bmw'nin g26 kodlu Gran Coupe gövdesi üzerine kurulu elektrikli araci. ulkemizde ilk olarak 340hp edrive40 ve 544hp m50 (4wd) olarak geldi. Elektrikli araclardaki ötv değişiklikleri ile birlikte edrive40 modeli 218hp olarak guncellendi.
idrive 8 bilgi-eglence sistemi ile birlikte butunlesik kavisli ekran kullanilmistir. Diger elektrikli araclarda kullanilan dijitallesmis ic tasarim ogeleri yerine alisilmis bmw ogeleri barindiran, konvansiyonel bir ic tasarima sahiptir. Bunun sebebi ise elektrikli olarak sifirdan tasarlanmak yerine mevcut 4 serisi ile birebir ayni altyapi ile gelmesidir.
lansman ile birlikte WLTP degeri 590km olarak aciklandi (bürüt 83kw batarya). istanbul trafiginde 100km için 14-15kw degerlerini yakalamak mumkunken, sehirler arasi yolculuklarda 17-19kw degerlerine kadar cikiliyor. 1,5 yillik sure icerisinde, 35,000 km kullanim sonrasi karma tuketim 17kw/100km olarak onumuze cikiyor, bu da ortalamada 470km menzili yakalayabildigi anlamina gelir.
DC sarjda 205kw/h hizi desteklerken AC icin 11kw destekliyor. Disarida AC sarj etmek biraz can sikici olabilir.
sene 2006, görükle'nin kıyısında köşesinde bikaç delikanlı. biri de zall, ismail. hey gidinin gidisi duyurusuz zirveler. verilemeyen dersler, bitirilemeyen üniversiteler.. bir de hiç derdimiz yokmuş gibi sözlük belasını başımıza musallat eden ismail.. eyy ismail, selam olsun sana da.
ulu futbol kulubu. sezonun vasatligindan dem vuran hasbahce bulbullerini de ba$lagina cekiyor masallah.
31. haftada mac eksigine ragmen fenerbahce ile 9, galatasaray ile 11 puan fark mevcut.
ingilizlerin hindistandaki sefil kolonilere gonderdikleri biralara bozulmasin diye bolca serbetci otu eklemesiyle ortaya cikan bira turu. gunumuzde aciligi, kokusu ve lezzeti ile bir cok firma tarafindan uretiliyor.
taifun gtatomizer ve nemesis mekanik mod ile keyfin dibine vurduran sahane-ül devran.
ozellikle yerli uretim likitlerle en azindan sacma sapan katki maddeleri olmadan keyfinize bakiyorsunuz. mis gibi kurabiye aromasi, yaninda da sicak kahve.
hakan akdoğan'ın ikinci dünya savaşı döneminde struma'da ve 12 eylül darbesi sırasında yaşananları iki ayrı hikaye ile kaleme alarak, çekilen zorluk ve acıların tesadüflerle nasıl örülerek iç içe geçebileceğini anlattığı keskin roman.
özellikle yarıdan sonra çok daha keskin, vurucu ve akıcı hale geliyor. okuyanı soluksuz bırakıp son sayfalarında resmen ciğerlerini avuçlayarak sıkıyor. bazen insanlığın ne kadar çirkinleşttiğini yüzünüze vuruyor bazen de çaresizliğin insan ruhunda açtığı yaraları hissettiriyor. bu yüzden mutlaka okunmalı.
--spoiler--
elisabeth moss denen hatunda ne var da insani kendine bu kadar cekiyor, takip ettiriyor anlamak mumkun degil. bu dizide de akli karisik, ruhsal olarak dibi goren bir dedektifi canlandiriyor ve bunu da cok iyi basariyor. hikayenin sonu tahmin edilebilirlikten pek uzak degil ancak anlatim ve agir islenen detaylar diziyi basarili kiliyor. nedendir bilinmez ama bu aralar ozellikle takintili dedektiflerin konu aldigi diziler sikca yayinlanir oldu.
kodumun ingilizlerinin agir aksak ilerleyen polisiye dizilerinde ne denli basarili olduklarini tekrar kanitladiklari bir hadisedir efendim. kisa surede nihai sona ulasan luther'dan sonra aradaki boslugu bi nebze olsa da doldurdu.
hakikatli bir tespit. boylece kwashiorkor hastasi afrikali cocuklar gibi neden gobekli oldugumuz da cozuldu amk! kadin etindeki protein eksikligimizdenmis ya lan hersey. vay vay vay.
kuzguni rengi kaplanmis ruhumda lanetlerden zerresine kadar siyiramadigim loş, gün görmez geçkinliklerin tek bir soluğu... karanlık diplerden ışığın saklı olduğu, akıp giden, sessiz ve habersiz, ömür dolu cevherlerim gömülü yarınlarda.. estikçe yırtılıyor içimde kaplı, mat ve kirli tortular ve kimse bilmez, bilmek istemez sönen yıldızlarımı.. gerildikçe yaylarım, titriyor içimde evet, evet titriyor dizlerim, korku kaplıyor içimi, titriyor içim, kaplanıyor içim, mat ve kirli tortular ile..
değerinden beş misli eksiliyor devalüe yaşlarımız, kaşısında durduğu kalbin zincirleri kaç tur atmışsa kapıda, tekmelendikçe ziyanı daha fazla aslında.. hep sonradan gelir ya bir de aklım başıma, sonradan gelen aklım hangisi, bir anda, anından fazla, korkutan kereler gelen akıllarımdan hangisi doğru olan? kimse bilmez, bilmek istemez.
musterisinin magduriyetini gidermeye nedense yanasmak istemeyen bir firma. 1 ütü dusunun ki, piyasadaki "eh iste fena degil" diye tabir edilecek diger ütülerden 4-5 kat daha pahali. bir ütü dusunun ki bu fiyatina ragmen gomleklerde, tshirtlerde ve diger giysilerinizde kahverengi kucuk lekeler birakiyor. ve tam 4 sefer bu ariza nedeniyle servise gitmesine, her seferinde alt tabaninin degismesine ve gerekli parcalarinin bakim ve temizligi yapilmasina ragmen hala inatla ayni lekeyi biraksin.
ve esas bezdiren nokta, tefal teknik servis teknisyeni ve bolge yetkililerin yaptigi test sonucu ütüde herhangi bir teknik sorun olmadigini belirten bir telefon almis olmaniz. yani bu ütüde teknik bir sorun yoksa neden gömleklerimde leke birakiyor kardesim? sizin teknik sorunu yok dediginiz ütü yuzunden ben bir gomlegi lekesiz giyebilmek icin 3-4 hatta gerekirse 5 defa yikamak zorunda kaliyorum. 40 tl verip aldigim arzum marka ortalamanin altindaki ütü bile tek seferde canavar gibi, misler gibi gömlek giydirebiliyorken sizden aldigim ve 220 tl para odedigim ütünün de bana benzer bi keyif yaratmasi gerekiyor.
her defasinda kullanilan sudan bahsediliyor. ilk arizada cesme suyu kullanin dediler, sonuc ayni. sonra damacana suyu kullanin dediler, sonuc ayni. daha sonra suyu kaynatin ve dinlendirin oyle kullanin dediler sonuc ayni. her seferinde suyu nasil kullanacagimiz anlatiliyor ama anlattiklari su kullanma sekillerine ragmen ütü inatla, siyan edermiscesine, hayata karsi tavir almiscasina gomleklerime o lanet kahverengi imzasini atmaya devam ediyor. tefal de bunun teknik bir ariza olmadigini soyluyor. madem oyle alin dandik ütünüzü bi psikologa goturun de tedavi ettirin, baska bir yol kalmadi heralde.
acikcasi toplamda 5 kere ayni arizayi vermis bir ütünün 50 defa özürler dileyerek iade alinmasi ve musterinin magduriyetinin giderilmesi gerekirken tefal'in yaptigi kesinlikle musteri memnuniyetine yakismayan, sig, cozum uretmekten uzak bir anlayistan oteye gitmiyor. bundan sonra ne olursa olsun asla tefal, moulinex, rowenta, krups ve diger markali urunlerine elimi bile surmem hatta esime dostuma da tavsiye etmem. ben boyle bir eziyet gormedim. alti ustu ütü, uzaya adam gondermiyoruz.
valla nasil bi tarif bulsam diye debelendim ama bir bok bulamadigim icin beynimdeki sikko fikirleri toparlayip ortaliga sacmaya karar verdim.
yillardir bu adam bir sekilde bu programi her sene farkli konseptler ile degistirerek yapiyor. ve bana gore programin dususe gectigi donem, uludag sozluk ekibi olarak katildigimiz sanirim 2007 donemiydi. o gece programda eksi, itu ve ulu sozlukler konusuldu. ertesi gun uludag yeni yazar alimini acti, eksi okurlarin hepsini caylak yapti, itu ne bok yedi bilmiyorum. binlerce tiri$ka yazar adaylari ile doldu buralar ve haliyle amina koydular ortaligin. o donemden sonra da benim gibi eski (he gotum kalkti, 1. nesilim) yazarlar ya baydigindan ve ya sadece tavir koymak icin uzaklasti.
neyse lan konu dagiliyor, yani demem o ki, 2007 sonrasinda bu program dususe gecti. izleyici sayisini bilemem ancak yillardir takip eden buyuk bir cogunlugun gozunde durum ayni. 1 sene ara verildikten sonra ise beklentileri zaten karsilayamadigi icin feci bi dususte. simdi bakiyorum, izleyiciler fotograf cekip yolluyor. iyiden iyiye, bir donem tassak malzemesi yapilan google konusu ise programda malzeme olmus. konuklarin ismini google gorsellerde aratmalar falan. fotograflarda bebek gorunce okan'in babalik duygularinin kabarmasi vs. vs. vs. oooofff amina koyayim binlerce sey sayilabilir. hani eskiden aykiri bi kimligi vardi bu adamin ve yaptigi programin. siradan olana degil de, siradanliktan uzak gorunup prim yapmaya calisana, populer kulturun dejenerasyonuna karsi alinan bir tavir vardi ve ya buna benzer bi kimlik. lan her program gotu, memesi kabindan tasmis yagli hatunlar var. 3 programdan 1 tanesinin sonunda sallama bi toplum gonullulugu, beni okula gonder kampanyasi, bilmem nerede nuklear santral kurulmasin kampanyasi destegi geciyor ve bu artik bana hic samimi gelmiyor. album tanitimi yapan yeni yetme popculari gormek isteyen bir izleyici kitlesi yok bu profilde sanirim. tamam ulan kabul ediyorum, tepesindeki patronlarin mutlaka dayattigi bazi seyler vardir. bazi seyleri yapmak zorunda kaliyordur, eyvallah. ama bundan 5 sene evvel yeni yetme sikko popcu geldigi zaman alttan alayli bi ta$ak gecme vardi okan bayulgen'in hal hareketinde. simdi bi yikama yaglamadir almis basini gidiyor. ee boyle olunca bu herif duzene uymus diye dusunmekten de geri kalamiyoruz malesef.
kral ciplak, muhabbet krali var, eyvallah. ama bunlarin da yukarida bahsettigim durum ile uzaktan yakindan bir ilgisi yok. kral ciplak magazin, muhabbet krali ise acik oturum tadinda geciyor.
fasizan sikkolarin yiginlar halinde bulundugu ve hep beraber magara adami barbarligini sergiledigi, 2007-2008'den bu yana en boktan zamanlarini da son nesiller ile birlikte tavana vurdurup vurdurup sektiren bir internet "sitesi".
herhalde agzindan cikan tek dogru "ben kimim ki beni bu kadar konusuyorlar, bana gelene kadar hakkinda bu kadar konusulacak nice aydinlar, topluma yon gosterenler var" minvalindeki aciklamalari. en azindan bu konuda adam hakli beyler, ibnelik yapmayin simdi. eksisozluk'e bakiyorum yazarlar dosemis, ustelik 7. nesil ve sonrasindaki atesli sozlukculuk hareketiyle costukca cosanlar da var. uludagsozluk'te 200 kusur entry girilmis bir gecede. hakikaten haksiz mi lan bu adam yukarida bahsettigim laflari sarfedince? neyini konusup neyini yaziyorsunuz azizim, anlamadim gitti.
monogaminin tiksinc yanlarindan birisi de bu iste arkadas. 30 yil boyunca hem dirdirini dinle hem de sevis.
tamam hadi, kimileri icin boyle kabul ediyorum bunu. ama su da bir gercek ki, 30 yil ayni kadinla sevisiyor olmak basari veya ovguyu hakeden bir durum yaratmiyor ortada. ask ve sevginin (bir miktar da saygi ekle) gerekliliklerinden biri olan sadakat mevzusuna sahip cikmis olmak ekstra bir sifat saglamiyor.
relativizmine kafami soktugumunun sozlugunde hala yaziyormus lan bu. hani arada bakmiyor degilim, bi sivrisinek olsun ne bileyim istanbul tayfasinin bursa semalarinda raks eden genis kitlesi olsun pek bi uzaklasmis sozlukten. yani o donemlerin 1. nesil (tamam hadi 2. nesilin de bir kismi) uludag sozluk aktif yazarlarindan bir bu arkadas kaldi heralde burada. bi cesit kultur elciligi onunkisi. fdjklgh, selam ederim.