bilindiği gibi, amerika kıtasında emelleri olan fransa, amerikan bağımsızlık savaşı süresince ingiltere ile savaşan amerikan kolonilerine destek vermiş, amerikan bağımsızlık savaşının bir kolu da, kıta avrupasında fransız donanması ile ingiltere arasında gerçekleşmişti.
iş bu 8 yıllık süreçte, fransa'nın kral 16. loui'nin emriyle kolonilere verdiği destek, fransız ekonomisinin canına ot tıkamıştı. halk açlıktan birbirini kemirir hale gelmiş idi. soruna çare bulmak isteyen, ama bir yandan da amerikan federe devletlerine sağladığı desteği kesmek istemeyen kral, çözümü danıştığı ekonomi bakanından aldığı "vergileri yükseltelim" önerisini pratiğe dökmekte buldu. bu nedenle, 150 yıldır toplanmamış ulusal meclisi toplanmasını istedi.
soylular, halk ve din adamları olmak üzere, 3 katman da third state denilen, üçüncü toplantılar zincirinde bir araya geldi. toplantıların yapıldığı yer ise, büyükçe bir tenis kortuydu. günde 1 ekmek yiyebilmek için birbirini asan halka vergileri yükselterek çare olunamayacağını (ki bu güzel bir yamadır. zira, fransz aydınlanmacı hareketi, esasen burjuva hedefleri doğrultusunda gerçekleştirilmiştir) belirten 3 katmanın öncüleri, çözümü kralın etkisini kırmada gördüler.
tennis court'da yemin eden liderler, fransız ihtilalinin sembolik açıdan başlangıç hareketini de oluşturdular. zira, halkın her kesmi, ilk kez sesini yükselterek monarşinin babası kral onaltıncı louis'e karşı tepki gösteriyordu. birbirlerine söz veren meclis üyeleri, yeni bir anayasa kurulan dek durmak bilmeyeceklerini bildirmişlerdir. ihtilal sonrası fransasında kurulan ulusal konvansiyonun özünü oluşturan tenis kortu yemini, fransız parlamentosunun ilk ağız birliği olarak kabul edilir.
tarih boyunca burada edilen yemini, tuale aktaran yığınla ressam olagelmiştir.
jean jacques rousseau başlığını yazana kadar canım çıktı, neyse buldum ve buraya kopyaladım. bu madde, jean jacques rousseau ile ilintilidir.
özetle, doğrudan demokrasinin uygulanmasının statik bazı engellerle karşılaştığı ülkelerde, roussa'nun nefret ettiği temsilciler meclisi oluşturulmalı ama ip bu halk temsilcilerinin ellerine verilmemelidir. buna istinaden, halk seçtiği temsilcere emir verebilmelidir.
benim dikkatimi çeken, virginia ve fransız yurttaş ve insan hakları bildirgeleri gibi geniş çapta yankı uyandırmış manifestolara, tarihin ilk cumhuriyet denemelerine kadar sirayet edebilmiş, ihtilalin aydınlanmacı kadrosunu yetiştirmiş roussa, nasıl olur da halk eğemenliği teorisinde çelişkiye düşer?
rousseau diyor ki, eğemenlik tamamen halka aittir, halk bunu devredemez ve temsili demokrasiyi benimsememeli. doğrudan demokrasi olmalı diyor. vefakat, o zamanların birleşik lehistanı gibi ülkelerde, nüfusun fazlalığı nedeniyle bunu uygulamak zor olduğundan, öğretisinde gevşiyor ve emredici vekalet denen bir sistem geitiryor. buna göre halk, doğrudan katılım sağlayamasa da, temsilcilerin elinde inlememek için, onlara istedğini yaptırmalı, gak-guk etme ihtimallerine karşılık, emretmelidir istediklrini.
buraya kadar çok iyi. tıpkı antik yunandaki gibi. (ki onlar da kölelik kurumu doğal göründüğünden net bir demokrasiden söz edilemez? ancak rousso ekliyor, toplumda çok oyla iktidar olan yasama erkini (demokrasi deyince üzerine basa basa yasamayı kasteder kendisi) seçme inisiyatifini alan çoğunluk, her zaman haklıdır. yani, çoğunluğunun ne dediği önemlidir. burada da sorun yok. ama çoğunluk haklıdır, azınlık her zaman haksızdır diyorsan, orada sorun vardır. bu apaçık bir çelişkidir.. roussoya kalsa, seçilememiş ve genel aykırı düşünenler (azınlıkta kalanlar) söz hakkına sahip değildir. zira genel, azınlığın tersine olanı seçmiştir.
hem "kuvvetlerin tek erkte toplandığı bir sistem önünde sonunda diktatörlüğe dönüşür" de, hem de "ben çoğunluğun sesiyim, istediğimi yaparım!!" bahanesiyle at koşturacak yığınla diktatörün zeminini hazırla. ondandır ki, hitler gibi bazı isimler roussa okumuşlardır. çoğunluğu ele geçirdin mi, tamamdır iş. bugün de gördüğümüz gibi. çoğunluk her zaman doğruyu söyler mi diye sorulursa da, "bu saatte o kadar kafam almaz" derim. ama net bir şey varsa, o da roussa'nun ekonomik temellendirme yapmadan direkt üst yapıdan girdiği teorisi sağlıklı işlememiş. gerçi, dünyanın ilk bin yılını doğrudan etkilemiş platon'un ideali anlattığı devlet eserinde, elde para kalmayınca diğer polis devletleri yağmalama hakkı tanıması sonrası düştüğü paradoks kadar değil onun ki.
antik yunan'da var olmuş sınıfsal toplumsal dokunun devamı için bilhassa platon'un öncülüğünde tasarlanmış bir tür masaldır.
platon; "öyle bir yalan uydurmalıyız ki, insanlar sınıfsal yapılarına eyvallah demeli, sınıflarını ve yaşamlarını kabul ederek, sorgulamamalılar" demekteydi. zaten kendisi ve hocası sokrat da birer aristokrattı.
antik anlamda demokrasinin beşiği deyip köleliği meşru gören, vatandaş tanımın öncülüğü adledilip erkekten başkasına yurttaş olma hakkı tanımayan über düşünürlerimizden de, çağları aşan düşünce beklenemezdi zaten.
yunan tanrı oligarşileri, kendi istekleri dahilinde bazı insanları aristokrat, yönetici veya köle olarak yaratırlardı. insanlar daha doğumla birlikte olumlu veya olumsuz bu yafta ile donanmış halde yaşamlarına başlardı. öyle ki tanrı, bazı insanları madeninde öğüttüğü altından yaratarak seçkin kılmış, bazılarını gümüşten yaratarak orta halli tasarlamış bazı garibanların da hamuruna bronz (veya tunç-demir) katarak onun bunun kölesi olarak donatmıştır (!)
altın mayalılar bilgelerken, gümüş mayalılar olan askerlerin evlenmeleri yasaktı. aklı başka bir yerde kalmasın diye.
antik görüşleriyle skolastik düşüncenin yapıtaşlarından biri olan platon, aydınlanmcı görüşleriyle skolastik düşüncenin perdesini indirmekle kalmamış, antik yunanın eşitlikçi olmayan dokusunu da şekillendirmeyi bilmiştir.
1952 yılında ingiltere'de yaşanan hava kirliliği nedeniyle ortaya çıkmış ve 12 bin insanın hayatına mal olmuş büyük felaket.
21. Yüzyılın en büyük çevre felaketlerinden birisi kabul edilen hadiseye sis ismi verilerek zehirli gazların varlığına atıfta bulunulmuştur. Zira olay sırasında Londra'da büyük ölçüde kömür sobası kullanılmaktaydı. 4 gün boyunca ülkeyi etkileyen bu kara duman süresince hava uçuşları ve servisler kullanılmamıştı.
Kaos sonrası başını britanyanın çekecegi çevrecilik faaliyetleri ve farkındalık projeleri hayata geçirilmeye başlandı.
Net ortamlarında sikça rastlanan bir dolandiricilik teknigidir. Herhangi bir beynelmilel site profilinden sizi gozune kestiren dolandiricilar, e-mail yordamıyla acikli bir hikaye yaziyorlar.
Genellik senegalde multeci oldugunu iddia eden dolandirici kadin, iyi egitimli bir aileden gelmektedir. Babasi annesiyle birlikte oldurulmeden once, devlette sıkı bir memurdur. Ilginctir, multeci kampinda kalan bu kisinin bilgisayar ve internet baglantisini nasil edindigi mechul. Kizimiz uzunca anlattigi bu hikayeden yola cikarak sizden para sögüşlemeye calisacaktir. Yeterince saf olanlarda basariya ulasacaklari da muhakkak.
Olasi bir mesajlasmada bu kisiyle kontagi kesip, hic yazismamis gibi unutmak iyi olacaktir.
Tarih derslerinden; Fransız ihtilalinin yaydığı milliyetçilik düşüncesi, Osmanlı toprağı altındaki ulusları etkiledi genel görüşü dışında, hakkında çok bir şey bilmediğimiz Fransız ihtilalinin, arka sıralarda kalmış detaylarıdır.
- Bir eğlence aracı olarak giyotin
ihtilal öncesi fransanın en korkunç sembolü olan giyotin, kral devrildikten sonra da sağlam mesai yapmıştı. Öyle ki, gün içinde felanca yerde yapılacak infazların bilgilendirmesini içeren afişler ağaç ve duvarlara asılırdı. Böylece halk, evde oturacağına kalkar idam izlemeye giderdi. Ancak Charles dickensın iki şehrin hikayesi isimli kitabında anlattığına göre, idamların sayısı öylesine fazlaydı ki, insanlar artık infazları seyretmekten bıkmışlardı. Zaten infaz öncesi ensesi tıraş edilen mahkumlar birkaç saat Paris sokaklarında dolaştırılarak halka rencide ediliyordu.
- Giyotin hakkında efsaneler
icadının kendi adını verdiği giyotin isimli alet, daha acısız bir ölüm sağlasın diye kullanılmaya başlamıştı ancak bazen tutuklunun canını tam olarak çıkartamıyordu. Öyle ki, giyotinle kesilen kafaların temas sonrası ilk 5-8 saniye arasında koptuğu bedenini tanıdığı ve hala tepki verdiği yönünde sayısız öykü anlatılmaktaydı. Bunlardan birinde, jironden jean paul maratı küvetinde öldüren feminist charlotte corday, jakobenler tarafından giyotine yollanmış, daha sonra idam edilen kadının kafası halka gösterilmişti. Halka fahişe olarak tanıtılan cordayın yüzünün, idamı izleyenlerin kendine tükürmesi sonrası sonrası kızardığı söylenmektedir. Aynı şekilde, hayatını bilime adayan antoine lavoisier de ölmeden önce; öldüğümde kopan kafam size gülümserse, bilinki giyotin hakkında anlatılan hikayeler doğrudur demişti. Rivayet odur ki, lavouiserin kafası düştükten sonraki ilk 8 saniyede kendine bakanlara gülümsemiştir.
- Kralın tutuklanışı
Kral onaltıncı lui, kazan kaynamaya başladıktan sonra fransada sonunun geldiğini anlayınca ülkeden kaçmak istemiş, efradını toplayarak faytona binmişti. Belçika sınırını geçerlese, kurtulacaklardı. Ne var ki faytonları kırsal bir arazide durduruldu. Kontrolü yapan asker, ilk etapta ailenin geçmesine izin verse de, daha sonra; yaw ağa nereden anımsıyorum ben bu herifin suratını? diyerek elini cebine atar, bir de bakar ki, az önce gördüğü adam, paranın üzerinde resmi bulunan adamdır. Fayton durdurulur, kral tutuklanır.
- Robespierrenin ölümü
Tiranlığı kovmak bahanesiyle devrim yapıp, kraldan çok zorbalaşan cumhuriyetçi jakoben robespierre, güç jakobenlerin ellerinden düştükten sonra tutuklananlar arasına girmişti. Sabaha idam edilecek robespierre, onların elinde ölmektense, intihar etmeyi yeğledi. Ne var ki, çenesine dayadığı silah ölümünü getirmeyerek onu sakat bıraktı. Sabaha kadar kanlar içinde can çekişen robespierrein imdadına sabahki idam yetişti.
Bomba bir andorid uygulamasi.
Telefonunuz kayboldugunda islik calarak bulmanizi olanakli kiliyor.
Song listten sectiginiz bir ezgiyi islik calarak seslendirdiginizde ezgiyi ortusturen program, telefonun bulundugu yerden eseri calmasini sagliyor. boylece sesin geldigi yone giderek, telefonunuzu bulabiliyorsunuz.
Ben hem kolayca isligini calabildigim hem de sevdigim the bridge on the river kwai'nin meshur muzigini koydum. Siz arzu ederseniz, kendi tracklarinizdan birisini de secebilirsiniz.
tarih boyunca, grek, roma ve bizans (doğu roma) geleneklerinin kültürel anlamda başkentliğini yapmış, adeta batı dünyasının son kalesi olarak görülen istanbul'un düşüşü sadece biz müslüman türkler veya arap dünyası için değil, tüm hıristiyan dünyası için de inanılmaz bir dönüşüm noktası olmuştur.
tüm umutları bağladıkları istanbul'un kuşatma altına alındığı ilk dönemlerde hayli umut dolu olan ortodoks bizanslılar, fethin son dönemlerinde büyük bir yıkıntı içine gireceklerdir. genelde bu durum, akşemsettin'in öğrencisi fatih'in de umutlarının azaldığı dönemde ebced hesabı üzerinden istanbul'un fethedileceği günü 29 mayıs olarak ona bildirmesi sonrası, fatih'in şevkle yeniden dolarak ordularımızın var gücüyle şehri düşürmesiyle ilintilendirilir.
kuşatma süresince, dönemin bizans kralı paleogos (13. konstantin) ayasofya ile alakalı bir kehanetten sıkça söz eder. buna göre, ne zaman ki, ayasofyanın üzerinde bir ışık, yani nur görülür, o zaman istanbul düşer. bu, isa'nın doğu romalıları terkedişi, yanlız bırakışı anlamına gelecektir. gerçekten de, 26 mayıs 1453 roma kroniklerine bakarsanız, tarihçilerin bu tür beyaz bir ışığın ayasofya üzerinde görümlendiğini yazdığını görebilirsiniz.
bir başka kehanet ise, ana ikona meryeme ilişkin. istanbulun ruhani liderler (isa, meryem, paraklit) tarafından korunduğu düşünüldüğünden, bu ikonalarda olası bir tatsızlıklıkta istanbulun yitişi anlamına gelecektir. bugün sultanahmet meydanı olarak bildiğimiz atmeydanına meryem ikonasını getiren imparator, asker ve halkına manevi güç aşılamak ister. fakat ansızın yere düşürülen meryem heykeli, yüzüstü çakılır ve çok uzun uğraşılara karşın bir türlü kaldırılamaz. nedensiz bu olay sonrası, doğu romalıların istanbulun kurtulacağına dair umutları da yiter. ayrıca, söz konusu imparator paleogos, bugün bile bazı aşırı sağcı yunanlar tarafından, yattığı mezarından kalkarak, eline aldığı kılıcıyla istanbula girerek, istanbulu tekrar hıristiyanlara hediye edeceğine inanılan bir figürdür. kendisi zaten unkapanında savaşarak ölmüştür.
bugün bizim boşnak olarak bildiğimiz topluluğun, islamla tanışmadan önceki inancı olan bogomil inancında rastlanan bir kavram.
aslında, bogomil inancının üzerine kurgulandığı üç değerden bir tanesidir. yaklaşık olarak şeytanı tanımlar.
bir hıristiyan mezhebi olan bogomillere göre, üçlübirlik vardır ancak hıristiyan anlayıştan farklı bir yapıdadır. baba evren yaratır ve sürdürür, oğul bilinen anlamıyla isadır. Satanael ise, isa'nın kardeşidir ve kötücüllükle bağdaştırılır. inananlar isaya sevgi, kardeşine korku duyduklarından ötürü inanırlar.
onaltıncı asırda avrupada başlayan sadaka reformu tartışmalarının odağında yer alır.. kilise inisiyatifindeki sadaka kavramıyla sürdürülen yoksullara yardım politikalarını sorgulamıştır. bir bakıma, sosyal devlet ve sosyal politikacılığın babalarındandır.
luis'e göre, kapitalizmin gelişme kaydetmesiyle emeğini satarak kıt kanaat geçinmek durumunda olan kesmin sayısı artışa geçmiş, bunlara bakmakla yükümlü kilise yetersiz kalmıştır. bu nedenle luis, sadakadan çok, devlet tekelinde sistematize edilmiş sosyal politika kavramına, "yoksul yardımı üzerine" isimli kitabını yazarak eğilmiştir.
haylaz çocuğu bir türlü uyumayan çaresiz ebeveynin, son 15 yılın en büyük korku figürünün ismini vererek oğlunu uyutmaya çalışmasını gözler önüne seren hazin cümle.
tayyip ismini duyan zavallı çocuğun, saniyesinde yorganı başına geçirerek uykuya dalmak için kendini zorlaması olasıdır.
hıristiyan ortodoks ikonografisinde asırlardır resmedilegelmiş, marangoz hazreti yusuf (saint joseph) ve oğlu hazreti isa'yı tasvir eden çalışmaların genel ismi. carpenter saint joseph and jesus diye de bilinir.
bir baba ile oğlun arasındaki kaliteli gönül bağının en güzel dışavurumlarındandır.
hıristiyan teolojisinde iki yusuf vardır. birisi bizim de peygamber kabul ettiğimiz mısırda zor dönemler geçirmiş hazreti yusuf, bir de meryem'in evli olduğu saint joseph. o da yusuf olarak bilinir. meryemin kocası carpenter saint joseph olarak da bilinir. meryem isayı bakire dünyaya getirmiş olduğundan, marangoz yusuf sembolik bir babalık modundadır.
- öncelikle bu işin çok meşakkatli bir sürece gebe olduğunu kavramada yarar var. gerçekten çok karmaşık araştırmalara dalmak durumundasınız. bu yıldırıcı bir güçlük.
bir ikincisi, önünüzde metodolojik olarak bir tıkanmışlık söz konusu. o da, türk topraklarında şecere tutma geleneğinin çok zayıf olduğu.
özellikle osmanlıda tebaa kavramı olduğundan, multikültürel dokuda zedelenmeler olmasın diye, bir ırkı diğerine baskın kılmamak için yoğun efor sarfedildiğinden, bu tip konulara pek sıra gelmemiş.
oysa avrupada çok köklü bir geçmişi var. kiliselerde aile soy ağacı kayıtları sağlıklı bir şekilde tutulabilmiş. vaftiz edilme ritüelleri çerçevesince, soyunuz sopunuz not edilir. hatta şehzade cem vatikana sığındıktan sonra, çocukları hıristiyan olmuştur. oğullarının vaftiz besteleri bile hala kayıtlar altındandır ve koro gospeli olarak seslendirilebilir. konuyla ilgili bir ingilize sorsanız magna chartaya dek soyunu dökebilir size.
öte yandan, asırlar boyunca avrupada, soyluluk asillik gibi kavramlar nesle göre şekillendiğinden, bu kayıtları ister istemez tutmak durumunda kalındığından, sağlam bir soy ağacı geleneği süregelmiştir.
- bizde bunun tek istisnası seyyidlik kavramı. seyyidler osmanlı topraklarında ayrıcalıklı bir yere sahiptiler. şapkalarında hazreti peygambere dek uzanan seçere yazılıydı. hoş, istenildiğinde önemli kişilerin soy ağaçlarına ulaşılabiliyor. bildiğim kadarıyla abdullah gül'ün 500 yıllık ailesi belli.
- amatör araştırmacılar olarak sizlerin bu konuda birincil kaynaklarınız, aile büyükleriniz olacak. benim gibi, dedesinin ismini bile anımsamayan bir dedeye sahipseniz, işiniz zorlaşabilir. o vakit, ailenizin memleketine gidip, şöyle bir köy kahvelerini, eski haneleri ve içinde ikamet eden yaşlıları ziyaret etmekte fayda var. ben çok severim yaşlılarla efsaneleri, yörenin tarihini falan konuşmayı. kimin felancaya gelin gittiği, kimin kaç senesinde şehit düştüğü gibi bilgilere üç aşağı beş yukarı ulaşabilirsiniz. misal benim babamın köyünde, birinci harpte ölenlerin, istiklal harbinde ölenlerin listeleri saklıdır.
- ailesinde çokça akraba evliliği olanlar da ufakta olsa bir avantaja sahipler. misal ben baba tarafından tıkandığımda, anneannemin akrabaların gelin gelmesinden faydalanarak bir tık daha ileri gidebilmiştim.
- bence en önemli dayanak noktası tereke kayıtları. zamanında kadıların tuttuğu bu defterler, hangi yörede hangi eşraf ailelerin yer aldığını, felanca yılda kimlerin hangi muhitten göç ederek başka bir coğrafyaya yerleştiğini gösterebilen özünde ölen kişilerin mallarının dağıtılmasına ilişkin, çok önemli kaynaklardır. ancak, bu konuda da daha önce yapılmış tereke defterlerinin antolojilerine ulaşmanız lazım. şansınıza memleketinizin tereke defterleri üzerinde bir çalışma yapıldıysa ne ala, memleketinizin belediyesinde rica edin, incelemek için alabilirseniz, yolunuz aydınlanır. yoksa işiniz tıkanabilir. ben bu açıdan şanslı olanlardandım. amasyanın tereke kayıtları üzerine derleme bir kitap, amasya belediyesi tarafından yayımlanmıştı.
- daha önce osmanlı toprağı olup da, şimdilerde bağımsız ülkelerin kiti olan kurumlara da bu konuda danışılabilir. misal, tapu ve kadastro müdürlüğünün bulgaristandaki kayıtları tarama olanağı küçük ihtimalle de olsa mevcut. tabii, onların bir "türk" olarak hangi payeyle giderseniz gidin, size bu kıyağı yapmaları zor.
- tabii bu resmi başvuruyu türkiyede de yapabilirsiniz. gidip nüfus dairesinden ben dedemin dedesine dek soy ağacımı istiyorum deyip dilekçe yazarsanız, 4 nesli öğrenebilirsiniz. tabii, orada uyuşuk memurların kimliğe mühür basmaktan kafalarını kaldıracak vakitleri de yok pek.
- hatırlayanlar olacaktır, 2006 da tc kimlik numaraları ilk dağıtılmaya başlandığında, nüfus başkanlığının sitesinde bir bug vardı. sizden kilik numaranızı dökebilmek için, cilt numrası, aile sıra no gibi bilgileri istiyordu. oradaki aile sıra no hanesine her denemede, bir önceki sayıyı girdiğinizde, ailenizde sizden bir önceki erkeğin bilgilerine ulaşıyordunuz. misal, siz 0012'siniz diyelim. 0011 yazdığınızda babanızın, 0010 yazdığınızda dedenizin adı soyadı çıkıyordu karşınıza. bu bug 6 ay kadar devam etti, sonra sorun çözüldü. bu dönemde "her ne kadar sağlıklı olmasa da" epeyice liste oluşturan meraklılar olmuştu. belki de bu, "devletin elinde bilgi var da paylaşmıyor ki abiii" diyenleri haklı çıkarır, bilemiyoruz.
- halk hikayelerini taramak da faydalı olacaktır. daha önce rumlarla çarpışıp, yörenin namlı şehit kumandanlarından birkaçı adına yakılan şiirlerden soy ağacıma dair ufak bir nüans yakalamışlığım var.
- sizi zorlayabilecek bir durum olarak cumhuriyet başından itiraben belde ve köy isimlerinde yapılan türkleştirme çalışmaları gösterilebilir. bilhassa 80 askeri ihtilali sonrası, pekçok rumca ve ermenice köy ismi türkçeleştirildiği için, ekstradan bunların türkçe adlarını da bulmak durumundasınız. aatatürkün kızıl hafız ahmet efendi olan dedesinin ismi, komünizmi çağrıştırdığı için kırmızı hafız ahmet efendi olarak değiştirilmiş, düşünün artık. neyseki, yöre halkı hala eski isimlerle köylerini anıyor ve resmi yazışmalar dışında türkçesinin kullanılmışlığı pek vakii değil.
- gördüğüm kadarıyla, tokat, çorum, amasya, samsun gibi kentlerimizde, 1915 tehcirine dek çok yoğun bir rum nüfusu yaşamaktaymış. bu yörelerdeki köylerde anlatılagelen hikayelerle, rumlarla yapılan çarpışmalara atıfta bulunur. benim kasabamın 35 adet köyünün 26'sı hala rum ismiyle anılır. eskiden kalma kiliseler, rumların giderken bıraktığı altınlara dair definecilerin kazı çalışmaları derken, ciddi bir kültür birikimi mevcut. çok kız alıp-verme olayları olmuş. bir kültürel çeşitlilik söz konusu. ee osmanlı topraklarında asırlarca huzur içinde yaşadılar önkabulü üzerinden gidilecek olursa, soyda bir kırılma olabilir.
- avrupada da buna meraklı bilimsel çalışmalar mevcut. eğer bastırırım parayı öğrenirim diyorsanız, genom teSti yaptırabilirsiniz. 95 euroydu sanırım. tükürük testinden yola çıkılarak, genetiğinizin en çok hangi kıta ve ülkelerde yaşayan insanlarla tek tiplik gösterdiği üzerine bir çalışma bu. bu da göç trafiğine başka bir soluk getirecektir.
- bu bilgilere ulaşsanız bile, elde ettiğiniz verilerin çok sağlıklı olmayabileceği fikrini aklınızda bulundurmanızda fayda var. zaten 1850 den öncesi mantara bağlıyor. tüm tarihçiler özellikle 93 harbini işaret ediyor. balkan topraklarının osmanlının elinden çıkmaya başladığı 19. asrın ikinci yarısı çok önemli. ciddi değişimler yaşan bir dönemdi bu aralık. ayrıca, lozan sonrası nüfus mübadelelerine de bakmakta fayda var. sonuçta, ailenizdeki resesif özellikler sadece bir yabancı gelinden sebep bile değişkenlik arz edebiliyor.
- ve bence en önemli nokta, "ben yedi nesil, safkan türk oğlu türküm" diyen ve bu bağlılığı, olmazsa olmazı kabul eden arkadaşların, çalışmaya başlamak konusunda emin olmaları. zira biz imparatorluktan ulus devlete evrildiğimiz düşünülecek olursa, kimin hangi milletten geldiği belli olmaz.
asırlar öncesinin kelli felli kardinalleri de, ortadoğunun hakim eğemen önderleri de çalışma kadrosuna bu tip telkinlerde bulunarak, bu hareketi yadsıyorlardı. kaldı ki, dönemin emperyal ülkeleri, sosyo-kültürel formatları ateist hareketi engelleyebilecek potansiyeli de barındırıyordu.
baskı ve yadsımalar, günümüzde pıtırcık gibi türeyen ateist ve ateist oluşumları doğurdu. etki-tepki balansı da denebilir.
hala; "akşama halloluyor dostum" havası hakim. anlaşılan o ki, ateizm hareketi birkaç asır sonra, gerçek manada ciddi bir lobi ve mutlak surette anlaşma zemini aranan bir güç odağı olarak sivrilecek.
hoş, şuanda bile, hıristiyan evanjelik lobisi ve siyonist yahudi lobisinden sonra, ateist lobi, abd'de en güçlü üçüncü hareket konumunda.
hayalperestliğe gerek yok, tarih biliminin metodolojisi bunu söylüyor. bir olguyu görmezden gelip baskı yaptıkça, bir başka zaman diliminde başına püsküllüsünün gelmesini peşinen taahhür etmiş olursun. sen değil, seni takip eden jenerasyonlar daha sivri güç odaklarıyla karşı karşıya kalır.
o yüzden klasik olacak ama, hoşgörü ve kabul şart. her ne kadar bunun pratize edilebileceğine dair inanç taşımasam da.
Fransız ihtilalinin organizatörü olan üç süpektaküler Fransız idareci.
Robespierre ve Saint just, 1792de kral 16.lui nin yakalatılarak idam edilmesinde, tabiatıyla cumhuriyet rejminin yeşermesinde rol oynamıştır. Zaten just, robespiyerin sağ kolu olarak, cumhuriyetle başlayan terör döneminin mimarlarındandır.
Robespierre, özellikle köylülerin desteğini arkasına almıştı. bunlara beraber, devrimin oturtulması için tüm muhaliflerin sindirilmesini düşleyip, aydınlığa çıkabilmek için, tüm karşıtları giyotine göndermenin gerekliliğine kendini inandırmıştır. Saint just da ondan aşağı kalmayarak, dönemin korkulan isimlerinden olmuştur.
Robespiyer , giyotine yollandığı 1794e dek paranoyakça tutumlar takınarak, yaklaşık 30 bin kişinin canına kıymıştır. Başından beri aynı safta olan üçlüden danton, robespiyerin; halk için, halka rağmen prensibi nedeniyle yollarını ayırmış, jakoben klübünden çıkmıştır. Bu bağlamda dantonun daha yumuşak başlı olduğunu söylemek mümkündür. Daha sonra georges jacques danton, insaflılar isminde daha hoşgörülü bir devrim oluşumu vücuda getirmiştir.
Tüm bu ayrı tavırlar, robespiyer ile dantonun arasını açmış, danton giyotine yollanmıştır. iktidar zehirlenmesi yaşayan robespiyere danton; devrim kendi çocuklarını yer deyip arkasından geleceğini işaret etmiştir. Bunla beraber robespiyerin dantonun idamını imzalayan son k işi olması hasebiyle, son ana kadar arkasında olduğu söylenir.
Hoş, danton başlarda idam yanlısı olup, devrim gül suyuyla yapılmaz da demiştir. Son tahlilde meclisteki muhalif cumhuriyetçi görüş jirodenleri beraber sürükleyen üçlü, daha sonra birbirlerini yemiş, 10 yıl sonra devrim muhafızı napoleon bonapart ın yükselişi için dolaylı zemin hazırlamışlardır.
dış güçler önümüzü kesmek istiyor diyen adamın, belediye başkanlığından başbakanlığa dönüştüğü sürecin dış güçler tarafından nasıl hazırlandığını gözler önüne seren, süpektaküler çalışma. yazarı poyraz, bu kitap nedeniyle hüküm giymiştir.
roma ve erken dönem hıristiyan tarihinde, ilk yüzyılda görev alan kral hirodes'in, mesih'in doğumunu haber aldıktan sonra, ortaya çıkmasını engellemek için yahudiye eyaletinde yeni doğan bebekleri öldürmek kaydıyla start verdiği soykırım. tarihte masumların soykırımı ismiyle anılan bu dönem, milano fermanına dek romalıların mesih inancı taşıyan toplumsal katmanlara uyguladığı zulmün habercisiydi belki de...
yahudi olmanın kaçınımazlığına işaret eden, yahudi sistematiğinin kör noktalarından birisini yansıtan deyiş.
şöyle ki, yahudilikte soy anne üzerinden yürür. bunla beraber, yasa kitabının değişik bap ve pasajlarına göre, değişik yahudi akımların, kimi zaman anneyi, kimi zaman da babayı ön plana çıkaran yaklaşımları mevcuttur. tradisyonel yahudilik de denen, yahudiliğin uç ve konservatif kesminin öğretisinde, bazı yahudi kent ve klanlarının adının kadın ismi olması; rahel(yusun annesi), havva, lea (yakup'un diğer karısı, ayrıca rahel'in ablası), ester (iranlı yahudi kraliçe) jezabel gibi önemli kadın dini motiflerin öykülerinin eski ahit'te anlatılması nedeniyle, kadınlık ataerkillik ve soy kavramıyla örtüştürülür. iş bu nedenle, yahudi bir anneden doğmuş çocuk yahudi sayılır. babanın yahudiliğinin çocuk için de geçerli olduğunu söyleyen yapılanmalar, yahudiliğin reformist çizgisini teşkil eder ve sertifika gibi bazı kıstasları erkekten talep ederler.
ancak genel manada anne baz alındığı için, annenin tutumları değişmedikçe ne yaparsanız yapın, anneninizin size bahşettiği bu statükodan kaçamazsınız. yahudi olan anneniz başka bir dinden bir adamla evlenmedikçe, yada yasalarca tatbik edilen musevi şeriatını çiğneyip dıslanmadıkça(isanın mesihliğini teyit) yahudilik etnisitesinden çıkamazsınız. annenizden istifa edemezsiniz. ister ateist oldum deyin, ister başka bir dine geçtim deyin, farketmez.. anneniz kaldığı sürece yahudisinizdir ve yahudi şeriatına uymakla yükümlüsünüzdür. son yargılamanızı, yahudilerin allah'ı yapar. annenizin yahudi olmaması durumunda da yahudiliğe geçişiniz mümkündür. bu da belirli bazı mezheplere göre. zaten yahudiliğe geçiş için gerekli hayli yoğun bir program ve denetim söz konusudur.
zannımca, kokuşmuş britanya monarşisinin en sansasyonel trajedilerin bir tanesidir. hala dahi aydınlatılabilmiş değildir.
olaylar 1483'de londra kulesinde geçiyor. kraliyet ailesinin iki varisi olan edward ve richard kardeşler, tacı ele geçirmek için planlar yapan amcaları iii. richard tarafından boğularak öldürtülüyor. en azından, yakın zamana değin yapılan tarih araştırmalar, bu kanıya yaslanıyordu. öyle ki, ünlü ingiliz şair william shakspaere bile, bu zalim olarak bilinen kralı "kral üçüncü richard'ın trajedisi" isimli eserinde hileyle tahtı ele geçiren bir zorba olarak tasvir etmiştir.
esasen richard çocuklar reşid olana dek tahtın varisidir. lakin richardın taht hırsı, önce çocukları kaleye kapatmasına, ardından annelerinin babaları ölmeden önce başka bir adamla seviştiğini, dünyaya gelen çocukların bu yüzden gayr-i meşru olduğu iftirasını ortaya atmasına neden oldu. katolik kanunları çocukları piç kılınca, varislikleri düştü, taht amca richard'a kaldı.
thomas moore'a göre; richard'ın isteğine yardım yanıt veren adamları, çocukları uyurken yastıkla boğmuş, sonra da merdiven altına gömmüşlerdir.
ilerleyen yıllarda, londra kulesinde yapılan restorasyon işlemleri sırasında, 2 çocuk iskeletine rastlanıldığı, bunların da kraliyet maktüllerine ait olduğu söylenir. hoş, orada başka ölümlerin, infazların da gerçekleştirildiği düşünüldüğünde, bu çocuklar, o çocuklar olmayabilirler de.
elbette, ardından gelen kral henry ve diğer tudor hanedanı kralları tarafından richard'a bu olumsuz rol biçilmiş de olabilr.
diğer ismi, kader taşıdır yakubun yastığının. kader taşı da, ingilizler ile iskoçlar arasında yaşanan sürtüşmelerin en komik, en eğlenceli yansımalarından birisidir. bir nevi kan davası gibi.
iskoçların çeşitli nedenlerden dolayı kutsal saydığı bu taşı, ingilizlerin bir lokal çarpışma sırasında çaldığı söylenir. öyle ama, bu taş her götte durmaz, haliyle ingilizlere de yar olmaz.
efsaneye göre, hazreti israil, yani yakup peygamber, bu kayaya uzanmış halde bir rüya görmüştür. rüyasında ise, bir merdiven aracılığıyla cennete gitmiştir. http://galeri.uludagsozlu...C4%B1%C4%9F%C4%B1-507260/
önemi bu. fakat, kutsal olan bu kayanın kutsallığını sağlayan özellik bunla da kalmıyor. altıncı asırdan itibaren kullanılan kaya, iskoç krallar üzerine oturmadan önce, dile gelmektedir. konuşma özelliği var yani. iskoç halkı bir adamı kral tayin ettiğinde, kaya adamın uygun olup olmadığını, kişiyi üzerinde tutarak veya atarak gösterirmiş.
bu taş tarafından kutsanan iskoç krallar, mutlu mesut yaşadılar. öyle ki, taşın kullanım süresi kaybolduğu döneme kadar 6 asırlık bir tarihi kapsar. sonrasında ingilizler çalar, ama altıncı george döneminde, yeniden iskoçlar kader taşına sahip olur. altıncı george yeniden taşı çaldırır ta ki 96 yılına dek. bu kez iskoçlarla yumuşayan hava nedeniyle taş iskoçyaya döner ama tam bir matem havasında. ardından ise, iki toplumun birbirini yemesine sebep olan taş kayblur, hala da yoktur.
ortadoğu mistisizminde kutsal kase folklörüyle özdeşleştirilen, kökeni 1908 e değin uzanan bir rivayettir antakya kasesi.
kupa gümüşten işlenmiş, oldukça zahmetli bir işçiliğe sahip. sonradan bunu bulan arap arkeolog, ciddi bir dini motif olduğunu da kavramış. işlemeler, kasenin son akşam yemeğine ait olabileceği öngörüsünü doğurmuş. kasenin altıncı asırda ortaya çıkması, işlemelerinin isanın yaşadığı dönemdeki filistin işlemeleriyle var edilen kupalarla benzer olması nedeniyle, olası bir anakronik hatayı ortadan kaldırıyor.
63 yılında bir paskalya yortusu esnasında, kasenin bulunduğu müzenin görevlisinin anlattığına göre, pencere önündeki camında duran kase, 7 cm yükselerek bulunduğu cam çerçeveye çarpmıştır. biz bu söyleneni siklemiyoruz tabii.
wizard of oz bizim deyişimizle; oz büyücüsü isimli efsanevi müzikalin şarkılarından birisi. hem de en güzeli.
dorothy\'nin yaşayacaklarının konseptini anladığı an, tam da şarkının oz şehri cüceleri tarafından ilk kez seslendirildiği andır. sonrasında kahramanımızın yoldaşı olacak; korkuluk, teneke ve aslan adamlarla her karşılaşması sonrası şarkıyı tekrar ettiğini görürüz;
Follow the Yellow Brick Road. Follow the Yellow Brick Road.
Follow, follow, follow, follow,
Follow the Yellow Brick Road.
Follow the Yellow Brick, Follow the Yellow Brick,
Follow the Yellow Brick Road.
We\'re off to see the Wizard, The Wonderful Wizard of Oz.
You\'ll find he is a whiz of a Wiz! If ever a Wiz! there was.
If ever oh ever a Wiz! there was The Wizard of Oz is one because,
Because, because, because, because, because.
Because of the wonderful things he does.
We\'re off to see the Wizard. The Wonderful Wizard of Oz
Ortaçağ ve rönesans dönemleri boyunca asil fransız ebeveynlerinin çocuklarına yönelik kullandığı hitap şekli.
ihtilal yıllarında bu yakıştırma, cumhuriyetçilere göre kokuşmuş olan monarşinin yavan metaforlarından biriydi.
Zaten maria auntoniette nin de çocuklarına böyle seslendiği bilinir.
ben türk kadının suyla, denizle tanışması konusuna değinmek istiyorum.
bildiğimiz gibi, osmanlıda kökten bazlı radikal değişikliklerin yapılması, 19. asra rastlar. öncesinde daha içe kapanık ezoterik bir toplum vardır. en çok da kadınlar bundan etkilenmişlerdir. türk kadının suya girmek, rahatlamak, bronzlaşıp elif şafak okumak gibi aktivitelere girmesi için, asırlarca beklemesi gerekmiştir.
her ne kadar evliya çeleb Nin 17. asra ait seyahatnamesinde, "bağrını açan izmirli kadınlar denize girip çıkarlardı yaz güneşi altında" dese de, ekseri manada kadınlarımızın suyla tanışması, 19. asrın ortalarında ve bilhassa cumhruiyet döneminde açılan, istanbul deniz hamamlarının faaliyete geçmesine rastlar. öncesinde su ve denizle kurulan bağ, sarıyerde sandalla gezinti yapmak ve dereye inip çamaşır çitelemekten ibarettir.
plaj kültürünün öncüsü deniz hamamları pilot olarak istanbul alınarak başlayıp, kadın ve erkek olmak üzere ayrımıştı. eğer denize girerseniz de, sizi insanların duyabileceği bir mesafede yüzüyor olmanız gerekiyordu. hem, dışarıdan da görülmeyen hamamlar, her kesim için rahatlık vericiydi.
bu atılımla birlikte başlayan alafrangalık, kendisini tatil kültürü yerleştirme hususunda da göstermiştir. mayo ve ii. harbi takiben bikini adasından esinlenilerek isimlendirilen bikininin giyilmeye başlanmasıyla da, hit yapmıştır.
Ev yılanı da denir buna beslemeye elverişli olduğu için.
eski devirlerde, bilhassa mısır evlerinde, ev yılanı da denen evcil yılanlar bulundurulmuş. Zaten mitlerde bir yılan kültü vardır. Yılan evi korur, zeus un yattığı kadınların çarşafının altından çıkar, onu kemer gibi sarar falan.. Ev içinde beslenilen yılan sütü sevdiğinden, lohusaların sütüne zarar berne tehdidi nedeniyle adı süt yılanı olarak anılır olmuştur.
Şimdilerde de besleyenler var bunu. Hamster falan yediriyorlar.
bilhassa mezopotamya eksenli olarak, uzunca yıllar geçerliliğini korumuş, antik pagan kültürlerde ve erken dönem Yahudilikte kısmen kendisini göstermiş, din kavramının ulviliğini yansıtmak maksatlı gerçekleştirilen fuhuş tipi.
Bu tip beraberlikleri gerçekleştirmek için en önemli toplanma yeri, iştar tapınağıydı. Tarihçi Herodot un yazdığına göre, aşkı hissedebilmek için, tabii ilahi aşktır bu pek çok pagan kültürde tanrıyı bulabilmeniz için seks yapmanız şarttır, kadınların babildeki iştar tapınağına ömründe bir kez de olsa teslim olmaları gerekirdi. Bu bir gelenekti. Babalar kızlarını aşk yapsınlar diye tapınağa bırakırlardı ve bir süre alıcı erkeklerin kızlarını beğenmesini beklerlerdi. Kızı çirkin olan babaların çilesi bitmek bilmezdi tabii. Boyna kızlarını oraya götürür getirir, alıcı beklerlerdi.
Her kadın, özellikle bayram günlerinde başı açık olarak oraya gidip, bir erkek tarafından seçilmeyi beklemekle mükellefti. Bu bir bayramdı ve dünyayı koruyan kozmik bir göstergesiydi de. Yapılansa aşktı, tanrı adına.
Dini bir içeriği bulunan buraya, hacılar giderlerdi ve bu ibadetlerini sürdürürlerdi. Sonraları yunandaki Afrodit, iştardaki fahişe inanna gibi tanrıça figürleri bu işlerden sorumlu olmuştur.
Erken dönem Yahudilikte, Süleyman ın tapınağına giderek, Musevi gençlerin kendisine birer seks partneri seçtiğini bir Yahudi dostuma söylediğimde, adam ağlamaklı olmuştu. Lakin, bu oldukça köklü bir içtihattı. Hatta diğer bazı edebiyatçı kadınlar, beğendikleri periyodik bu fahişeler adına methiyeler bile dizmişlerdir.
Gidenlerini afrodite ait bir rüzgarın karşıladığı tapınak çevresinde, düzüşmek için çiftlere özel bank ve kulübeler yapılmıştı. Hoş, pagan Bayram günleri seks için halk buraya akın etse de, kulübe ve bankları genelde zenginler kullanmıştır.
aslında bir düşün, rüyanın sanatsal bir tezahürüdür goethe nin evlenme şarkısı.
Rüyanın, gerçeğe dönüşmesidir asıl anlatılmak istenen.
Şövalye birgün evine geldiğinde, evini bakımsız halde bulur. Yıkık döküktür her yer. Uğraşacak mecali olmayan yorgun şövalye hızlıca yatağına uzanır. Uyumaya başladığı sırada bir düş görür. Rüyasında, bir takım küçük kırmızı giymiş adamcıkların yatağının altından çıkıp geldiklerini, şövalyenin şatosunda onun gözleri önünde şenlik düzenlemeye başladıklarını görür.
Cücelerin bulunduğu düş, tatlı bir izlenim bırakır şövalyenin üzerinde. Şövalyede, adeta şatoya bir hanım gerektiği düşüncesi hasıl olur. Düşte mini bir eskizine tanık olduğu şölen, çok geçmeden real yaşantısında da gerçekleşir ve şövalye evlenir.
çiçeronun pek çok kereler senatoda anlattığı bir düştür bu. Günün birinde bir devlet büyüğünü hak ettiği şekliyle defnetmeyi sağlayan simonides isimli bir ozan, gemiyle bir yolculuğa çıkacaktır. Defninde rol aldığı için simonidese kendini borçlu hisseden ölü, rüyasına girerek ozana yakında sefere çıkacak gemiye binmemesini söyler. Zira, gemi batacak ve içinden hiçbir yolcu sağ çıkamayacaktır. Bunu dikkate alan Adam gemiye binmez ve ertesi gün gemi batar. içindeki herkes de ölür.
Görülen düşlerin doğru çıkıp çıkmayacağını merak etme sevdası, sağdan soldan yorumları için medet umma serüveni, bu olayla hit yapmıştır. Yaradılıştan gizemli ilişkiler bulmaya eğilimli insanlar, bu meşhur öyküyü alıp kullanabilirler.
meşhur kutsal cermen kralı charlamagne'ye ait duamsı cümle. hoş, tarihi gerçekliği bile şüpheli olan şarlman\'ın bulunduğu anlatılar hep şaibelidir ya.
şarlman, orta avrupa kentlerinin birisine misafir olarak gelmiştir. asillerle yemek yeneceği sırada, kuzeyli istilacıların bulundukları kente yaklaştıkları yönünde bir haber gelir. şarlman, atına atlayıp olaylara el koymak, emrindekileri vazifelendirmek için hazırlanırken, bir ikinci haber daha gelir ve istilacıların kentin bir kısmını yağmalayıp, geldikleri gemilerle döndükleri söylenir. yağmaladıkları gibi, kenti de ateşlere teslim etmiş, nihaaa diye gülerek dindar imparator şarlman\'ı derin elemlere gark etmişlerdir.
en sonunda kral, diz çökerek babaya yalvardıktan sonra askerlerine dönerek; \"tanrı bizi kuzeylilerin gazabından korusun\" demiştir.