son zamanlarda aklima oldukca takilan durumdur. deprem olurken giysi dolabinin icine girip kapaklarini da kapasak ve ev yikilip enkaz altinda kalsak ölüm riski daha aza inmez miydi? giysi dolabi en fazla coken tavanin altinda kalsaydi, giysiler bizi esnekligiyle bi nebze koruyabilir mi?
yada her eve nufus kadar ezilmeyen/zarar gormeyen celik bolmeler alinsa, bu celik bolmelerin icinde hava maskesi,su,fener vs olsa ve deprem aninda herkes kendi celik bolmesinin icine girse nasil olur? eger ev yikilirsa celik bolme zarar gormeyecegi icin enkazda bir zarar gormeyiz, sadece kurtarma ekiplerin bu bolmeleri bulup bizi cikarmalarini bekleyecegiz.
sizce nasil olur?
Şeytanla işbirliği yapmaktır. Çocuk yapıp, varoluşa zorladığı kişiye "Allah seni sınamak için yarattı" diyen kişiye müslüman denir. Adem ile Havvayı tuzağa düşürüp, sınanmak üzere yeryüzüne sürdürten şeytan gibi, onlar da yaptıkları çocuğu tuzağa düşürüp, sınanmak üzere yeryüzüne sürüyorlar. Yani Allahın sınavına girecek kişiler çocuk yapan varoluşa zorlayan insanlarca üretiliyor. Varoluşa zorlanmış kişiler, ebeveynleri tarafından zorla bu sınava sokuluyorlar.
Sen kalk, Adem ile Havvayı tuzağa düşüren, yeryüzüne sürdüren şeytanın arkasından o kadar salla, sonra git çocuk yaparak, o kişiyi tuzağa düşürüp, yeryüzüne sürerek, aynı şeyi sen yap.
(bkz: düşüncesizlik)
beklenen büyük istanbul depreminden sonra türkiye'yi tehdit eden belki de en ciddi depremdir. türkiye'deki fay hatları içerisinde oluşabilecek en güçlü deprem büyüklüğü 7,5 civarıdır ve bu büyüklük de nadiren görülür. hemen yanıbaşımızdaki girit'te ise geçmişte yaşanan 8 ve üzeri büyüklüğünde depremler mevcut. celal şengör hocamızın söylediğine göre 9 büyüklüğüne kadar deprem üretebilecek bir yerdir.
dün istanbul avrupa yakasında yaşanan 7 tane küçük ölçekli depremlerdir.
saat 12:30'da Eyüp'de 1.3 büyüklüğünde deprem oldu.
saat 12:33'de Arnavutköy'de 1.6 büyüklüğünde deprem oldu.
saat 12:58'de yine Arnavutköy'de yine aynı büyüklükte(1.6) deprem oldu.
saat 13:01'de Çatalca'da 1.5 büyüklüğünde deprem oldu.
saat 13:04'de Arnavutköy'de 1.4 büyüklüğünde deprem oldu.
saat 13:07'de yine Arnavutköy'de 1.6 büyüklüğünde deprem oldu.
saat 16:14'de yine Arnavutköy'de 1.3 büyüklüğünde deprem oldu.
ilk inançlarımız, çocukken çevrenin inançlarına göre şekillenir. Sadece inançlarımız değil, düşüncelerimiz bile. Çünkü doğduğumuz andan itibaren tamamlanmamış bir beyinde doğarız. Mesela hayvanlara göre beynimiz boş bir levhaya benzer. Yunuslar, daha doğumda yüzmeye başlarlar; zürafalar ayakta durmayı saatler içinde öğrenirler, bir zebra yavrusu doğumundan 45 dakika içinde koşabilir. Birçok hayvan, bazı içgüdüler ve davranışlar için genetik olarak önceden programlanmış halde doğar; yani bu içgüdü ve davranışlar kalıp halinde beyine kazınmış durumdadır.
insanlarda durum farklıdır. Dünya’ya geldiğimizde bizim beyinlerimiz de belirli oranda genetik ön-programlamadan geçmiş durumdadır. Nefes alırken, ağlarken, yüzleri tanırken ve anadilimizin ayrıntılarını kazanırken bu beceriden yararlanırız. Ama insan hayvanlara göre kıyaslandığında tamamlanmamış bir beyinle Dünya’ya gelir. insan beyni tam olarak programlanmamıştır, beynimizdeki nöral ağların ince ayarı ise 'deneyimlerimizle' gerçekleşir. Genç beyin, çevresine uyum gösterecek biçimde yavaş yavaş yoğrulmaktadır. Çocukluğumuz boyunca içinde yaşadığımız ortam ve buna bağlı olarak o ortamda yaşadığımız deneyimler beynimizi inceden inceye işler ve biçimlendirir. Kendimizi içinde bulunduğumuz ortam tarafından biçimlendiririz.
Haliyle dini inançlarımız da biz küçükken bulunduğumuz ortama göre şekillenir. Fark ettiyseniz insanların mensup oldukları dini inançlar çoğrafi koşullara göre paralellik göstermektedir. Müslüman coğrafyasında doğanların insanların çok fazlası müslümandır, Hristiyan coğrafyasında doğan insanların çok fazlası hristiyandır. istisnalar elbette vardır ki bunlarda hayatı sorgulayabilen insanlardır. Çoğu insan sadece kendi inançlarının doğru, diğer hepsinin yanlış olduğuna inanır. Çünkü insan beyni çocuk yaşlarında çevre faktörü ile paralel olarak gelişir.
Buradan yola çıkarak insanlar kendi inançlarını kendisi seçmemiştir diyebiliriz. Bizim sahip olduğumuz dini inançları bizim seçtiğimize inanıyoruz, halbuki öyle değil. insanlığa küçük yaşta dini öğretiler empoze edilmiş ve tüm insanlığın gerçeklik algısıyla oynanmıştır.
Ayrıca şunu söylemeliyim ki(çünkü böyle cevaplar gelebilir) "Müslüman olmayan bir çoğrafya da doğsam yine islam'ı seçerdim" ifadesi büyük bir yanılgıdan ibarettir. Bunu sadece islam dinine mensup olanlara söylemiyorum, Hristiyan olanda, Budist olanda böyledir.
Buna insan sorgulayarak farkına varır.
sonuç olarak dini inancımızdan tutunda düşünce yapımızı belirleyen en büyük faktör içinde yaşadığımız ortam ve kültürdür.
Efenim bir gün Thales, Mısıra gidiyor. Orada Nil Nehri boyunca gezerken o bölgede Nil Nehri'nin yanı başında ölçüm yapan insanları görüyor. Burada Nil Nehri'nin kil tabakası ile her sene oluşan sel sonucunda geometrik hesaplamalarla selin zararlarından korunmak için ölçümler yapıldığını öğreniyor.
Thales geometriyi öğrenince diyoki "bu bilgiye ben, tanrıların yardımı olmadan ulaştım ve bu öyle bir bilgi ki, kainatın her yerinde geçerli olmak zorunda. E biz poseidona, zeusa, apollona bu kadar kurban verdik, la hiç mi farketmedi?"
Thales hemen Milet'e geri dönüyor ve hocası Anaksimandros'a başından geçenleri anlatıyor ve "acaba bu dünyanın başka bi izahı olamaz mı?" diye soruyor. Thales, bir sümer fikrini alıyor. Diyoki "Dünya bir disk, bu okyanus üzerinde yüzüyor ve burada bir fırtına olduğu zaman burası sallanıyor ve dünyamızı bu destekliyor." Ha birde diyor ki aman aman ha Anaksimandros bu dediğime inanmak zorunda değilsin, sen ne düşünüyosun? Bakın, en önemli soru bu.. sen ne düşüyorsun! Anaksimandros düşünüyor, "Ey Thales, ilginç bir fikir, yalnız şöyle düşünelim, sen diyosun ki dünyamızın altında su var, güzel. Onun altında ne var? Hadi onu da bildin, onun altında ne var? Bak dikkat edersen bu bizi sonsuz bir takibe götürüyor, problemi çözmüyosun ve ileri atıyosun. He birde bir taşı suya atınca yüzmüyor" diyor. Thales düşünüyor "ne düşünüyorsun?" diyor, Anaksimandros "benim tahminime göre dünya bir boşlukta"
Bakın bu öyle bir laf ki, hiçbir gözleme dayanmıyo, ama gözlemle kontrol edilmesi mümkün; bilimin tanımı.
son yüzyılda oluşan tehlikeli nüfus patlaması sonucunda insanlığın geleceği için acilen devreye girmesi gereken bir uygulamadır. acilen tüm ülkelerde çocuk yapmak sınırlandırılmalı bazı yerlerde yasaklanmalıdır. sonrasında ise en iyi eğitim sistemi seçilmeli ve kota ile beraber yeni doğan çocuklara uygulanmalıdır.
Carl Sagan'ın 1985 yılında ünlü Gifford
Konferansları'nın yüzüncü yıldönümü
nedeniyle aldığı davet üzerine iskoçya'da
verdiği konferansın metinlerinden
oluşmaktadır.
Kitapta din-bilim adına müthiş bilgiler mevcut. Fakat türkçe çeviri berbat.
1900 yılında Albert Einstein, isviçre Federal Politeknik Üniversitesi'nde 21 yaşında bir öğrenciydi. Bu genç adamın günün birinde "deha" ile aynı anlama geleceğini öğretmenlerinin hiçbiri öngörememişti. Dersleri kırıyordu. Öğretmenler, Einstein'ın bir haylaz olduğunu düşünüyordu. Bunun sonucu olarak Einstein mezun olduktan sonra tek bir iş bile bulamamıştı. Hatta alan değiştirip 'hayat sigortası' satmayı düşündü. Günün birinde kapıyı açtığınızda size hayat sigortası satmaya çalışan Albert Einstein'ı gördüğünüzü düşünebiliyor musunuz?
Einstein, hayatta kaybettiğini düşünüyordu. Ailesine "Belki hiç doğmamış olsam daha iyi olurdu" diye bir mektup yazmıştı. Hiç kimse genç Albert Einstein hakkında konuşmuyordu. Çeşitli şehirlerde yedek öğretmenlik yaptı ve kısa süreli işlerde çalıştı.
Einstein'ın babası onun adına akademik görevler için başvurular yapıyordu ama girişimler başarılı olamadı. Babası öldüğünde, genç Einstein'in ailesinin yüz karası olduğunu düşünüyordu.
1902 yılında depresyona girmiş ve hayata karşı ümidini yitirmiş olan Einstein, isviçre'nin başkenti Bern'e taşınıp bilimden uzak bir kariyere atılıldı. Arkadaşlarından biri isviçre Patent Ofisi'nde Patent memuru olarak ona bir iş ayarladı. Bu işi fazla zor bulmuyordu. işinin ağır ve zor olmaması Einstein'e evreni düşünmesi için zaman tanıyordu.
Einstein bu durumdan bir 'dahi' konumuna geldiyse, Einstein bile gençken depresyona girip ümitlerini yitirmişse, o zaman hayatta hiç karamsarlığa ve ümitsizliğe kapılmaya gerek yok. Bir şeyleri elde etmek istiyorsak çalışacağız, çalışacağız ve düşüneceğiz. Ya hayatı olduğu gibi kabul edersiniz, yada mücadele edersiniz; seçim sizin.
"Benim özel bir yeteneğim yok.Sadece aşırı meraklıyım.O kadar akıllı olduğumdan değil, ben sadece problemler üzerinde biraz daha fazla kalıyorum."
-Albert Einstein
1- ihsan Ketin'in Kuzey Anadolu Fay(kaf) hattını keşfetmesi ve uyarısı
ihsan ketin, türkiye'nin en önemli jeoloğudur. Kuzey Anadolu Fay(kaf) hattını bulan kişidir. 1939'da Erzincan'da 7.9 büyüklüğünde deprem olur ve 33 bin insanımız hayatını kaybeder. Bu depremden sonra ihsan Ketin deprem araştırmalarına başlamıştır. 3 yıl sonra Tokat'da 6.9 büyüklüğünde deprem olur. bu depremden 1 yıl sonra Kastamonu'da 7.2 büyüklüğünde deprem olur. Kastamonu depreminden 1 sene sonra bu sefer deprem Bolu'yu 7.5 ile vurur. Türkiye adeta her yıl 7 üzeri depremlerle sarsılmaktadır.
Sırasıyla; 1939 yılında Erzincan'da 7.9, 1942 yılında Tokat'ta 6.9, 1943'de Kastamonu'da 7.2, 1944 yılında Bolu'da 7.5, 1949 yılında Bingöl 7.9, 1951 yılında Çankırı'da 6.8 büyüklüğünde depremler meydana gelir.
Bu depremleri inceleyen ihsan ketin, kuzey anadolu fay hattını keşfeder ve dünya çapında ses getirir. Türkiye, Arap levhası tarafından itilip batıya kaymaktadır. Peki sıradaki deprem nereyi vuracaktır?
ihsan ketin, sismik boşlukların olduğunu düşünmektedir. sismik boşluk demek, bir fayda deprem oluşturmuş ama o fayda uzun yıllardır sessizliğin olması demektir ve ihsan ketin bu depremlere bakar ve Kocaeli bölgesinde bir sismik boşluk olduğunu görür.
O yıllarda Kocaeli'de tüpraş'ın temelleri atılmaktadır. Tüpraş içinde birçok petrol, doğalgaz ve tehlikeli kimyasal maddelerin olduğu, türkiye'deki rafinelerin devlet tarafından tek çatı altında kurulduğu bir şirkettir. ihsan Ketin harekete geçer ve o dönem ki cumhurbaşakanını tüpraşın yerindeki deprem tehlikesi hakkında uyarır. Ancak uyarı dikkate alınmaz. sonuç olarak 1999 depreminde tüpraş'dan alevler yükselir ve büyük bir tehlike atlatılır.
2- Aykut Barka ve arkadaşlarının araştırmaları ve deprem raporu
Aykut barka, türk jeologdur. 1977-1981 yılları arasında bristol üniversitesi'nde kuzey anadolu fay hattı üzerine doktora çalışmasını tamamladı.
Aykut barka, Amerikan USGS kurumundan dünyaca ünlü jeolog ross stein ile 1997 yılında bir rapor hazırladı. bu raporda kocaeli'de büyük bir depremin olabileceğine olasılık verilmişti. 2 yıl sonra ise 1999 marmara depremi meydana gelmiş ve bu çalışma en çok ses getiren çalışmalardan biri olmuştur.
3- Karl buckthought'un türkiye için büyük deprem tahmini
Tarihler 1999 senesinin haziran ayını gösteriyordu ki sabah gazetesinde bir haber çanakkale ve marmara bölgesi'ndeki halkı tedirgin etti. bu haberde önceden 1992 erzincan depremini de 1 sene önceden tahmin eden kanadalı bilim adamının uyarısı vardı. Karl buckthought, 10 temmuzda saroz bölgesi açıklarında 6'dan büyük deprem olacak demişti.
Kanada'nın toronto üniversitesi'nde ders veren ve erzincan depremini 1 sene önce tahmin eden Karl buckthought bu seferde marmara'da deprem bekliyordu.
Bu haber çanakkale'de halkı tedirgin etmişti ve paniğe kapılan insanlar kenti terk etmeye başlamıştı. o dönem çanakkale valisi olan mehmet seymen, kandilli rasathanesin'de prof. dr. ahmet ışıkara ile görüştü ve bu söylemlerin bilim dışı olduğu ve böyle bir şeyin mümkün olmadığını söyleyip halkı sakin olmaları konusunda uyardı. ama bir şey hesaba katılmadı. Karl buckthought'ın çalışmaları...
bu çalışmalar kısaca deprem-güneş tutulması ilişkisiydi. güneş ve ayın çekim gücü kuvvetleriyle ilgili bir çalışmadır. hatırlayan bilir, güneş tutulmasından 1 ay sonra marmara'da 7.2 büyüklüğünde deprem meydana gelir. (güneş tutulmasının deprem ilişkisi vardır demiyorum, olanı anlatıyorum)
sonuç olarak, Karl buckthought marmara depreminden 1 ay önce o bölgede 6'dan büyük deprem olduğunu söyler ve 1 ay sonra marmara'da 7,2 büyüklüğünde deprem olur. Karl buckthought'dan ise bir daha da haber alınamaz ve tarihe karışır.
4- Depremden 1 hafta önce Yalova'daki kaplıcalarda görülen anormal davranışlar
Tarih 2 ağustos 1999...
Yalova kaymakamı kasım esen, yalova termal kaplıcaları'nda anormal bir durum farketti. Kaplıcalarda zemin değişiklerinin görüldüğünü, zeminin çatlayarak yeni kaynak suların ortaya çıktığını, son haftalarda kaplıca suyunun 60 dereceden 80 dereceye çıktığını, her zaman temiz akan suyun çamurlu aktığını görür. bu gelişmeler üzerine bir tutanakla durumu tespit ederek bakanlığa bildirir. Bakanlıktan cevap gelir:"Gelişmeler iTÜ'ye bildirilmiştir ve inceleme 17 ağustos'da yapılacaktır."
ve sonuç. inceleme ekipleri gelmeden deprem çoktan gelmişti...
Unutmayın, o canavar tekrar uyanacak ve titreyip kendinize geleceksiniz!
Herkesin cahil olduğunu bilmeyen, kendini beğenmiş insan modelidir.
Hepimiz cahil insanlarız. Çünkü bir insan her şeyi bilemez, sadece bildiğini sanır.
Dün geceden beri yağmur yağmasıyla sel ile sonuçlanan olaydır.
Bartın valisi "45 yolculu bir otobüs mahsur kalmıştır ve arama çalışmaları başlatılmıştır" demiştir.
Dünya'yı saran görünmez bir kalkandır. Bizleri dev bir şemsiye gibi Güneş'ten gelen kozmik radyasyon yağmurundan korur.
Bu manyetik kalkan Dünya'nın olmazsa olmaz savunmasıdır. Varlığımızın devamı için çok önemlidir.
Bilim adamları uzayın milyonlarca kilometre uzağa bakabildikleri halde, hala Dünya'nın manyetik alanını göremiyorlar. Bilim adamları manyetik alanın yerin 4.500 kilometre altından kaynaklandığına inanıyorlar.
Dünya'da yaşam olmasının büyük nedeni Manyetosfer ile korunuyor olmasıdır. Çünkü Güneş'ten gelen Solar rüzgardaki yüklü parçacıkların çoğu, çevremizdeki yüzeylere doğrudan temas ederse insanlara tehlike oluştur. Eğer Güneşten gelen bu yüklü partiküllerin yolu üzerindeyseniz ve koruma kalkanınız yoksa ölürsünüz.
Manyetik kalkan olmasa bütün canlılar yoğun enerji yüklü bu kozmik partiküller karşısında savunmasız kalır, bu yükler canlı dokulara girip hücrelere ciddi zarar verirler.
Son araştırmalar ise Dünya'da manyetik gücün giderek azaldığı ve manyetik kutupların da yer değiştireceğini gösteriyor.
Nöroteoloji, bilimin rasyonel düşünceleri kullanarak beynin fiziksel yönleri dahilinde din ve inanç kavramını açıklayan girişimdir. inanç, ruhsal huşu, aydınlanma gibi durumları nörolojik olarak inceleyen bir dal.