasında. Sen ne yapıyorsun? Deli misin? Derdin. Bense seni bi köşede bırakır arkama bakmadan giderdim. Ne yapıyor bu adam diye düşünürdün sen. Ben o an vizyonda olan bi romantik komedi filmine bilet alırdım, en yakın seansa. Sen bana deli derdin. Filmden çıkıp eve geldiğimizde sen bana benim kadar iyi bi arkadaşa sahip olduğun için ne kadar mutlu olduğunu söylerdin. Ben cevap veremezdim ama en az senin kadar mutlu olduğum gözlerimden belli olurdu. Sonunda aynı binaya ayrı dairelere geçerdik.
işte daireye geçtiğimde kendimi odaya kapardım. Kendimi muhakeme ederdim. Genelde küfür ederdim. Kendime bile açıklayamadığım şeyleri düşünmemek içindi belkide küfürlerim.
Geçen gün Taksim'den geldiğimizde yine kendimi attım odama. Bu sefer farklı oldu biliyo musun? Bu sefer başta küfür etmedim. iyice düşündüm. Sana da anlattığım bi kız vardı ya sonraları ayrılmıştık. Saçları seninki gibi olan hani. işte o kızla ondan sonra sana anlatmadığım diğer kız arkadaşlarım arasında ortak bir yan buldum. Saçları sana benzeyen kızdan ayrıldıktan sonra bulduğum kızın hareketleri, tavırları seni andırıyordu ama onunla da olmadı. Ondan sonrakilerde de hep sana benzer bir yön vardı. Şimdilerde bi kız var flört bakışlarla kaçamak yaptığımız. Onunda gözleri seninkiler gibi ama sanıyorum ki onunda sonu diğerleri gibi olacak.
Sonunda anladım ki ben kiminle tanışsam onda seni aramışım. Bulursam sevdiğim olmuş bulamazsam hayatımın filminde arkadan geçen adam olmuş. işte o an kendime saygımı yitirdim. Bana yıllardır arkadaşım diyen, dertlerini anlatan kıza aşıktım ben. O bana arkadaşım derken ben ona içten içe sevgili diyormuşum. üç kuruşluk sevincim olmuş senin yüzünü görmek. Sonra bazen acaba sevgililerinden ayrılmanı hiç istedim mi acaba diye düşündüm. Cevabını almadan bi sigara yaktım. Bu kadar kötü olamam diyerek geçiştirdim. Bu kadar kötü değildim de zaten ama tutunacak bir dal ararken boşluğa kulaç atıp daha da düşmek istemedim.
işte Eylül bu yüzden ben gidiyorum. Senin yanında kalıp hem seni hem kendimi kandırmak istemiyorum artık. Ayrıca senin yanında olmak acı verirdi zaten. Çünkü dedim ya kendime olan saygımı yitirdim. Bunu kazanmam için tek şansım senden kaçmaktı. Belki de en kolay olanıydı bu. Bende kaçtım senden, kolay olanı seçip.
Senden tek ricam beni sakın arama, nolur arama. Kendime olan saygımı kazanmam için arama. Belki bir gün kendimi aşabilirsem umulmadık bi anda kapını çalarım. Ben geldim. O arkadaşın olan Altan derim ama önce buna kendimi tekrar inandırmam lazım.
standardın kişiye göre değiştiği için net biryorum yapılamayacak şeydir.
öncelikle sözlüğün 4. yılını kutluyorum sonrasında dost acı söyler diyerek söze başlıyorum.
uludağ sözlük yazar aktivitesi bakımından oldukça iyi, bir giri yazdığınız başlığı beş sn. içinde kaybedebiliyorsunuz. neredeyse günün her saati bu şekilde, bir itü sözlük sinek avlama modundayken burası paranın dibine vuran esnaf gibi...
lakin öğlen saatleri başlıklara baktığınızda hepsi amlı, götlü, taşaklı başlıklar. düzgün başlıklarda arada kaynayıp gidiyor.
akşam saatlerinde ise düzey biraz daha artmakla birlikte standardında üstüne çıkamıyor. sabah amlı götlü başlıklar dönerken akşam yiyişmeli, sikişmeli başlıklar dönüyor.bunların yanında espri yapacağım olum tarzı başlıklarda var tabi. bilgi içeren başlıklar ise sabahki gibi akıp gidiyor sol frame'de.
son olarak sözlüğün kaltesine isim koymuyorum ama kutsal bilgi kaynağı olmaktan çok uzak olduğu kesin, kesin olan bir şey daha var o ise sözlükte ergenliğe yeni girmiş çok fazla sayıda am göt budalası olması. gerçi sözlüğü bu kadar canlı olması sağlayan bu ergenlerin içindeki durdurulamaz enerji patlamaları ama keşke biraz daha düzgün konulara yönlendirilebilse bu enerji...
ruslardır. katerina baltalı mehmet'in çadırına gelip burnuna öpücük kondurup, baltanı bizim son kalan askerlerin başına indirmezsen sana yarın gece vereceğim demiştir. tesadüfe bak ki bizim azgın baltalı'nın en zayıf noktasıda rus kızlardır. derken baltalı baltasını indirmez rus askerinin başına ama o gecede katerina dağlara kaçar. bizim baltalı baltasını indirmediği ile kalır.
sana yazdığım bu mektupta seni ne kadar sevdiğimi falan söylemeyeceğim. lafı eveleyip gevelemeden direk hayatın gerçeklerini ve yapman gerekenleri sıralayacaım.
1) hayatın okula başlayana kadar güllük gülistanlık geçecek lakin okulla birlikte çetin bir yarış başlıyacak. her günün ayrı sınav, her günün ayrı yarış olacak. sende henüz ne istediğini bilmediğin için çevrenin ideallerini kendininmiş gibi benimseyip bu idealler uğruna kendini parçalayacaksın. bunun için şimdilik bir şey öneremiyorum kusura bakma tosunum sistem böyle.
2) büyüdüğünde bir çok arkadaşın olacak. bunların içinde siyasete meraklı olanlar muhakkak ki olacaktır. onları kaale alıp cevap verme, mazallah düşünce suçlusu diyerekten içeri atarlar. gülme it önceden bunu yapmışlar.
3) her türk genci gibi sıkı bir spor sever ve bir futbol takımı taraftarı ol. bu takımı seçmekte özgürsün.(fenerbahçe olmazsa sıçarım ağzına!) lakin senden ricam ne olur stada maç izlemeye gitme. oraya gelenleri arasında maçtan önce hapını, alkolünü, uyuşturucusunu alıp gelenler var. yanlışlıkla adama bakarsın falan ne bakıyorsun diye öldürürler. yazık genç yaşta ölme.
4) ergenlik döneminde gözün açıldığında etrafında dolanan ucuz kara kuru, tahtamsı kızlara paranı yedirme sakın. onlar sana belki bir adriana lima gibi görünüyor olacak ama onlar senin paranı yiyici 2. sınıf çirkin ördek yavrularıdır. sen kendinden yaşça biraz daha büyüklerle takıl. onların yanında piş. gerekirse bu dönemlerini manitasız geçir. zaten üniversitede kızlar teklif ediyor.
5) sakın makine mühendisi olma zira olursan 4. maddenin sonundaki söylediğim cümle iptal olur. çünkü makinede teklif edecek kız yok. gramaj hesabı yapanlar mı dersin, işin istatisliğine girip umudunu kaybetmeyenler mi dersin. bak uyardım kendin kaybedersin.
6) zorunlu olmadıkça devlet kurumlarına gitme. çünkü adamın ömründen ömür yer. 5 dakikalık işin için saatlerce sıra bekler, bu sıra bekle esnasında kendi bölgeni korumak için gerekirse kavgalar verirsin. sıra sana geldiğinde yanlış yerde beklediğini söyle ihtimalleri yüksektir. zira kendi aralarında masaları dönüşümlü kullanarak çalıştıklarından şüpheleniyorum ya da kamera şakası falan yapıyorlar.
7) yemek buldun mu ye, dayak buldun mu kaç! ve nerde beleş oraya yerleş! felsefelerini iyice çözümle, sonra özümle, sonra yadımla. gerekirse meditasyon falan yap. ne yaparsan yap bu felsefelerin özlerini kavra ve hayatın her alanında uygula.
8) hayat boş, eğlen coş! felsefesine çok fazla takılma çünkü o felsefe senin rakiplerinin seni egale etmek için kullandıkları, farketmeyeceğin bir şekilde yenilgiyi kabullendiren bir taktiktir. kısaca eğlen ama dozunu kaçırma sonra baban gibi şarapçı olur çıkarsın allah korusun.
tosunum şimdilik söyleyeceklerim bu kadar ama ben aklıma geldikçe tekrar yazacağım. görüşmek üzere tosunum.
halkın sanatçısıdır. halkın içinden çıkmıştır. tek eksiği makine mühendisi olmasıdır zaten bu nedenle bizlerden farklıdır biraz. yıllarını yüzlerce erkekle geçirdiği için ilk klibinde muz ile buna bir gönderme yapmıştır esasen. lakin kaka büyeler bunu farklı algılayıp yanlış yerlere çekmiştirler.
ayrıca müzikal açıdan kalitesinin dşük olmasının sebebi beraber çalıştığı insanlardır. yoksa sesi çok güzeldir. bir seray sever'den bir beatles'ten çok daha iyi bir sese sahip olmasına rağmen menajer kurbanı olmuştur ama tek hatası budur.
bunun dışında popüler kültürün ayaklı eleştirisidir.