3 fidan'dan kısa bir alıntı .
Deniz Gezmiş
“Yok ağabey demişti, “bizim asılma kararımızı çok önceden vermişlerdi zaten, bunu hep söyledik. Dileriz ki biz boş yere ölmüş olmayalım ve vatan satıcılarının oyunları anlaşılsın yoksul halkımızca. Boşa ölmüş olursak işte o zaman yazık olur.”
Ne yazık ki bugüne bakınca yazık olmuş...
"Bir şey eğer görmeye, duymaya veya yapmaya değerse, onu şimdi görmek, duymak ve yapmak istiyorum "...
Eniştem; kızkardeşimin tuvaletinin en alt gözünü açtı ve ince kağıda sarılmış bir paket çıkardı.
"Bu" dedi, sıradan bir çamaşır değil..
Kağıdı açtı ve çamaşırı bana uzattı. Zarif ve ipekliydi. Kenarları elişi dantelle süslenmişti.
Astronomik bir fiyat taşıyan etiketi hala üstündeydi. 'Jan bunu New York'a ilk gittiğimizde almıştı.
Nereden baksan sekiz, dokuz yıl olmuştur. Hiç giymedi, özel bir gün için saklıyordu.
Çamaşırı benden aldı ve cenaze evine götürmek üzere ayırdığımız diğer giysilerle birlikte yatağın üzerine koydu.
Bırakırken eli bir an yumuşak kumaşı okşar gibi oyalandı. Tuvaletin gozunu hizla kapatti ve bana dondu ve dedi ki :
"Hiçbir şeyini özel bir gün için saklama. Yaşadığın her gün özeldir"
Cenazeyi izleyen günlerde enişteme ve yeğenime beklenmeyen bir ölümün arkasından yapılması gereken
tüm üzücü işlerde yardımcı olurken sık sık bu sözleri hatırladım. Kardeşimin ailesinin yaşadığı şehirden
California'ya dönerken uzakta yine bu sözleri düşündüm. Kardeşimin göremediği, duyamadığı veya yapamadığı bütün şeyleri düşündüm.
Hala eniştemin sözlerini düşünüyorum ve hayatım değişti. Artık daha cok okuyor, daha az toz alıyorum.
Balkonda oturup bahçemi seyrediyorum, uzayan çimlere aldırmadan. Ailem ve dostlarımla daha çok vakit geçiriyorum ,
iş toplantılarında daha az. Mümkün olduğu kadar sık hayatın katlanılması gereken bir dertler zinciri yerine zevk alınacak
olaylar silsilesi olarak görülmesi gerektiğini hatırlatıyorum kendime. Her anın güzelliğini duyumsayarak yaşamak istiyorum.
Hiçbir şeyimi özel günler için saklamıyorum. Kıymetli tabak çanağımı her 'özel' olayda kullanıyorum. Birkaç kilo vermek,
tıkanan lavaboyu açmak, bahçemde ilk açan çiçek gibi özel olaylarda.. En pahalı ceketimi canım isterse süpermarkete giderken giyiyorum.
Teorime göre eğer zengin görünürsem, küçük bir torba erzak için o kadar parayı daha rahat ödeyebilirim.
Pahalı parfümü özel partiler için saklamıyorum. Mağazalardaki tezgahların ve banka memurlarının burunları da
en az parti parti gezen arkadaşlarımınkiler kadar iyi koku alır. 'Birgün' kelimesi dağarcığımdaki yerini kaybetti.
Bir şey eğer görmeye, duymaya veya yapmaya değerse, onu şimdi görmek, duymak ve yapmak istiyorum.
Hepimizin Yasayacağımıza garanti gözüyle baktığımız yarını Görmeyeceğini bilseydi eğer kızkardeşim,neler yapardı kimbilir ?
Sanırım aile fertlerini veya yakın arkadaşlarını arardı. Belki eski birkaç arkadaşını arayıp aralarında geçen sürtüşmeler icin
özür dilerdi. Belki bir lokantaya en sevdiği çin yemeğini ısmarlardı. Bunların hepsi birer tahmin... Kardeşimin neler yapamadan
öldüğünü hiçbir zaman bilemeyeceğim. Ya ben ?.. Eğer sayılı saatimin kaldığını bilseydim, yapamadığım şeyler olduğu için kızardım.
Yazmayı ertelediğim mektupları yazmadığım için kızardım. 'Bir gün ararım' dediğim dostları görmediğim için kızardım.
Eşime ve kızıma onları ne kadar çok sevdiğimi yeterince sık söylemediğim için kızardım.
Artık hayatlarımıza kahkaha ve renk katacak hiçbir şeyi yarına ertelemeye, duygularımı dizginlememeye çalışıyorum.
Ve her sabah gözlerimi açtığımda kendime o günün özel bir gün oldugunu söylüyorum.
Her gün, her dakika her nefesin bizlere bir armağan olduğunu Unutmayalım lütfen!!!.....
Hayatınıza giren ve hayatına girdiğiniz insanlar için bir armağansınız.
Ann Wells
Not: Bu sözlükteki son entry'im
ket vurur şehir ışıkları söz vermiş bir aşka...;
bilmem... bilemem...;
ferin aydınlatır mı içimi bir daha...;
Kaybolursun puslu rüyaların ardında...;
gurura yokuş sevdalarda...;
çık hayatımdan git artık kelimesinin anlamını bilmeyenlerin kullandığı bir söz.
istenmemenin söz konusu olmadığına inanan hegemonyası tavan yapmış çarpık kişilik.
olması gereken türkiyede 17 milyon kürt kökenli türk vatandaşı yaşamaktadır.
300 500 bin çapulcu yüzünden hepsinin aynı sıfat ile yargılanması tabiki yanlıştır.
Bende aslen kürt olan bir türk vatandaşıyım ve benim diyen bir çok kişiden daha fazla milliyetçiyim.
Sapla samanı ayırmadan aynı yakıştırmalar ile yargılamak malesefki bizim yapımızda var.
parası olmayandan kaç çekilirken sadece parası var diye bir takım bedellerden yırtmak doğru değil.
Askerlik zaten bir bedeldir. Bu vatanda yaşamanın bedeli bunuda para ile satın almayı sağlamak doğru değil.
Bu vatan 3 -4 bin kişiden gelecek 10.000$ lık para ile kurtulacaksa vay bizim halimize.
Umud'un hayatımızdaki önemine işaret eden hoş bir yazı...
Tanrı bir gün peygamberin birine bir sandık hediye eder ve derki ;
- Bu sandığı sana emanet ediyorum ama sakın ola ki içini açıp bakmayasın...
Tamam der peygamber.. Aradan zaman geçer ve peygamberi bir merak sarar acaba sandıkta ne vardır? içi içini kemirmektedir. Sonunda dayanamaz ve sandığı azıcık aralayıp içine göz atar ama sandığı aralar aralamaz içinden bir sarı güvercin ve bir mavi güvercin uçuverir. Peygamber son hamleyle sandığı kapatır ve içinde tek bir beyaz güvercin kalır...
Ve Tanrı yanına gelir, peygamber işlediği günahın farkındadır, mahçuptur. Tanrı şöyle seslenir; Kaçırdığın o sarı güvercin insanoğlu için sonsuza dek yaşamdı yani "ÖLÜMSÜZLÜK" tü. Kaçırdığın o mavi güvercin sonsuza dek mutluluk yani "BARIŞ" tı. Peki der Peygamber içinde kalan beyaz olanı nedir? Tanrı cevap verir..
Yolda yürürken karşına gelen fıstık gibi hatunların bile çirkin görüldüğü zamanlardır.
gece yatmadan önce çakmak gibi açık gözlerle tavanı aşındırmak.
Ama en güzeli alıştığın insandan korkmak değil onu kaybetmekten korktuğun için gözlerini kendin bağlamandır.
'Biz şahsi hiçbir çıkar gözetmeden, halkımızın bağımsızlığı ve mutluluğu için savaştık! '
1968'ler. Yazılı tarihin en barbar asrının en umutlu, en ışıklı, en cesur günleriydi. Coşkun bir devrimci dalganın bütün dünyayı sarstığı, onlarca ülkede milyonlarca insanın ayağa kalkarak, 'Gerçekçi ol, imkansızı iste, ' diye haykırdığı günlerdi...
Böyle bir dünyada, Denizler de özgürlük bayrağını Türkiye'de yükseklere taşıdılar. ABD'ye, NATO'ya, yurtlarını yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekmek isteyenlere en iyi cevabı eylemleriyle, yürüyüşleriyle, cesaretleriyle verdiler.
Ve egemenler, bu özgürlük kabarışının intikamını 12 Mart karanlığında üç gençten çıkarmak istediler. Somut hiçbir yasal dayanak olmadan Deniz'i, Yusuf'u, Hüseyin'i ve nice arkadaşlarını idamla yargılayıp, 'Asalım, asalım! ' çığlıklarıyla darağacına göndererek özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini boğmaya çalıştılar...
işte Nihat Behram, o günlerin ölüm karanlığını sivil tarihçiliğimize belgesel bir katkı olan bu kitabıyla yırtmıştır. Denizler'in asılmadan önceki son sözlerinin de ilk kez açıklandığı, yayımlanır yayımlanmaz yasaklanan ve ancak yirmi iki yıl sonra aklanan Darağacında Üç Fidan, içten sesi, ince duyarlılığı ve ödünsüz tavrıyla, bütün iktidarların geçici olduğunu, milyonların kalbinde yaşayacak olanların daima özgürlük savaşçıları olduğunu göstermiştir...
Baskı altında geçen yirmi iki yılın ardından, yirmi ikinci basımıyla Darağacında Üç Fidan'ı sunarken, bugün koyu bir karanlığın ve ahlaksızlığın içine itilmek istenen yurdumuzda, gözlerimizde hala bir umut ışığı, darağaçlarında 'solmayan' üç fidanın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz...
Ata Demirel'in tek kişilik dev gösterisinde poponuzu yılan ısırırsa skec'inin ergende cinsellik çağrıtılması sonucu oluşturulan konu.
(bkz: penisi yılan ısırması)
Tanıtım :
Uzak bir gelecekte, insanlar Regios adlı hareket eden büyük şehirlerde yaşamaktadır. Bu şehirlerin dışındaki dünya sadece çölden ibarettir ve oksijen yoktur. Parazit Yaratıklar adı verilen değişim geçirmiş varlıklar zaman zaman bu şehirlerin başına bela olmaktadır. Kendilerini savunmak için insanlar "Dite" adı verilen silahları kullanmayı ve içlerindeki güç "Kei"yi kontrol etmeyi öğrenmektedirler. Bunlar arasında, Layfon Alseif adında bir genç Zuellni Akademi Şehri'ne öğrenci olarak transfer olur. Ancak Layfon sıradan biri değildir, en büyük savaşçıların bulunduğu yenilmez şehir Grendan'dandır. Dahası Zuellni'ye gelmeden önce Grendan'da Kraliçe'nin emri altındaki en güçlü 12 Gök Savaşçısı'ndan biri olarak yaşamıştır. Ancak bazı sebeplerden dolayı ayrılmıştır.
Ve Zuellni'ye de savaştan uzak durup sıradan bir öğrenci olarak yeni bir hayat kurma düşüncesiyle gelir. Ancak yetenekleriyle herkesi kendisine hayran bırakır ve Savaş Sanatları Akademisi'nden 17. Takım Kaptanı Nina Antalk, Layfon'u kendi takımına katılmaya ikna eder. Layfon ne dilediği gibi sıradan bir yaşam sürebilecek, ne de geçmişi peşini bırakacaktır.
Karasumori malikânesindeki yüksek ruhsal enerji, bir takım gizli şeyleri ve akıl almaz fenomenleri malikâneye çekmektedir. Bu sıkıntılar yüzünden Ayakashi yok etme uzmanı Hazama Tokmori çağrılır (Ayakashi, kötü ruhlara verilen isimdir). Hazama bu işe devam ettikçe ona Kekkaishi denmeye başlanır.
Karasumori ailesi kendilerini korumak için büyük bir enerji kabuğu oluşturur ama korumak şöyle dursun, bu enerji Ayakashi'leri başka bir şeye dönüşebilen canavarlar haline getirir. Bundan sonra Ayaskahi’ler insanlara zarar vermeye başlarlar. Bunlarla artık baş edemeyen Kekkaishi de yorgunluktan ve ağır hastalık yüzünden dört gün boyunca yatar. Dördüncü günün sabahı ise vefat eder. Malikâneyi gelişmiş Ayakashiler doldurur ve artık orada insanlar yaşayamaz hale gelir.
Yıllar sonra Ayakashiler gidince insanlar buraya tekrar yerleşir ve Karasumori Akademisi’ni kurarlar. Ama Ayaskah’leri dönüştüren Karasumori ailesinin enerji kabuğu hala akademinin altındadır. Oraya gelecek olan Ayashileri temizleme işi Kekkaishi'nin torunu Sumumira ve Yukimura'lardan Tokine'ye düşmektedir.
Tokine 16 yaşında lise öğrencisi bir kız, Yoshimori ise 14 yaşında ortaokul öğrencisi bir erkektir. ikisi de Karasumori Akademisi'nde okumaktadır. Gündüzleri Ayakashi’ler ortaya çıkmadığından okulda sorun yoktur ancak Karasumori'yi ele geçirmek isteyen Kokubouro denilen güçlü bir Ayakashi grubu Yoshimori ve Tokine'in başına çok iş açacaktır.
Kesinliklle Anime serileri arasındaki bestseller(yanlış olabilir) olacak bir yapıt.
Eski bir motosiklet çetesi üyesi, Eikichi Onizuka’nın hayatında tek bir amacı vardır. “En iyi öğretmen” olmak. Zar zor girmeyi başardığı okuldan, aynı şekilde zar zor mezun olup eline diplomasını alır. iş için başvurduğu ilk okulda kötü bir tecrübe geçirir ve kendini yollara vurur. Ama bilmediği şey okulun müdürünün Onizuka’dan etkilenmiş ve onu işe almak istediğidir. Bunu haber alan Onizuka tam gaz okula geri gider ve işi alır. Ama ne yazık ki Onizuka’nın hayalini kurduğu cici öğrencilerin yerinde okulun en problemli ve öğretmenlerden nefret eden sınıfı vardır. Onizuka’nın işi bu sınıfı adam etmektir. Ne de olsa Onizuka “En iyi öğretmen” olmak için çabalamaktadır bu da bunun için iyi bir fırsattır. Anime.gen.tr den alintidir
Bazen gitmek gerekir arkaya bakamadan.
Bazen göndermek gerekir yüzüne bakamadan.
Bazen gitmek kalmaktan zor gelir acıtır insanın canını.
Bazen sevgiliden ayrılırken.
Bazen aileden uzak kalırken.
En çok hangisi koyar derseniz adamına göre değişir.
Bazen 10 yıllık sevgiliden ayrılmak koymaz ama
3 gün yaşadığın bir ilişki canından can alır farkında bile olmazsın.
kapıdan çıktığında yüzüne bakılmayan insanların sanallığı gerçeklik ile yer değiştirmesi ile oluşan bir çevre kirliği kökten temizlik gerektiriyor ancak ilaç firmaları halen bu haşereleri ortadan kaldıracak sehiri üretemedi.
Onepiece animesinin türkiyedeki en fanatik takipçilerinin oluşturduğu topluluktur.
Yeni bölümler manga - anime ve eski bölümler üzerine sıkı ve ateşli tartışmalar yaşanır ama seviyi koruyarak hareket ederler.
hepsinin ortak özelliği Onepiece'in sürekli takipçileri olmasıdır.
inat herşey inatla başlıyor insanların yapısında var aman içme aman şu aman bu derken her önüne gelenin yapma dediğini yapmanın verdiği hazzı yaşamak adına yavaş yavaş kendimize son kurşunu sıkıyoruz.
mümkün değil yenilirse şp gider aksine beşiktaş ve trabzoın hemen arkasında avrupaya bile gitmesi tehlikeye girer.
Bu sene Fenerbahçe şampiyon ancak 6s ve 8tas yapacak şampiyon.
Günlerden bir gün, köylerden birinde, bir adamın eşeği kör kuyulardan birinin içine düşmüş. Niye düşer, nasıl düşer diye sormayın. Eşek bu, düşmüş işte.
Hayvancık saatlerce acı içinde kıvranmış, anırmış, sesini duyurmaya çalışmış. Derken eşeğin sahibi gelmiş kuyunun başına.
Bakmış zavallı eşek kuyunun dibinde melül mahzun bakınıyor. Üstelik de yaralı. Bir hal çaresi düşünürken bir koşu gidip köylüleri yardıma çağırmak gelmiş aklına.
Ne yapsak, ne etsek de şu eşeği kuyudan çıkarsak derken, bakmışlar ki hayvan zaten yaralı, belki de kırık çıkığı da var, çok acı çektiği de belli, artık kurtarılsa da işe yaramaz düşüncesiyle çıkarmaktan vazgeçmişler ve üzerini toprakla doldurmaya karar vermişler. Herkes eline geçirebildiği ne varsa başlamışlar kuyuyu toprakla doldurmaya.
Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları her seferinde silkinerek üzerinden atmış. Onlar yukarıdan atmış, eşek silkelenerek her defasında toprağı altına almış.
Derken, ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her defasında biraz daha yükselmiş ve giderek yukarıya çıkmaya başlamış eşek. Köylüler de şaşırmışlar hayvanın giderek yükselmesine. Onlar atmış eşek yükselmiş derken neticede hayvan yukarıya çıkmayı başarmış.
Hayat, bazen bizim de üzerimize abanır. Üstümüzü toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur. Bunlarla baş etmenin tek yolu sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmaktır. Aydınlığa bir adım daha yaklaşmaktır. Kör kuyuda olsak bile!"
Turgut Özal türk siyasetindeki altın isimlerden biridir bu bir gerçek ancak 2010 yılının Tayyip Erdoğan'ı ile 1980 lerin özalı arasında ben bir fark görmüyorum. Tayyip'ten sonra şimdi atıp tutanlarda şak şak yapmaya başlarlar.
Nede olsa şak şakçılık bizim insanımızın yapısında var.