Çıkarsız davranış ya da çıkarsız iyilik.
Bence var olandır. Çeşitli argümanlarla açıklamaya çalışacağım.
Öncelikle, ben eskiden çıkarsız davranış yoktur diye düşünürdüm. Her davranışın bir amacının da kişinin kendisine katkı sağlaması olduğuna inanırdım. Şöyle bir konu vardı bununla ilgili: Bir insan sırf yolda yürürken yere düşen birinin yerden kalkmasına yardım ettiğinde ne gibi bir çıkar elde eder? Çevredekilerin takdirini kazanmak var ama her zaman olmaz, çevrede kimse yoktur bazen. Yardım ettiği insandan karşılık almak da her zaman olmaz, bazen insana bile değil bir kuşa yardım ediyoruz, kanadı bir yere sıkışan kuşu oradan kurtarıyoruz, kurtulur kurtulmaz kaçacağını bildiğimiz hâlde. Yalnız bu yaptıklarımızın sonucunda bence kesin olarak elde ettiğimiz bir şey var, iyi hissediyoruz. Bu bazen mutluluk, bazen kendini beğenme (güçlü veya üretken hissetme vb) olarak ortaya çıkıyor. Pekâlâ, bizim iyilik yapma amacımız iyi hissetmek midir?
Bu soru, asıl soru. Bu soruya lise yıllarında verdiğim cevap şöyleydi: anında yardıma koştuğumuzda bazen iyi hissetmeyi vs düşünmeyiz, ama bu durumda bile bir amaç vardır, amacımız iyi hissetmek değilse de kötü hissetmemektir ve bu da bir çıkardır. Şu an diyorum ki bazen kötü hissetmemeyi de düşünmüyoruz. Sonradan iyilikten vazgeçtiğimizde bunun sonucunda kötü hissetmemiz o davranışa yönelmekten bağımsız.
Hep inançlı bir insandım, şimdi de öyleyim ama lisedeyken diyordum ki, "Allah rızasını kazanmak istememiz bile iyi hissetmek içindir, o rızayı kazanıp cennete gitmek içindir. Bu da çıkardır." işte fikrimdeki ilk sarsıntı burada çıktı ortaya (Sabredin, dine inanmayanlar için de örnek vereceğim). Allah'ın rızasını kazanmak dinî açıdan en üst düzeyde amaçtır ki tasavvuf ehli bunu cennetin de üstüne koyduğunu açıkça belirtmiştir, Yunus Emre'nin Bana seni gerek seni şiirini bilirsiniz. Onun dışında, sahabe ve peygamberler de Allah rızasını cennetin üstünde tutar, biliriz. Hazreti Ebubekir'in gerekirse ümmetin günahlarının yarısını üstleneceğini söylediği rivayet edilir.
Dini açıdan baktığımızda Allah'ın rızası iyi hissetmenin de üstündedir. iyi hissetmenin tahtı böyle sallandı bende.
Bazıları derin derin düşünüp iyi hissetmeyle Allah rızası kazanma arasında bir eşitlik bulacak ve onlar diyecek ki her davranış çıkarlıdır ve iyi hissetmek bu çıkarların temelidir. iyi hissetmek de bazı şeylere sahip olmanın sonucundadır. Bakın burası tartışmanın bir başka boyutu. Üstlerde bir yerde demiştim ya iyi hissetmek mutluluk, güçlü veya üretken hissetme şeklinde ortaya çıkıyor. Bu boyutta deniyor ki "mutluluk zaten iyi hissetmekle aynı şey dingil." (terbiyeli olun, biz bu boyutu da biliyorduk zaten. Şimdi başka yere getireceğim lafı.) Mutluluk da en azından oradaki üretken veya güçlü hissetmeyle bağlantılı olarak ortaya çıkar. Amacın para koparmaksa mutluluk para koparmanın sonucunda ortaya çıkar, takdir toplamaksa bunun sonucunda ortaya çıkar. O zaman, davranışın çıkarı iyi hissetmek değil iyi hissetmeye götüren şeydir, değil mi? Allah rızası, güçlü hissetmek, para... Bunlar olursa iyi hissederiz (Allah'ın rızasını kazanıp kazanmadığımızı da bilemeyiz. Niyetimiz o olduğu için Allah'ın rızasını kazanmış olabileceğimize inanır ve iyi hissederiz.). Ne kadar da pragmatist bir bakış açısı! Bunu ben üniversite 2'de kendime göre şöyle çürüttüm:
O zaman davranışımız amacına ulaşamadığında iyi hissetmememiz gerekir, gerçekten de çıkarlı davranışımız amacına ulaşamadığında iyi hissetmeyiz. Yardım ediyorum ayağına para koparmaya çalıştığımız adamı kandıramayınca iyi hissetmeyiz. Yolda yere düşen şişman teyzeyi görünce "ulan ben de amma kaslı bir şeyim, gideyim de kaldırayım şu teyzeyi" diye düşünüp içten içe kas gücümüzü göstermek veya test etmek isteyip teyzeyi kaldırmak isterken yere düşürünce iyi hisetmeyiz. Sınıftan birinin geometri sorusunu çözmeye giderken amacımız soruyu çözmekten ziyade yaratıcılığımızı kullanmaksa soruyu çözemediğimizde iyi hissetmeyiz. Ancak, çıkarsız davranış böyle değil. birine yardım etmeye çalışırken başarılı olamasak da iyi hissedebiliriz, bu çıkarsız davranışın sonucudur işte. Orada bazen anlık bir kötü hissetme anımsayabilirsiniz, o kötü hissetmenin kaynağı şu sorudur bana göre: Acaba yardım etmek isterken durumu daha kötü hâle mi getirdim? Burada sorgulanan kendi gücümüz, kapasitemiz değil, yeni bir olumsuzluğun oluşup oluşmadığı. Durumu daha kötü hâle getirmediysek tekrar iyi hissederiz. Yeni bir olumsuzluk varsa da bu doğal olarak sağlıklı insanda stres yaratır.
Şimdi de vurucu bir örnekle yazımı yavaş yavaş sonlandırayım:
Dindar insan savaşta kendini ölüme atarken şehit olmayı amaç ediniyor olabilir, ölümden sonraki hayata inanıyor ve orada mutlu yaşamak istiyor. Peki dine inanmayan insan? O da savaşta kendisini ölüme atıyor. Düşünün, hayatında kötü giden pek bir şey yok, yani intihara meyilli falan değil, bilakis hayattan zevk alıyor, ölürse de sonrasında bir şeye inanmıyor. Cennet cehennem falan yok bu adama göre, ama savaşta şartlar gerektirirse kendisini ölüme atıyor, komutanına sıkılacak bir kurşunun önüne geçiyor, kendini patlatıyor belki, sadece savaşı kazanmak için. Ama o öldükten sonra her şey bitiyor ve savaş kazanılsa da hiçbir şey elde edemiyor, savaşın kazanıldığını bile hiç öğrenemeyecek zaten. Bu adamın çıkarı ne?
Bunlar benim konuyla ilgili görüşlerim. Bu konu zaten öyle net cevaba ulaşılabilecek bir konu değil. Fizyolojik ihtiyaçlarını karşılamış, hayatın entelektüel boyutuna değinecek lükse ulaşmış yazarlar bu konuda ne düşünür bilmek isterim.
Efsane bölümlerdendir. Ana konusu zamanda yapılan bir yolculuk olan bölümde 4000 ve 3000 yılına yolculuk yapılıyor. Geleceğe gidip onun da geleceğini değiştirildiği bölüm en aklımda kalan bölümlerdendir.
Başlığının mesuliyetini almakla iftihar ettiğim tabir.
Özellikle Çukurova ve Hatay civarında kullanılan, maalesef eskisi kadar duymadığım tamlama.
Elin oğlu gibi bir anlama geliyor. Ama bu obanın çocuğu pek öyle komşunun oğlu, el alem gibi çalışkan, parlak suratlı, efendi değil. Babaannemin ben henüz küçük bir çocukken bahsettiğine bakılırsa obanın çocuğu; uzak durulması gereken, hır çıkaran, arkadaşını yarenini hayırsız işlere sürükleyen gözü açık velet.
Babaannem köyün dağ bayır gezen, sapanla birbirini taşlayan ufak çocukları için bu tabiri kullanırdı, hâlâ da kullanır. Yanına gittiğimde duyarım bazen, hoşuma gider.
Filmler ve Filimler'in "uzay/zaman temalı dizi yapayım, biraz da mistik olsun. inşallah tutar." çalışması.
Barış Özcan seslendirme yapıyor. Galiba devamında işin içine mafya da katılıyor.
Amatörce ama ben ilk bölümü izledim, beğendim. Siz de izleyin, siz de beğenin: https://youtu.be/3MC1sIiiQDQ
Osmanlıcılığı Osmanlı'yı takdir etmek, kabul etmek ve o geçmişle gurur duymakla karıştırmak hata olur. Ne demek istiyoruz? Ziya Gökalp Osmanlı'nın yıkılması için mi uğraşıyordu? Enver Paşa Osmanlı yıkılsın diye mi savaşıyordu? Atasını tanıyan hiçbir Türkçü Osmanlı'yı reddedemez, hele dünya yüzyıllarca bu devletten "Türkler" diye bahsedip ondan korkmuşken, hele üstünde yaşadığı toprak Alparslan'ın, Fatih'in, Yavuz'un mirasıyken.
Uzun cümlelerde havalı olsun diye noktalı virgül kullanılmaz.
Ne yazık ki çoğumuz noktalı virgülün ne işe yaradığı ve nerelerde kullanılması gerektiği hakkında bir fikre sahip değiliz.
-böyle bir başlığın ilk yazısının daha farklı olmasını (belki de daha genel geçer bir sorundan bahsetmesini) ben de isterdim, ama başlık benim. Bu konu da beni gerçekten rahatsız eden bir konu.
bu başlığı "yalançı" diye açamıyoruz. Microsoft'ta dosyalara "con" adı verilememesinden daha gizemli. "Sözlüğün yalançı mefhumuyla ilgili bir esrarı mı var?" sorusu akıllara geliyor hemen.
Düzeltme: artık açabiliyoruz.
Yanlışlıkla yaptığım eylem.
Bir düğüne arkadaşlarla davetliydik. Arkaya bir masaya oturmuştuk. Masaya kola, fanta, su falan koydular. Ben de her yerde şalgam içerim, dalgınlıkla "Şalgam var mı?" diye sordum. Adam şaşırdı, baktı. "Yok." dedi. Masadakilerden biri gülerken sandalyeyle birlikte yere düşüyordu. Ama ben yanlışlıkla da olsa düğün salonunda şalgam sorma cesaretini gösterdiğim için kendimle bir kez daha gurur duydum.
Gerçeklik testi. Bir psikoloji terimi.
Hayalle gerçeği ayırt edebilme durumu. Davranış bozukluklarına göre farklı özellikler gösterir. Kişilik bozukluklarında görevini yerine getiremez (hayalle gerçek ayırt edilemez). Nevrozlardaysa reality testing tamdır. Psikozda da hayalle gerçek ayırt edilemez.
Yerel-yöresel sayılabilecek bir şairin (Abdülvahap Kocaman) bol cinaslı şiiri. Dönmek fiili birçok farklı anlamda kullanılmıştır, bazı kısımları tartışılabilir olsa da okuması zevk verir.
Yaylaya gitmişti yayla zamanı,
Gülizar döndü de Döndü dönmedi.
Demek ki unutmuş ahti-amanı,
Yaylacılar geri döndü, dönmedi.
Ben baktıkça o yılıştı yüz verdi,
Aşkımıza ümit verdi hız verdi.
Yemin etti sapasağlam söz verdi,
Demek ki sözünden döndü dönmedi.
Hatay'da yaşayan bir Türk vatandaşı olarak her yıldönümünü şeref ve mutlulukla kutlamayı temenni ettiğim, gelecek yılki izmir'in düşman işgâlinden kurtuluş yıldönümüdür (Başlığını da 1 yıl önceden üzerime aldığım doğrudur.).