Biz buz patencinin geçirdiği travma sonrası hayatını ve türlü sorunlarla boğuşurken yine onu hayata bağlayan şey olan buz patenine tutunma çabasını anlatan güzel bir netflix dizisiydi ancak ikinci sezonunun iptal edilmesi üzücü oldu.
Bale, buz pateni gibi görsel şölenlerin arka planındaki kanlı ayaklar, morarmış kalçalar, sakatlıklar, entrikalar, rekabet, psikolojik bunalımlar ilgi çekici gerçekten.
Bu tarz sporlar yapan insanların en büyük handikapını çok etkileyici bir şekilde anlatıyordu bence. Buz pateni insanın kendini adaması gereken, ful konsantrasyon ve sağlıklı bir psikoloji ve sosyal hayat gerektiren bir spor ama böyle bir stres altında insan psikolojisini ne kadar koruyabilir ki? En ufak bir sakatlıkta(ki bu çok olası) piyasadan silinebiliyorlar ve ne yapacağını bilmez halde kalakalıyorlar. Çünkü o zamana kadar başka bir hayat düşünmemiş oluyor çoğu, böyle bir tutku işte.
“Black Swan soslu gençlik dizisi” tanımı tam uyuyor diziye.
Yer yer cheesy bulunabilecek gereksiz detaylar, klişe olay örgülerine rağmen seyir zevki yüksekti. Bence cast seçimi de başarılıydı.
Jeneriğini ayrıca beğenmiştim, peş peşe farklı yaş gruplarından patencilerin o zorlu hareketleri yaparken düşmelerine odaklanması ayrı bir ilgi çekiciydi. Dizinin anlatacağı “dark side”ın sinyallerini verme açısından çok yerinde olduğunu düşünüyorum.
Netflix büyük ihtimalle rakamlara bakarak diziyi iptal etti, kendince haklı gerekçeleri vardır ama kendi adıma üzüldüm.
adanaya 23 eylül 2011 tarihinde açılmış bulunan sinema müzesidir.
gidilesi, görülesi, gezilesi... gerçekten çok beğendim. özenle çalışılmış ,hoş bir butik müze olmuş. adana halkının sinema sanatına ve yetiştirdiği sanatçılara önem vermesi ayrıyeten hoşuma gitti.
adanalı bütün sanatçıların fotoğrafları,film afişleri, yılmaz güney, orhan kemal ve adanalı olmayan ama adanada uzun yıllar geçirmiş abidin dino"nun balmumum heykelleri, orhan kemal"in bazı kişisel eşyaları, kullandığı daktilosu, yılmaz güneyin filmlerinde kullanılan bazı eşyalar, hapishanedeyken oğluna yazdığı mektuplar, taa eski adana"nın meşhur sular sinemasında kullanılan makara halinde filmler ve film sarma makineleri ,tarihteki altın koza festivali ödülleri mevcut.
ayrıca sinema ve fotoğrafçılık sanatı üzerine eserlerden oluşan güzel de bir kütüphanesi var.
ilerleyen zamanlarda müzenin yan binasına 20-30 kişilik bir cep sineması inşa edeceklerini ve bir sinema akademisi kuracaklarını da duydum , daha da mutlu oldum.
uzun lafın kısası, adanaya yolu düşen ve sinemaya meraklı yazarlara tavsiyemdir, mutlaka gidip geziniz...
çok beğendiğim bir hakan bıçakçı tespiti, katılmadan edemiyorum...
"bu fal muhabbeti hep vardı ama son aylarda gözle görülür biçimde çoğalmıştı.falda iddialı olan kafe sayısı üçe, dörde, hatta beşe katlanmıştı.yaklaşmakta olan ekonomik krizin bir işareti fal fetişinin tırmanışıydı belli ki. gelecek belirsizleştikçe geleceği öğrenme merakı çoğalıyordu. fal baktıran insan depresyondadır. umutsuz vakadır."
ara ara akla gelen, genel anlamda yani bilinen anlamda pek ihtimal verilmeyen ama düşünüldüğünde "ya doğruysa", "neden olmasın ki?" diye düşünmeden edemediğimiz durumlar, inanışlardır.
misal,
"belki de bu dünya başka bir gezegenin cehennemidir".
haberde de belirtildiği üzere kapıları yukarı doğru kanat gibi açılıyormuş, sevgili arda turan bu arabayla bebek"e gitmiş lucca"da galatasaraylı yönetici murat yalçındağ ile buluşmuş yemek yemiş,çıkışta da ıslık çalarak arabasına doğru yürümüş.
bu mu yani dediğinizi duyar gibiyim,evet haber bundan ibaret.arabasının kapıları kanat gibi açılmış,bebek"e gelmiş,yemek yemiş,ıslık çalarak arabasına yürümüş.bitti.eeee?
iyi de kardeşim şimdi bu haber demeye bin şahit isteyen hadiseden insanlara ne diye sorarlar adama?
sözlük moderasyonu tarafından nasılsa yarın hepsi silinecek,hadi bari bugünlük istediğiniz gibi gereksiz saçma sapan yazın gülün eğlenin de hevesinizi alın,tüm senenin stresini atın diye düşünerek yaptığı eylemdir.
güne enerjik başlamak için alarm melodisi yapılabilir.
dinleyip dinleyip "heeey gidi günler" diyerek çocukluk anılabilir.
ya da güzel ve güneşli bir günde keyfiniz de yerindeyse,sürekli, durmaksızın artan azalan oktavlarla "dıt dıt dırı dırı dıt dıt dırııı rıt tıt dırı dırı dıt dıt dırı" diye sürekli bu melodiyi mırıldanarak etrafınızdakilerin "yeteeer, bi sus lan" diye isyan edip kafayısını duvarlara vurmasını izleyip neşenize neşe katabilirsiniz.
şu dizi dünyasında gelmiş geçmiş en basiretsiz karakterdir kendisi.
adam olup da bir sevdiği kıza, çocukluk aşkına sahip çıkamadı.
onu koruması gerekirken sırtını döndü. bir iki artislik yaptı ev yakmalar, bağırıp çağırmalar falan.
sonra da tutturdu intikam da intikam diye, onu da beceremedi bir çanta parayı gördü sustu, yetmedi bir fatmagül"ü resmen rant kapısı yaptı, gitti bir daha para istedi yüzsüz.parayı bulunca da dakkasında gözü döndü, anasına babasına diklenmeye başladı.
hasılı, basiretsiz, haysiyetsiz bir insandır mustafa.
aşık olmaktır efendim...bütün sene öylece takılıp final haftasında aşık olmak çok kötü bir şeydir.
Ne ders çalışabilirsiniz, ne bir sey. Böyle sürekli hülyalı hülyalı gezersiniz ortada.
Hiç bir seye adapte olamazsınız, dolayısıyla sene içinde kötü geçen vizeler sonrasında
'neyse artık finallerde kurtarırım' umudunuz cumburlop diye suya düser.
öte yandan, çalışamama sebepli sürekli bir vicdan azabı içinde olduğunuz için
aşkın en güzel evreleri olan "sanırım aşık oluyorum" ve "ben ona resmen aşığım" evreleri de
burnunuzdan gelir.çünkü aklınızın bir köşesinde sürekli "offf napıcam sınavda yaaa, doğru dürüst bir şey de çalışamadım. Nasıl yetiştiricem?" olur...
Hasılı, aşık olmak ve final haftası olabilecek en kötü kombinasyonlar listesinde top 5'e çok rahat girer.
gördüğü her bilgisayarı kendisinin sanıp sahiplenen tip,
bunlardan çok var günümüzde,
misal bu tip sizin arkadaşınızdır,evinize gelir,bilgisayarda bir ödev yapacaksınızdır, ne bileyim işte internetten bir şey bakıcaksınızdır falan,arkadaş başlar;
"aaa sen hala explorer mı kullanıyorsun, o çok kasıyor yeeaaa. en iyisi mozilla" der ve demekle kalmaz saniyesinde mozilla indirir,
aynı şekilde "yeaaa winamp kullanmıyor musun" der onu da indirir,
"bak bu virüs programı çok dandik,hiç bir şeyi temizlemiyor. dur sana hedehödö indirelim".
"aaa sende ne kadar çok başlangıç programı var ya, bunların hepsini çalıştırmasın çok kasar bak bilgisayar" falan da filan, sonra o gittiği zaman bilgisayarınızın yeni haline alışmakta güçlük çekersiniz, tekrar eski haline çevirmek için uğraşırsınız falan, neticede insanın alışkanlıklarından vazgeçmesi o kadar da kolay bir şey değildir yani...
birincisi, üzerine vazife mi?
ikincisi, sana ne ben belki memnunum bilgisayarımın halinde,
üçüncüsü, tamam "şu program daha iyi" gibi tavsiyelerde bulunmak tamam da, saniyesinde indirip kurmak da neyin nesi? git kendi bilgisayarınla istediğini yap ya hu, ama yooo, asla sormazlar "yapayım mı?" diye, "yapıyorum" derler ve yaparlar.
sigarayı bırakmaya çalıştığım şu günlerde içimdeki o tarif edemediğim eksikliğini ve çeşitli gerginlikler sebepli iç sıkıntılarımı,ruhumun daralmasını gidermesi ve hafifletmesi için duyduğum ihtiyaç...
patatesleri küp küp doğrayıp, hafif yağda kızarttıktan sonra çırpılmış yumurtanın( isteğe bağlı olarak içine acı sos, karabiber falan eklenebilir) ilave edilip pişirilmesiyle olur.mükemmel bir lezzettir. pazar kahvaltılarının vazgeçilmezidir.
zamanında sütten ağzı yandığı için şimdilerde yoğurdu üfleyerek yemeye çalışan, aşka dair güzel duygulara zerre inancı kalmamış, ama diğer yandan azıcık da olsa umut edebilmeyi isteyen , ne yapacağını bilemediği için çareyi dalga geçmekte ve başa çıkamadığı gerçeği reddetmekte bulmuş, içine düştüğü bu çaresiz durumla ancak umursamaz bir insan olarak başa çıkabilen iki yorgun insanın karşılaştıkları anda oynamak istedikleri mutluluk oyunu.