“Dünyaya hükmetmeye hazırlanıyormuş! Dünya kim?.. Benden başka dünya var mı? Herkesin bir tek dünyası vardır, o da kendisi… Üst tarafıyla alakadar olmaya bile değmez… Zeki olmak, kuvvetli kafa ve bilgi sahibi olmak neye yarıyor? Bizi istediğimiz saadete götüremedikten sonra… Zekamız olmasa daha iyiydi. Otlar, hayvanlar, bulutlar ve kayalar gibi yaşamak bana daha saadet verici, daha yorgunluksuz, daha manalı geliyor…”
şizofren iş arkadaşımın benim olan bu kitabı benden habersiz okuyup, bana yabancı mı demek istiyorsun deyip çılgına döndüğü, bana bıçak çekmesine bile sebep olan kitap. sürekli varlığınızı sorgulayan biriyseniz eğer derin izler bırakır bu kitap.
''insanlar birbirinin maddi yardımlarına ve paralarına değil, sevgilerine ve alakalarına muhtaçtırlar. Bu olmadıktan sonra aile sahibi olmak birtakım yabancılar beslemekti.''
Zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim. Bu hal gerçi birçok fırsatları kaçırmama sebep olurdu, fakat fazlasını isteyerek talihimi korkutmaktan her zaman çekinirdim.
az önce sahte bir mail hesabı açıyordum. işte isimleri, doğum tarihini sallıyorum filan. bi baktım hata verdi, doğum tarihini yanlış girmişim. 30 şubat bilmem ne yılı. sallaya sallaya o tarihi denk getirmişim. geçersiz doğum tarihi yanıtını görünce yalanım ortaya çıktı bir tuhaf oldum.
makine de olsa yalan söylemeyin arkadaşlar. er geç ortaya çıkıyor.
insan her zaman aynı insanları görürse, bunları yaşamının bir parçası saymaya başlar. iyi, ama bu kişiler de bu nedenle, yaşamımızı değiştirmeye kalkışırlar. bizi görmek istedikleri gibi değilsek hoşnut olmazlar, canları sıkılır. çünkü, efendim, herkes bizim nasıl yaşamamız gerektiğini elifi elifine bildiğine inanır. ne var ki, hiç kimse kendisinin kendi hayatını nasıl yaşaması gerektiğini bilmez.
çevresine bakındı. yoktu. oturma odasını da aradı. orada da yoktu. bunca lüzumsuz eşya vardı da, neden en gereken, bir sigara küllüğü yoktu. kadınlar da böyleydi. dünyada gereğinden çok kadın vardı ama yalnız bir teki yoktu...
insanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.
''ceplerine duble yol yapmışlar'' haberi nedeniyle recep tayyip erdoğan ve bilal erdoğan tarafından dava edilen barış ince, akrostişli savunmasını mahkeme heyetine sunmuş.
biz her gün bambaşka biri oluyoruz, geçmişi unutuyoruz. hangimiz yıllar önceki tanıdığına aynı samimiyette bulunuyor veya hangimiz yıllar önceki haline aşina. bir fotoğrafta veya bir yazıda yıllar önceki halimi hatırlamaya çalışıyorum ama tüm bunlar bana artık uzak geliyor. nasıl anlatsam, o günkü duygularımı yaşamaya çalışıyorum ama olmuyor ya da o gün karşımdaki insana olan samimiyetim çok uzaklarda kalıyor. peki o günleri yaşayan bizler değil miyiz? ne oldu da bu kadar yabancıyız yaşanılanlara?
yaşanılan onca çelişkiye rağmen hala insanlar birbirlerini tanımaya, anlamaya çalışıyor. ne yaman bir çelişki! yalnızlık, çağımızın bir sorunu değil. bizi biz yapan bir olgu. sanki bir hayatta bambaşka hayatlar yaşıyor gibiyiz. şu an hayati önemler taşıyan bir olayımız bile, ileri zamanlarda hatırlamaya çalışacağımız bir anı veya yine hatırlayamadığımız yara olarak kalacak. sadece bu bile bizi bir hiç yapmaya yeter.
"bir adam tanıdım, kafasız bir kadına yaşamının yirmi yılını verdi. her şeyi feda etti ona; dostlarını, emeğini, dürüstlüğünü bile... ama bir akşam, kadını hiç sevmemiş olduğunu anladı. canı sıkılıyordu, hepsi bu. insanların çoğu gibi canı sıkılıyordu."
incelenmesi gerek. zeki hayvanlar sınıfına mensup olabilir bu hayvan.
dün evde oturuyorum, yarısı boş olan bardağın içinde sinek gördüm. aha dedim intihar etmiş amk. elimi bardağa götürdüğüm an, içinden çıkıp kaçıverdi hayvan. bugün yine evde oturuyorum, bu sefer yarısı dolu olan sürahinin içinde yine sinek gördüm. su içiyor amk. 2 günde ev ortamına ayak uydurdu. ben daha sineklerin su içtiğinden bile emin değilken, hayvan keşif çalışması yapıyor evde. 5 litrelik su şişesine de konuyor, dönüyor etrafında filan. şimdi aççam kapağını, şişeden de içsin amk. beslerim lan ben bunu evde. çok zeki amk. açtım bacaklarımı, kanımı da içsin.
beni bi şişe viskiyle bi odaya kapatsalar ve 1 hafta içmeyeceğimi söyleseler, o bir haftanın nasıl geçeceğini düşünüp ilk günden içerim hepsini. sonra da o 6 günü pişmanlıkla geçiririm.
öğrenciyim. ailem bana belli bi tarihte para gönderiyor. sonrasında da o ayı izleyen günlerdeki tek amacım, o parayla ay sonunu getirebilmek.
memlekette eskiden çok sevdiğim bir kız vardı. senede bir memlekete gittiğimde hala onu görebilmeyi bekliyorum.
işte benim hayatım buna benzer bölümlerden oluşuyor. beklemeyi iyicene benimsedim artık. günlerin anlamsızlığını ama yılların anlamını... peki ya arada geçen o günler ne olacak? ne için yaşadığımı bile unutarak hayatımı devam ettiriyorum.
''ellerinizden kan akıyor. görmüyor musunuz?'' çıkışıyla takdiri hak eden insan gibi insan.
internete erişim istenildiği zaman kesilen, iktidar aleyhinde yazan gazetecilerin tehtid edildiği, katil polislerin sokakta olduğu bir devlette, çıkıp da hukuk ve demokrasiden bahsedilirse adama sorarlar.
6 yaşındayken köyün maskarası, her yaştan insanın takıldığı bi çocuktum. saçımın sağ tarafı kalkmış, sabah yataktan kalkar kalkmaz akşama kadar sokaklarda sürterdim. akşam bi daha çıkar yatana kadar gezerdim.
boş bira şişesi toplardım, sigara izmaritlerini yakıp 1-2 nefes alırdım, sonra da babam görüp kıçıma hafif bi tekme kondururdu, kaçardım.
dayımın bakkalı vardı, ne zaman elektrikler kesilse, elime bi paket mum alır satardım.
çınar ağacında ebelemece oynardık. o yaşta gereğinden fazla piçtik, düz yerde oynamak bize vız gelirdi, bok vardı çünkü. bi gün fena düşmüştüm, şans eseri kahvedeki delikanlılar hemen kurtarmışlardı beni.
ilk porno dergisini de o yaşta görmüştüm, ne yapıldığına dair bi fikrim yoktu.
bedavası olan panda dondurmalardan her gün hunharca yerdim. muzlusunu çok severdim. bedava çıkmayınca da yediremezdim, gözlerim dolardı. yine yalayıp yalayıp panda yazısını göremediğim bir gün, panda çubuğuna kendi uğraşlarımla panda yazdım.* dayımın arkadaşı, panda satan bakkal amcaya verdim. severdi beni. olayı fark edince güldü. benim sevimli soytarılığım hoşuna gittiğinden olsa gerek, çaktırmadı durumu bir yenisini verdi.
marmara depremi nedeniyle halalar, amcalar, yengeler hep birlikte bi evde yaşardık.
düzenli olarak para veren amcamı severdim. ağzında sigarayı hiç çıkarmazdı. dişlerinin yarısı çürük olduğundan sıkıştıracak yer bulduğundan olsa gerek. ateş kullanmazdı pek. çok sarhoş olduğu geceler, sarhoş arkadaşları el arabasıyla eve bırakırlardı amcamı, naralar atarak. lehen başında sabahlardı. küçükken de uyuyamadığım için, geceleri evin neşesi olurdu benim için.
dayımın evinde öpüşen iki tane güvercin oyuncağı vardı. her gece bi öpücük kondurur, 3. kişi olurdum.
her gün yeni yerler keşfetmek uğruna gezintiye çıkardım. dağ bayır dolaşır dururdum. meyve bahçelerine giderdim. derelerde yüzerdim.
küçüklüğümüzde, yalnız uyumaktan korktuğumuz ve yalnız uyumayı sevmediğimiz zamanlarda, eve toplanan akrabalarla aile fertlerinin koyu muhabbetlerde olduğu esnada bir köşede güvenle uyumayı özletir. şehrin merkezinde, insanların fazla olduğu bankamatiklerin önünde uyuyan köpekler gibi. hep bi ses özlemi.