yüz yıllık yunan sporu yağlı güreşi, "bizim ata sporumuz hep güreş olmuştur" diye halka yutturmaya çalışan faşist sürüsü. arkadaşım, bizim ata sporumuz güreş değil, horoz dövüşüdür. horoz dövüşü olimpiyatlara giremedi diye çirkefleşip yunanistan'ın sporlarını araklamak falan da ne oluyor? bence horoz dövüşüne sahip çıkmalı, atalarımızın kemiklerini daha fazla sızlatmamalıyız.
yıllar önce, yanılmıyorsam 1919 yılbaşında sarhoşken söylediğim, söyler söylemez de kitleleri peşimden sürüklemeyi başardığım aforizmam. bu sözüm o kadar meşhur oldu ki okullardaki atatürk büstlerine kadar yazıldı ama işte büst küçük, ikinci kısmı sığmamış, kesilmiş. ismimi de yazmamışlar, en azından anonim yazılsaydı ona bile razıydım. gerçekten de türkiye'de emeğe hiç saygı yok.
bazı puştlar "peygamberler şehri urfa" falan deseler de bu gerçek değişmeyecek. gerçek peygamberler şehri sivastır. sivas'ta her 3 kişiye 1 peygamber düşerken urfa'da bu oran 4 kişiye 1 peygamberdir. diyarbakır'da ise bu oran 8 kişiye 1 peygamber şeklinde. maalesef peygamberler diyarbakır'da görev yapmak istemiyorlar. yani sivas her halükarda urfa'nın ve diyarbakır'ın eline veriyor.
bu araştırmada en dinsiz ilin izmir olduğunu da saptadım. peygamberi geçtim bir tane çük öptüren sahte şeyh bile yok izmir'de.
nitekim sivasspor yıllardır süper lig'de tozu dumana katarken, şu an izmir'in bir tane bile takımının olmaması da bu iddiayı destekler nitelikte.
türkiye' nin zırh yapabilecek fabrikası falan olmadığı için mecbur olan eylem.
amerikan malı zırh derken folyo yani. marketten alınan folyo ile 40 bin liralık dayhatsu jipi sarıyorsunuz ve 6 basamaklı sayılarla tsk'ya satıyorsunuz. yoksa 3.5 cm lik zırhı delip içerideki tüm askerleri öldürebilecek bir mayın icat olmamıştır. he, belki mayın değildir. bilemem.
bir de sonunda sa olan lastikleri ile koç grubuna ait otosan marka polis aracında şehit olmak vardır ki o da çok ayrı bir onurdur
utanıyorum lan, yazıklar olsun. biz de sözlükte rahat rahat dolaşıyoruz beybifeys, 18 yaşında bir delikanlı olarak. demek söylesek atlayacaksınız üstümüze yaşımıza falan bakmadan. yediniz ulan norveçliyi, ne iğrenç insanlarsınız siz. yakışıyor mu küçücük çocuğa hallenmek? kardeşiniz lan o sizin, abla diyecek size. iğrenç pedofililer, aşağılıklar.
kendilerini ifşa etmek istiyorum ama yakışmaz bana. onlar kendilerini biliyorlar. sabi sübyana sarkan leş kargaları. kusucam ya, gün geliyor kardeşimizle falan giriyoruz sözlüğe. bunlar sözlükten atılmalı, korkuyorum.
- hakkınızı helal edin. bırakıyorum ben sözlüğü.
- ...
- görüşürüz...
- ...
- hakkınızı helal edin.
- ...
- ibneler. ühü. insan bi gitme taşşağını yiyim gitme der, ne göt adamlarmışsınız lan siz. ühü.
acıyorum. yahu bir insan neden sözlüğü bırakır ki? yani bıraksa bile "de hade siktir git" yani. neden sözlüğe yazıp "bakın bırakıyorum ben sözlüğü" deme ihtiyacı hisseder? ilgi çekme çabası değil midir bu? hadi yazdın, altına bir şeyler yazılması lazım. yani kimse seni siklemiyor ve sen kendi başına bırakıyorsun sözlüğü. ne lan bu?
bizim oğlanın sıçmadan, karnı acıkmadan ağlamasına benzetiyorum ben bunu. tamamen ilgi çekme amaçlı yaaani. hayır, bence sözlüğe 4 yaşından küçükler alınmamalı. sözlükte yazan adamın biraz egosu, biraz zekası olsun bi zahmet. bu tarz ilgi çekme numaraları komik oluyor. aha biri daha bıraktı sözlüğü, aha. kimse nickaltı girmeyince göt oldu.
gençken kendisine acemi birliğine teslim olması gerektiği söylendiğinde "asıl onlar teslim olsunlar lan" deyip son kurşununa kadar savaşmış, yine de teslim olmamıştır.
bir babanın başına gelebilecek en kötü hadise. ahaha keko ya!
tarih: 3 e gidiyorum. hesap edin işte.
yer: bizim evin salonu. salon lan. yatak odası da değil.
o gece her zamanki gibi olaylı başlamıştı. babam bana azar kayıyor, kibarca " mına kodumun evladı gitsene yatağına" şeklinde uyarıyordu. babamla ilişkimiz arkadaş ilişkisini bile aşmıştı. çok samimiydik. ona olan saygımdan ötürü ters bir cevap vermek yerine "sensin lan mına kodumun evladı" şeklinde kibarca yaklaştım. bu duygusallık karşısında ikimizin de gözleri dolmuştu ki suratıma gelen tokatla sarsıldım. boynumu büküp çaresizce odamın yolunu tuttum.
babamı düşündüm. bu genç yaşında annemden ayrılmıştı. geçen hafta bize gelen hizmetçiyi düşündüm. ne iyi bir rustu. babam neden gittiği konusunda cevap vermedi bana. tüm bu düşünceler arasında uyuyakalmıştım.
gece su içmeye kalkmak istedim. dilim damağım kurumuştu. uyku sersemi odaya bir göz atayım derken o korkunç manzarayla karşılaştım. babam resmen önünde dergi, eli çükünde. offff. anlatamıyorum bile. o derece kötü bi manzaraydı. babam pantolonunu ayaklarının arasına indirdiğinden beni gördüğünde toparlanamamıştı. pantolonu ayaklarında öyle koşuşmaya başladı salonun ortasında. dergi önünde açık, babanızın pantolonu ayaklarında salonun ortasında koşuyor. ne acı bir manzaradır bu yarabbim. adam eli çükünde koşuşturuyor ortalıkta.
babam toparlandı. yanıma gelip beni teselli etti. eliyle başımı okşadığında küfrettim. gelmedi bi daha yanıma. banyoya giriyorum lan ben dedi. tamam dedim.
türk silahlı kuvvetlerinin bizzat yapmadığı açıklama.
iddialara göre serdar ortaç insanı askere gittiği zaman türk silahlı kuvvetleri pkk' nın ağır hasara uğratıldığını, bu zararda serdar ortaç' ın büyük payı olduğunu söylemiştir.
serdar ortaç' a gereken değer verilmiyor yurdumuzda. amerika' da olsa heykelini dikerlerdi sanırım.
pkk' nın mağaralarında bulunan yazı ise her şeyi gözler önüne seriyor:
eğer karşınızdaki görüp bir daha görememişseniz o serdar ortaç tır. merak etmeyin, o sizi bulur.
evet, serdar ortaç' a gereken değer gerçekten verilmemiş. çok yazık!
evet, 1972 yılına ait bu görüntüleri gördüğümde ben de çok şaşırdım. şaşırmayı geçin şoke bile oldum. gerçekten bu kadarını beklemiyordum hiçbir şekilde. daha önce kendisine ait horon tepme görüntülerine " fotoşop yeaa" şeklinde bir tepki verdiğimden dolayı utandım kendimden. bu beni çok şaşırtmıştı.
daha önce barrack obama' nın siirtli, güiza'nın mardinli olduğu gerçeğini ortaya çıkaran ben bunu nasıl da atlamıştım? türk'üz işte, herkes türk. bu gerçek yavaş yavaş yayılıyor tüm dünyada ve herkesten videolar, fotoğraflar yağıyor buraya. o horon da bunlardan biriydi zaten ama ben umursamadım. keşke umursayaydım.
videoda pablo neruda sözde lazistan haritası önünde horon tepiyor, " lazız ölene kadar bea" şeklinde bir cümle kuruyor - ki videoya inanmama sebebim budur. trakya ve laz şivesi karışmış, feyk lan bu deyip attım tabi videoyu- akabinde " vallah türüt' ü özlediik" şeklinde sözler savuruyordu kameraya. ismail türüt? aralarında ne gibi bir bağ olabilirdi ki? yoksa... aman tanrım. mına kodumun agarta' sı bana oyun oynuyordu. ismail türüt neruda' nın yıllar önce kaybettiği kardeşi " haçan pablo purayadur" olabilir miydi?
pablo neruda, haçan pablo purayadur. bu iki kardeşin sırrı neydi? ismail türüt kim? pablo neruda' nın babasının ölmeden önce fısfıs ismail' e yazdığı sır dolu mektubun sırrı ney? sır dolu olan mektubun sırrı sır dolu olması mı? bu sırlar zihnimizi meşgul ederken, agarta' nın baskıları sonucu bu giriye son veriyorum. editleyeceğim sonra, o zaman kafanızdaki soru işaretleri yerlerini ünlemlere bırakacak.
bazen titiz adam modeline girerim. evi baştan aşağı yalar, donlarımı çamaşır suyuyla elde yıkarım.
rottişambır ne güzel bir kelimedir. şatobiryan da 2. sırada gelir.
wazabi ne skim bir nötrleme mezesidir. kolonyalı mendil yermiş gibi.
kentucky fried chicken logosundaki dayının hastasıyım.tam bir beyoglu efendisi. görmüş geçirmiş adam belli.
midye tavayı böyle taratora degdirip yiyicen. içinde taş çıkarsa karışmam.azı dişi olsun, süt dişi olsun amına kor.çat diye kırarsın.
2 oğlum olursa birinin adını arçıbıl diğerininkini haksıbıl koyarım.
sivrisinekler ne işe yarar? acaba raid gibi firmaların kazanç saglamak amaçlı ürettiği canlılar mı diye kendime sorarım.
sonra adnan abi geldi kahveye... bana bir çay söyle dedi. ama bi tripli böyle... abi dibi kalın olsun mu dedim? farketmez dedi. hep demli sever oysa ki... neyse çayını götürdüm. şekeri attıktan sonra böyle çıling çıling bardağa vura vura karıştırdı.
abi hayırdır? bacını mı zktik dedim?
yok, tribim sana değil tüm aşklara, geceden içip içip sabahlara, çıkamam dedim çıkamadım dedi.
en güzeli abi dedim.
makarnayı istiridye modeli alacaksın. çubuk makarna yiyen adamın erkekliğinden şüphe ederim.
sene 98... hızlı zamanlarım... diye cümleye başlamayı alışkanlık edindim kendime. ama sadece 98 senesine özgü bu.
askerlik zor zanaattır. hele ki benim gibi 18 ay yapana. niye 18 ay? derseniz, üniversiteyi bıraktım. bana göre değildi. neyse ki sağlam torpil bulduk da askerliğimi yüzbaşı olarak tamamladım. erleri çok severdim. rütbelilere kök söktürdüm. subaylığım çok pistir.
yan komşum hulk hogan'dı bir zamanlar. amerikan güreşçisi, uzun sarı saçlı eleman.
birgün bahçede çim kesiyorum, bu lavuk da yanda arabasıyla uğraşıyor.
birader ateşin var mı? dedim.
çat cebinden çıkardı çakmağı, buyur buradan yak dedi.
hulk'cım yakıştı mı şimdi sana dedim?
nerede kaldı sportmenlik, amerikan güreşi? dedim.
abi haklısın ama bırakamıyorum bu mereti dedi.
dedim "hulk!" gittiğin yol, yol değil. biz seni flash tv' den; tuttuğunu yere vuran delikanlı bir adam olarak bilirdik. şimdi ben nasıl çoluğuma, çocuguma senin sigara içtiğini söylerim?
o lafımdan sonra tövbe etti.
her hafta beni arar, gel şahane mangal yaktım. sucuğu olsun, koç taşağı olsun esirgemedim diye... yine de gitmem ama. bir kere gözümden düştü.sildim mi silerim bir kalemde...
nostalji saati:
kumpiri ilk türkiye'ye getiren dayının yıldız parkı'nın yanında çekili bir arabası vardı.o zamanlar 8 yaşındaydım. ishal tedavisinde kullanılan haşlanmış patatesin bu denli lezzetli olabileceğini o zaman farkettim. sene 1990...(98 değil)
sene 98... hızlı zamanlarım... şatomda özel defileler düzenliyorum... öyle hızlıyım...
şizofreni hastaları dünyayı değişik algılar. normalde çevrede varolan uyaranlar dışında olmayan sesler, hayaller, garip kokularla dış dünya karışık ve anlaşılmazdır.
bu ortamda hastalarda anksiyete artışı, heyecan ve korku sıktır.
sene 1996, ortaokuldayim. şu an ekranlarda olan meşhur bir dizinin başrol oyuncusu olan hatuna deli gibi aşığım, aynı yaştayız fakat farklı şubelerde okuyoruz.murat adında orospu çocuğu bir ekürim var, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyor. tenefüslerde devamlı kızı kesiyorum uzaktan uzaktan. murat garibimin de benden başka arkadaşı olmadığı için sike sike derdime ortak oluyor.
o dönemler "filiz sevişelim mi?" nin masumcası olan "benimle çıkar mısın?" sorusu çok moda.kızı tanı, tanıma önemli degil.gidiyorsun yanına;
- selam. benimle çıkar mısın?
- biraz düşüneyim.sonraki tenefüste cevabımı söylerim.
sanki evlilik teklif ettin amına koyim. ne düşünecekse artık.hayır olayın garip tarafı; daha senin adını bile bilmiyor. in misin, cin misin, it misin, kopuk musun?
hatuna olan aşkım iyice alevlenmeye başlamıştı. eve geliyorum yemek yemiyorum, valideye görüntü amaçlı ders çalışmaya odama kapanıyorum, yatağa yatıp hayaller kuruyorum.dolmabahçe lunaparkına gitmişiz, çarpışan arabalara biniyoruz. yok efendim korku tüneline girmişiz, sevgilim korkup bana sarılmış falan... sms servisi daha yeni başlamış. her gece murat piçiyle beraber babalarımızın telefonlarını çalıp sabaha kadar mesajlaşıyoruz. o geceki mesajı dün gibi hatırlıyorum.
- o da senden hoşlanıyormuş
- neeeee? harbiden mi lan?
- yarın okulda konuşuruz hafız.peder bey uyanmadan telefonu geri götüreyim.
o anki mutluluğumu, heyecanımı kelimelerle tarif etmek imkansız. sabaha kadar uyumadım.sağa dönüyorum olmuyor, sola dönüyorum olmuyor. servis sabah 7' de gelecek ama zaman geçmiyor. 7 dersten kırık notum var, umrumda değil lan. ben aşığım sonuçta, kızın da beni sevdiğini öğrendim ya; dünya yansın sikimde olmaz.
okula girer girmez murat piçini buldum.
- oglum ne oldu lan? anlat hemen.
- abi dün tam servise bineceğim, senin hatun yanıma geldi."ben ondan hoşlanıyorum ama söylemeye cesaretim yok" dedi.
- anlamıştım hafız ben.onun da bana karşı boş olmadığını hissetmiştim.ne yapmam lazım acaba?
- abi git çıkma teklif et hemen.
öğle tenefüsüne kadar anca cesaretimi topladım. murat'a güvenim sonsuzdu. daha o yaştayken "yemekhane kartımızı evde unuttuk" bahanesiyle müdürden kağıt alıp beleş yemek yiyen adamlardık ama ortaktık, kardeştik. servis parasını bilardoya yatırıp 1 ay boyunca okula otobüsle gider gelirdik.
2 kelimelik soruyla sevdiğim kıza kavuşacaktım. gayet basit "benimle çıkar mısın?"
o "evet" dedikten sonra haftasonu sinemaya gidecektik. gişede bilet alırken elini çantasına atarsa "lütfen saçmalama" diyecektim. bütün film boyunca "korkulu veya öpüşmeli bir sahne olsa da elini tutsam" gibisinden kendi kendimi yiyecektim.
emin adımlarla yanına gittim.
- merhaba.
- evet? (arka planda murat' ı görüyorum.bana nah çekiyor)
- benimle çıkar mısın?
- hayır.
- tamam sağol.
- davacıyım hakim bey, tarık beni deli gibi dövdü!
+ biz bunlan öpüşüyoduk hakim abi, çelme taktı bana orosbu. bugün çelmeyi takan yarın neleri takmaz. geleceğe yatırım bir dayak...
eczane yerine marketten alındı mı sonu hediye paketiyle bitecek olan doğum günü mevzusu.
- bu ne tarık?!
+ doğum kontrol hapı bebeğim. bak üzerinde kıpkırmızı hediye paketi de vardı.
- sen çükünü büyütme hapıyla büyütene dek sevişmiciim senle bi daha alfonso tarık!
önümüzdeki yılların anne tanımlamasıdır. halbuki bilse bulaşık makinesi diye bişey olduğunu?! peeeh... az biraz emre aydın dinlemeyi bırak da evinin hanımı ol kadın!
sahanın ortasında deli danalar gibi dripling yapan oyuncu. ya da saçı çok uzundu, o yüzden onlar sallanınca bana da öyle geliyordu. efes'te başarılar kardeşim sasha.