anlat bana kukla
171 (hevesli)
sekizinci nesil yazar 1 takipçi 10.22 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    sinema ve roman

    1.
  1. Sinemanın anlatı potansiyeli öylesinedir ki,en güçlü bağını resim,hatta tiyatro ile değil roman ile kurmuştur.Hem filmler hem de romanlar çok ayrıntılı uzun öyküler anlatırlar ve bunu çoğunlukla öyküyle gözleyici arasına bir ironi düzeyi sokan bir anlatıcının perspektifinden yaparlar.Bir romanda basılı olarak anlatılabilenlerin tümü sinemada da aşağı yukarı anlatılabilir ya da görüntülenebilir.Görüntülü anlatımla dilsel anlatım arasındaki farkın yanı sıra iki sanat arasındaki ayrımlar hemen ortaya çıkar.
    ilk olarak film gerçek zamanda işlediği için çok sınırlanmıştır.Romanlar yalnızca canları istediğinde biterler.Film genelde Shakespeare'in "sahnemizin kısa,iki saatlik trafiği" dediği olguyla kısıtlanmıştır.Popüler romanlar yıllardır ticari sinema için büyük bir malzeme deposu olmuştur.Gerçekten,popüler romanların ekonomisi günümüzde öyle bir noktadadır ki,romandaki malzemenin bir filmde yeniden işlenme olasılıkları,çoğu yayıncı için göz önünde tutulması gereken başlıca meselerden biri haline gelmiştir.Zaman zaman neredeyse popüler romanlar sanki yalnızca sinema için bir müsveddeymiş gibi görünmektedir.
    Ama ticari sinema zaman açısından romanın alanını yeniden üretemez.Örneğin ortalama bir senaryo olarak 125 ile 150 sayfa civarındadır , ortalama bir roman ise bunun üç katıdır.Neredeyse istinasız olarak olayların bütün ayrıntıları kitaptan sinemaya aktarımda kaybolur.Yalnızca televizyon dizisi bu eksikliği giderebilir.Uzun bir roman için gerekli uzunluk duygusunun benzerini taşır.Örneğin Savaş ve Barış'ın bütün uyarlamaları arasında bana göre en başarılısı 1970'lerin başında BBC'nin yirmi bölümlük dizisi olmuştur.ille de oyunculuk ya da filmin yönetiminin iki ya da altı saatlik film versiyonlarından daha iyi olması nedeniyle değil ama uzun televizyon dizisinin , romanın esas özelliği olan uzunluğu yeniden üretebilmesi nedeniyle.
    Film daha kısa süreli bir anlatımla kısıtlı olmasına rağmen,yine de doğasında romanın sahip olamadığı resimsel özelliklere sahiptir.Yazıya aktarılamayan şeyler görüntüyle verilebilir.Ve burada iki farklı anlatım arasındaki en özlü ayrıma geliyoruz.
    Romanlar yazarları tarafından anlatılır.Yalnızca onun bizden duymamızı ve göremizi istediğini görür ve duyarız.Filmler de bir anlamda yaratıcılarınca anlatılır ama yönetmenin tasarladığıdan daha fazlasını görür ve duyarız.Bir romancının bir sahneyi sinemada olduğundan çok daha ayrıntılı bir biçimde tanımlamaya çalışması absürd bir iş olurdu.Daha da önemlisi romancıcın tanımlamalarının tümü onun dili,önyargıları ve bakış açısından süzülerek gelir.Sinemada ise bir ayrıntıyı değil de diğerini seçme , tercih etme özgürlüğümüz vardır.
    Romanın başlıca gerilimi, öykünü malzemesi ile bunun dil içinde anlatılması, başka bir deyişle öykü ile anlatıcı arasındaki ilişkidir.Öte yandan filmin başlıca gerilimi ise öykünün malzemesi ile görüntünün nesnel doğası arasındadır.Bir filmin yönetmesi sanki çektiği sahne ile sürekli mücadele içindedir.Şans faktörünün büyük bir rolü vardır ve sonuçta gözleyici bu deneyime çok daha aktif olarak katılmakta özgürdür.Sayfa üzerindeki sözckler her zaman aynıdır ama perdedeki görüntü,dikkatimizi sahneye yönelttiğimiz sırada sürekli değişir.Sinema bu yönden çok daha zengin bir deneyimdir.
    Aynı zamanda daha yoksuldur,çünkü anlatıcın kişiliği daha zayıftır.Romanda son derece yararlı olan birinci tekil şahış anlatımını deneyen tek film yalnızca Robert Montgomery'nin Göldeki Kadın'ı olmuştur.Sonuçta ortaya çıkan sıkıntı verici,klostrofobik bir film oldu: Yalnızca kahramanın gördüğünü gördük.Kahramanı bize göstermek için Montgomery bir dizi ayna hilesine başvurmak zorunda kalmıştı.Sinema romanın anlatı içinde geliştirdiği bulmacalara yaklaşabilir ama bunları asla roman gibi oluşturamaz.
    Doğal olarak roman , dikkati tam da bu alana yoğunlaştırarak sinemanın meydan okumasına yanıt verdi.Resim gibi düzyazı anlatı da 20. yüzyılda mimesis'den uzaklaşıp kendilik-bilincine dönmüştür.Süreç içinde roman iki yönde ilerlemiştir.19. yüzyılda yaşamın tümlüklü anlatımına dayanan , toplumsal ve kültürel ifadenin başlıca biçimi olan ve okur-yazar orta sınıf üyelerinin tercih ettiği roman 20. yüzyılda iki biçimde ayrılmıştır: Günümüzde zaman zaman bir senaryo olarakta kullanılan , sinemayla yakından ilişkili popüler roman ve "sanatsal avantgarde" çalışmalarının yaıldığı seçkin roman.
    James Joyce'dan bu yana seçkin roman,resim ile koşutluk gösteren çizgiler boyunca ilerlemiştir.Ressamlar gibi romancılar sinemadan kendi sanatlarını çözümleme ve kavramlaştırmayı öğrendiler.Vladimir Nabokov , Jorge Luis Borges , AlainRobbe-Grillet , Donald Barthelme ve diğer birçok yazar roman yazımı üzerine roman yazdı , tıpkı 20. yüzyılın birçok ressamının resim yapımı üzerine resim yapması gibi.Soyutlama , insani deneyim üzerine odaklanmaktan bu deneyim üzerine idea'larla ilgilenmeye ve sonuda da ağırlıklı olarak düşünce estetiğine kaymıştır.Oyun yazarı ve romancı Jean Genet şöyle demişti: "idealar beni ideaların biçimi kadar ilgilendirmiyor".
    Roman başka yönlerden sinema tarafından değiştirilmiş midir ? Defoe'den bu yana romanın başlıca işlevlerinde biri , resminki gibi , başka mekan ve insanlarla iletişim kurmaktır.Sir Walter Scott'un zamanında bu gezi hizmeti zirvesine ulaşmıştır.Önce fotoğrafın sonrada hareketli görüntünü bu işlevi yerine getirmesinden sonra romanın betimleyici ve panaromik ögesi geriledi.Daha da önemlisi romancılar öykülerini sinemada yaygın olan küçük birimler içinde anlatmayı öğrenmişlerdir. Çağdaş oyun yazarları gibi onlar da daha sık olarak uzun sahnelerden çok kısa sahneleri düşünüyorlar.
    Son olarak romanın en önemli özelliklerinden biri sözcükleri yönledirme yeteneğidir.Hiç kuşkusuz filmler de sözcükleri yönlendirir ama genellik böylesi bir bolluk içinde ve asla basılı sayfanın somut gerçekliğiyle değil.Eğer sinemanın etkisi altındaki resim,tasarıma yöneldiyse , romanda dikkatini iki kat daha fazla kendisine yönelterek ve kendi malzemesini -dil- kutsayarak şiire yaklaşmıstır.

    Not : James Monaco'nun "Bir Film Nasıl Okunur? - Sinema Dili , Tarihi ve Kuramı" kitabından alıntıdır.
    1 ...
  2. hıncal uluç a 20 bin tl su testisi tazminatı

    1.
  3. Defne Joy Foster'ın eşi ilker Yasin Solmaz ile annesi Hatice Foster tarafından Hıncal Uluç'a açılan hakaret davasının sonucunda verilmiş mahkeme kararıdır.20 bin tl bu hakaretin bedeli için ne kadar az olursa olsun bu tarz kişilerin gözünde bir daha bu durumu yapmaması gerektiğini anlatacak kadar büyük bir miktardır.

    --alıntı--

    Defne Joy Foster'ın eşi ilker Yasin Solmaz ile annesi Hatice Foster tarafından istanbul 5. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açılan manevi tazminat davası sonuçlandı.

    Sunucu Defne Joy Foster'in Kerem Altan'ın evinde ölü bulunmasından sonra kaleme aldığı yazıda Foster için "Aldatılan bir koca ve unutulan bir bebek. Ama böyle bir insana öldü diye saygı duymamı kimse benden beklemesin. Defne'nin ölümü tipik bir su testisi su yolunda kırıldı olayıdır" diye yazan Hıncal Uluç, toplam 20 bin TL tazminata mahkum oldu.

    Mahkeme, Hıncal Uluç'un, Foster'ın eşi ve annesine 10'ar bin TL olmak üzere toplam 20 bin TL tazminata çarptırılmasına hükmetti.

    --alıntı--

    haber adresi : http://www.ntvmsnbc.com/id/25249809/
    1 ...
  4. alabalaba

    ?.
  5. dr. alban'ın 1996 yapımı born in africa albümünden bir şarkıdır. alabalaba kelimesinin , dinleyenin bütün gün ağzına pelesenk olmasına neden olur. *

    --alabalaba--

    Woman'a'sexy
    Alabalaba alabalaba ee -eeh (come follow me now)
    Alabalaba alabalaba a we like sexy girls
    When she put on her sket a mi get sexy
    Skirt & blouse a say mi get sexy
    When she put on her shorts a say mi get sexy
    When she wind and go down a say mi get sexy
    Open her legs a say mi get sexy

    Ala alabalaba
    Woman'a'sexy alabalaba alabalaba
    I see her moving like a sexy girl
    Ala alabalaba ala alabalaba

    Top quality man say top quality
    Remember this can't resist a mi wind mi body you see
    Drive me crazy mi drive man crazy - drive man crazy
    Look now how the man crazy
    100% a mi say 100% extreme sex is what mi flex 'pon the madman
    Watch me now -- watch on the floor
    Watch the man now lick me from head to toe ee eh!

    Yah man mi I know - I say woman a sexy
    Ala alabalaba
    Woman a sexy (listen now)
    Woman a sexy (naughty dread)
    Woman a sexy (come again man)
    Woman'a'sexy

    --alabalaba--

    dinlemek için : http://fizy.com/s/3kv233
    1 ...
  6. akp ye oy verenle vermeyen bir olur mu

    ?.
  7. çevre ve şehircilik bakanı erdoğan bayraktar'ın son konuşmasında biz, 'önce can sonra canan' " sözünde canan kontenjanını dolduran halkla paylaştığı son gafıdır.aysun kayacı dan hallice laflarıyla,olur olmaz gaflarıyla en sonunda tam bir akpli olmayı başarmıştır.onun o arko kremlere batırılmış badem bıyığına en yakın zamanda tayyip erdoğan tarafından en tatlı buselerin koyulması dileğiyle.

    --alıntı--
    Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, AKP'nin kuruluşunun 10. yıl dönümünde, "Oy verenleri de vermeyenleri de kucaklayacaksın. Oy verenlerle vermeyenler de bir değil tabii bunu bir kenara koymak lazım." dedi.

    Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Zonguldak'ın Ereğli ilçesinde partisinin il başkanlığınca düzenlenen iftar ile AK Parti'nin kuruluşunun 10. yıl dönümü dolayısıyla yapılan konferansa katıldı.

    Bakan Bayraktar, AKP'nin "sıradan ve devlet eksenli bir parti" olmadığını iddia ederek şunları söyledi:

    "AK Parti, milletin kurduğu, millet eksenli bir partidir. Milletin fikirlerini, düşüncelerini, taleplerini, devlet ekseninde oluşturmaya çalışan ve oluşturmaya çalışacak partidir. Bunun içindir ki millete kapıyı kapatan partilere millet de kapıyı kapattı... Artık dünya bir karar verirken Türkiye'ye sormak durumunda kalıyor. Daha iki gün önce ABD Başkanı Barack Obama, Başbakanımızı telefonla arayarak, 'Suriye ile ilgili ne yapalım' diye istişare etti. Bundan 15-20 sene önce durum neydi, bugün ne oldu. Bir ülkenin durumunu görmek için şöyle dışarıya çıkıp bakmak lazım. Şimdi dünya Türkiye'ye itibar ediyor. Tabi ki bunlar yeterli değil. Şu anda çok eksideyiz, eksiklerimiz var.

    Oy veren var, vermeyen var

    Bayraktar, Cumhuriyetin 100 üncü yılını "dünyanın en büyük 10 uncu ekonomisi olarak kutlamayı hedeflediklerini" belirtirken, şu sözleri sarf etti:

    "AK Parti için gece gündüz 10 yıldır çalışan arkadaşlarımızı tebrik ediyorum. Zonguldak’ımızın 650 bin civarında nüfusu var. Artık seçim oldu, Türk milleti bizi birinci parti yaptı. Oy verenleri de vermeyenleri de kucaklayacaksın. Oy verenlerle vermeyenler de bir değil tabii bunu bir kenara koymak lazım."
    --alıntı--
    2 ...
  8. hıncal uluçun amy winehouse üzerinden prim yapması

    1.
  9. hıncal uluç un bir sonraki köşe yazısında amy winehouse konu alması ve büyük ihtimalle arkasından "su testisi su yolunda kırıldı" , "bir namussuz daha eksildi" gibisinden sözler kullanarak prim yapması durumudur. buradan defne joy fosterin arkasından yeterince prim yapmadığını primini amy winehouse nin sırtından tamamlamak istediğinide anlamak mümkündür.
    5 ...
  10. pampiş iç çamaşırları

    1.
  11. günlerdir süren çabalarıyla bizi bizden alıp başka diyarlara götüren, fotoğraflarıyla bizleri adeta kör kuyularda merdivensiz gezdiren pampişimiz canımız cananımız hilalimiz cebecimiz sonunda bizlere tüm hayatlarımız boyunca unutamayacağımız hatta torunlarımıza büyük bir heyecanla anlatacağımız bir kıyak geçti.
    o bizim neye ihtiyacımız olduğunu bilen tek kişi.onu sevmek hepimiz görevi, ona şiirler yazmak, adına gazel okumak hepimizin görevi.
    evet şimdi bilgisayarlarınız başından kalkın iç çamarşırcılara koşun çünkü hilal cebeci tüm insaoğluna şuan ihtiyacı olan tek şeyi tasarladı :

    "Panpiş iç Çamaşırları".

    --alıntı--

    Hem erkeklere hem de kadınlara yönelik renkli çamaşırlar olacak, önlerinde de panpiş yazacak.

    --alıntı--

    not:alıdığımız duyumlara göre ekşi sözlük yazarları ellerinde yazar olduklarına dair bir belgeyi mahalle muhtarından aldıktan sonra bu belgeyle mağazalara gidip hilal cebeli imzalı panpiş iç çamaşırlarını %64 indirimle alabilecekler.
    2 ...
  12. toplumun ahlak yapısını hiçe saymak

    1.
  13. son iki yılda açılan başlıklarda farkedilmemesi olanaksız dereceye varan seviyesizlik sonucu ortaya çıkan durumdur.
    toplumsal ahlak yapısı bir yana sözlük kullanıcılarının kişisel ahlak yapılarını ve onlara zarar verip vermeyeceğini düşünmeksizin açılan başlıkların sahiplerini bu başlık altından, bu durumdan rahatsız olan tüm sözlük kullanıcıları adına kınıyorum.
    yıllar ilerledikçe daha seviyeli daha objektif ve ön yargıdan uzak yazarlar görmek dileğiyle...
    2 ...
  14. yazarları korkutan 3 şey

    1.
  15. (bkz: örümcek)
    (bkz: tarantula)
    (bkz: spiderman)

    zorunlu tanım : yazarların korkulu rüyası olan hedelerdir.
    3 ...
  16. canavara bak karının amını kesmiş

    1.
  17. ağır roman filminin en traji komik sahnesidir. izleyeni hafiften güldürür.
    2 ...
  18. © 2025 uludağ sözlük