çok acizce bir hareket. engellenen kişinin engelleyen tarafından hangi saatlerde msnde olduğu görülür, nickleri takip edilir. benim anlamadığım engellemek, karşı tarafla muhattap olmamak için yapılan bir eylem değil midir? madem benim varlığım seni rahatsız ediyor, online görülmem bile sinir bozucu oluyordur heralde. aslında akıllık gibi görünen bu hareket bildiğin kaçak dövüşmektir. en mantıklısı görmek istemediğin kişiyi tamamen msnden silmektir.
düşününce saçma olan bir eylem. aslında duruma göre de değişir. olma ihtimali yüksek bir şeyse hayali kurulan sizi mutlu edebilir. olması imkansız olan bir şeyin hayaliyse sadece daha çok acı çekmenize sebep olur. nıetszche'nin de dediği gibi ümit sadece işkenceyi uzatır.
saçmalama, gülerken birden ağlamaya başlama ya da tam tersi. uyumayı istemek ama aslında uyumamak ta istemek. dışarı çıkıp gezmeye karar verip son anda evde kalmaya karar vermek. arkadaşlardan uzaklaşma, dış dünyadan soyutlanma isteği.
bana göre izlediğim en güzel korku filmlerinden birisiydi. filmde ruhsal bozukluk yaşayan bir karakterin yanı sıra, gerilim filmlerinde gayet sıradan olan ölümden sonra ruhların dirilişi konusu da ele alınmış. ancak yönetmen stanley kubrick bu sıradan olan konuyu o kadar net, doğal işlemiş ki kesinlikle o yavanlığı film boyunca hissetmiyorsunuz. bunun yanı sıra çekimler ve oyunculuklar süper. her şeyi geçtim de danny torrence'ı canlandıran danny lloyd'un o küçük yaşına rağmen gösterdiği oyunculuk alkışlanmaya değer. o labirent, karlı hava hepsi biraz daha gizem yaratmış, hoş olmuş. izlenilmesi tavsiye edilir.
çok beter bir durum. bizim karşı bakkalda fatma abla var. normalde muhabbetimin iyi olmasına rağmen ne zaman elimde başka bir markete ait poşet görse dövmekten beter halde karşılıyor beni. anında suratı düşüyor, bir imalı bakışlar falan. beş dakika konuşmuyor bile benle. sonra o can alıcı sorusunu soruyor. ' doldurmuşsun gene torbayı, nasıldı alışveriş bakalım? valla darılmıyorum sen de haklısın fiyatlar çok daha uygun, bana da alsaydın bir gofret bari' insanın içinden dalga mı geçiyorsun demek geliyor ama bunu yapmıyorum sözlük. çıkartıp gofretimin yarısını onla payşlaşmak geliyor, öyle psikolojimle oynuyor fatma abla işte. sonra da arkama bile bakmadan uzaklaşıyorum o bakkaldan, gözlerimi kaçırarak.
sınavı çabuk bitirmişsinizdir, yaptıklarınızdan eminsinizdir aslında ama eğer sınav anfi gibi bir yerdeyse sınıftaki hoca sayısı da fazla olur ve bir tanesi kağıtların konulduğu masanın yanında durur. kağıdı verdiğiniz anda cevaplarınıza bakmaya başlar. çevirir kağıdı, bazıları psikopatça bir sana bir kağıda bakıp olmamış ifadesi verip yüzünüze bakar, o yüzdendir ki bu bende bir fobi durumu oluşturdu. en iyisi araya, öteye beriye kağıdı sıkıştırmak, mümkünse o kağıtla bir daha rastlaşmamak.
bana hep çoçukluğumu hatırlatan bir sakız. kendine has bir kokusu vardır bu sakızın, kırmızı ve sarı şeritli olanı benim favorimdi. ağzınıza attığınızda hafif limon kokusunu duyardınız ve çilek tadı. nedense de hep bakkaldan dondurma aldıktan sonra alırdım şıpsevdiyi, bir yandan da dondurmayı hatırlattığı içinde yaz sakızıdır bana göre. içinde sakızın sarıldığı kağıtta da kahramanlar hep aynıdır. siyah saçlı hafif kilolu çoçukla, kız. güzel sakızdır, eskiyi hatırlatır, delete extra ve sulugözden sonra favori sakızlarımdan birisidir.
kırmızı ışıkların daha uzun, yeşil ışıkların daha kısa olmasına sinir oluyorum. ya da tam ben yetişecekken ışıkların birden kırmızıya dönmesine de. sanki ışıklar bile benle dalga geçiyor zamanlama konusunda.
hiç kimsenin ayağına dolanmayan poşetin o kadar kalabalık arasından gelip ayağıma dolanması beni gıcık ediyor. istemediğim bir samimiyet var aramızda, ben terketsem de her koşulda beni bulup ayağıma dolanıyor.
her sabah saatimin 5:45 te de çalmasından nefret ediyorum. özellikle yağmurlu günlerde, hava kapkaranlıkken sabahın tüm ayazını bünyemde hissettiğim zamanda kalkmak ve gün boyu tekrar o yatağa dönemeyeceğimi bilmek bütün sinirlerimi geriyor.
her sabah bindiğim metrobüsün kalabalık gelmesi de ayrı bir sinir bozucu etken. işte bugün sırf bu yüzden yarım saat erken kalkıp metrobüsün ilk kalktığı durağa kadar gidip ordan boş metrobüse bindim, yarım saat az uyudum ama değdi doğrusu.
sözlüğe kocaman bi entry girdiğimde tam entrymin son cümlesini yazıp ekle butonuna basıcağım zamanda netimin kopmasına da kızıyorum, hatta sinirlenip bir daha yazmadığım zamanlar çok oluyor.
insanların bu kadar iki yüzlü olmasına da sinir oluyorum. yüzünüze devamlı gülüp,arkanızdan tonlarca iş çeviren, her zaman gülen veya her zaman surat asıp, devamlı anlatabilcek derdi olan ve kendini dünyanın merkezinde sanan insanlarada, sanki sadece dünyada kendi dertleri varmış gibi... orta yolda olmayıp devamlı sağ ve sol şeride geçmeye çalışıp trafiği katledenler gibiler, hayatıma müdaheleleri bazen can sıkıcı oluyor. görmezden gelmeyi denemekte çok bir işe yaramıyor, zincirleme kaza hesabı...
kelebeklerin hiç bir zaman elimde çok uzun süre kalmaması da beni kızdıryor. onları çok sevmeme rağmen hepsi ellerimden uçup gidiyor, nitekim o gün içerisinde görebilceğim kelebeği bir kere daha göremeyeceğim gerçeğinle yüzleşince daha da kalbim buruluyor, ne de olsa bir gün ömürleri.
ve son olarak ta boş nutella kutusunu dolapta bulmak. sanırım hislerimi anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalıcak, kızgın olmak için gayet yeterli bir sebep.
bir rivayete göre ellioth smithin her zaman aradığı ama hiç bir zaman bulamadığı ruh eşine yazdığı şarkıymış. çok tehlikeli bir şarkı, bütün duygusu kenetler içine hapseder sizi. kolay kolay da etkisinden çıkartmaz.
önce gülmekle başlar hatta kahkalar bile atabilirsiniz, muhtemelen sinirlerinizi bozan ya da sizi inciten bir şeyler olmuştur. o kadar fazla duyguyu içinizde hissedersiniz ki kalbiniz hepsini içinde barındırır gibi olur, ve bu sefer ağlama krizine girmiş halde bulursunuz kendinizi. ağlayabildiğin kadar ağlamak en iyisidir bu durumda, nitekim güçlü görünme imajı vermek için çok geçtir.
her konuda kendinizi geliştirmeye çalışın, kültürlü olun, değişik bakış açıları olan insanlarla konuşun, tartışın, kendi doğrularını bulmana yardımcı olacak kişilerle tanışarak , tek bir gözlükle dünyaya bakmadan, farklı renklerle hayatı yaşamaya çalışın.
sakin' in en güzel şarkılarından birisi. naif gibi duruyor ama çok fazla burukluk barındıyor. dinledikçe dinlettirenlerden. linkini de veriyim tam olsun.
'bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.' tolstoy' un anna karenina adlı şahaserinin ilk cümlesidir.
içinden gelen her şeyi yapabilmek...bağıra bağıra yollarda şarkı söylemek mi istiyorsun bence yapmalısın en fazla sesin kötüyse bir kaç dakikalığına birilerine zararın olur verdiğin zararda çok yıkıcı olmaz. sabaha kadar sahilde oturmak, özgürsün istersen buz tut, kendine zararın var, insanlığın kaybettiği bişey yok, seninde kaybettiğin belki bir kaç gün boyunca evde hasta yatmak olucak ama o anda sahilde bulunduğun gün ruhun rahat,huzurlu... günde 20 sigara içmek mi? içebilirsin gene sana zarar, ama bunu yapmak istiyorsun içinden geleni yani...erdemini kaybetmediğin sürece ne önemi var ki? birilerinin canını yakmadığın sürece, birilerinin hayatını mahvetmediğin sürece. yapmak istediğimiz ama yapamadıklarımız, hayatımızı kısıtlayanlar...hepsi insan olduğumuz için, erdemli kalabilmek için, onurumuzu kaybetmemek için olan sınır çizgileri...olmak zorundalar. yine de sen istediğini yap, kendine zararın olsun en fazla... başkalarını kırmadan ne kadar özgür olabiliyorsan maximumunu yapmalısın bence, unutma tek hayat şansın var.
bana hep bayramları hatırlatan film. sözlük bu bir rastlantı değil, en azından bundan eminim. her bayram muhakkak bir kanalda gırgıriye filmi oluyor, o yüzden de bende hep bir bayram tadı bırakır bu film, eğlencelidir.
nasılsın ya da naber sorusuna verilen alternatif cevap. iyiyim demek kişilere göre de duruma göre de değişir. ya da karşındakinin ne kadar sana karşı samimi olduğuna da. bazen ne kadar kötü durumda olsanda sadece iyiyim demekle geçiştirirsin, çünkü karşındakinle uğraşacak mecalin yoktur, ya da samimiyetsiz bulursun, hani şu sadece sormak için sorulan sorulardan. sende o zaman sadece cevap verilmesi için cevap verilen yanıtı kullanırsın 'iyiyim ya sen?' böylece samimiyetsiz durumlar ve yapmacıklıklar uzayıp gider. zaten gerçekten samimi olduğunu düşündüğün ve yanında olan kişilere net olursun kötüyüm dersin başlarsın anlatmaya. seni dinlerler, dinlemeseler bile, o an ruhları orda olmasa bile sen anlatıp rahatlarsın zaten. samimiyet denilen olayda burda başlar. hissedebildiklerini ifade edebilmenle. diğer türlü bir iyiyim sadece sınırlı ağlarda takılıp kalır, laf olsun diye söylendiği her iki taraf açısından da bilindiği halde...
otobüse bindiğinizde herkesin kahkahalar atarak sizi karşılaması, bu arada önde bir teyzenin sepetinin içinde bir sürü yumurta olması onları sarı, mavi, kırmızıya boyaması...ortada kırmızı halıdan yürümeniz yandaki koltukta oturan cezanın size özel rap şarkısı yaptığını duymanız ama hiç iplememeniz, hatta cezanın suratına tükürmeniz, koltuğunuza oturduğunuzda yanınıza şener şenin oturması deli gibi hababam sınıfı muhabbeti çevirip kung- fuu sahnesini sizin için yapmasını istemeniz şener şenin de ne demek anında senin için yaparım demesi ve bütün otobüsün aynı anda hababam sınıf kılığına bürünüp kung fuu sahnesini canlandırması, bu arada biraz önce yüzüne tükürdüğünüz cezanında bu sefer bu olaya uygun bi rap şarkısı yapıp söylemesi...ve sonunda da en yakın arkadaşınız tarafından dürtülüp uyandırılmanız.
zorunlu edit:eksileyen arkadaşım, neden eksilediğini biliyorum aslında. iç sesin diyor ki direk rüyasını yazmış biz de deli gibi okuyup zamanımızı kaybediyoruz. haklısın da aslında. ama düşünsene böyle bir olayla karşılaştığını otobüste, cezanın sana özel rap yaptığını, öldüm mü dersin noluyor hangi ara bu kadar önemli bir kişi oldum dersin, yok be hiçte öyle olmadı rüyamda yüzüne bile bakmıyordum cezanın. her neyse arkadaşım, böyle bir olay gerçek olsa en dumur otobüs olayı olmaz mı? yine de eksilemişsin canın sağ olsun, saygılar...
zannımca en korkunç dizilerdir. sözlük ben hiç bir dizide bu kadar korktuğumu hatırlamıyorum. olaylar aynen şöyle ceryan etti. geçen gece uykum kaçtı, tv seyretmeye karar verdim. zapping yaparken birden flasha denk geldim, gelmez olaydım. bütün gece uyuyamadım. efendim bir kedi var böle aptal saptal her yere zıplıyor meğersem içine şeytan girmiş* sonra evde durakulanın evinden zıplayan bir hizmetçi var, o ruh onun içine kaçıyor. mezarlık falan var bahçede, loş ışıklar insanlar arada sırada konuşuyor, bu ne böle...valla gece gece çıldırıyordum.
kadıköyde denizin hemen yanında bulunan çok şık bir cafe.sahte çimenlerle kaplı bir bölümü var, şu anda orasının üstü kapalı ama yaza doğru üstünüde açarlar denizin havasını iliklerinizde hissedersiniz. uzaktan görünen sarı kocaman balonuyla dikkat çeker, hatta istenilirse o balona binilebilir balon turu yapılabilir, kadıköy ün simgelerinden birisidir. çalışanlarıda güleryüzlüdür, gidilesi mekandır.
attığı mesajlarla bazen bıktıran telefonu kırma seviyesine getiren, aveadan başkası da nadir olarak mesaj attığı için ne kadar kızsam da telefonuma hareketlilik sağlayan, mesajını görünce bir sen düşünüyosun işte diye derinden iç çekmelere sebep olan operatör.****