Artık yıkılması, geçerli olmadığının kabullenilmesi gereken anlayış.
Takdir edersiniz ki Felsefe bir zeka seviyesi ve anlayış, yorumlayış kapasitesi istiyor. Her insan bu erişim imkanına sahip olacak diye bir kaide yok. Başkaca alanlar da var.
Bana "şunu okuyayım mı" diyen herkese "evet" demiyorum, zira kendisinin potansiyeli onu taşımaya yetmiyor. Buna karar verecek ben miyim? Hoşunuza gitmese de vereceklerden birisiyim.
Anlaşalım, siz yine söz falan paylaşın ama anlıyormuş gibi davranmayın olur mu, bebişlerim? Aferin.
Kendisi hakkında konuşmak için ve hatta adını duymak için bile bir iq seviyesi tabanı uygulaması gelmeli. Felsefe herkes için değil. Ayrıcalık gerektirir. Yoksa söz paylaşmaktan ileri gidemeyen, hayatında tek felsefi cümlesi "neye göre kime göre" olan, yargıları başka otoritelerce belirlenmiş kimselerin elinde ısınmak için yakılan milyon dolarlar oluyor.
Gidin başka uğraş bulun. Felsefeyi biz dahilere bırakın. Biz dedim ama yalnızım.s
21. Yüzyılın en felsefi sorusu (yapı bakımından) ve cevabı. çok zekisiniz, çok rölativistsiniz ya. Deniz seviyesiyle yarışan iq seviyeleriyle, birkaç kelimeden oluşan kelime dağarcıkları ile her şeye "niyi giri kimi giri"
Ayrıca kime göre neyse de "neye göre" ne? Nesneyi de inisiyatif sahibi yaptınız.
Defalarca kez fark etmişim ve hiç şaşırmamışımdır. Evdeki Kitaplar arasında sürekli olarak "arı usun eleştirisi"ni seçmeleri ile bir şeyleri ima ediyor olabilir.
Ontolojide -ya da heidegger ontolojisinde diyeyim- gerçeklik bir varlık koşulu değildir. "Nasıl yani??" denilebilir, haklı olarak.
Heidegger, gerçeklik'e çok fazla anlam yüklediğimizi ve varlık atfettiğimizi söyler. Ona göre gerçeklik "varlık'ın görünme biçimlerinden sadece birisi"dir. Sakın bana "gerçek olmayan var-olan var mıdır?" diye sormayın, zira her şeyi açıklayacak değilim.
Edit: Ya da söyleyeyim heidegger burada gerçek olmamanın, var-olmamak olmadığını söyler. Çünkü gerçeklik öylece -adeta- durağan bir şey değildir, o var da değildir. Bir "gerçekleşme" söz konusudur. Daha başka bir ifade ile gerçeklik var değildir, sadece varlığın açılma biçimlerindendir.
Martin heidegger'in varlık ve zaman adlı yapıtında, "sahici" ve "sahici olmayan" olarak ele aldığı ve gösterdiği iki varoluş biçimidir.
Bunu kendim de açıklayabilirim ama özgür aktok öyle güzel ifade etmiş ki onun ifadesiyle açıklamaktan kendimi alıkoyamıyorum:
" (i) sahici olmayan varoluş biçimini, insanın toplum tarafından standartlaştırılmış normların taleplerini yerine getirdiği durumu ifade eden 'birisi' (das man) kavramı ile adlandırırken
(ii) Sahicilik, tam da bu 'ortalama' ve 'sıradan' varlık anlayışından özgürleşip -harikulade kısım geliyor- 'kendi sonlu koşullarına özgün bir karşılık verebilme' olarak yorumlanır. Bu özgün karşılık vermeyi, Heidegger kararlılık (entschlossenheit) olarak adlandırır."
"var olmaya bırakma ve eyleme" adlı yazısıyla; heidegger felsefesini pragmatist bir felsefe olarak yorumlayan Dreyfus ve okrent gibi isimlere karşılık, Heidegger'in ne ölçüde pragmatist olarak yorumlanacağını ifade etmiştir. Heidegger düşüncesinin pragmatizme indirgenemeyeceğinin altını çizmiştir.
Normal şartlarda kitap okurken yancıl her eyleme karşıyım. Lakin Klozette durum farklı.
Ağır bir klasik müzik eşliğinde aceleyle kendisini tüketen bir sigara ve tüm eyleme temel katık olan kahve ile kitap okumak... Yüce dionysos, harik'ul-ade.
Edit: kahve, içeriye konulan bir sehpa ya da tabure üzerine konulur.
Spiritüalist erkektir. Fenomenin ardında bir töz, bir gerçeklik veya bir ruh arayarak kendi varlığının sonluluğunun ve erişim imkanlarının kısıtlılığının üzerini örtmeye çalışan; hakikati görmeye korkan erkektir.
Ruh ne iq. Tüm varlığıyla bağlanmış, varoluşunun temel durağı olmuş falan olsun.
Metafizik spekülasyonları ontolojik formülasyonla analiz etmek hususundaki çekimserlikleri.
Yahu anladık, heteroseksüelsiniz ama eğer bir kurgulamayı kurgulandığı bağlamda ele alırsanız rasyonalize edilmiş bir kurgulamayı hiçbir yönden eleştiremezsiniz. Bu kurguları, ontolojik bir zeminde epistemolojik bir temel almadan incelemek bizim onları aşmamızı sağlayacaktır.
John locke'un en mühim eseri olarak gösterilen kitaptır. Kitabın tamamını iki kez okudum, en başta locke'un azmini şaşkınlıkla izledim. Zira rasyonalist filozofların eserleri kadar kolay yapılabilecek bir eser değil her şeyden önce. Tek bir "bilgi"den bütün bir epistemolojiyi inşa eden rasyonalistlere karşın John locke, teker teker tüm bilgileri ele almak zorunda kalmıştır. Zira doğuştan geldiği söylenen bilgiyi reddetmiştir.
Meşhur "boş levha" aslen burada işlenmiştir. insanın düşüncesinin oluşumu ve duyuların güvenilirliği kitapta yoğundur.
içerik hakkında bilgi vermek yerine kitabın descartes'ın kitapları ile okunması tavsiyesine katılıyorum. Aradaki fark ve locke'un eleştirileri bu şekilde daha iyi anlaşılabileceği gibi deneyden ve anlama yetisinden kastının ne olduğu da fark edilebilir.
Üslubu hakkında herkes başkaca şeyler söyler. Bana göre dili oldukça yalın olmasına karşın cümleleri kompleks bir yapıda. Fakat bu çözülmeyecek türden değil.
Edebiyatın en değerli, en etkileyici, en yetkin ve en kudretli kalemlerindendir. Kendisini okumak hep büyük bir haz ve şaşkınlığı birlikte getirmiştir.
Heidegger, Ahmet hamdi Tanpınar'ı okusaydı acaba, -Hölderlin'den bahsettiği gibi- neler söylerdi diye hep düşünmüşümdür. Zaman kavramını öylesine kullanmayıp, bunu şiirlerinde bir mesele olarak işlemiş, adeta şiir ile felsefe yapmıştır. Heidegger bunu görse çok sevinirdi, zira kendisi sanat ve felsefe için bunu söyler.
Eşik şiiri ise her defasında ilk kez okumuşum gibi büyüler beni.
Yazarlık öldü. Yazarlıktan geriye bir ölü kaldı. Ve onu öldüren biziz. HâӀâ gölgesi beliriyor uzaklarda. Kendimizi nasıl avutacağız, biz katillerin katilleri? Neydi klavyelerimizin altında ölümüne kan döken, sanal alemin sahip olmuş olduğu bu en kutsal ve en kudretli şey: bu kanı kim silecek üzerimizden? Zall mı? ismail alpen mi? Hangi "şu var" bizi temizleyecek? Hangi kaliteli entry şölenlerini, hangi bilgi içerikli başlıkları icat etmek zorunda kalacağız? Fazla büyük değil mi bize bu davanın yüceliği? Buna layık olmak için birer yazara dönüşmeli değil miyiz?