ayrıca bırakın şu hayatta olmayan insanları kendi değer yargılarınıza göre, "iyi adam", "kötü adam" kategorilerine ayırmayı.
burada adı geçenlerin hiç biri mükemmel olduğunu ya da her dediğinin mutlak doğrular olduğunu, her yaptığı eylemi "doğru" olduğu için yaptığını iddia etmiyor, kadı ki her dediğini doğru olarak jer hareketini mükemmel olarak değerlendirmiş bile olsalar, bundan bana ne ya da sana ne !?
öğrencilere kimse çiçek, böcek vs. gibi hediyeler alma zorunluluğu getirmez. adı üstünde hediyedir, ister verir istersen vermezsin.
yılın altı ayında ayında yatan öğretmen yoktur, yıllık 2.5 (iki buçuk) ay tatilleri vardır. Her çalışanın yıllık izin hakkı vardır. en az 1 (bir aydır) çalışan hakkını savunamıyorsa kendi basiretsizliğidir.
eğitim sisteminin sorunları öğretmenler değil, siyasilerdir. kimse gelip bir öğretmene sormaz bu sistemin sorunu nedir diye, soran olsa da yine herkes kendi bildiğini okur. eğitim sisteminin saçmalığını ülke olarak seçtiğimiz siyasilere borçluyuz. hangi meslek grubunda tecrübeli kişilerin bilgisinin belli aralıklar yoklanması vardır. yıllarca ameliyatlar yapmış bir doktora gel bakayım sen seni her sene yeterlilik sınavına sokacağım ya da bir hakime ya da mühendise ya da bir millet vekiline. bütün meslek gruplarında tecrübeye saygı varken el üstünde tutulurken öğretmene neden olmaz aynı saygı.
asgari ücreti belirleme görevi de öğretmenin görevi değildir. asgari ücretle çalışanlar var bu ülkede diye öğretmenler aldığı maaşın çok bulunması hangi kafanın ürünüdür. doktorlar bir öğretmenden en az 3 kat daha fazla maaş alırlar mesela. asgari ücreti seçim meydanlarında propaganda olarak kullanan, bunun üzerinde oy devşiren siyasilerin yeterliliğini ya da maaşlarının bir öğretmenin maaşının ne kadar fazlası olduğunu hesap edecek kadar matematik bilmiyorum ben.
sana saçma geliyorsa kutlamaz, yok sayarsın olur biter niye önemsiyorsun ki öğretmenler gününü. mesela başka hangi günlerin saçma olduğunu düşünüyorsun. zorla sana bu günü kutla diyen ya da illa ki hatırlamalısın diyen mi var.
öğretmen değilsen seni ilgilendiren bir gün değil mesela kasım ayı içinde (bkz: afet eğitimi hazırlık günü) var (bkz: çocuk hakları günü) var (bkz: dünya felsefe günü) var (bkz: dünya şehircilik günü) varda var bunlardan da bu kadar rahatsız msın.
harem, osmanlı devletinde 3 bölümden oluşan sarayın(topkapı sarayı) bölümlerinde biridir (diğer ikisi birun ve enderundur).
burada yaşananlar hakkında kesin ve tam manasıyla doğru bilgiye ulaşmak mümkün değildir. sarayın bu bölümü hakkında bilgiler burada yaşayan saray kadınlarının tuttukları günlüklerden ya da burada yaşananları günümüz magazincilerinin ilgisinden aşağı kalmayacak şekilde gayrı ahlaki yollarla edinmeye çalışan italyan kent devletlerinin (venedik, ceneviz, floransa gibi) sefirleri vasıtasıyla tutulan kayıtlardan edinilmektedir. bu bilgilerin güvenilirliği konusunda büyük şüphe içinde olunmalıdır.
harem osmanlı devletinde hanedan mensuplarının evidir ve burası özel hayatın yaşadığı yerdir. ne devletle ne de halkla bir alakası bulunmaz bu yüzden burası hakkında konuşurken bile dikkatli davranılmalıdır.
burada yaşanmış olan olayları anlatan bir televizyon dizisi çekmek birey olarak bizlerin göstermesi gereken özenden daha fazlasını u işi yapanların göstermesi gerekmektedir.
harem halk olarak bizim tarihimiz falan değildir. ecdadımız diyerek ne buraya mensup olan kişileri kutsallaştırmak ne de en ince ayrıntısına kadar burada yaşamış insanların özelini ahlaksızca televizyon ekranına taşımak doğru değildir.
diziyi yapan gerçekten yaşanmış olaylar gibi çektiğini iddiaa etmediği sürece (ki bildiğim kadarıyla böyle bir iddiası yoktur) dizi sanki küfür ediyormuşcasına yerden yere vurmak doğru değildir.
tarih televizyon dizilerinden öğrenilmez, çok merak ettiysen açar ya kitaplardan okursun (mustafa armağan, yavuz bahadıroğlu okuyup kadir mısıroğlu'nu izlersen tarih öğrenmiş olmuyorsun, ancak sermayesi tarih olan hayal tüccarların peşine takılmış olursun) ya da bir kaç makale kurcalar gerçekleri öğrenirsin. o zaman olayın gerçeğini öğrendiğin için televizyonda olan her şeyin eğlencelik olduğunu insanların sırf meşgale olsun diye bunları takip ettiğini en azından böyle olması gerektiğini anlar ve canın isterse izler istemezse de izlemessin.
Zaferi, milletin azim ve iman gücü ile Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının süngüleri kazanmıştır.
M. Kemal Atatürk (Bursa 1922), Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, Ankara, 1997, s. 45.
9 mm çapında, ani geri tepmeli, şarşörle beslenen, hava ile soğuyan, dipçik açık 66 cm, dipçik kapalı 49 cm, boş ağırlığı 2.5 kg,400 m menzil, 100-200 m tesirli menzil, mermi çıkış hızı (namlu çıkışı) 800 m/s, yivsiz, yakın muharebe silahıdır.
Polis ve jandarma tarafından kullanılan bu tabanca, oldukça hafiftir, bu büyük avantaj sağlar. Menzilinin düşük olması dezavantajdır ancak kullanım alanı itibariyle bu sorun teşkil etmez. Ani geri tepmeli olarak tanımlanır ama kullanırken tepme falan hissedilmez. Alman meşeli bir silahtır ancak Türkiye'de MKE tarafından üretilmektedir. Göz açık 1 buçuk dakikada söküp takma standartı olsa da bir dakikayı geçen sürede söküp takan görmedim, 40-45 saniyede her şey olup biter, söküp takmak çok kolaydır. toplam 6 parçadan oluşur. omuz askısı, el kundağı, gövde, dipçik, tetik mekanizması, alev gizleyen. Genelde mekanizmayı sökmek biraz zor olsa da bir iki denemeden sonra onu da parçalamak kolay ve seri bir şekilde yapılabilir.
Tek ve seri atış yapılabilir. Tek atışlar kolaydır ve genelde tam isabetli atışlar yapılır. Seri atışları zorlaştıran husus silahın çabuk şahlanmasıdır. Seri atışlarda tetiğe uzun süre bağtığınızda ya da istinat boşluğu alınmadan yapılan atışlarda dördüncü mermiden sonrası hedefi vuramaz. Seri atışlarda mümkün olduğunca çabuk elin tetikten çekilmesi gerekir.
4 çeşit geze sahiptir.
Nişan alırken, gez ile arpacık arasında bir hava boşluğu bırakarak atış yaptığınızda isabet oranı bir hayli yükselir. Jandarmanın kullandığı silahtır, askerliğini jandarma olarak yapan ve yapacak olanlar; sevin onu ! çok güzel bir silahtır. Ama canlı hedefe kullanmayın, durduk yere vurmayın kimseyi.
eskişehir'deki ikinci üniversitedir. 1993 yılında anadolu üniversitesinden ayrılarak kurulmuştur.
bu tanımdan sonra gelelim benim meramıma; anadolu üniversitesinde okumuş biriyim ve öğrencilik yıllarımda anadolu üniversitesinde bana sevimsiz gelen, öğrenci ile üniversite hocaları arasında bir ast-üst ilişkisi oluşturulmaya çalışılması durumu vardı. bu durum göze kimi zaman fazlaca batar ancak bir çok hocanın öğrencileriyle kurduğu yakın ilişki sayesinde, gözardı edilebilir bir durum ortaya çıkardı. tabi bu durum bütün hocalar için geçerli değildi. ben öğretmen- öğrenci ilişkisinin kesin çizgilerle ayrılmış, belli bir kalıp içinde olmasından rahatsız olan biri olarak lise yıllarında yaşadığımız bu sıkıntının en azından üniversite gibi bir kurumda mümkün olduğunca az bir düzeye indirilmesini savunan bir kişi olarak anadolu üniversitesinde nadiren de olsa yaşadığım bu durumdan rahatsız olurdum. ancak yükseklisans yapmak için gittiğim osmangazi üniversitesinde anadoluyu mumla arar oldum. ilk önceleri- çok sık kullandığım için- sadece tarih bölümünde (f4) olduğunu düşündüğüm, ancak zamanla diğer fakülte ve bölüm binalarını gezip gördükçe bu durumun sadece f4'te olmadığına şahit oldum. osmangazi üniversitesindeki kapı fetişizmiydi bu rahatsızlığın sebebi. f4'te biri kantinin içinden geçen bir diğeri de rektörlük tarafından olmak üzere iki giriş bulunmaktadır. kantinin içinden geçen kapı genel olarak öğrenci kullanımına ayrılmışken, binanın güneyinde kalan kapı(aslında burada da iki ayrı kapı var) hocaların kullanımına ayrılmış durumda. nedir sıkıntı bilemiyorum, aynı binada aynı öğrencilerle aynı dersliklerde aynı kapılar ardında bulunurken neden binanın girişindeki kapılarda bu şekilde bir hiyerarşi içine girilmiştir. kapının girişine uyarı yazarak ve öğrencinin bu kapıyı kullanmasını engelleyerek, nasıl bir hazza ve doyuma ulaşıyorsunuz? bu nasıl bir ego'dur?
bu durumun f4'e has bir durum olmadığını fark etmeme sebep olan şey iktisat fakültesi b bloka yolumun düşmesiyle anlamış oldum. sosyal bilimler enstitüsünün idari işlerinin yapıldığı birimlerin de aynı blokta olması nedeniyle gittiğim iibf b blokta hocaların gireceği kapıya elektronik kilitler koyacak kadar ileriye girmişler. acaba bilgiye ulaşmanın zorluğunu bir subliminal mesaj olarak vermeye çalışıyorlar da ben mi anlamıyorum yoksa benim anladığım gibi kaba bir ego tatmini midir?
(#10781831)
hiç denemeyin olmaz arkadaş bizde böyle şeyler tutmaz, tutmuyor. sadece bizdeki kızlarda mı tutmuyor yoksa başka ülkelerde de mi durum aynı bilmiyorum, hiç ecnebi bir hatuna hediye alma durumum olmadı. mesafelerin katlettiği bir ilişkim olmuştu zamanında. kız arada sırada gelirdi, ben de öyle dar zamanlarda görüşebilirdik, her zaman değil belki ama sık sık hediyeler alamaya çalışırdım. farklı bir şey olsun, hoşuna gitsin diye yaptım, öle parasından kaçmak için uyduruk bir şey almış değilim. güzel bir ayna buldum şöyle küçüklerinden kapağına da minik bir not yazdım ki anlam kazansın diye. hatun bildiğin beğenmedi lan! insan bir numaradan da olsa bir güzel tepki verir. tamam dünyanın en yaratıcı hediyesi değil, ben de biliyorum ama biraz hoşluk olsun diye yapılmış bir şey. öyle çok da başarılı değilimdir bu konularda zaten bunu da biliyorsun. sen ne diye benim şevkimi kırıyorsun.
neyse işte böyle bir iş geldi başıma benim. siz siz olun uğraşmayın böyle şeylerle, ha bu tür şeylere değer veren hanım kızlarımız vardır o ayrı, iyi davranın böyle kızcağızlara fazla yok bunlardan.
ha, evet ayrıldık ama böyle bir sebepten değil tabi, dedim ya baştan mesafelerin ben amk!
bizzat orjinal baskısından bu kitapları okumuş biri olarak - o yıllarda henüz doğmamıştım. yaşım daha 30, tarihçiyim ben ve ilgimi çekmiş açıp okumuştum. öyle sır gibi saklanan bilgiler de değil, bazı yayın evleri halen basımını yapmaktadır bu kitapların- hiç de kan donduracak bir şey yok, hakaret, aşağılama vesaire yok. kanı donan ne görüyor bilemiyorum tabii.
bana niye gelmedi lan o banknotlardan. kim aldı benim hakkımı o kadar bağır çağırış boşunamıydı?
bir de baya iyi çalışmış bu haberi hazırlayanlar. argümanları bir birine bağlamak için çok iyi analiz gücü ve sağlam istihbarat lazım.
çoğunluğu lise öğrencisi olan bir kitle, su gibi içilen içkiler, esnafın 200lük banknot bozmaya yetişemiyoruz demesi - hiç şikayet etmesin o zaman esnaf işlerimiz bozuldu bu eylemler yüzünden diye- sonra NED'in daha önceki faaliyetleri. şimdi birleştir bunlar al sana dış mihraklar.
s.ktirn gidin lan!
tanıdığım bir çok insanın bu konuyu çok fazla umursamadığına şahit oldum. bu benim ya da tanıdığım insanların diniyle alakalı bir durum değil ben müslüman bir türküm ve hiç gayr-ı müslim tadığım yok. yani az çok dini bütün insanlarla haşır-neiş olan biriyim. burada ezanın arapça okunmasının ya da türkçe okunmasının bizim inancımıza ya da itikatımıza ne bir faydası ne de zararı olmayacaktır. ezan- hangi dilde okunursa okunsun- bizler için, biliyoruz ki, namaz vaktinin geldiğini hatırlatan bir çağrıdır. ezanın herhangi bir dilde okunmasına dair ne kur'an da bir emir ne de illa arapça okunmasına dair peygamberin bir hadisi vardır. tamamen gelenekselleşen bir durumdur ve toplumların gelenekleri zamanla değişir.( illaki değişmeli demiyoruz) ancak eğer bir toplumda bir çağrı, bir zamanın başladığını ya da bittiğini gösterecek bir ritüel varsa onun hangi dil olması konusunda toplumun kendi talepleri ve ihtiyaçlarına uygunluk en önce gelen unsurdur. yani toplum akarsuyun kendi yatağını zamanla bulması gibi bu konuda kendi yolunu bulacaktır. bir devletin ezanın hangi dilde okunacağına karışması doğru değildir. özellikle laik bir sistemle idare olnun bir toplumda devlet böyle bir alana müdahale edemez. burada belirleyici unsur toplumsa ve bu toplumun bir arada tutulması esas konu ise dini bir ritüelin yapılmasının esaslarına devlet bir noktada müdahale edebilmelidir ki o da dil konusu. milleti bir arada tutan en etkili nüve dildir ve devlet bu tür bir konuda müdahale etmedi ve merkeziyetçi anlayış gereği her ne kadar dini bir nitelik taşısa da olaya müdahale ederek tek bir dil kullanımı zorunlu kılabilmelidir. ibadetlerin nasıl yapılacağı ise tamamen inanca bırakılmalı yani bu tamamen kişiyi ilgilendiren bir durumdur. ezan gibi konu inanç da olsa birey- toplum ilişkisi içinde tutulamayacağı için kişilere bırakılmalıdır.
açılım süreci meyvelerini bir bir verirken, hükumetin imralı ile yürüttüğü süreçte abdullah öcalanın değimiyle ikinici aşamaya geçilmişken, sınır dışına çekildiği iddia edilen pkk nın cizre'de asayiş birimleri ilk mezunlarını verip faaliyetlerine başlamışken, güneydoğuda pkk mitinglerde boy gösterip hükumetin polisinin hiç bir şekilde açılan bayraklara ve sloganlara müdahale etmiyorken siz gezide açılan posterlere taktıysanız kafanızı, bir çok insan için kimin posterinin kiminkiyle beraber açıldığını bir anlamı yok.
takmayın kafaya geçer gider her şey unutursunuz. üç günlük dünya be oğlum, biri gider başkası gelir ama genede öteki kıza biraz ayıp olmuş git bi gönlünü al belki halen vazgeçmemiştir senden.
halkın temsilcisi olan meclis tarafından seçildiği için ve bütün cumhurbaşkanları sivildir. cemal gürsel ve kenan evren için aynı şey geçerli değil elbette. dolyaısıyla ilk sivil cumhurbaşkanının turgut özal olması söz konusu değildir. olaya bir de diğer taraftan bakalım; türkiyede cumhurbaşkanlığı siyaset üstü bir makamdır ve cumhurbaşkanının yasama, yürütme ve yargı ile ilgili görev ve yetkileri vardır. cumhurbaşkanının bu görevlerinin yanında bir de başkomutanlık yetkisi vardır ki bu her halükarda cumhurbaşakını sivil olmaktan çıkartır. özalın ya da diğer cumhurbaşkanlarından birinin ilk sivil cumhurbaşkanı olarak adlandırılması için, hiç kullanmamış da olsa bu tür bir yetkiye sahip olmaması gerekir. öyleyse türkiyede hiç bir cumhurbaşkanı sivil değildir ve bu yetkiye sembolik de olsa sahip olduğu sürece sivil bir cumhurbaşkanı olamaz.
ancak bir korkağın açabileceği türden başlık. evinde bir yandan ulusal yayın yapan güzide kanallarımızda harikulade programları izlerken açmıştır bu başlığı. hiç haberi yoktur yaşananlardan.
Her şeyin "fetih" üzerine kurulmuş olması. toprak, ordu yönetimi, vergiler hatta eğitim sistemi bile fetih üzerine kurulmuştur. hüç bir devlet - hangi dönemde olursa olsun - sürekli fetih gerçekleştiremez, bu yüzden devletin nerde duracağını iyi bilmesi gerekmektedir. Osmanlı Devleti eğer duracağı yeri bilseydi. cihan hakimi olma sevdasında vazgeçerek daha sağlam ve daha kalıcı bir sistem kurmaya çalışsaydı. ömrü daha uzun olabilirdi. kuruluşundan daha uzun bir yıkılış süreci yaşamaz, parçalanma daha az sancılı olurdu.
her yerde izlenmesin, iyi bi fil olduğu kulaktan kulağa yayılsın insan iyice merak etsin diye mi çekilmiş bi film. lan onur ünlü kardeşim ne kadar güzel filmler diziler yaptığını, iyi kadrolarla çok güzel işler çıkardığını biliyoruz. boş bir adam değilsin belli ediyosun kendini. senaristliğini ya da yönetmenliğini yaptığın işlerden farklı bi adam olduğun belli. deli yürekten, istanbul şahidimdir'e, leyla ile mecnundan, şubat'a yaptığın tv dizilerinden biliyoruz. polis,beş şehir, celal tan ve ailesinin aşırı acıklı hikayesi'ne kadar yaptığın ya da bir şekilde ucundan tuttuğun filmleri biliyoruz. ama nedir arkadaşım senin bu izleyicilerine çektirdiğin, tamam sinema sektöründe dağıtımcılara, avm sinemacılarına kızgın, gıcık olabilirsin vizyona çıkarmayabilirsin de bari festivallere geldiğinde öyle bi gösterim yapıp gitmek ne lan! eskişehir film festivaline gelmiş film hatta sen de gelmişsin sağol teşekkürler ilgin alakan iyi ama hafta içi saat 12 de gösterim yapar, sonra da apar topar gidersen ve filmin başka bir göstermi de olmazsa biz nasıl izleyecez. işten sinema için izin mi alayım. şöyle bir iki seans olsa akşamları da izleme şansı bulanlar rahat rahat filmini görse memnun olsak iyi olmaz mı?
bak onur ünlü ya da eflatun film hanginiz sormulu ise bu iştensize sesleniyorum. avmlerdeki salonlara sokmuyorsan bari şu eskişehirde alternatif salonlarda oynasın şu film. bak mis gibi sinema anadolu var bak ne güzel hem gençlere de izleme imkanı doğar. duy sesimi eflatun film ve onur ünlü.
size tarihi öğreten tarih öğretmenine ayrı, m. kemal'i, milli mücadeleyi, cumhuriyet değerlerini kötülemeniz için kasıtlı olarak sizi yönlendiren karaktersizleri ayrı seveyim ben. m. kemal milli mücadeleyi başlatmadı zaten sığır, bunu iddia eden yok, m. kemal milli mücadelenin önderidir. işgallere karşı başlayan halk direnişini merkezileştiren, tek elden yürütülmesini sağlayan kişidir. sizi gidi mallar.
işçilerin 1 mayısta meydanlarda talep ettikleri, ülkede kimse rahat yüzü görmesin, kimsenin parası olmasın, kimse kapitalizmin yarattığı markaların ürünlerini giymesin, kimse en güzel evlerdeki garajlarında en güzel arabalara sahip olmasın, kimse en akıllı telefonları kullanmasın, kimse izin günlerinde ailesiyle güzel zamanlar geçirmesin, kimse ayda bir iki defa en lüks mekanlarda en pahalı yemeklerin tadına bakmasın, kimse çocuğunu en güzel okullarda okutmasın, kimse en lüks otellerde tatilini geçirmesin demiyor. işçiler o meydanlarda herkes ülke refahından adil bir biçimde yararlansın. herkes aynı maaşı tabi ki alamaz - sosyalizmi ya da sosyal demokrasiyi herkesin eşit gelire sahip olmasını isteyen bir sistem zanneden andavallar var hatta ülkenin tamamına yakını böle zannediyor- ama herkes çalıştığının karşılığını alsın diye yürüyorlar. işçi, emekçi meydanlarda yürürken hangi marka pantolonunun altına hangi marka ayakkabıyı giymiş, gözünde ki gözlük hangi kapitalist marka diye diye bakacağına biraz da sen sesini çıkar da sen de bir iş güç sahibi olduğunda senin bütün emeğini sömürüp üç kuruş maaşa, borç- harç içinde yaşamak zorunda kalma!