kapanan bulvar gazetesinin, kapanmadan önceki en son haberi.
'' eğer yakalanmasaydım, evlenmeden ilişkiye girmeye modernlik diyenlerle * kadının vücudu kendine aittir diyenleri de yiyecektim. fekat bakire çıkmayan karımdan çok yiyince, üzerinize afiyet bir uyku bastı, bir uyku bastı. uyuyunca yakalandım.'' diye ifade veren genç tutuklanarak köpek maması fabrikasına gönderildi.
not;haber tamamen götten uydurma olduğu için, link de doğal olarak yok.
türkiye'de farkına, varılmayan en altakilerin içinde bulunduğu korkunç durum.
'allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin.'' dileğinin, örneği olarak yaşama, büyük lafların gölgesinde, ekmekle karnını doyurmaya, yırtık ayakkabı ile çamura, örme kazakla soğuğa dayanma hali.
çok karizmatik bir hareket olmakla beraber, gerçekleştirmek zordur.
gün batmak üzeredir;
- ayşe seninle bir şey konuşmam lazım. *
-buyur yiğidim.
- bu ilişki bitti. benim şimdi yürümem lazım gün batımına.
-ne diyorsun sen ühü ühü bidi bidi bidi bla bla.!!
- çekiştirmesene be, güneş gidiyor.
-ne güneşi be bla bla bik ilişki ,dürüstlük, bla.
- * hoşçakal.
- o tarafa gitme çukur...
-pata küte *
-aha gitti, aha yuvarlanıyor. aha gitti karizma. aha kafanın pekmezi aktı. siktir et salağı. şu yardıma koşan çocuk da çok hoşmuş..
bürokrasi, medya ve prokatif grupların elele verip çıkaracağı olaylarla, ''bunlar zaten böyle'', ''ben demiştim'' demek için bekleyen, emek, hak,açlık, parasız eğitim, ücretsiz sağlık hizmetleri vs. taleplerinin yerine, bolca joplanan insan, molotof kokteyli atan eylemci,vb. gibi, karışıklık görüntüleri ile dezenformasyonun dibine vurmak üzere ellerini ovuşturanlara ve onlara kayıtsız şartsız inanacak kişilerin oluşturduğu insan topluluğu.
uludağ sözlük üzerine bilimsel! gibi ama tam da bilimsel olmayan çalışmalar silsilesi.
''bu ülkenin çoğunluğun olduğu gibi,uludağ sözlük yazarlarının çoğunluğu da gençlerden(15-25 yaş) oluşuyor. ve yine tüm ülkede olduğu gibi, herhangi bir fikrinin kabul görmemesi eleştirilmesi durumunda çıldırıyorlar. kaymak bilgi diye tabir edebileceğimiz, sokaktan, aileden, internetten vs vs. kaynaklardan edindikleri,3-5 satırlık bilgileri, hiç araştırmadan gerçekmiş gibi hararetle savunuyor, tersi bir şey yazanlara hakaret bile etmekten çekinmiyorlar. sözlükte en çok yazılan şeylerden birini eksi oy olması da bunun kanıtı gibi. tüm ülkenin ortak sorunu, kontrolsüz öfke burada da kendini gösteriyor.''
güzel veya anlamsız tespit yapıp, başlığın sonuna, moron, idiot, gerizekali, öküz vs. vs. ekleyerek sunuma hazırlama olayı.
anladık, bir detay tespit etmişsin ve bunu genelleyeceksin senin gibi düşünmeyenler veya yapmayanlara kızacaksın. ama birader sonundaki hakaret ne ola ki?
peder zickler'le başladı aslında bu moda. başlığın sonundaki hakaret ne kadar ağır olursa, mallaşma oranı da o kadar süratli oluyor. mesela ''kız tavlayamayan öküz'' olsun başlığımız, başlığa entry girenlerde aynı jargona teslim oluyor. ''beceriksiz öküzdür'' ''abazan öküzdür'' vırt zırt aynı mallık yani.
peki tüm bu hakaretler yerine insan yazılsa ne olur? prim mi yapmaz kimse mi okumaz, olay nedir?
sözlükteki yazarların bir sıkıntısına derman olma girişimi. copy paste yoluyla hemen kullanabileceğiniz hazır iltifatlar. *
''sözlüğe yeni bir soluk getiren başarılı yazar.
not: sarı saçlarından sen suçlusun''
''x üniversitesinde okuyan candan ve samimi insan.
not: kısır yapacaktı bize unutmadık..''
''yazdıkları ile adeta hayata yepyeni bir bakış açısı ile bakmamızı sağlayan, son zamanlarda canı sıkkın yazarımız. kendisine bu da geçer demek istiyorum''
8 yıl sonra uyandığım durumdur. hani bambaşka olacaktık lan milenyumda? arabalar uçacaktı, hapla beslenecektik, marsa koloniler kurup orada yaşayacaktık? her şey aynı, hala kuru pilava talim ediyoruz. o zaman, ben böyle milenyumu sikeyim arkadaş..
bazen başbakan, bazen bakan, bazen öğle yemeklerini beraber yediğiniz arkadaşınız, bazen de sözlüklerde karşınıza çıkan insanlar.
güç, iktidar olmadan önce, ''açım'' diyen adamı hemen kürsüye çıkarıp, ''bak aç bu adam, türkiye'yi bu hale getirdiler'' diyecekken, iktidarda aynı adama, '' ananı da al git'' dedirtir. çünkü artık güç ondadır. iktidar ve güç insanları öyle bir değiştirir ki, en yakın bildiğiniz insanları tanıyamaz olursunuz. dünün hümanisti, '' iyilik yaramıyor abi, deveye diken insana siken''ci olur bir anda.
sözlüklerde de durum farklı değildir. dün senin benim gibi sıradan bir yazar olan insan, baş dönmesi sonucu, sözlüğün kralı zannedebilir kendini. daha uyumlu, daha yaratıcı olacağına, daha bir ukala daha bir sikime kadar anlayışına sarılır. dün şikayet ettiği kuralların ne kadar güzel! olduğunun farkına varır.
aslında anlayışla karşılamak lazım bu insanları. bu kısa hayatta, çoğu insan, daha ufak prototipi de olsa, tanrıcılık oynama fırsatı yakalayamıyor.
tüm dünyada, son bir iki yılda 3-4 e katlanan yiyecek fiyatları sebebiyle başlayan olaylar.
küçümsenen küresel ısınma felaketi ve bunu paraya çeviren komisyoncular yüzünden gerçekten büyük bir felaketin eşiğine geldi dünya. türkiye'de bu krizi belli oranda yaşayan ülkelerden. süt ve süt ürünleri son 1 yılda nerdeyse yüzde yüz arttı. şu anda pirinçteki durum, hemen hemen tüm gıda ürünlerinde yaşanıyor. devletin kontolünden çıkan tüm ürünler komisyoncuların ayak oyunları ile katlanıyor. tarım deyince aklına buğday gelen ekmek kafalıların sayesinde, bu ülkede, bilinçli bir tarım sektöründen söz etmek mümkün değil.
özellikle afrika ülkelerinin çoğu patlama noktasına geldi. dünya görmemezlikten gelmeye devam edemiyor artık. önünde sonunda, bu bumerang kendilerini de vuracak çünkü. açlık modern çağların vebası oldu. biz de bunlardan muaf değiliz. 500 ytl ye çalışan insanları, imanı, inancı üzerinden susturmaya ''şükürler olsun'' dedirtmeye devam ediyoruz.
yarın, hem dünya hem de bizim için çok geç olacak.
farazi bir durum anlatılmakla birlikte, yaşayan hiçbir erkek bu duruma yabancı değildir.
şöyle bir gözünüzün önüne getirin; teröristler nükleer bombayı koymuşlar ve saat çalışıyor. 2 tane kablo var kırmızı ve yeşil. inanılmaz konsantre olmuşsunuz. dünyanın akibeti sizin vereceğiniz karara bağlı. o da nesi?..''dililid did dilidlid did dilili'' * telefon çalıyor;
-alo
-alo cemşit sen nerdesin?
- hayatım şu an..
-yalan söyleme başlama cemşit saat kaç oldu? kimbilir hangi orospuyla.. bidi bidi bik bidi.
- al amına koyayım kablonun ikisini de kesiyorum. ben zaten ölmüşüm bari herkes ölsün. aha da kestim..
bu durum hiç bir erkeğe mantıksız gelmiyor di mi? uzaktan tanıdığım bir beyin cerrahı var. adam beyin cerrahi diyorum sana kardeşim.
öyle böyle değil yani.. dünyanın özel insanlarından..
bir sohbet de karısından ayrıldığını söylemişti. sebep ne biliyor musun?
adamın eve geç gelmesi..!
ulan adam beyin cerrahı, 15- 20 saat ameliyat yapıyor, en ufak yerde mucizeler yaratıyor, yapacağı en ufak bir hata ölüme sebep verebilir . diğer tarafta kadının derdine bak; nerdesin?..
belki bir bilim adamı, tam kansere çare bulurken, ''nerdesin?'' diye arayan kadın olmasaydı ve o sinirle de adam bütün aletleri kırıp dökmeseydi, belki bugün bir kanser olmayacaktı.
aslında entry yazma rehberi olarak tasarlanan ama karakter sınırlamasına yakalanan, kritik bir süreçtir.
başlığına en fazla entry yazılan ve muhtemelen iktidar ya da, yakını olan yazarın başlığına ''yazılarını hayranlıkla okuduğum yazar'' diye başlayan ve mesaj vasıtasıyla, gittikçe samimiyet dozu artan enryler kullanılması tavsiye edilir.
yazarlar arası kavgaya '' bence şu haklı abicim'' diye ortadan girilmez. onlar sonra, '' uzun bir mesajlaşmadan sonra birbirimizi ne kadar yanlış anladıgımızı keşfettiğimiz degerli yazar'' diye birbirlerini överken, senin entry'in, af buyur yırtık dondan çıkmış erekte olmamış çük misali kalır ortada.
sözlük başlığına, '' bu sözlük var ya bir tane. öteki sözlük içe doğru çöküyor yakında patlayıp, evrende kaybolacak'' tarzı entry yazanların nick başlığına direk, ''fikirlerine sonuna kadar katıldığım yazar'' diye entry girebilirsin. muhtemelen sözlüğü sahiplenmişler ve doğal olarak sözlük çevreleri geniştir. seni de, bu gruba dahil edebilir ve ''çok kafa cocuk'', ''birayı içip 3 desibel geğiren yazar'' vb. temalı yüzlerce entry'i garantileyebilirsin.
küçücük, minicik içi dolu alkolcuk bir yer iken, yavaş yavaş büyümeye başlamış bakkalın başarı! öyküsü.
dursun abi derler bir zat açmıştı burayı. aynı kendi gibi zayıftı bakkalı da. bir kaç kuru yemiş çeşidi, bolca efes ve kötü şaraplardan oluşuyordu bakkal. ama dursun abi tam bir esnaftı. telefonla sipariş ettiğinizde, malzeme elinde yoksa, büyük marketten alıp getirecek kadar da, çözüm odaklıydı. dursun abi, anadolu kaplanıydı adeta. alkolle teşrik-i mesaimiz fazla olduğundan, birbirimizle sohbetimiz de gelişmişti. biz daha alo derken, o ''kaç bira?'' diye sorardı. sabahın götünde evi arayıp, ''biracı gelecek biraz şişe getirin'' diyecek kadar samimiydik özeti.
biz iki bekar evdaş, gönül adamı olarak, marketlere göre,bir kaç lira daha fazla olmasına aldırmadan, dursun abi odaklı alkol terapilerine devam ettik. parasız kaldığımız günler, veresiyede zıkkımlanıyorduk.
yalnız artık değişen bir şeyler vardı dursun abi ile ilişkimizde. artık bize telefonda sıcak konuşmuyor, veresiye istediğimizde, bir süre sessiz kalıyor ve isteksiz olarak gönderiyordu. ilişkimiz hızla ''konuşmamız lazım'' a doğru gidiyordu.son kalan veresiyeyi bir süre ödemedikten sonra, birgün aklıma geldi ve dursun abinin minik bakkalına doğru yola çıktım. ilişkimizi, telefondan idare ettiğimiz için dursun abinin yanına çok az gidiyorduk. bakkala yaklaştığımda, gördüğüm manzara aptallaştırdı beni. dursun abi minik bakkalı gitmiş, devasa bir market gelmişti yerine. yandaki ve arkadaki dükkanlar almış, dükkani devasa boyutlara getirmişti. alkol tüketimimizin bu başarıda payı olduğunu düşündüğümden, vaay dursun abii, ayağıyla girdim içeri. kasada bir adam oturuyor bizim dursun'a benziyor da, onun 3 katı falan. ense göt göbek süleyman demirel, kafa dursun abi. adam o küçük mini bakkalın tamamını yemiş, yutmuş gibi duruyordu. bana hiç pas atmadığı gibi, defterdeki veresiyeyi de, çırağına aldırdı. terkedilen sevgili gibi merdivenleri boynu bükük indim. dönüp son kez bakkala baktım. bakkalın ismini bile değiştirmiş dalyarak dursun.
dursun baba market.. senin evrimini sikeyim dursun..
kesebileceği en ince sucuk ve kaşar dilimleri ile, modanın oskarları sayılan, altın öküz ödülünü kazanan şahane insan.
ayrıca, tost ekmeklerinin kenarlarından sucukların ve kaşarların yarısını çıkarıp, bol malzemeli izlenimi vermek de şık bir tasarım.
ah be abim, o dikkatin ve inceliğin yüzde birini, bir sanat kolunda harcasaydın, bugün dünya seni konuşuyor olurdu.
asıl güç mali güç, futbol ekonomisi, para güçtür vs.vs. sloganları ile iyice alıştırılan, yakında tüm takımların taraftarları için geçerli olacak durum.
liverpool'u liverpool yapan, dok(tersane) işçilerinin herhangi birinin, bugün stadyumda maç seyretmeleri, bilet fiyatları yüzünden imkansız hale gelmiştir.yıllarca sırtlarında taşıdıkları takımlari, bugün alınır, satılır, talipleri çıkan bir meta olmuştur. stadyumları hemen hepsinde yapyeni bir seyirci oluşmuş, kalben, karşılıksız olarak, bir takıma sahip olmanın gururunu yaşayan taraftar yerine, parasının karşılığını bekleyen bir taraftar kitlesi trübünleri doldurmuştur. beleş biletle bir takım gruplar stada girmese, her maça giden insanın bileceği gibi, tribünlerde tezahurattan yaratıcılıktan eser kalmaz.
babasının parası ile övünen yeni yetmeler gibi başkanın parasıyla övünen taraftarlık (en azından bana) hoş değil.
sesim kısılana kadar bağırdığım tribünleri, forması için oynayan,yorgunluktan adım atamaz hale gelmiş futbolcuları, yetişemeyeceği topa uçan kalecileri vb. örnekleri çok özleyeceğim. şimdi takımı için bağıraran taraftara, çapulcu, yorguluktan adım atamaz hale gelmiş futbolcuya, kondisyonunu ayarlayamayan, yetişemeyeceği topa atlayan kaleciye artist dendiğini de biliyorum.
asgari ücretin üzerinde bilet fiyatları ile rahat koltuklarında, puro eşliğinde maç izleyenler, karşılıksız sevgimizi paraya çevirmeye uğraşanlar, an be an futbol denen, oyunu ele geçiriyor.
futbol, para sahiplerinin iplerini oynattığı kukla tiyatrosuna benzedi.
bazen okuduğumuz enry'ler ile ilgili, ''bunu niye yazmış a.q?'' diye düşünür ya insan. bu bahtsız ve de gereksiz entrylerin de bir öyküsü vardır mutlaka. iş bu başlık, işte bu öykülere bir göz atıyor.
(#3157385)
öyküsü; bir kere öyle sakal bırakmış bir adamla bir toplantı yaptım. adam beni ayar etti. sakalı ile oynadı durdu.
ee ben bunu niye yazdım ki? bu entrynin gerçek hayatta ne yararı olacak .mına koyayım? hayatın sırrını mı verdim? ''yalnız oynamak için çene altı sakalı bırakmış insanlar tanıyorum.'' yazmışım bir de.ba ba ba, o adamdan hariç kaç kişi tanıyorsun be daltarak?
sözlüklerle birlikte artan paranoya. geçenlerde, ekşi sözlükte, bilmem ne caddesinde takım elbiseli dallamalar'' benzeri bir başlık görünce bende daha da derinleşti bu paranoya. o caddede çalışıyor ve takım elbise giyiyorsan, sözlüklere göre otomatikman dallamasın. bir sürü insan bu dallamalığı çeşitlendirmek için başlığa yazıyor da yazıyor.
mesela, ''güzel kızın yanındaki .arrak kafalı'' başlığına konu olmamak için, daha çirkin kızlarla geziyorum. '' cafe de dizüstü bilgisayarı açıp kahve içen lavuk'' olmamak için, toplu taşıma araçlarında ve bilumum kamuya açık alanlarda, çok işim olsa da, dizüstü bilgisayarı kullanmıyorum. kızlara yiyecek gibi bakmadığım gibi, beni ibnelikle suçlayacak başlıkların konusu olmamak için de, gözucu ile kesiyorum.
tabii ki, engel olamadığım durumlar da var. bu kış,'' buzda yürümesini bilmeyen angut'' oldum mesela bir kaç kere. hatta düştüğüm yerde yatarken, bana yardıma geleceğine, pis pis sırıtan ibnenin, sözlük yazarı olduğuna eminim.
''bar tuveletine kusan insan'' başlığına da konu olmuşluğum var bir iki kez. alkol, malum şişe de durduğu gibi durmuyor.
ama asıl idealim, ''arabanın arka koltuğunda mala vuran kaslı erkek'' ve ''kadınların bakışları ile yedikleri erkek modeli '' başlıklarına konu olacak eylem yapmak..
hızla geçilen anadolu yollarında, sık görülen obje.
kuraklığın, kıraçlığın, verimsizliğin içinde bambaşka görünür. bir şekilde büyümüş, her şeye inat tutunmuştur kökleri toprağa. yakınında, yöresinde, ıssızlıktan başka arkadaş yoktur. ara sıra, belki tarlasını süren bir köylünün sırtını dayamasına sevinmiş, belki uyuyan bir çocuğa gölge olmuştur. nedenini bilmeden hem severim hem üzülürüm bu ağaçlara. arabayi bir kenara çekip, yanlarına gitmek gelir içimden. sırtımı dayayıp, binlerce kez gördüğü, güneşin batışını beraber yaşarım. güneşin son ışıkları kaybolunca veda ederim.
hayatın anlamsızlaştığı yerde, sığınacak dostlardır onlar. ''kimseye ihtiyacın yok'' diye fısıldarlar, ''tutunacağın biraz toprak sana yeter''
bir markette karşılaşıp,''bakar mısınız yeşil soğan bunlar mi?'' sorusuyla, dün akşam hayatima girmiş ve uykularımı kaçırmış 19-20 yaşlarında eşsiz insan!
her şeyi anlarım ama birinin bu ülkede, yeşil soğanı tanımamasını bünye kabullenemedi. düşünüp, düşünüp formatlar üstü küfürler ediyorum. tamam bu insan bir tikky. götünden düşmek üzere olan pantalonu, rahatsız edici konuşma şekli var. ve yine tamam, herkes her şeyi bilmek zorunda değil. ama yeşil soğan lan bu, .mına kodumu cocuğu.
almanya'ya ilk giden işçiler için, bir şey anlatırlar. alt kattaki alman aile belediyeye şikayet etmiş üst kattaki türk aileyi. sebeb de, banyolarından sürekli alt kata su damlamasıymış. belediyeciler üst kata çıkıp baktığıklarında, banyodaki manzara karşısında şoka girmişler. bizim hemşo, küvete toprağı doldurup, soğan ekmiş. bildiğin taze soğan. taze taze her öğünde yiyorlarmış. öz be öz katığımız lan soğan. nasıl tanımazsın pezevenk?! *
sözlerimi yine eskilerden bir alıntı ile bitireceğim. şehirde çok uzun zaman kalmiş çocuk, köye döndüğünde babasına tırmığı gösterip, ''baba bu ne?'' diye sormuş. babası da, yerde yatan tırmığı kastedip gülümseyerek, ''bas şu çatalına ismini söyler'' demiş. çocuk tırmığın çatalına basınca sapı direk kafasına vurmuş. çocuk, kafasını tutarak ''vay .mına kodumu tırmığı'' diye çığlık atmış. baba da ''dememiş miydim ismini söyler diye'' demiş.
-bakar mısınız yeşil soğan bunlar mi?
-sok .ötüne yavrum gözünden yaş gelirse soğandır.