vatan borcu adı altında gencecik insanların eline zorla silah verip türlü saçmalıklar yaptırmanın karşılığı olarak, devletin vatandaşlarına sağlayacağı; bedava eğitim, bedava sağlık hizmeti, karşılıksız burs, iş bulmada kolaylık imkanı ve yaşam standartlarının yükseltimesidir.
not: işbu entryi sadece polat alemdar terk olmayan aklı başında insanlar idrak edebilir.
- Ben, vicdani reti reddeden, vatanım için, çoğu aklî dengesi yerinde olmayan türlü insan tarafından, şahsıma hakaret edilerek, hayatımın en önemli kısmının boşu boşuna harcanmasını, itilip kakılmayı, psikolojimin yerle bir olmasını, kurulu bütün düzenimin bozulmasını; orada yaptığım on işten birinin vatan savunmasına dahil olup, geri kalan dokuzunun şaibeli olmasını, bir dinî inancım olup olmasına bakılmaksızın üstlerime tapınmayı, yeri geldiğinde dominus-slave ilişkisi kurmayı seve seve kabul ediyorum.
Ayrıca bu yasanın çıkması için aihm'nin şart koşması mı gerekiyordu?, illa dışarıdan birinin müdehalesi şart mıydı? Neden kendi kendimize yapamadık bunca senedir o da ayrı iç acısı durum.
çukurca saldırısına misilleme yapmak adına, öldürüldüğü iddia edilen teröristlerdir.
bu halkı kandırmak bu kadar kolay mı acaba? sen şimdi 200 kişinin, kendi ülkenin içinde toplanıp onlarca askerini katletmesini engelleyemez/göremez/bilemez iken, kalkıp übernetik zamlar, vergiler ve ekonomik gelirinin yarısından fazlasıyla binlerce dolara aldığın bombalarla dağı taşı bombalayıp bu teröristleri öldürdüğünü iddia ediyorsun.
adamlar çünkü salaktı, başarılı bir gerilla saldırısından sonra dağlarda halay çekip çift kale maç yapıyolar şu an.
bugün itibariyle önünde bir sürü içki içen insanın oturarak, eğlenip sohbet ettiği kuledir.
gayet halka açıktır, aslında cezai işleme maruz bırakılacak yerdir, fakat kimsenin salladığı yok sanırım, esnaf da durumdan memnun değil, bu bir protesto mu acaba?
şimdi, nasıl anlatayım ki ulan böyle bi albümü? öncelikle brutalci arkadaşları kötü bir albüm bekliyor, sert seven arkadaşları da dışarı alalım.
opeth tam da benim istediğim yerlere doğru kaymış, çok daha atmosferik ögeler var içerisinde, yer yer jazz çaldıklarını görüyoruz ve vay babanın kemiğine diyoruz. martin mendez in bas gitar tonunda bir değişiklik söz konusu sanki, daha ıslak, biraz daha punchy, daha teknik bir çalımdan da söz edebiliriz. davuldan da harika partisyonlar duydum kendimce.
eskiye dair hiç mi bir şey yok? elbet var, bizi çok güzel iki outro bekliyor, bilen bilir, şarkıların ortasına ya da bitişine yandım allah dedirten melodiler, kısımlar eklemeye bayılır bu adam(lar).
eğer siz aşık değilseniz ve o aşıksa korkacaksın o kadından arkadaş. yeri gelir, teknoloji özürlü benliğine rağmen facebook hesabınızı patlatır, size şirin gözükücem diye şarap eksperi falan kesilir. kızın birine selam verirsiniz, sonra o kızı tehdit eder. telefon numaranızı değiştirirsiniz ne yapar eder bulur.
fanatik olmayan bir beşiktaş'lı olarak şunu belirteyim ki, q7'leri alan bir yöneticinin gidip de ibrahim akın gibi bir futbolcudan, epi topu türkiye kupası final maçında oynamaması üzerine telkinde bulunması bana çok ama çok aptalca geldi.
değer mi lan? değdi mi? ne güzel ak ve pak kalacaktık bu çakalların yanında.
fakat kendime şöyle bir teselli buluyorum ki, teknik direktör ve bir yöneticinin böyle bir işe karışması bireysel hata olup, tüm beşiktaş'a mal edilemez.
ama fenerbahçe'nin bir çok üst düzey yöneticisi ve başkanı! bu işin içinde, ve adamlar hala bağırlarına basıyorlar, biz beşiktaş taraftarı tepkimizi hak ve adaletten yana göstermişken,
bu nedenledir ki, beşiktaş'lı olmak cidden hala bir ayrıcalık.
şike yapıldı kesinleştiğinde, buna rağmen birinci ligde oynamaya devam edilmesinden yüzü kızarmayacak taraftarı varsa bir takımın, rakiplerinin başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.
zaman ilerledikçe, insanların kişiliklerinde, yüzlerinde, gülümsemelerinde, göz bebeklerinde, tahammül sınırlarında, sevdiklerinde ve sevmediklerinde meydana gelen acı değişikliklerdir.
sanırım, veya sanmıyor olsam da ben, tam olarak dünyanın dönmesiyle alakalıdır.
dünya döndükçe biz de, boş durmuyoruz tabii, yaşıyoruz önümüze gelen yaşantıları seçip eleyerek. hayatımıza girenler, zamanlarını doldurduklarında bizden bir şey alıp, yerine başka bir şey koyarak deforme ediyorlar bizi ve hayallerimizi.
konuyu şuraya bağlamak isterim ki; zaman ilerledikçe insanların değişmesi, anne-baba-dost-eş dörtlüsünde yavaşça, içten içe gözlemlenildiğinde insana hüzün ve yaşlılık hissi katıyor.
babanın eskiye nazaran daha yavaş hareket etmesi, annenin yüz çizgilerinin iyice kırışmasıyla başlıyor, e tamam anne baba bunlar, yaşlanıp ölecekler derken, bir de bakıyorsunuz eski dostunuzla buluştuğunuzda ne o ne siz, eskisi gibi eğleniyorsunuz.
eğer bir gün; uzaylılara, dünya üzerinde yapılan kültür-sanat-müzik etkinliklerini anlatmak üzere bir dvd yapılacak olursa, -bakınız biz bunları yaptık gibisinden- o dvdnin müzik kısmında pink floyd ve queen ile birlikte muhteşem üçlüyü oluşturacak gruptur.
pink floyd'un müziğin doruk noktasında olduğunu açıklayıcı cümlelerden biridir.
kimi şarkılar aşk acısını anlatır, kimisi dondurmayı, bazısı kıskançlığı, bazısı seksi anlatır. kadınların muayen günlerine yazılmış şarkılar bile vardır. ama pink floyd albümleri bunların hepsini kapsayıcı niteliktedir. bunu nasıl becerdiklerini hala anlamıyorum.
kadınların zaman zaman bozulan, bozulduğu için de önce kendine sonra da etrafındakilere hayatı zindan ettiren, kaynağı allah mıdır uzayda bir koloni mi bilinmez olan ayarlardır.
burda bahsettiğim tanımın amacı kadınları aşağılamak ya da aptal yerine koymak değil elbette. kadınlardan doktor olur, mühendis olur, astronot olur, kimisinin burdan mars'a gidecek roketleri üretecek zekası olabilir, iq seviyeleri 180 civarını da görebilir, hatta ve hatta şu sıralar izlediğimiz üzere dünyayı yöneten imparatorları avuç içine aldığı bile görülmüştür kadınların.
fakat belli dönemlerde kadınların alıcılarında bir sapma olur. stabil seyreden hayatınıza çomak sokarlar, çakırkeyif neşenize sidik damlatırlar, çelik gibi sağlam sinir ve asabınıza limon sıkarlar ve onları düzeltmeniz gerekir. artık televizyona vurur gibi kafasına mı vurursunuz, dinsize imansız mı olursunuz, çekip gider yayının tekrar gelmesini mi beklersiniz, yoksa kadınlardan ümidinizi mi kesersiniz orası kişiye kalmış.
bu yapılan şebeklikler de kızlarımızın ıslak rüyalarına girmektedir. işin salaklığı da tam burda işte.
ben ömrümü paylaşmayı teklif edeceğim, sen yatalak olsan, ben senin seve seve altından alacağım. sen böyle aptalca şeylerle evlenme teklifi olgusu yaratılmasına prim vereceksin.
yemin ediyorum gıcıklığına kağıda yazar öyle teklif ederim. kağıt kokulu kağıt olmaz, kullandığım kalem de bakkal kurşun kalemi olur.
marty'nin kaykayına atlarken ayakkabısına yapılan zoom sonucu gözümüze çarpan nike amblemi.
ilk filmde geçmişe dönen marty'ye annesinin elbiselerinde yazan calvin klein yazıları sonucu calvin diye çağırması ve marty'nin bu ismi kullanması.
aynı şekilde üçüncü filmin başlı başına western temasında olması ve marty'nin clint eastwood nickini kullanması.
ikinci filmin sonlarına doğru, biff'i takip ederlerken, marty'nin doktora arabanın üstüne inmeyi teklif etmesi ve doktorun, o arabanın 1954(?) model bir ford olduğunu ve kendilerini teneke gibi yırtabileceğini söylemesi.
ikinci filmde marty'nin kafe içerisinde pepsi söylemesi.
ilk filmde marty'nin johnny b goode çalması ve eli kesilen gitaristin kuzeni chuck berry'yi arayıp şarkıyı dinleterek filmde chuck berry'ye selam çakılması.
bunlar en basitleri, daha çok var.
çoğumuz bu markaları kullandık, veya bu kültürden bir zamanlar etkilendik.
yani adamlar sadece kaliteli yüzlerce marka üretmekle kalmayıp, bir de o markaları muhteşem filmlerle bütün dünyanın gözüne sokuyor. sonuçta amerika'ya dair herkes kazanmış oluyor. bu nedenledir ki orta doğu ülkelerinin ensesine vurup lokmasını da alırken kimse sesini çıkartıp engelleyemiyor.
gerçi zemeckis'in diğer filmi forrest gump da buna benzer numaralarla donatılmış durumda, belki de bu onun üslubudur diyebiliriz lakin ki öyle değildir.
bu bağlamda çin'in nüfus ve ucuz iş gücü sağlayıp dünya üretimini ele geçirmeye başlaması sonucu, önümüzdeki yıllarda dünyanın en büyük gücü olacağı öngörüsüne de bir çıkarım yapabiliriz. dünyaya yön veren güç olmak için, ya bir zamanlar sovyet rusyanın yaptığı gibi hem ekonominizi altyapınızı geliştirip, hem diğer ülkelerin tepesine bineceksiniz. ya da amerikanın yaptığı gibi, ekonomonizi geliştirip, zayıf ülkelerin tepesine binip, kültür emperyalizmi ile dünyayı sarmalayıp kuala lumpur'a(?) bile nike satabileceksiniz. sevgili çançinçonların bu konuda işi biraz zor gibi.
bizim ülkemizin zaten konuyla yakından uzaktan alakası yok, tamamen fransız. sevinmek mi lazım üzülmek mi tartışılır.
efenime söyleyeyim, ondan sonra "amerika'nın oyunu bunlar" e tabi öyle olacak, ne olacaktı başka?