ne yapmanız gerektiğine karar veremediğiniz anlarda sözlük karşısında yaşadığınız tanımıyla karşılanabilecek durumdur. içinizde başlık açmak için inanılmaz bir duygu vardır ama dışarda bir yerde birileri -de atari salonlarında kurtcukların kafasına elinizdeki sopayla vurduğunuz bir oyun vardır ya onun gibi işte- açtığınız başlıkları kapatmak için hazır beklemektedir. bunun bilincinde olarak bile bile lades olmak yada olmamak arasındaki ince çizgide olmaktır.
degisen konjekture ve jargona uygun olarak gerçekleşen söylem değişikliğidir. büyümenin verdiği bir rahatlıktır. olmuşluktur olgunluk gibi bir şeydir bir şey olduğunu hissettiren en önemli etmendir.
önce sözlükte derin bir sessizlik içten içe bir uğuldama gibi bir şeyler hissedersiniz. sonra girilen entrylerin hep aynı tadda hatta mümkünse bir birinin tekrarı olduğu inancına kapılırsınız. hafiften matrix tarzında bir şeyler olmaya başlamıştır ortamda. daha sonra ben kimim bu devamlı uyuyan yada uykulu halde olan kim aaa moderatörde varmiş demeye kalmadan bir de susurluktan kahraman girer olayın içine. hele hele bir de 2 3 saat ara vermişseniz sözlüğe bakmaya ipin ucu iyice kaçmış demektir artık. gerisini hak getire zaten. etrafa boş gözlerle bakıp (bkz: yar bana bir eğlence medet)dersiniz.
tarih her şeyden evvel üzerinde en kolay spekilasyon yapılabilecek eylemdir. öyleki doğru veya yanlışın tam olarak bilinememsinden müteşekkil, her isteyenin her istediği şey,i söyleyebileceği ve devlet resmi ideolojisine göre ve/ya yazanin kişisel histerisine göre yön vereceği bir olgudur. ortaya atılan her idda her teori ispatlanmasi kısmen imkansız oldugundan havada kalacak ve subjektif yorumlara açık olacaktır.
en önemli sorunlardan biride tarihin kişisel kaygılar ve çıkarlar ön planda tutularak yazılıyor olmasıdır. öyleki insanlar bile bile işlerine geldiği şekilede tarihi çarpıtabilmekte gerçekleri yalan yalanları gerçek diye yazmakta bir beis görmemektedirler.
tarih yazımının bir diğer handikapı da tarih yazarken tarihin sadece o an için olan olayla ilgileniyor olmasıdır. bu sistematik bir haa yapmanin kacinilmaz oldugu gercegini bir defa daha serer gozler onune. olayın hangi sartlar altında ve hangi dinamikler golgesinde gerceklestigini bilmeden tarih yazmak acinasi bir yandaslik ve zavallı bir belagattan oteye gidemeyecek calismalardir.
bunun yanı sıra tarihin taraf olmasi olabilecek en kotu şeyden bazıları insanlari etkilemek kin garez ve nefreti koruklemek bir şeyler için azmettirmek-kan davası töre cinayeti vs.- diye sayılabilir. bu bağlamda yapılması gereken elde olan verileri akıl ve mantık süzgecinden gecirmek doneleri sadece bir kaynaktan almaktansa değişik kaynaklardan teyit ettirmek ve olayin olduğu tarih e öncesindeki dinamikleri iyice araştırıp tahlil etmektir.
arkadaş hatırına gönül koymasın diye karşıdaki en akla gelmez ve uçukca fikirleri gerçeğe dönüştürmektir. mesela final öncesi sırf eleman ayrıldığı kız arkadaşını görsün diye bilmediğin memleketlere gitmek hatır için çiğ tavuk yemeğe güzel bir örnektir. sonra dersten kalırsın, eleman bozulmasın diye gitmesekte çalışmayacaktim ki diyerek ortamı yumuşatırsın bir de. (bkz: kan kusup kızılcık şerbeti içtim demek)
belirli bir yaştan sonra kesinlikle denenmemesi gereken durumdur.
insan, kimi zaman yıllardır gurbette yaşamanın verdiği ağırlık kimi zaman yazlnızlığın ağırlığından dolayı tanıdık bir kucağa huzur bulduğu bir ortama kaçmak istiyor. böyle durumarda yılda bir hafta gidip görülen yanında kalınan huzur ve mutluluk depolanan aile en güzel seçenek gibi duruyor insanın önünde. sonra iş bulunuyor memlekette olan bütün imkanlar zorlanarak ve en iyisini seçmeye çalışarak. sonra yıllardır yaşadığınız ortamı bırakıp arkadaşları terkedip sevdikleri sevildikleri yüz üstü bırakıp iflah olmaz bir umutla geliniyor ailenin yanına. tam her şey süper yaşasın yeni işim yuppi huzurluyum ve mutluyum derkene anlaşılıyor ki pek de öyle değil denizin rengi, hayaller rüyalarda güzel ve gerçek olmuyor çoğu zaman.
her şeyden evvel belirgin bir şekilde içine kapanık olmaya başlıyorsun, her şeyden elini eteğini çekip bilgisayar başında daha çok zaman geçiriyorsun. daha önce varlığından haberdar dahi olmadığın hobiler ediniyosun kendine daha sonra kitap aşkın depreşiyor hafiften sonra öğrenme arzunu tetikliyor bu pkuma aşkın. bu raya kadar olayın güzel ve mantıklı kısmı kulağa hoş geliyor değilmi her şey. sonra yavaş yavaş soğumaya başlıyorsun hayattan bakıyorsun ki memleketim dediğin şehirde aslında hiç te arkadaşın kalmamış, herkes o yada bu şekilde memlektin değişik bir köşesine gitmis ve kocaman bir yalnızlığın ortasındasın kendi öz memleketinde.
sonra sorgulamaya başlıyorsun her şeyi yavaştan yavaştan, nedenler niçinler takılıyor aklına ben nerde hata yaptım diye soruyorsun kendine inceden, sonra işler dahada kötüleşmeye başlıyor yavaş yavaş dayanılmaz ve dayanamaz bir adam oluverip çıkıyorsun ortaya. öncedens adece gülüp geçtiğin şeyler yavaş yavaş rahatsız etmeye başlıyor seni. önce etrafındaki çemberin dışından başlıyosun hata bulmaya sonra bulduğun hatalar üzerine yoğunlaşıp sinir stres yapıyosun yavaş ve derinden sonra nefrete bile gidiyor bu sinir durumu yada kin güdüyorsun içten içe yada en basit haliyle sevmemeye ilgilenmemeye başlıyorsun çemberin en dış halkasıyla. bu aşamada çok hızlı yayılan kangrene benziyor yaşadıkların kesip atsan bile en dış halkayı orda bitmiyor durmuyor beklemiyor. yıllardır kafanda büyüttüğün her şey o huzur o mutluluk ailenin yanında olma fikri yavaş yavaş kirlenmeye başlıyor, ama orda bitmiyor her zaman sonra yavaş yavaş dairenin içine girmeye başlıyor ve bu sefer daha fazla korkutmaya başlıyor yavaştan tırstırıyor hatta elinizde kalna son kutsal aile ferdlerininde üzerini çizmekte olduğunuz düşüncesi. sonrasını bilemiyorum ama daha buraya kadar geldik biz derste diğer konuları işlemedik.
burdan çıkarılabilecek en güzel sonuç eğer yıllarca dışarda kalmışsanız artık ailenizde yuvanızda oralar olmuştur. hele hele bekar hayatına kaptırmışsanız kendinizi yerleşik hayata geçip ilenizle yaşamak bir hayalden öteye gitmeyecektir. bırakın her kes yerinde mutlu yaşasın ve aile yılda bir hafta gidilip huzur bulunan bir yer olarak kalsın...
amerikanın ortalarında geniş bir ovanın üzerine kurulu kentucky eyelatene bağlı lexington şehrinde kurulu olan tatlı sevecen kendi halinde ve kalabalık bir öğrenci nufusuna sahip olan bir üniversitedir. http://www.uky.edu adresinden ziyaret edilebilecek olan üniveriste burs konusunda da gayet cömerttir. ayrıca yabancılara karşı belirli bir sempatide vardır. üniversitenin kızları gayet güzel erkekleri yakışıklı ve cana yakın olup her türlü ortam ve aktivite bulmak mümkündür. etrafında uçsuz bucaksız at çiflikleri olan üniversitemizin gayet geniş ve etkin eğitim kaynakları mevcuttur. abd de msc yada phd düşünenler için güzel bir seçim olabilir. gitmek görmek isteyenler için PhD terk biri olarak elimden geldiği kadar yardım edebilirim.
Not: gitmek tahmin ettiğinizden çok daha kolaydır.
kuantum fiziğinde Heisenberg'in açıkladığı ve dilimize belirsizlik teorisi diye tercüme edebileceğimiz bir önermedir. aslında her ne kadar belirsiz ve karmaşık gibi görünsede basitce teori belirli bir uzayda hareket eden cisimlerin hizlarını ve konumlarını kesin olarak belirlemek imkansızdır der. eğer momentumunu heseplarsanız yerini belirleyemezsiniz yada yerini hesepladığınızın parçacığın mmentumunu bilemezsiniz mantığına dayanmaktadır.
durum genelde varsayımlar üzerine hareket eden arkadaşımızın uaşadığı traji komik vakadır. olay genelde tarık akan'ın dayım filminde perran kutman'ın yaptığı gibi aşık olunan şahsiyetin hal ve hareketlerinden bir şeyler çıkarma prensibine dayanır. mesela: sizinle konuşurken gülmemiştir ozaman kesinayrılmaya öeğillidir, yada telofon açmamıştır eleman mesajlarada kayıtsız kalmıştır ozaman eleman ayrılmıştır sizden ve sizin henüz haberiniz yoktur gibi...
ama olay sonradan anlaşılırki aşık olunca gereğinden hassas olan bünyenin kendi üzerinde uydurduğu halüsinasyonlardan başka bir şey değildir ve hermann hesse'in boncuk oyununda dediği gibi olayın kahramanı olan bize sunturlu bir şekilde fuck off demekten başka bir şey kalmaz...
maç anlatan garip mahlukatın uydurduğu bir tanımlamadır. aslında eleman gol olma şansı çok yüksek olan bir pozisyonun değerlendirilemediğini söylemek istemektedir. ama yaptığı rkçe katilliğinden öte bir şey değildir. anlatım bozukluğuna güzel bir örnektir.
ne olursa olsun her halukarda işime bakarım ben canımı sıkmam dert etmem dünya yanmışsa ne olmuş benim keyfim yerinde ya mantığının ön plana çıktığı cümleciktir.
genellikle bu tür eylemler iş veren tarafından kati suretle yasaklanmıştır. ama maalesef ki yasak olan her şeyin inanılmaz bir çekiciliği vardır ve normalde dönüp bakmayacağınız basit flash oyunları bile vazgecilmez bir şekilde eğlenceli oluverir. sonra amirinizden müdürünüzden olmadık lafı yemek pahasına bütün aymazlığınızla oynarsınız oynamaya devam edersiniz. kısacası mesai saatler içerisinde oyun oynamak inanılmaz keyifli bir hadisedir.
yahooda oynanan flash üzerinden çalışan hızl düşünmeyi gerektiren çok tatlı bir oyun isteyenler http://games.yahoo.com/free-games/twothree adresinden ulaşabilir eğlenerek oynamanız dileğiyle.
engin ardıç'ın pazar günü sabah ta yayınlanan yazısıdır. olaylara değişik bir bakış açısıyla bakmıştır okunmasında en azından fayda vardır.
Kaçlı standart?
ilhan Selçuk 1925 doğumlu olduğuna göre kaç yaşındadır, 83 mü, 85 mi?
Acındırmak için kafadan iki yaş eklenebilir mi acaba kendisine?
Hipertansiyon hastası olanlar gözaltına alınamazlar mı? Benim de hipertansiyonum var, yaşım 56, acaba ben alınabilir miyim?
Yargının işine karışılır mı karışılamaz mı? Sürmekte olan soruşturma hakkında yorum yapılabilir mi yapılamaz mı?
Bir savcı iktidar partisi aleyhinde kapatma davası açabilir ama başka bir savcı bir muhalefet partisinin genel başkanını sorgulayabilir mi sorgulayamaz mı?
Bazı savcılara "görevini yap yoksa karışmam haa" diye tehditler savurup, bazı savcılara da "görevini yapma yoksa karışmam haa" denebilir mi denemez mi?
Benim savcım senin savcını döver mi? Siz "o kadar da demokrat değilsiniz" de bu kadar mı demokratsınız? Sabah 04.30 uygun bir saat değilse, uygun saat kaçtır? Mesai saatinin başlangıcı mı, yoksa dokuzu beş geçe mi? Bir keresinde beni 01.30'da almışlardı, uyar mı?
"Hesaplaşmaya hazır olun" diyen adam lokantadan elini cebine atmadan kaçabilir mi, kaçamaz mı?
Suça bulaştığına inanmasak sıyırır mı, yoksa bizim inanmamız ya da inanmamamız yargıyı ırgalamaz mı?
Yargı bizim işimize geldiği zaman yüce, gelmediği zaman tu kaka mıdır?
Türkiye'de hukuk var mıdır yok mudur?
Hukuk herkese lazım mıdır yoksa bazılarına lazım değil midir?
CHP yöneticileri Cumhuriyet Gazetesi'ne üzüntü ziyaretine gidebilirler ama AKP'ye gidemezler mi?
Tuncay Özkan da içeri alınıp çıkarsa kurultayda Deniz Baykal'ı devirebilir mi, deviremez mi?
ilhan Selçuk "işkencecilerini" bu sefer de affeder mi, affetmez mi?
9 Mart askeri darbesi iyidir ama 21 Mart sivil darbesi kötü müdür?
Bu bir maç gibiyse, taraflardan biri "normal süresinde" kazanacak mıdır, yoksa maç penaltılara kalacak mıdır?
Penaltılara kalacaksa, kalenizde Volkan gibi bir adamınız var mı?
Bu sefer de "hakem düdük çalabilir" mi yoksa çaldırmazlar mı?
"Çifte standart" çok gördük ama sizinkisi kaç dişli hemşerim?
elmaslar sonsuza dek diye çevrilebilecek bir film ismidir hatta james bond filmidir. ama mantık hatası vardır cunku en babayiğit elmas 10,000,000 yıl icerisinde orjinla formu olan kömüre donecektir.
bir zamanlar scifi'de oynayan simdilerde trt de yayinlanmaya baslayan efsanevi dizi. gerek kurgusu gerek karakterleriyle her hafta heyecanla bekledigim dizi.
kendileri aslen iki guruba ayrilirlar. birinci gurupta orda yada burda tanıstıgınız, msn de bir miktar muhabbet edipte sonra bir tat vermemeye baslayan ve sıkıntı veren elemanlar vardır. silersiniz msn live messenger onu anlık iletisi olmayan kisiler gurubuna kaydirir. ikinci gurupta da yazdıgınız kızlar vardir (kizlar icin erkekler) bir iki uc ugrasirsiniz olmaz hatun kisnin vermeye(erkek elemanın tav olmaya ) niyeti yoktur yan yatar muhabbet çamura batır kıldır yündür derken bıkarsınız aman Allah'ından bul der silersiniz ve yine msn live messenger elamanı alıp anlık iletisi olmayan kisiler gurubuna atar.
kısacası konusulmak istenmeyen yada paylasılacak biseyiş olmayan insan gurubu olarak tanımlamak uygundur.
aslen ahmet kayanın entel maganda sarkisinda (soz: yusuf hayaloğu) bahsettigi kimilerine gore fatih kısaparmaka itafen soylenmis sozdur. ayrıca üretecek bir şeyi kalmamis bunca zaman keseden yemis ve en sonunda sifiri tüketmis insan profilide olabilir. bu tip elemanlara kimi zaman ayni basligi defalarca acan kimi zaman da ayni basligin degisik versiyonlarini acip acip temcit pilavi gibi onumuze getiren sahislar olarak ta karsimiza cikabilirler...
(bkz: hayda rinna rinna rinanay) olan orjinal muziğin kahramanin cinsel tercihi yada cinsiyetinin değişik olması durumunda dizinin jenerik müziğinin alabileceği haldir.
murat menteşin efsane kitabı dublörün dilemması'ndan okuyanların beynine kazınan motto. genel anlam itibariyle yenilgiyi kabul edip bükemediğiniz bileği öpmek gerek anlamı çıkartılabilecek cümlecik.
yada doğruyla yanlışı ayırdedebilme ve gerektiği zman gerektiği yerde bırakabilme erdemini gösterenlerin sarf edebilecegi kavram.
görmeden aşık olmak başlıktan da anlaşılacağı üzere tamanen telkinlere, msn muhabbetlerine, telefon görüşmelerine bağlı olarak gelişen bir süreçtir. geniş bir pisikoanalizini yapmak gerekirse eğer "geldi bahar ayları, gevşer gönül yayları" düstüruyla hareket eden abaza arkadaşımız(kız yada erkek farketmez) baharın gelmesiyle hayli dengesiz olan hormanları neticesinde kendini duygusal bir ilişki için hazır hissetmektedir. bunda tabiki dış ortamında hatırı sayılır bir etkisi vardir. şöyleki; kafelerde barlarda parklarda hep el ele gezen olmadık yerlerde öpüşüp koklaşarak yaşasın benim sevgilim var imajını veren düşüncesiz insanlarda "görmeden aşık olma" potansiyeline sahip arkadaşımızda hatırı sayılır bir itici güç oluşturur.
önceden sadece muhabbet olsun diye başlayan konuşmalar gayet masum bir çerçevede devam ederken hormonları sayesinde yürüyen bir salgı bezine dönen eleman ee bana kendinden bahsetsene diye başlayan muhabbetlerle karşıdakini daha yakından tanımaya çalışır. burda atlanmaması gereken konulardan biri elamnımız karşıdaki kız/erkek ne derse desim kriterli belli olmadığından her şeyi biçilmiş kaftan olarak algılayacak ve kızın/erkeğin sarf ettiği her cümlenin sonunda"evet aradığım bu" diye içinden geçirmekten kendini alamayacaktır.
aşık olmanın ilk evrelerinde, oğlanın/kızın içinde hafif kımıldanmalar başlarken ve muhabbetsadece telefon yada msnle gayet masumane devam ederken ergen gençlerin içinde birbirlerini görmek için inanılmaz bir arzu peyda olacaktır. ama böyle durumlarda olası ikitane sakınca da mevcuttur gençlerin içinde her zaman, ya beğenilmezsem yada ya beğenmezsem? çünkü o ana kadar işkembe-i kübradan ve bol keseden sallayan bireyler artık iş cidiye binince 155 olan boyunu nasıl 175 yapacağını düşünmekte ve makus talihine kahretmektedir.
genelde görmeden aşık olma olaylarının neticesi hüsranla sonuçlansada, bazı durumlarda aşka aşık olan ( (bkz: aşka aşık olmak)) genç neferler için bu durum bir şey ifade etmemekte, gayet kaderci bir yaklaşımla ve bolca kabullenmeyle " (bkz: ne yapalım kısmette bu varmıs)" diyerekten ilişkiyi düşe kalka devam ettirmeye çalışmaktadırlar. böyle tiplere mutluluklar der, ilk guruba giren bedbaht arkadaşlara yeni aşk maceralarında başarılar dileriz.
yeni bir entry de görüşmek üzere...
iki Maraşlı Türk, Avustralya'ya yerleşiyor. El arabaları ile Sidney caddelerinde bağırıyor "Maraş dondurmaa" diye... Oraya nasıl gittikleri, neden böyle bir tercihte bulundukları bilinmiyor. Maraş'ın o meşhur dondurmasını dünyanın bir ucuna taşıyorlar yıllar önce. Derken 1. Dünya Savaşı patlak veriyor. Avustralya hükümeti, ülkenin dört bir yanından Anzakları toplayıp, ellerine silah veriyor. Trenlerle limana taşıyor, oradan gemilerle Çanakkale'ye gönderiyor.
işte o dönemde Avustralya'da bulunan bizim iki Maraşlı dondurmacı önce valiye çıkıp yalvarıyorlar; "Biz Osmanlı Türküyüz, ülkemize savaş ilan ettiniz, asker gönderiyorsunuz. Biz de kendi ordumuza katılmak istiyoruz ama imkanımız yok. Şu Anzakları taşıdığınız gemilere bizi de koyun, Çanakkale'ye vardığımızda gemiden atlarız, yüzerek Osmanlı siperlerine çıkarız. Ne olur bu iyiliği bize yapın"...
Vali iki Maraşlı dondurmacının bu istekleri karşısında duygulanıyor, "Çok kutsal bir düşünce bu. Ancak düşmanımıza buradan tek bir kum tanesi bile taşımayız" diye reddedip gönderiyor ikisini de. Maraşlı kahraman dondurmacılarımız, çalmadık kapı bırakmıyorlar Avustralya'da. Hepsinde geri çevriliyorlar. En sonunda "Madem ki bizi ülkemize, ordumuza göndermiyorsunuz, o halde biz de burada savaş ilan ediyoruz Avustralya'ya" diyorlar. Herkes gülüyor onlara...
Anzakları Çanakkale'ye gitmek üzere limana taşıyan trenlerden biri hareket halindeyken... Bir dondurma arabası rayları kapatmış şekilde karşısına çıkıyor. Bombalar patlıyor, tren devriliyor. Orada sipere yatan iki KAHRAMAN MARAŞLI dondurmacı silahları ile tarıyor, devrilen treni. Şehit düşene kadar savaşıyorlar Avustralya topraklarında. Yüzlerce Anzak askerini Çanakkale'ye sevkedilmeden kendi topraklarında öldürüyorlar. Avustralya hükümeti de bu iki Türk kahramanın dünyaya örnek olan savaş ilanını ve şehadet şerbeti içmelerini ölümsüzleştiriyor, onlar adına bir şehitlik abidesi dikiyor kendi topraklarına...
olay ayniyle vakidir. hatta broken hill diye geçmektedir pek çok kaynakta. mthiş bir kahramanlık hikayesidir muazzam bir fedakarlık örneğidir. aleme ibrettir bizlere örnektir.