bir gün bir yerde bir şeyler olacakmış hissiyle yaşadım. hayal ettiğim yaşlara geldiğimde bir şey olmadığını fark edince daha ileri yaşlara erteledim bu mucizeleri. ne tür bir mucize beklediğimi bilmiyorum, aslında bir mucize beklediğim de yok. gösterişli olsun diye adına mucize diyorum sadece. bir şeyleri beklerken zaman akıp gitmiş ve ne hikmetse büyümüşüm. büyüdüğümü düşünmüyorum ama kağıt parçası ve çevresel etmenler büyüdüğümün delili olarak karşımda duruyorlar. mesele büyümek olunca evlenmekten söz ediliyor, çoluk çocuğa karışmaktan. ilgimi çekmeyen bir yaşantı sanki ben çok arzuluyormuşum gibi sürekli önüme konuyor. sadece aile değil, arkadaşlar da bir yaştan sonra evlenmenin gerekliliğine inanıyor. inançlarını takdir ediyorum fakat insan istemediği şeye neden ısrarla zorlanır, bir şeyi istemediğine neden ikna olunmaz, bu yaşa kadar halen anlamadığım bir meseledir. bu konular ne zaman açılsa espriler yapılır ve kişinin iç dünyasına saldırılıp; duyguları, düşünceleri itibarsızlaştırılmaya çalışılır. bu coğrafyanın fazlasıyla kültürel bağlarına sahip çıkması sizi avrupa özentiliğiyle bile suçlayabilir. bunlar olası şeyler, yıllar aktıkça bu saldırılar daha belirginleşir. büyüdüğüme dair söylentiler var, kulak asmıyorum. ben, sadettin teksoy'un programında denk geldiğim "musa'nın asasını göğe doğru sallayıp denizi yarması" hikayesinden etkilenip evin arkasındaki büyük taşın üzerine çıkıp yağmurun yağmasını bekleyen, yağmur yağdığında da elimdeki sopayı göğe doğru sallayıp "yaaaağ, daha çok yaaağğğ" dediğim yerdeyim halen.
ilkokulda müfettiş gelmişti sınıfa ve çocuğun tekine hangi yıldayız diye sormuştu. çocuk cevap verememiş ve müfettiş öğretmene kaş kaldırıp şöyle bir bakmıştı. işte ben o çocuğa imreniyorum. hangi yılda olduğumuzu hiç merak etmeyen, buna gerek duymayan insana dönüşmek istiyorum.
bedelli askerlikle ilgili düşünceler sahtekârlık, ikiyüzlülük içeriyor. en genel söylem olan "parası olan kurtulsun, parasız olan yapsın, oh ne iyi!" askerlik meselesinin dışında hiçbir yerde söylenmiyor. dünyanın genel hali buyken, dünya parası olan için dönmeyi sürdürürken, parasız olan ömrü boyunca para meselesiyle haşır neşir olurken kimse parayı sorgulamıyor ama mesele bedelliye gelince insanlar paranın satın alabildiği tek bir şeyi sorguluyor sadece. askerliği, bedelliyi boşverelim, ikisi de birbirinden lüzumsuz konular. doğru olan askerliğin bedelsiz de yapılmaması ama bu ülkede bu şartların olgunlaşması 2 milyon yıl sürer. ben bu ikiyüzlülükten tiksiniyorum. dünyanın her yerinde kimi insanlar, paranın gücünü sorgulayıp alternatif bir yaşam önerirken kulak tıkayan bu insanlar, mesele askerliğe gelince nasıl da kendileriyle çelişebiliyorlar görebiliyoruz. kimse o başka bu başka demesin. hayat askerlikten daha önemlidir. askerlik kısa bir süreyi, hayat daha uzun bir süreyi kapsar. "ille de para para" dünyasına karşı durulmadığı sürece bedelliye karşı çıkmanın hiçbir anlamı yoktur. ucuz milliyetçilikler bunlar.
Faike Ateşin 5 Mayıs 1950, Tahran'da doğdu ya da bilinen adıyla Googoosh iranlı şarkıcı ve oyuncu.
1970'li yıllarda iran'ın en sevilen kadın şarkıcısıydı. Onlarca albüm çıkardı, 500'den fazla filmde oynadı. Ancak 29 yaşında ve kariyerinin zirvesindeyken, ülkesinde rejim değişti.
iran'ın yeni yönetimi, önce şarkılarını yasakladı, sonra onu, "evlilik dışı bir ilişki sürdürdüğü" gerekçesiyle hapse attı.
Dönemin tüm sanatçıları yurt dışına kaçtı. Fakat o, bütün yaşadıklarına rağmen ülkesinde kalmayı tercih etti. Müziğe küstü, uzun ve sıkıntılı bir döneme girerek evine kapandı.
ben,ruhu zedelenmiş,sesi kısılmış,kendisini ifade etmekte çok güçlük çeken insanların yazarıyım.onlarda da bana karşı çok büyük bir coşku görüyorum.dünyada hiçbir yazarın buna nasip olacağını zannetmiyorum.
Bütüm köprüleri dinamitledim ve geldim işte
Bir kente girmemiz nasıl gerekiyorsa öyle
Apansız çıkmalısın karşıma
Ki unutulmuş bir haykırış olmalı dünyaya
Seninle her karşılaşmamız...
Varlığın bir anlığına havada uçuşuyor, sanki bütün varlığımı sabırsız bir sabahı bekleyişe mahkum eder gibi, o an farkediyorum ki seninleyim. O anda, bütün duyumların içinde, ellerim portakalların içine dalıyor ve vücudum sanki senin kollarına sarılıymış gibi hissediyorum.
diyerekten aklımı sarsaklamış, sevgiyi portakallarla bütünleştirmiş kadındır.
pirimizdir.
hayatımıza çok fazla müdahil alıyoruz ve huzursuzluğun bir kısmını kendi ellerimizle yaratıyoruz. yanı başımızda biriktirdiğimiz devletler tüm iyi niyetli görüntülerine rağmen canımızı sıkmaktan başka bir işe yaramıyorlar. oysa kötü bir hayatı seçmenin özgürlüğü bile bir başkadır. kendim ettim kendim buldum diyebilmenin sessizliğine, sakinliğine nail olabilmeli. kötü bir olaydan daha kötüsü yanı başımızda "sen ne yaptın" diye biten insanlardır. düşen bir çocuğu iyiliği için döverek kaldıran annelere benziyorlar; doğrusu felaket tellallığından başka bir işe de yaramazlar.
"Hakikatte kadınlar, bu alem içinde başka bir alemde yaşarlar. içine aşklarını ve büyülerini üfledikleri bir âlemdir bu. Erkekler sadece o alemi hırpalar, yıkar. Kadınlar ise yeniden üfleyerek nefesleriyle kurar o âlemi. Kadınlar, erkekleri de üfleyerek var ederler. Bir erkek, bir kadının nefesi kadardır; başka hiçbir şey değildir" ^madam lilla^ (düğümlere üfleyen kadınlar)
-nerelisin?
-diyarbakırlıyım.
-ha, öyle mi. benim için herkes birdir kardeşim. ben memleket ayrımı yapmam.
-abi ben sana diyarbakırlıyım değil de uşaklıyım deseydim de aynı şeyi diyecek miydin bana???
-???????!!!!!!!
evli olmayanları eleştiren insan görev gereği evlenmiştir, yalnız yaşamaktan ödü bokuna karışır. toplumun bir ucube olarak gördüğü "bekar" damgasını yemektense hiçbir huy, su gözetmeksizin bir eş bulup evlenmeyi yeğler. bekarlara bu denli sataşmasının nedeni yaşanmamışlıkların ve huzursuzluklarının tezahürüdür. evlenmekten umduğunu bulamamış ve içten içe huzursuz olduğundan herkesin bu duyguyu yaşamasını temenni eder. sanki evliliğinde yaşadığı her an "mükemmellik anları" olarak kayda geçiyor da "bekarı" yaşamamış sayar. şunu söyleyeyim ki hayatı madde madde yerine getirilmesi gereken ödevlerin olduğu bilinciyle yaşayan insanlar var olduklarını hiçbir zaman hissedemezler, belki ölüm anında, bilincin yok olmaya doğru ilerleyişinde "ne oluyor lan?" diyebilirler.
"biz tarantinoyu niçin severiz?" sorusunu sormanın hemen akabinde izlenmesi gereken yapıttır. sonra; ne soru işareti ne bir şey. her şey nokta, her şey anlamlı.
güzel film. izlemeden ölmeyin filmleri arasında.
siz de benim gibi western sevenlerdenseniz, tam bir şölene dönüyor filmin izlendiği gün.
güzel konu tamam, öngörü muhabbeti süper tamam, ama şimdi fringe izledikten sonra insan bu tarz yapımlardan daha çok şey bekliyor.
bir de dizi bitti ve kaldık pc karşısında öylece, "eee şimdi ne oldu diye". güzel başladı ama bağlayamadı sonunu. yalan oldu güzelim konu.
olmamış.
ahir ömrümde öğreneceklerim tükenmemiş. "evlilik de neymiş bee" derken alaşağı oluverdi fikirlerim. evlilik planı yapmak güzelmiş be. öyle mes'udum ki.**