edebiyatın magazinsel yüzü olarak görülse de.gonca özmen sıkı şairdir.şair kadındır.kadındır.doktorasıı yapmakta ve deli gibi yazmaktadır.daha çok yazasıca...
edebiyat dergilerinde bolca gördüğüm 1986 doğumlu şair.geçtiğimz haftalarda "çok tanrılı sular" isimli ilk şiir kitabı çıktı.geçtiğimiz yıllarda cemal süreya ödülünü de almıştı.
çok genç yaşta aramızdana ayrılan şairdir.şiirleri soyut dergisinde yayımlanmıştır.hayattayken kitaplaşmayan şiirleri bundan birkaç yıl önce etki yayınlarından "ölüme direnen şiirler" ismiyle kitaplaştırılmıştır.hem şiirleriyle hem de hayat hikayesiyle çok şey katar insana.
Gezginci
giderken
yalnızlığımla dolduruyorum kenti
elimde kirli bir valiz eski tarihli birkaç mektup
ve çizemediğim gök
tuz kokusuyla dolu yüreğim
içimden yaralı bir kuş uçarak dağlara
duyduğum buruk acı gitmek
her şey gerilerden seyrediyor beni
o bakamadığım kent
demiri bileklerinde eriten ihtiyarlar
asmalar bir de özlemek
akşam bilirim orda acı türküsüdür işçilerin
kendine koca bir dünya çizerek sokağa fırlayan çocuk
onun düşüşüdür yoklukla çizilen balkon
ve aldanışıdır koca bir hayat
hep bunları ve bildiklerimi
burda öğrendim
aslıyı da erzurum'un türküsünü
ay nasıl çizilirmiş burda öğrendim
yola çıkınca burda öğrendim
kirli bir valizle elimde beş para etmez
izmir resmini ay o ince kadın
tren salıyor beni geceye
benim özlemle açılan yüreğim ne kadar mahzun
kaç aydır işsizim bilmiyor kimse
kutsal kitapların gölgesinde
yeni doğmuş ceylan yavrusu gibi
korkulu fakat temiz
herkesin acısıyla yoğrulan bedenimin
işyeri kapılarından ölü bir at gibi çıkması
alınyazımı kuşun kanadına işledim
götürsün atsın
diren
coşkulu yüreğim
her şeye yoksulluğuna
bahara bak
nasıl direniyor böcekler
yıllarca taşınan yaraya
acıyla dikilen sütunlara bak
nasıl nasıl direniyor her şey
giderken yalnızlığıyla dolduruyor beni kent
her şeyi
çook gerilerden seyrediyorum
caddeleri
yalınayak çocuklar büyüten bir marşla koşuyor
incir satanlara
ve bütün şekercilere
buğulu bir ocağın ilk sıcaklığına
anlatamadığı bir dille
koşuyor bilmediği ölüme
bende
deniz her zaman yıkıntıydı
sessizlikti
yüzümde durulan tuz
taze menekşeleri silen
herkesi bir umutsuzluğa eski bir hançere koşturan
deniz
o korkunç yalnızlık
geliyorum hazırla bütün intiharlarını
her şeyi gerilerden seyrediyorum
bütün bunları
unutamadığım kırmızı güneş
ve sancıyla kıvrılan nakışlar
sonra
her şeyi
o maden işçisini çok gerilerde unutmadım
onun göğü yumruklayan elini
öfkeyle büyüyen gözlerini
dağlara çıkan yüreğini unutmadım
unutmadım
sevgiyle açılan göğsünü
bir yaban ördeği gibi giderken...
ben bu filmi nedense hep çok sevdim.hatta aşırı melankoliliğim küçük yaşlarda bu filmi fazlaca izlememden kaynaklandığı içinde filmi el üstünde tutarım.çok özelliği var mı derseniz, yok.sinemaya yeni bir boyut mu kazandırdı derseniz hayır.ahmet özhan oyunculuğyla göz doldurmuştur da sibel turnagöl burdaki rolüyle ödül mü almıştır ,ona da hayır.ama içinde aşk vardır.aşk halleri vardır.bundan güzeldir,kıymetlidir.
gece pazarlarından kaldırıldım
her yanım yapış yapış sana bakardım buralarda mısın diye
sonra bilerek kandırıldım efsanelerinde çünkü çok namuslu olacaksın diyorlardı
bir de çince bilirsek fesleğene sürtünmüşüz gibi
rahatlarmış aşkımız, anlatıyorlardı
tüm katları çıktım çünkü buradaysan buradasın
yükseklikten kopuyorum,arşa namaz sesten örs ve
köklerini sökmüşler şehirden yalnızlığın
sonra her metrekarede yüzlerce sen
yüzünü görüyorum buradan tanrı’nın
gözlerini ütüledim,gözlerini düzelttim
ve sandım ki gömleğimi yıkayınca gidecek kiri üstümden günahın
gece pazarlarında satıyorlardı yüzlerini
yüzlerinden yüzlerce yüz gördüm
in taipei
görgülü martılar gibi 101
kere maşallah aşkımıza
ve bağımsızlıklık marşları artık yerle bir.
iki hafta sonra gideceğim yer.sabırsızlanıyorum...sigaramı yakıp çayımı yudumlayıp ander sevdaluk dinleyeceğim ilk olarak.sabırsızlanıyorum demiş miydim.
anlatılmayacak,yaşanacak hoca,öykü yazarı ve müzisyen ve ressam.aynı zamanda da depresyondan çıkamamış gözleri vardır.bohemdir.tevfik fikret yaşasaydı çok yakın arkadaş olurlardı diye düşünürüm hep.hatta belki birlikte yaşarlardı aşiyan da .kim bilir?
bşr baba düşününki üç tane oğlu var ve bu üç oğluna da iki isim veriyor ama verdiği ikinci isim hep fatih. böylece üç tane fatih andı kardeş oluyor meydanda. tam bir kafa karışıklığı. bu fatih andıların ikisi ünide edebiyat profesörü biri ise lisede edebiyat öğretmenidir. birisi istanbul üniversitesinde birisi fatih üniversitesinde diğeri ise sultanahmette bir lisede görev yapmaktadır. bir de 3f adında bir yayınevi kurmuşlardır. güzel kitaplar basarlar. sevecenlerdir. üstanbul üniversitesinde çalışan fatih andı sürekli kendisiyle çelişerek bizi güldürürdü. sınavlarda zorlardı ama yinede pamuk gibiydi. bir gün başını alıp van gölü kenarında yaşamaya başlayabilir. içine odun kokusu çekip sadece gözleme yiyebilir. bir de sanırım mustafa kutlu'ya bayılır.
lisede öğretmen olan fatih andı'nın ise edebiyatı sevmediği halde edebiyat öğretmeni olması ,ayrıca da bu halde bir yayınevine ortak olması bir ironidir. haa bir de babalarının çok iyi bir hattat olduğunu biliyoruz sanırım.
üç gün önce izlediğim ve pek bir garip bulduğum film.en son iki erkek kahramanın birbirleriyle de öpüşmeye başlamasıyla ben de iyicene bir tiksinti bir bulantı yapmış filmdir.dvd si 2.90 tl ye her yerde var neredeyse.bir daha da izlemem.