bizim için kadın demek kazanılan bir şey demekti. bir şekilde elin ekmek tutarsa, iyi bir insan iyi bir müslüman diye bilinmeyi başarırsan ailesinin vermeye razı olduğu, ödünç aldığın kuş gibi bir şeydi. evi toplayan, yemek pişiren, çocuk doğuran ve bakan sözde kutsal ama kafan güzelken dövebileceğin, senden aşağıda bulunan tek kişi demekti. bütün hayatında herkes sana üstün çıkmış, baban patronun eşin dostuna hep boynun bükük yaşamışsın, bir tane sana bağlı senden aşağıda biri olunca evde hayatın acısını ondan çıkarıyorsun. bizde böyleydi kadın.
ben karımı hiç dövmedim, ama iyi bir eş oldun mu desen oldum diyemem. ama bu ayrı mesele.
kadını hiç insan olarak göremedik kısaca. siz de böyle misiniz gençler?
ben çocuklarımı böyle bir seçim yapabilecek kadar rahat yetiştirdim. bunlar yine şimdiki nesli görünce o kadar da rahat değillerdi ama kendi başlarına bir şeyler seçebilecek kadar boşlukları oldu hep.
biz hem çalışır hem okurduk, iki patronumuz olurdu artık nerede çalışıyorsak o dönem biri orada, diğeri de evde beklerdi. şimdi duygu sömürüsü yapacak halim yok, yok şöyle fakirdik böyle yoksulduk diye ama hayatın gerçekleri buydu. bunu görüyorduk, başka bir şey görmüyorduk ki başka ihtimal gelsin kafamıza. inşaatlardan eve zor gelen, geldi mi alkollü gelen, alkollü gelmese evde içen, yüzüne bakmaya bile ne kafası ne zamanı kalmamış babalarımızı allah zannederdik biz. her güç ondaydı. onun inandığı şeylere inanmak, yüzünden bir gurur bir gülümseme oluşturabilmek dünyalara bedeldi. başka göremiyorsun çünkü böyle bir şey. camiye namaza gitmek, abdest almayı öğrenmek, büyümek adam olmak demekti. görüp göreceğin kaç gram saygı var ki bunları heba edesin? sayılı arkadaşın var yanında rahat hissettiğin onlara uymak demekti. kız verecek aileye iyi çocuk müslüman çocuk olmak demekti.
bu insanlar hep didiniyor, neleri oluyor ki öte dünyadan vazgeçebilsinler? hak arayan satılır, hak arayan yalnız kalır, hak arayan aç kalır, bu insanlar ne hak görmüş de ilahi adaletten vazgeçebilsinler?
size bir şey diyeyim mi, bu din min meseleleri kimsenin asıl problemi değil.
bundan seneler önce henüz evlenmemişim, inşaatlarda iş kovalıyorum, biz de içerdik. iş bulman garanti değil, bulsan kuş kadar para alırsın, aile kurmak istesen babadan para kalmamış, elin kızına vaad edecek hiçbir şeyin yok. sana kim kız versin? eve gidiyorsun işsiz güçsüz utancından ananın elini öpmeye çekinirsin. arkadaş arasında herkes senin gibi, iskambilden başka beklentin yok.
işte bunu içince kopup gidiyorsun bütün bu dertlerden. ama hep geri geliyorsun, bu sefer bütün beklentin yeniden içebileceğin anı kovalamaya dönüşüyor. isterse sağlığa faydalı olsun, isterse beş yüz sene yaşatsın, sen yaşamaya çalışmıyorsun yani anlatabiliyor muyum?
ama onun mutluluğu da geçicidir ha. çünkü hiçbir şeyi çözmüyor, hala sana kimse kız vermiyor, hala babanın önünde başın eğik, hala iş yok, ama hayat ilerliyor da. yirmi ikiyim derken bir bakmışsın otuzuna gelmişsin, sekiz dediğin nedir ki? geçip gider sekiz dokuz göz açıp kapayıncaya kadar. her şey birikir, çözülmeyen her şey yığılır, daha fazla uyuşmak zorunda hissedersin, daha fazla daha fazla derken geriye hiçbir şey kalmaz.
bundan sıyrılamayan kaç arkadaşımın eriyip bittiğini gördüm anlatamam size. hafızam çok kötüdür benim, hele öyle dönemleri hiç hatırlamaz insan silinip gider kafasından. ama bir halil vardı bizim iki çocuklu. erken yaşta evlendirmişler bunu, çok saf adamdı. hepimizin boynu büküktü ama bu ayrı, sanki böyle sürekli üzerinden birileri bastırıyor gibi bir hali vardı kardeşimin. karısı sakattı ayrıca çok zor yürüyordu, bu döverken sakat bırakmış derlerdi ama bilmezdik işin aslını. çok rakı içince hemen başlardı karımı çok seviyorum diye sayıklamaya. bu adam mı karısını dövmüş derdik yani. öyle herhangi bir şeye zarar verebileceğine inanmak zordu, çok iyi kalpli filan olduğundan değil ha normal insandı o da bizim gibi ama farklı bir şey vardı işte halinde.
neyse bu bazen haftalarca beş kuruş bulamazdı, pek ayık gezmediğinden iş vermek de istemezdi buna kimse. o gelince onun işini de yapmak zorunda kaldıklarından kimse yanında götürmezdi de. yine ben çağırırdım iş buldukça. böyle yakınlaşınca bir kere evine davet etti beni, normalde kimseyi davet etmezdi. ailesinden ve evinden utandığı için yapardı bunu hissederdik.
bir sakat kadın, bir yaşlı anası, iki de çocuk düşününce evin halini canlandırmak çok zor olmasa gerek gözünüzün önünde. zaten iki göz ev demeye bin şahit isteyen taş yığını. beni en çok etkileyen şey çocukların her şeyin farkında olmasıydı. bu kadar sessiz, utangaç çocuk olmaz olsun. çocuk dediğin koşar oynar, yaramazlık yapar, şımarıklık eder, bunlar artık korkularından mı neden bilmem öyle bir bakarlardı ki hani evin çocuğu değil de sahibi bunlar dersin. bütün ev işleri bunlara kalmış tabi, bir yandan okul, hatta sanırım çalışıyorlardı ama ne iş yaptıklarını öğrenemedim ya da unutmuşum.
işte bunu gördükten sonra halil'e asla aynı gözle bakamadım. kafası güzel gelince gülerdik mesela, "ulen yine ne içtin" diye alay eder laf dokundururduk. ya da beraber içerken filan çekinmezdik. ama bundan sonra onu ne zaman kolunu kaldıramayacak kadar sarhoş görsem "bu adam nasıl o eve gidip o çocuklara babalık yapacak?" diye sorar oldum.
sonra bir gün ne işlere ne kahveye gelmez oldu. bir süre sonra da taşındılar, memlekete gitmişler diye duydum. sonra ne yaptılar hiç bilmiyorum, tekrar ne gördüm ne haber aldım. nasıl yaşadılar, hatta yaşadılar mı hiç bilmiyorum. o çocuklara ne oldu, okudular mı, bizim gibi mi oldular hiç bilmiyorum. ama ben uyuşturucuya elimi sürmedim tekrar onu biliyorum.
artık sadece cinsel münasebetler çerçevesinde kullanılan, bizim ise çok daha genel öğrendiğimiz bir kelime. biz aşkı tutkuyla bağlandığımız her şey için kullanırdık. ne zaman bu kadar daraldı takip edemedim.
hala hatırlarım, eşimle yıllar önce en yoksul dönemlerimizde sokağa çıkar izmarit arardık. böyle şeyler hiç unutulmaz zaten, kim olduğunuzu unutmayasınız diye hep hafızanızın bir köşesine kazınır, kalır. çocuklara da söyleyemezdik, evde sıkıldık dolaşmaya gidiyoruz derdik. ama öyle çok yakın değildik benimkiyle, beraber pek çıkmazdık dışarıya. parklarda gezmeler, sinemalara gitmeler, sahillerde oturmalar hep gençlikte kaldı. ama işte kimseyle de böyle anları paylaşamıyor insan.
hayatın zorluğunu ana babana gösteremezsin, hissettirmeye çekinirsin. çocuklar zaten hissetmesin diye varını yoğunu ortaya koyarsın. eş dost öğrenirse mahcup olursun. ama eşinle aranda hiç gizli saklı yoktur, en zayıf, en pis, en korkunç neyin varsa ortadadır hep. hayatı paylaşırsın derler ya işte hayatın neyse onu paylaşıyorsun. paylaştıkça ikiniz de ona dönüşüyorsunuz.
ve bilmiyorum çok şey hissettim şu hayatta ama, hiç yalnız hissetmedim.
hiç çok küfür eden bir insan olmadım ama biz büyüklerimizden küfrü normal gördük. çok sıradan bir şeydi bizim için, hatta büyümek gibi geliyordu ama evde edemez dayağı yerdik tabi. okulda arkadaş arasında iyice azardık haliyle.
neyse yine hafızama rağmen hiç unutmadığım bir arkadaşım, ibrahim'e etmiştim bu küfrü. sebebi neydi, ne oldu da böyle bir şey söyledim hatırlamıyorum ama dayı dayı bir arkadaştı bu. okula tespihle filan gelirdi hatta ama bana sökmez diye düşünürdüm hep. herkes böyle küfürler ediyordu bizim çevrede, neden dayak yediğimi anlayamamıştım o yüzden.
meğer sonradan öğrendim ki babası yokmuş, annesi tek yetiştiriyormuş iboyu. gerçekten de fahişelik edermiş üstelik, söylenti böyleydi en azından.
kimse alay etmeye cesaret edemezdi tabii ama söylentisi çabuk yayılmış çok tutmuştu. pek sevilen biri değildi çünkü dediğim gibi. ama bundan sonra ben sevmeye başladım bu çocuğu, çünkü çocuk o kafada böyle düşman gibi gördüğü, herkesi döven üstün gibi takılan çocukların insan olduğunu anlayamıyor. ama ben bunu öğrenince bu çocuğun da benim gibi insan olduğunun farkına vardım. onun da böyle bir zorluğu vardı işte hayatında, o da aslında belki çok iyi bir arkadaş olabilirdi bize, belki çok sevebilirdi birilerini, belki karıncayı bile incitmezdi ama hayat onu buna itiyordu. tabi çocuk kafamla bu kadar derin düşünmedim ama hayatım boyunca hiç aklımdan çıkmadı, hep yeni bir şeyler öğrendim bu çocuğu ne zaman hatırlasam. sadece onun o ulaşılamaz kabadayı imajının çizilmesi ona karşı bir sevgi doğurdu bende o kadar.
ve benim hayatımdaki kadınların neler yaşadığını bilseniz, fahişelere hakaret ederken içinizden insanlığınıza dair bir şeyler kopup giderdi herhalde.
inci sözlük nasıl bir yerdir pek bilmediğim için emin olmadığım sözlük ilerlemesi durumu.
ama madem bu kadar kalitesiz buluyorsunuz yazıları, bakıyorum da en az on tane yazar var, siz yazın, siz açın başlıkları, dengeleyin mekanı. siz yazmadıkça sizin gibi yazacak başkalarının da yazası gelmez, yavaş yavaş sizin gibi yazan kimse kalmaz.
gençler ben öyle müslüman, öyle dini bütün bir yerde büyüdüm ki aklınız durur. o "tertemiz" kadınların bile nelere zorlandığını ya da zorda kalınca neler yaptığını bilseniz aklınız şaşar.
dinle minle alakası yoktur bu işlerin, bunu bilmeyen hayatı tanımamış demektir başka açıklaması olamaz.
doğrudur demiyorum bakın, gerçektir diyorum. bu cümle kalıp olarak gerçekten etkili bir biçimde kullanılıyor şu anda.
insanların çoğu başa kim geçmiş ne olmuş önemseyecek, düşünecek filan halde değil. eve ekmek götürebilecek miyim demekten başka bir şey çıkmaz kafalarından. hayatın gerçeği bu.
doğuda durum bambaşka, siz şimdi normal normal oturabiliyorsunuz koltuğunuzda ama orada savaş var. ister pkk'li ol istersen olma oradaysan hayat hiç normal değil. bu da açık açık söylenmese de fiilen net bir biçimde tehdit ile oy toplamaya çalışmaktır. akp'ye oy vermezseniz hayatınız normale dönmeyecek demektir.
öyle ya da böyle ülkenin doğusu batısı farklı dünyalar değil, herkesin bir yakını bir şeyi iki taraftan birinde yaşıyor. askere gitmeye yakın gençlerin kafasında başka sorular var. karında olan patronun kafasında başka sorular var.
kısacası bütün ülke tehdit ile oy vermeye zorlanıyor, mesele bundan başka bir şey değil. ha verilmezse işler düzelir mi, bence daha da fena olabilir her şeyi yapmaya hazır olmak zorunda akp. onların kaybedeceklerini bin sene uyusan rüyanda göremezsin.
ama yılların deneyimiyle şunu da söyleyeyim, size taraf gibi sunulan tarafların hiçbirinin umurunda değilsiniz. hepsi çıkar çatışması meselesi, ne dincisi dini, ne milliyetçisi milleti, ne bilmem nesi bilmem neyi umursuyor. hepsi kar peşinde. halk da bir şekilde yaşamanın peşinde. mesele bundan daha basit de değil, daha karmaşık da değil.
ama cümle gayet gerçektir, "vermezsen vatan haini olursun, ona göre" diye bir sopa göstermektir aslında çaktırmadan.
tabi burada yazan kişiyle alakası yok, bunlar ciddiye alınacak kimseler değiller. boş zamanı bol gençler işte.
hala da kandırıyorlar milleti, sigara içerseniz erken ölürsünüz diye. ne herifler gördüm ameliyatlardan çıkıp hastane köşelerinde içmeye devam eden. bundan ölmeyi umursayan kimseyi görmedim hala.
mesele ölmek değil zaten, insan yaşamak istiyor. ve bir şey söyleyeyim mi dostlar sigara ister erken öldürsün, istersen yüz sene yaşa hiç fark etmez. sigara insanı yaşatmıyor. işte mesele bu.
daha az nefes al, daha az hisset, daha az koş, kolunu kaldırmaya halin olmasın, sonra buna nasıl yaşamak diyeceksin?