küçücük fıçıcık içi dolu turşucuk kıvamdaki çocuğunu bakmanız için size emanet edip günlük yaşantısına kaldığı yerden devam eden komşu modelidir. bu komşudur ki markete gidicem çocuğa bakar mısın, bakıcı gelmedi çocuk sizde kalsın mı, ablası çocuk seni çok özlemiş azıcık oynayın da mutlu olsun vs. isteklerle yaşantınızın amına koyar. çocuğunu elalemin başına musallat etmek için ürettiği bahanelerle otursa iki bi şey karalasa 745837 kitap, 948549 film senaryosu yazar yeminle.
*-anelia ablası, pelin seni özlemiş. müsaitsen gelsin mi 5 dakka? *+ehim. yani bende ders çalışıyodum aslında ama gelsin madem.. **yaaa ama anneeaaa evde oturucam been *-öhm sus. utandı yavrum bak gördün mü anelia? *+hıhı gördüm maşallah pek de utangaç. hadi geç bakalım pelin. **anniişş bırakma ama benii *-sus! geç içeri.
çocuk istemiyor işte, belki önceki gelişlerinde maruz kaldığı şiddet bilinçaltına yerleşti de gelmek istemiyor çocuk? ne diye daha zorla tıkıştırıyosun ki içeri? mecbur muyum çocuğuna bakmaya, bana mı sordun da doğurdun? bu kadar mı vurdumduymaz, ilgisiz, alakasız, düşüncesiz olur bir anne?
komşuluk hatrıdır, bir gün bizim de ona işimiz düşebilirdir, bir fincan kahvenin kırk yıl hatrı vardır, tamamdır da bu kadar yüzsüzlük olmaz ki. hanfendinin kocasıyla evlilik yıl dönümleriymiş, evde özel bi planları varmış, çocuk evde kalmasınmış. nasıl bi rahatlık arkadaş bu. sevgililer gününde de bıraktın zaten, doğum günlerinde de bizde oluyor bu çocuk, dün de bizdeydi, kuvvetle muhtemel yarın da bizde olacak.. bütün özel günlerinizde rahatça sevişin diye çocuk bakmak zorunda mıyım ben?! hı söyle, zorunda mıyım?
...
velhasıl kelam, komşunun veledinin gönlünü eylemek için netten 3.5 saattir selena resimlerine bakmaktayım. hepsi şarkısı indiriyorum bir de. insin, selena izlerken dinlicez onları.
dua ediyorum, 2. çocuğu yapmasın komşucuğum. kaldıramam artık, intihar ederim..
"isa'dan 1975 güneş yılı sonra, istanbul'un merkezi olduğu balkanlar, ortadoğu ve güney batı akdeniz topraklarında, genç kızların "bekareti", evliliğe kadar korunması gereken kıymetli bir hazine olmaya devam ediyordu. batılılaşma, modernleşme denen süreçler ve daha çok da şehirleşme sonucu genç kızların gittikçe daha ileri yaşta evleniyor olmaları, bu hazinenin pratik değerini istanbul'un bazı semtlerinde hafifçe düşürmeye başlamıştı. batılılaşma yanlıları, uygarlaşma ile eş tuttukları modernleşme sonucunda, bu ahlakın ve hatta konunun unutulacağına iyimserlikle inanıyorlardı. ama o yıllarda istanbul'un en batılılaşmış ve zengin çevrelerinde bile, bir genç kızın evlenmeden önce bir başka erkekle "sonuna kadar" giderek sevişmesinin bazı ciddi anlam ve sonuçları vardı:
a) çıkarılabilecek en hafif sonuç, gençlerin zaten evlenmeye karar vermiş olmalarıydı. batılılaşmış, zengince çevrelerde nişanlanmış ya da "evliliğe varacak bir birlikteliği" çevrelerine toplumsal olarak kabul ettirmiş "ciddi" gençlerin evlenmeden sevişmeleri tek tük de olsa hoşgörüyle karşılanıyordu. gelecekteki koca adaylarıyla evlenmeden önce yatan, üst sınıfa mensup, iyi eğitimli genç kadınlar, bu hareketlerini onlara duydukları güvenden çok, töreye aldırış etmeyecek kadar modernleşmiş ve özgür olmakla açıklamaktan hoşlanırlardı.
b) bu güvenin kurulmadığı ve "birlikteliğin" henüz toplumsal kabul görmediği durumlarda erkeğin zorlamaları, aşkın şiddeti, alkol, aptallık ve aşırı cesaret gibi yaygın nedelerle bir genç kız kendisini "tutamayıp" bekaretini verirse, onur kıvamına geleneksel anlamıyla bağlı olması gereken erkeğin kızın şerefini korumak için onunla evlenmesi gerekirdi.
c) erkek yan çizip kızla evlenmezse ve kız on sekir yaşından küçük ise, öfkeli babası bazan kızını çapkın erkekle evlendirebilmek için mahkemeye gidip dava açardı. bazan bu davalar basın tarafından izlenir, o zaman gazetelerin "iğfal edilmiş" dediği genç kızın yayımlanan fotoğraflarının gözleri -bu şerefsiz durumda tanınmasın diye- kalın siyah çizgilerle kapatılırdı. aynı kara bantlar polis baskınında yakalanan fahişelerin, zina yapan ya da ırzına geçilen kadınların gazetelere çıkan fotoğraflarında kullanıldığı için, o yıllarda türkiye'de gazete okumak gözlerinin üstü bantlarla kapatılmış kadın fotoğraflarından yapılmış maskeli bir baloda gezinmeye banzerdi. zaten "hafif" kabul edilen şarkıcı, artist ve güzellik yarışması katılımcıları dışında, gazetede gözleri bantlanmamış türk kadını resmi çok seyrek yayımlanır, reklamlarda da müslüman olmayan yabancı kadınlar ve yüzler tercih edilirdi.
d)aklı başında ve bakire genç bir kızın böyle durumlara düşmemesi, kendisiyle evlenme niyetinde olmayan bir erkeğe kendini "tesli etmesi" düşünülemediği için, böyle bir şeyi yapan, yani evlenme sözü ve umudu olmadan bir erkekle yatan kızın aklının başında olmadığı inancı da çok yaygındı. o yıllarda çok sevilen türk filmlerinde "masum" bir dans partisi sırasında içtiği limonataya uyku ilacı atılarak önce aklı uyuşturulan, sonrada "kirletilip" "en kıymetli hazinesi" elinden alınan genç kızların acıklı hikayeleri melodramatik bir havayla ibret olsun diye sık sık işlenir ve bu filmlerde iyi kalpliler sonunda ölür, kötüler de hep orospu olurdu.
e) kızın aklını başından alan şeyin cinsel istek olabileceği de kabul edilirdi şüphesiz. ama cinsel zevklerine, insanların uğruna birbirini öldürdüğü töreleri bir kenara atabilecek kadar içtenlikle, çocukça ve tutkuyla bağlı bir kız, hem gerçekdışı bir yaratık olduğu hem de sırf zevk için ileride kocasını aldatabileceği için koca adaylarını korkuturdu. aşırı muhafazakar bir askerlik arkadaşım, bir keresinde bana, sevgilsinden "evlenmeden önce çok seviştikleri için" (yalnızca birbirleriyle) ayrıldığını biraz utanarak ve daha çok da pişmanlıkla anlatmıştı.
f) bütün bu katı kurallara, onları çiğneyen kızlara verilen ve toplum dışına itilmekten öldürülmeye kadar varan cezalara rağmen, şehrin genç erkekleri arasında evlenmeden önce erkeklerle keyfi için yatan sayısız genç kadın olduğu inancı da şaşılacak kadar yaygındı. sosyal bilimcilerin "şehir efsanesi" diyeceği bu inanç, özellikle taşradan istanbul'a göçmüşler, yoksullar ve küçük burjuvalar arasında -tıpkı batılı çocukların noel baba'ya inanması gibi- o kadar yaygındı ve tartışılmadan o kadar kabul görmüştü ki, taksim, beyoğlu, şişli, nişantaşı, bebek gibi görece zengin semtlerde yaşayan batılılaşmoş modern genç erkekler de, özellikle cinsel açlık buhranları çekerken bu şehir efsanesine kendilerini kaptırırlardı. evlenmeden önce "tıpkı avrupa'daki kadınlar gibi" sırf zevki için erkeklerle sevişebilen bu kadınların nişantaşı gibi yerlerde yaşadıkları, başlarını örtmeyip mini etek giydikleri de herkes tarafından kabul edilmil gözüken bir efsaneydi. bazıları ise bu efsane kızları, kendileri gibi zengin çocuklarına yaklaşabilmek, onların mercedeslerine binebilmek için her şeyi yapabilecek hırslı yaratıklar olarak hayal eder; cumartesi akşamları biraz bira içip kafayı bulup iyice kızıştıkları zamanlarda, arabalarıyla bu kızlardan birine rastlayabilmek için sokak sokak, cadde cadde, kaldırım kaldırım, bütün istanbul'u hırsla tararlardı."
--spoiler--
onu tanımamış değildi ocaktaki ateşin belirsiz aydınlığında;
adamın dilenci gibi paçavralar giymesi
kendini gizlemek için değildi
hayır. onun özellikleriydi bunlar:
dizkapağındaki yara izi, kuvveti, kurnaz bakışı.
kadın korku içinde, duvara yaslanarak bir özür aradı,
zaman kazanmalıydı hemen konuşup kendini ele vermemek için.
bu adam için mi harcamıştı yirmi yılını bekleyip düşler kurarak?
ak sakallı kana bulanmış bu yoksul yabancı için mi?
ne diyeceğini bilemeden bir iskemleye çöktü.
kendi ölü isteklerine bakıyormuş gibi
dikkatle baktı yerde öldürülmüş yatan taliplerine
ve "hoşgeldin!" dedi.
sanki çok uzaktan geliyordu sesi, sanki bir başkasınındı bu ses.
köşedeki gergefinin tavana vuran gölgesi bir kafes gibiydi,
yeşil yapraklar arasına parlak kırmızı ibrişimle işlediği kuşlar
külrengi ve kapkara kesildi birden bu dönüş gecesinde
son direncinin basık göğünde alçaktan uçan.
--spoiler--
göklere inanırdım eskiden
ama sen, denizlerin derinliğini gösterdin bana,
ölü kentleri,
unutulmuş ormanları,
boğulmuş gürültüleriyle.
gök, şimdi yaralı bir martı,
süzüldü denize.
sana kargaşalığın üzerindeki
köprüyü kurmaya çalışan bu el
kırıldı.
bak bana:
ne kadar çıplak ve suçsuz
duruyorum önünde.
üşüyorum bacım.
kim getirecek bize
ellerimizi ısıtacak güneşi?
susuyorum. dinliyorum.
kimseler geçmiyor
gecemizin karanlık sokağından.
yıldızlar kazaya uğramış
karanlık surların
ucunda sendelerken
koparılıp alınan bir kartalın
paslanmış gözlerinde.
bağlı ellerin
kapıyor çıkış yolunu.
yalnız senin sesin
adımlıyor gecenin dehlizini
çarparak taşlara
uzun kılıcını.
vakit geç, ölüm geri çeviriyor beni.
hayat istemiyor.
başlığın aslında bebeğini terkeden anne olması lazımdı fakat "terketmek" ve "anne" kelimeleri aynı satıra yazılamayacak kadar tezat kavramlar olduğu için yapamadım. hoş, bebeğini terkeden birine değil kadın, "insan" sıfatı bile vermek gereksiz ama kadın diyoruz yine biz, sonuçta vajina sahibi bir dişi.
bu kadın müsvettesi zamanında kocasının altına girmiş, doğum kontrol yöntemlerinden habersizce kendini bi güzel sktirmiş, hamile kalmış, 9 ay boyunca karnında taşımakta olduğu bebeğe bakabilecek insanlığa sahip olmadığını anlamamış, bebeği aldırmamış, 9 ay sonra da doğurup bi köşeye bırakmıştır. ben kedimi sokağa bırakamazken orospu evladı bebeğini bırakıyor. sorsanız parası yoktur kaltağın. şartlar mecbur etmiştir. paran yoksa insanlığında mı yok a orospu?! herifin altına girmeden öncede yok muydu paran? düşünemedin mi, akıl edemedin mi? hadi diyelim oldu da doğurdun, çocuğunu kucağına alıp en yakın çocuk esirgeme kurumunada mı gidemedin?
afedersiniz ama hayvanlar bile yapmaz bunu. bir kedi bile doğurduğu yavrusunun başından sadece yemek yemek ya da tuvalete gitmek için ayrılıyor.
işte bu kadın müsvettesinin ve kocası olacak şerefsizin en etkin kısırlaştırma yöntemleri kullanılarak kısırlaştırılmasını istiyorum ben. cinsel fonksiyonları tamamen kaybolana kadar işkenceden geçirilmesini istiyorum.
o melaike gibi, ince, kibar, nazik, pir-u pak ayrıca da taş gibin erkek kişisinin bütün karizmasını yitirmesidir. sevgilinin içindeki kıronun ortaya çıkması, sevgilinin hayvani yönüyle karşı karşıya kalmaktır. onlar ne biçim küfürlerdir öyle? o küfürler nasıl bir ruh dünyasının eseridir?! hayallerim yıkıldı sözlük. inanın, erkeklere güvenimi yitirdim..
aslında bi yerde güzel. sevgiliyle beraber zaman geçirmek, sevgilinin zevkleriyle ilgilenmek, sevgiliyle ortak ilgi alanları oluşturmak ve tabiki yakışıklı futbolcular..
...
* -hangi takımı seçiceksin aşkım? * +italyan takımlarına bakıcam ben.
-niyeki?
+italyanlar çok yakışıklı oluyolar. gözüm gönlüm açılır.
-...
+hah işte buldum milan alıcam.. sheva falan taş gibi. oyş.
.....
+şu güzelliğe bak ya, şu sevimliliğe bak..
-ayy aşkım beniim
+sen üstüne mi alındın? maldini'ye diyodum ben onu eheh.
-ver şu konsolu bana. değiştir, çık milan'dan. united'ı seç.
+oluur. orda ronaldo vardı di mi. acayip vücut yapmış taş gibi bişi olmuş o.
-<<senin ağzına sıçarım>> **
liverpool'daki gerard'a bakıcaktım ki sevgilim olucak andaval "seni skerim" der gibi baktı. kıskanç öküz. ühüh.
...
ananenin bu konudaki yorumunu alalım:
senin yaşındaki kızlar her gün yeni bi tatlı tarifi öğreniyo, sen git erkek gibi futbol oyna. afferin afferin.
arkadaşın yorumu:
çocuğu evin içine kadar sokuyosun, git odana götür di mi. gidiyosun salak gibi salonun ortasında pes oynuyosun.. e artık pes sana! saftirik.
...
sıkıntıdan patlamalara, parmakların uyuşmasına, sevgilinin "hay senin gibi kızın.." bakışlarına falan değer ama. sevgiliyi mutlu etmek için her yol mübahtır. evet.