Söylendiği ortamda (kendi gibi insanların olduğu ortamda) her ne kadar naif bir ifade gibi görünse de, ırkçılığın insanın iliklerine kadar nasıl sirayet ettiğini göstermesi açısından önemli bir temsildir. Örneğin, Almanlar konuşurken kendi ortamlarında: \"Almanya\'da iyi Türkler de var abi\" veya Fransızlar kendi ortamlarında iken: Fransa\'da iyi Cezayirliler de var abi... Umarım bir gün böyle bir ifadeye sen de muhatap olursun da, anlarsın belki, \"iyi insanı\", \"kötü insanı\".
muhtemeldir ki; içinde ümidi barındırmadığından ne bir çatışmanın, ne de bir yaşam belirtisinin ama bunun yanında ölümün de olmadığı durumdur. Yalnızsın işte, hepsi bu. dücane cündioğlu'nun deyimiyle "kahve çekirdeği koyuluğundaki yalnızlık" güzeldir. Yalnızlık güzeldir,en azından insanı ilgi budalası olmaktan kurtarır.
bir yere saplanmaktan, çakılıp kalmaktan korkuyorum ve beni bulunduğum yere bağlayan aşık olmak, memurluk gibi bir meslek vb. şeylerden. belki huzur dedikleri mefhum yereldedir ancak ben dünyaya daha çok karışmak istiyorum ve dünyaya karışamamaktan ve karışmama engel teşkil eden şeylerden korkuyorum.
büyük adam
kaç gün geçmişti bu uykusuz gecelerin delikanlıya hasıl olmasından bu yana. Gün geçtikçe zaman mefhumunun belirsizliğine hatta olmayışına inanıyordu..
yaşadığı kasabaya "büyük adam"ın gelmesinden bu yana tüm hayatı değişmişti, sadece kendisinin değil elbette tüm ahalinin. "büyük adam" ilk önce herkese kendini sevdirdi, sonra onlara hükmetmeye başladı. Bir avama hükmetmek elbette çokta zor değildi ancak bu kasabada havaslar da vardı. Büyük adam havaslara mensup olduğunu sezdiği herkesi teker teker köy meydanında bütün ahalinin önünde astırırdı.
Ancak delikanlı kendisini ne avama ne de havasa ait hissediyordu fakat büyük adam bir kez onu gözüne kestirmişti, muhtemelen asılma günü de gelmişti.
sabahın besinde kan ter içinde uyanan delikanlı sessizce yanına aldığı bir kaç kitap ve elbisesiyle sokağa çıkıp bir sigara yaktı ve beklemeye koyuldu.
"özgürlük, dün olduğu gibi bugün de dairenin içinde değil, dışındadır" diye bir şey okuduğunu anımsadı. Evet, bugün; delikanlı için dairenin dışında olmak adına mücadele günüydü.
insanlıktan nasibini almamıştır. ona Yunus Emre'nin şu dizeleriyle seslenmek istiyorum; Yaradılanı sev, yaratandan ötürü. Lütfen, olaya etnik unsurlar üzerinden yaklaşma "van depremine sevinen canlı türü". orada mağdur olan, hayata gözlerini kapayan insan sende olabilirdin. O deprem senin yaşadığın coğrafyada da olabilir, aileni, sevdiklerini hatta kendi canını da kaybedebilirdin.
Kapitalist sistem elbette bir gün tıkanacaktır ve kendi kendisini bitirecektir, şu günlerde marx'ın haklı olup olmadığının tartışılması ise bunun bir alameti şeklinde yorumlanabilir. kapitalist sistem tıkandığında olabilecekler: "parayı bulduğunda, gücüde elde etmiş olacaksın" şeklindeki vahşi kapitalizm ürünü düstur ortadan kalkacak ve hiç kimse parasıyla güç elde edip, bunu kullanamayacak. şu anki kapitalist düzende, insanın hayatını idame ettirebilmesi için elzem olan yeme-içme, barınma gibi temel gereksinimler devlet tarafından karşılanacak ve insan doğumundan ölümüne kadar sadece karnının doyurulup, barınmasının sağlanması karşılığında sömürülmeyecek. Tüm emekçi insanlar, işçiler vesaire daha insalcıl şartlarda çalışacaktır. kapitalizmin sonucu olarak ortaya çıkan "Yabancılaşma" ortadan kalkacaktır. daha az insan ölecektir.
neden kadınlar erkekleri değiştirmeye çalışır ki? ben bu yazıyı buna artık katlanamadığım, tahammül edemediğim için tüm kadınlara yazdım.. yeter artık.. sizin yüzünüzden aseksüel olacağım! o kadar soğudum ki sizden, evet sizlere sesleniyorum hoşlandığınız erkekleri değiştirmeye çalışan kadınlar -midemi bulandırıyorsunuz-. kadınlar neden benden hoşlanıyor? cevabı açık ve net. onlar, beni ben yapan değerlerime, özelliklerime aldanıyorlar. beni ben yapan değerlerim neler? bu önemli değil, sonuçta beni bir "birey" yapıyordu işte. sürünün bir parçası yapmıyordu en azından, farklı kılıyordu diğerlerinden.ama ne oluyor sonuç olarak? beni ben yapan özelliklerimden dolayı benden hoşlanan kadın, beni değiştirmeye kalkıyordu, hem de insafsızca! benim yıllarca ilmek ilmek örüp kazandığım beşeri değerlerimi benden almaya çalışıyordu. oysa benim istediğim nemiydi? sadece 1 dakikalık sesliği paylaşmak. lanet olası bir dakika sesliği bile paylaşmıyordu benimle. çünkü egoları tavan yapmıştı. ve benim "insan egolarından arınmadıkça, sadece fiziksel olarak insan olur" aforizmamla dalgasını geçip, ben egolarımla mutluyum derdi. bende ona egolarıyla birlikte mutlu bir hayat diledim. daha acı olan hayatımdaki tüm kadınların böyle olması!
3 defa sildiler açtığım başlığı, derdimi buradan anlatayım bari..
Fight Club.
Esaretin Bedeli.
Yüzüklerin Efendisi.
Ölü Ozanlar derneği.
V For Vendetta.
pulp Fiction.
Zeki demirkubuz filmleri (C Blok, masumiyet, üçüncü sayfa, itiraf, yazgı, bekleme odası, kader, kıskanmak, yer altı)
Onur Ünlü filmleri (Polis, beş şehir, celal tan ve ailesinin aşırı acıklı hikayesi)
Tercüme bürosunda çalışanlar için, büro sahibinin dil bilmemesinin yanı sıra çeviri işini çok kolay, sıradan bir eylem olarak görmesi ve çalışanlara yani çevirmenlerine, bu düşüncesine göre davranması. Ayrıca, vahşi kapitalist patronlar gerçekten nefret uyandırıyor..
Komunistlerin savaşta ülkeyi savunmayacak olması tamamen yanlış bir önerme olmakla birlikte hiç bir dayanağıda yoktur. Aksine, komunistlerin amerikan emperyalizmine karşı olarak 6. filoyu denize döktüğü günler unutulmamalıdır. ve yine aynı yıllarda komunistlerin Türkiye'nin bağımsızlığı için mücadele ettiklerini neden anlamak istemiyorsunuz.
yabancılaşma, ingilizce karşılığı alienation, almanca karşılığı entfremdung.
En genel anlamda;
bireyin, kendisi, sosyal çevresi, içinde yaşadığı toplum ve kültür ile bağlarının zayıflaması
ve giderek kopması anlamına gelen bir süreç olarak tanımlanabilir.
Yabancılaşma, kapitalizmin sonucu olan bir olgudur. yabancılaşma olgusunun temeli, insanın insan olarak öznelikten çıkıp nesneleşmesidir.
Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna
Franz Kafka - Dönüşüm, Babama Mektup, Mileneya Mektup, Aforizmalar(kamuran Şipal Çevirileri)
Emre Kongar - Kızlarıma Mektup
CemilMeriç - Bu Ülke, Saint Simon ilk sosyalist ilk sosyoloğ, Mağaradakiler
Aytekin Keskin - Türkçeyi neden Ögretemiyoruz?
Peter Handke - Kaspar
Fakir Baykurt - yarım ekmek
insan okuduğu her güzel kitapda kendini bulurmuş, ancak Sabahattin Ali'nin bu kitabında ben Raif bey ile birlikte kitapda yazılan her olayı yaşadım, betimlenen her psikolojik durum sanki beni anlatıyordu...Herkesin okuması ve okutması dileği ile.
Yine, o telaşlı cuma günlerinden birisiydi (13.05.2011). 60 - 70 yaşlarındaki alman hocanın derste anlattığı, sıkıcı ama bir o kadarda mühim olan bir takım mefhumları dinledikten sonra hızlı adımlarla otobüs durağına doğru yürümeye başladım. Zira kapitalizm yine bacadan içeri girmişti, bir kaç şirket için acilen tercüme etmem gereken iş mektupları, sözleşmeler vs. beni bekliyordu. Oysa benim yapmak istediklerim bambaşkaydı, neyse. Nitekim istediklerimi yapmak o gün için olmadı. iş yerinden gelen bir telefon planlarımı alt üst etti. Bir an sigaramı yakmak üzere durdum ve hemen yanımdaki abartılı bir makyaj yapmış, gösterişli bir kıyafet içerisinde öğrenciden daha çok zengin ve sosyetik kızları andıran kişinin telefon konuşmasına istemeden kulak misafiri oldum. Aynen şu sözleri sarf ediyordu, saçma sapan Türkçesiyle; " ayy yeni uyandım bende -saat 16.20- kampüse geldim işte takılayım biraz diyee, arkadaşlarla partiye gidcez akşam..vs..vs." Telefonda konuşan kız neden bu kadar sinirimi bozmuştu anlayamadım, ancak aklıma yine günlerdir beynimi bir kurt gibi kemiren o sorular silsilesi geldi. "Acaba, üniversiteyi bıraksam mı? Neden bu tür insanlarla aynı atmosferi paylaşıyorum ki?" Evet, bu şekilde düşünüyorum, çünkü üniversitenin; özerk, ilim ve irfan yuvası olması gerekirken, amaçsızca yaşayan, yarını dahi düşünmeyen, bir şekilde üniversiteden mezun olduktan sonra ateşli sözlerle "ben üniversite mezunuyum işsizim" diyen, "anı yaşamak" diye dillere pelesenk olmuş ve gereğinden fazla abartılmış cümleyi ağızlarından düşürmeyen, bir insan yığınına artık tahammül edecek pek takatim kalmamıştı. Beni üniversiteden soğutanın sadece bu bahsettiklerimin mi olduğunu sanıyorsunuz? Elbette yalnızca bunlar değil. Mersin üniversitesinin, cumhuriyet meydanında veya fen-edebiyat fakültesinde, solculuk oynayan ama solculuk adı altında, sarı yeşil bayraklarla PKK propagandası yapan, buldukları her fırsatta Türk bayrağına ve Atatürk büstüne taş atmaya çalışan ve her gün bir bahane ile Kürtçe müziklerle çılgınca halay çeken bir takım kandırılmış, bilinçleri uyuşturulmuş gençler ve onlara uzaktan şaşırmış gözlerle bakan bir takım gençler. Gençlerin o andaki düşünceleri gözlerinden okunuyor. Diyorlar ki; "bizde solcuyuz ama bu şekilde değil ki. Biz Atatürkçüyüz, bizim için Türk bayrağı ve istiklal marşı kutsaldır. Eğer siz solcuysanız, biz solcu falan değiliz." (Kavram kargaşası yaşayan gençler. Ne Lenin'den ne de Marx'dan bir haberler. Solculuğu Atatürkçü olmak sanan) Ve tüm bunlar olurken, kendilerini bu ülkenin yılmaz bekçileri sanan kaba ve ideolojilerini bir gün olsun sorgulamayan ülkücüler... Tüm bunlar yetmezmiş gibi birde, kendilerini dünyanın en iyi işini yaptıklarını sanan, kendi gruplarına mensup olmayanlara acıyan gözlerle bakan, kendilerinin de bilinçlerinin uyuşturulduğunun farkında olmayan ve dünyaya sadece kendi fikri önderlerinin kitaplarından, gözlerinden bakan, bir takım cemaat üyesi gençler. Öte yandan anadoludan gelmiş olup bitenleri anlamaya çalışan, bu arada da güç bela okumaya çalışan gençler. Pek muhterem hocalarımız... Kendilerini üniversitelerin kapıları arkasına kitlemişler, gerçek dünyadan bihaberler. Bu söylediklerim tabii ki tüm hocalarımız için geçerli değil. Fakat öyle hocalar var ki; kendilerinden daha iyi bir iş çıkartan veya bir konu üzerine kendilerinden daha iyi kalem oynatan birilerini gördüklerinde düşman kesilip, mutlaka olumsuz yönde eleştirecekleri bir yan bulan, bir konu üzerine tartışırken, eğer konuya vakıfsa sadece kendisi konuşan, karşısındakilere söz hakkı tanımayan, eğer konuya vakıf değil ise bir şekilde geçiştiren zat-ı muhterem hocalarımız. Evet bunları her gün yaşamak içimi burkuyor. Kaçmak istiyorum tüm bu saçmalıklardan. Allahtan yazmak ve okumak diye yaşamı çekilir kılan şeylerde var.
Türkiye muhafazakar gelenekden gelen bir ülke, her köye bir camii fikri diye bir mefhum vardı bu ülkede, elbette yanlış değil bu ancak her köye bir okulda yapıldığı sürece.ülkenin tüm köylerinde, imam vardı kaç tanesinde acaba, ögretmen ve doktor vardı.bu gelenekte büyüyen insanlara, hep "sol" kötüdür, dinsizdir onlar diye bir fikir aksettirilmiş. bu nasslarla büyüyen insanlar nasıl sol partiye oy versinler?
tiyatrodan zevk alabilen canlı, hayattan zevk alan canlıdır, sanata sayğı duyan canlıdır. O insandır. neden yaşadığını kavrayabilme yolunda ileri olan insandır. Tiyatro, bir sahne sanatıdır. Tiyatro eseri, olayları oluş halinde gösterir. Bu yönüyle konuşma ve eyleme dayanan bir gösteri sanatı olarak da tanımlanabilir. Yaygın hümanist bir deyişle tiyatro; insanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatı olarak ifade edilir.
Kapitalizmin kölesi olmaya aday olmaktır. ancak, elden birşey gelmez, zira başını sokacak bir ev, hayatını idame ettirecek yeme-içme gibi ihtiyaçlarını bir şekilde karşılamalısın.
Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mi?
Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cıgaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin...
çeşitli dillerde tercümelerin yapıldığı, sessiz sakin gibi görünen ama içinde fırtınalar kopan yerlerdir. Genellikle, çevirmen olmayan kişiler açar, bu yüzden tercümanın halinden anlamayan patronlara sahiptir. çalışan tercümanlar, robot zannedilir, getirirler vekaletnameleri falan, yarım saate bitermi diye sorarlar, sende o sinirle sen bu yazıları yarım saatte çevirmeden sadece yazabilir misin diye sorarsın.