Saat Çini vurdu birden: p i r i n ç ç ç
Ben gittim bembeyaz uykusuzluktan
Kasketimi eğip üstüne acılarımın
Sen yüzüne sürgün olduğum kadın
Karanlık her sokaktaydın gizli her köşedeydin
Bir çocuk boyuna bir suyu söylerdi. Mavi.
Bir takım genç anneleri uzatırdı bir keman
Sen tutar kendini incecik sevdirirdin
Bir umuttun bir misillemeydin yalnızlığa
Yalnız aşkı vardır aşkı olanın
Ve kaybetmek daha güç bulamamaktan
Sen yüzüne sürgün olduğum kadın
Kardeşim olan gözlerini unutamadım
Çocuğum olan alnını sevgilim olan ağzını
Dostum olan ellerini unutamadım
Karım olan karnını ve önlerini
Orospum olan yanlarını ve arkalarını
işte bütün bunlarını bunlarını bunlarını
Nasıl unuturum hiç unutamadım
Kibrit çak masmavi yanardı sesin
Ormanlara ormanlara yüzünün sesi
En gizli kelimeleri akıtırdı ağzıma
Şu karangu şu acayip şu asyalı aşkın
Soluğu kesen ağulayan ormanlarında
Yaşadım o kısa ve korkunç hükümdarlığı
Ve çarpıntılı yüreğim saçlarının akıntısında
Karadeniz'e karışırdı ordan Akdeniz'e
Ordan da daha büyük sulara
Geceyse ay hemen tazeler minareleri
Kur'an sayfaları satılan sokaklardan
Ölüm bir çeşit sevgiyle uçar
Ölüm uçar çocuk yüzlere
Ben o sokaklardan ne kadar geçtim
Damağımda dilinin yosunlu tadı
Önce buğulu sonra cam gibi parlak sonra buğulu yine
Bir takım tavşanları andıran bir takım su hayvanlarını
Pazartesi günlerini ve haftanın öbür günlerini
Yani salı çarşamba perşembe cuma cumartesi
Bir başak ufak ufak bildirir Konya'yı
O başakta o Konya'da seni ararım
Ben şimdilerde her şeyi sana bağlıyorum iyi mi
Altın ölçü çift ölçü ve altın karşılıksız
Para basma yetkisini Fırat'ın suyunu Palandöken'i
Erzincan'ın düzünü asma bahçelerin dibini
Antalya'nın denizini o denizin dibini
Beş türlü yengeç yaşıyan sularında
Çağanoz adi pavorya çingene pavoryası ayı pavoryası bir de çalpara
Bilinir ne usta olduğum içlenmek zanaatında
Canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını
Sen kalabalıkta bulup bulup kaybettiğim kimya
Yokluğun gayri şurdan şuraya geldi
Bir günler şölenlerle egemen ülkende
Şimdi iri gagalı yalnızlıklar dönüyor
N'olur ağzından başlıyarak soyunmaya
Bir kez daha sür hayvanlarını üstüme üstüme
Çık gel bir kez daha çıkıntılardan
Çık gel bir kez daha bozguna uğrat
Kimdi cesaretimi kıran,üstelik
Yeni serüvenlere hazırlarken kendimi
Sesimi cılız, rüzgarımı yelkensiz
Bulan kimdi, ki şimdi geniş zaman
Kipiyle düşürüyor gölgesini anılarıma
Ama kimdi adını bir kadına ödünç verip
Doruklara çekilen büyülü doruklara
Biz Asmin dedik ona,sevgilim,kadınım,
Anamdı belki, ama o çoktandır
Üç bin metrenin altına inmiyor artık
içimde bir fil sezgisi,kopup gitmeliyim
Dağlara yazmalıyım aşkı ve ayrılıkları
Asminli düşler kurmalıyım ya da birisi
Karşılık bulmalı canımı yakan sorulara
Kim demiyorum kim olursa olsun
Boynu kırılan bir oyuncaksam hırçın
Bir çocuğun elinde, ki celladım
Gözlerimi de oymuştu fırlatıp atarken
Yine de özlüyorum onu, niyetçi
Tavşanlara dönerken beklediklerim
Aynı soruyu sormaktan, minör
Ağrılardan yoruldum,gitmeliyim buralardan
içimde buharlaşan cıvayı soluyorum artık
Yoruldum yoruldum yoruldum
Gereklilik kipinde yaşamaktan
Biz şeyler âleminden kaçıp kavramlar âlemine sığınıyoruz çünkü hiç kimse bir kavram tarafından ısırılmamıştır, çünkü zihinde yaşamak dünyada yaşamaktan daha güvenlidir, ya da öyle görünür. Aslında, insanoğlu dili, kavramları, genellemeleri, matematiği dünyaya ayak uydurmanın yolu olarak keşfetmedi; dünya her zaman tikelliği içinde görünür. Halbuki, Homo sapiens bilincini geliştirmek durumundadır çünkü o en hassas, en savunmasız hayvandır. Düşünmek bu savunmasızlık içinde dünyaya karşı gerçek bir korunma olmaktan çok, dünyayı savuşturma gayretidir. Aslında, bilinçlilik belki de hepimizi kırıp geçiren hastalıktır; bu hastalık yüzünden, son tahlilde, gerçeklikten kendimizi koparabileceğimiz tek yola gireriz, yani ölürüz. Bilinçlilik dediğimiz şey yok oluş emaresidir; her kavram ölüm kokar.
şüphesiz alevilerin benimsediği güzel ve anlamlı bir deyişdir. yalnız şöyle bir yanılgı vardır ki hacı bektaş-ı veli'nin olduğu iddia edilen bu öğüt aslında m.ö 6. yüzyılda yaşamış iskitli filozof anacharsis'e aittir;
yeryüzünde hiçbir zaman acılarını uykusunda yeterince dindiremeyen, adı sanı bilinmeyen sayısız insan vardır. şarap onlar için şarkılar ve şiirler yazar.
Gece yarısı saatleri saçıp savururken
Bereketli zamanı,
Daha da ötelere gideceğim Ulises’in yoldaşlarından,
insan belleğinin ulaşamadığı
Düşler ülkesine.
Aklımın almayacağı parçalar kaldı bende
O sualtı dünyasından:
ilkel bir bitkibilimden otlar,
Her türden hayvanlar,
Ölülerle konuşmalar,
Aslında hep birer maske olan yüzler,
Çok eski dillerden sözcükler,
Ve zaman zaman bir korku, gündüzün
Bize sunduğuna hiç benzemeyen.
Ya bunların hepsi olacağım ya da hiç biri.
O öteki olacağım bilmeden olduğum,
O öteki düşe, uyanık halime
Bakmış olan kişi. Şimdi onun değerlendirdiği,
Yakınmadan ve gülümseyerek.
Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.
yüzyıllar boyunca cinselliğin bireysel ve toplumsal olarak ne denli mühim ve temel bir mesele olduğu malûm. kitap bu meselelerin dört bin yıllık tarihini dönemlerin dava dosyaları ile inceliyor, öyle ki perslerin ensest evlilikleri kutlu bir olay olarak nitelendirme geleneklerinden tutun abd de mastürbasyon yapanların kısırlaştırılmasına kadar geniş kapsamlı bir tarih arşivini okuma imkanınız oluyor.
çiğdem talu'nun aşkı melih kibar'ın hayranlığı ile beslenmiş ve ortaya onların tutkusunun doğurduğu güzel şarkılar çıkmıştır. hikayelerini okuyan anlar ki çiğdem'in aşkı melih'i geçmiş ve kıymet bilmeyişine sessizliğini güfteleri ile haykırarak bozmuştur. bu her şarkıda düşündürür ve üzer beni.
Az önce, Fransa'da 1977 yılında reşit olma yaşının 15 ten 13 e düşürülme çalışmasını desteklediğini ve reşit olmayan çocuklar ile seks yapanların hapise atılmalarını kınadığını okudum. eserler ile kişileri bir tutmamalı elbet fakat yine de bu hoş değil sartre.
insanlar ve eylemler üzerinde vardığımız ilk kanılar büyük oranda doğrudur. ikinci kez düşünme fırsatı yaratmamızın nedeni ise gereksiz önyargı telaşı ile süslenmiş aslında ulaşılmak istenmeyen doğruya ulaşmış olmamızdır.