az önce hakkında gizli haberler aldığım yarışma.. aldığım haberlere göre 22 yaşında olduğu için ağlayan kız (22 yaşındayken ben de çok ağlardım anlıyorum kendisini) "küçük olduğumu sürekli vurgulanıyor" diye ajitasyon çekmeye çalışacakmış.. ama oynuyor mu tam bilemiyorum. o konuda açıklama gelmedi.
bunun üzerine dombili olan yaşlı kız (lan hem dombili hem yaşlıysan bi kere kesin haksızsın.) ileride oyları düşeceği için kendisini koruma altına alması muhtemel erkek yarışmacıya yaltaklanacakmış.
haksızlığa uğrayanlar ileriki haftalarda yükselecekmiş.. hadi inşallah.. çok üzülüyorum ben manken kıza..
bbg'de yarışmacılara cevaplamak istemedikleri soruları tekrar soruyor. eleman "ya bu konuda bişi demek istemem" deyince "peki ama halk bunu öğrenmek istiyor" gibilerinden ısrar ediyor. ablam herkesin her konuda fikri olmayabilir. zorlama işte. bence öykü de oynuyor. doğal değil..
sözlük yazarı olduğundan şüphelendiğim insan. hata yapmayacağım diye bu kadar garip vurgusuz konuşulur mu be abi? rahat ol lan biraz.. kötülemek istemem ama bence oynuyor..
daha isimleri öğrenemediğimden, şimdilik hakkında yorum yaparken isim kullanamayacağım yarışma..
hani tombul bi kadın var, yarı ingilizce konuşuyor, "okee" falan diyor ya hah işte o bence oynuyor abi.. yani hiç içten değil.. ama mesela manken sarı bir kız var, böyle hakkı bulut gibi sesi olan; onun arkasından konuşup milleti doldurdu.. attırmaya çalıştı ama kız elenmedi, iyi oy aldı..
sonra kedi suratlı bi oğlan var o da erkeklerde sonuncu mu ne oldu. onu da hiç sevmedim ben.. daha kimi tutacağıma karar veremedim. ama haksızlığa uğrayan olursa onu tutacam..
bu sezon hepisini izlemeyi kafaya koyduğum yarışma. ilkini biraz izlemiştim sonradan bırakmıştım ama bu sefer izliyeceğim. hatta "abi bunu mu izliyosun yav. yuh amuğa goyim" gibi tepkilere rağmen oturup izleyeceğim.
bunu deyip zamanında bik bik edenlerin "türkiye cumhuriyetine hizmet etmeyi şeref kabul ederim" dediklerini duydu bu kulaklar.. gün olur bunlara da "memlekete hoşgeldin" denir elbet.. böyle basit provokasyonlarla güya pek cesur görünüyorlar ama keserin sapı dönünce "kardeşilerimiz" dediklerini anında satıveriyorlar.. siz o "kardeşlerinize" terörist demeyin.. biliriz biz sizin gibilerin "kardeşliğini"..
garip şekilde yüceltilen durum..
madem o kadar yüce bişi ne halt etmeye "böyle dedim çaylak oldum krallar gibi." mealinde konuşuluyor? sanki teröri bitirmek için dağ bayır koşturmuş gibi böbürlenmenin manası ne ola ki? kaldı ki ben terörle savaşanların bile bu şekilde övündüğünü şahit olmadım hiç..
küfür edilmeyi hak ediyorlar mı? evet fazlasıyla. ama bunu matah gibi sunmak ya da bundan dolayı çaylak edilmişliği vatanpervelikmiş gibi ittirmek ancak sikik hamaset edebiyatıdır..
beri yandan.. küfür olsun mu? olsun.. isteyen istediği üslupla takılsın o ayrı.. küfüre karşı değilim..
isimdeki "irticacı" kısmı biraz saçma olmuş parti.. hadi ülkücü olanlar ülkücü olduklarını, komunist olanlar komunist olduklarını kabul ediyorlar ama ben hiç "ben irticacıyım" diyen birini görmedim..
cumhurbaşkanı olduğundan beri akp'lilerle paso ziyaretleşen cumhurbaşkanı.. ya tamam birader cumhurbaşkanı oldun ama bu kadar abartmanın bi anlamı yok yav.. habire gidilip gelinmez ki kardeşim. sıkılır insan.. necdet sezer'in açıklarını mı kapatıyorsun, nedir? yani ben şahsen başbakanlıkta görevli olsam "bak abdullah; bir-iki-üç eyvallah ama her gün de gelinmez ki yav. git köşkünde neyin yaşa." derim. trip atarım lan..
"am olsun demirden olsun sokayım tetanoz olsun" diye başlık açmak bu format denilen zımbırtıya mı ne ayrkırıymış. çok ayıp lan bu ayrımcılık. bak içim kan ağlıyor şimdi. ne yapalım? bu da atasözü.. neden yadsımaya çalışıyorsunuz.. yazık be yazık!!
"ahahahah ilahi! bu nasıl bir kıvrak zekadır" diye hayretler içerisinde kalmama sebep sloganımsı.. "hayır, madem başka sloganları neyin eleştireceksin ne halt etmeye ayrımcılığı körükleyecek, misilleme amaçlı saçma salak sloganlar atarsın bre göt lalesi" demek ister deli gönül..
geçenlerde bilmemnename denilen bir zımbırtının gazetede özetlenmiş halinden okuduğum kadarıyla, sarayda oğlancılığa yönelik bazı tavsiyeler vardı. bu arada tanım olarak; gerçekliğinden emin olmadığım hededir..
verilen tavsiyeye göre oğlancılığa meraklı saray kişisi** yaz aylarında kızlarla birlikte olmalı, kış aylarında ise oğlanlarla birlikte olmalıymış. zira kız vücudu soğuk olurmuş. bu yüzden kış aylarında iki soğuk bir arada olmamalıymış amma velakin oğlan vücudu ise sıcak olurmuş. bu yüzden de yaz aylarında iki sıcak bir olmamalıymış. yuh artık dediğinizi duyar gibiyim.. *
H: ya bugün motosikletle gelecektim baktım yağmur yağıyor ıslanırım diye vazgeçtim. yürüyerek geldim..
A: hocam boşuna deli demiyorlar size de..
H: nie lan?
A: yürüyünce ıslanmadınız mı?
H: sen de haklısın a.q.
olgular muhteviyatındaki amaç ve niyetle değerlendirilir. bu yüzdendir ki "ölüm kötüdür." önermesiyle yol alıp, "kötü olan şey yüce olur mu olm!" mantığıyla çözümleme yapan dallamaların siktir"i" boktan feveranlarının anlamlılık düzeyi pek kaale alınır ölçüde değildir. bu yüzden "siktiri! boktan" olarak değerlendirilen bu ülkeler, çoğunlukla siktiri! boktan tespitler sonucu/yüzünden "siktiri!" ve "boktan" sıfatıyla anılan ülkelerdir.
iç savaşın olduğu ülkelerde "teröristini" asker vurduğu için teröristler de "gerilla" olmaz. zira o bahsi geçen silah ve uyuşturucunun kaçakçılığını yapmak için maşa olarak kullanılan üç-beş çapulcu piç "gerilla" diye nitelenemez.
o şehit annelerinin "vatan sağolsun" demelerini cehaletlerine bağlamak ancak ve ancak kişinin kendi önkabulü, inanışı, inamayışı olabilir. hiçbir anne evladının ölmesinin acısını yadsıyamaz ve o lafı derken de, dedikten sonra da, önce de bu acıyı fazlasıyla yaşar. Buna rağmen oğlunun ölümünün; başkalarının oğullarının ölmesinin, kızlarının tecavüze uğramasına, insanların zulüm görmesine engel teşkil ettiğini düşünerek "vatan sağolsun" der. Zira o "vatan" diye tabir edilen topraklarda oturduğu yerden ahkam kesip, ota boka feveran etmeyi bir bok sanan, s.ke sürülmeyecek güya tespit ve tepkileriyle bir s.kim yaptığını, güya kardeşliği ve barışı vurguladığını zannedenler ya da öyle lanse etmeye çalışanların da g.tünü kollayan oğlunun ölümünü yüceltmeyi ve acısını içine gömmeyi yeğler de çıkıp; böyle tiğniyetsizler palazlanmasın, ota boka bik bik edip acısını ve haykırışını kendi emellerine alet etmeye çalışmasın diye bir şey demez. sadece "vatan sağolsun" der.
"vatan sağolsun" diyen bir şehit annesinin bunu deme sebebini hayatında ilk defa önemsenmiş olmasına, mikrafona konuşma hevesine, popüler olma, ünlenme hevasına bağlanmakta.
Çıkıp evladı ölen bir annenin duygularından dem vurup, bik bik edip içlerinden kendi istediği gibi konuşmayanları ünlü olma, mikrafona konuşma hevesinde cahil cühela takımı olarak görenler, nasıl bir niyet okurlukla ya da "acı ölçerlikle" bu sonuca varmışlar merak ederim.
Eğer bu şekilde insanları cehaletle, mikrafona hevesliliğiyle suçlamak bu kadar basit ve meşruysa ben de böylelerinin sırf tepki çekerek ünlü olmak, iki kişiden oy almak, güya tepkili ve hassas görünerek şu s.kik net aleminde azıcık daha fazla tanınmak amacıyla soyatarılık yaptıklarını söylersem, "nerden bildin?" diye bir soruyla karşılaşmam herhalde. ya da aynı bunlar gibi düz mantıkla yola alıp; "bu gibilerin alayı bölücü şerefsizdir. pkk sempatizanı p.çler ve pkk uşağı yavş. klardır." desem genelleme yapmakla suçlanamam herhalde.
ülkelerde ölmümn yüceltilmesinden öte, bazı durumlarda ölümün yüce olması vardır. Her ne kadar "ben inanmıyorum şehadete, kutsiyete, yüceliğe." diye hoplanıp zıplansa da bu ne bugün var olmuştur ne de bugün süper alim! bir zırtapoz bik bik etti diye son bulacaktır.
zira evveliyatından beri insan, yek et ve kemikten ibaret bir sosyal hayvan değildir. zira insanların, bilinen 5000 yıldan beri, süregelen manevi değerleri vardır ve muhtemelen böyle de devam edecektir. zira sırf bu coğrafyada veya sırf "siktiri! boktan" ülkelerde ve sırf bu zamanlarda değil; her coğrafyada, ülkede, her daim bu meneviyat devam edegelmiştir.
bugün "siktiri! boktan" olmayan! ülkelerin hangisine giderseniz gidin; vatanını, kardeşini, anasını, babasını, birlikte yaşadığı insanları korumak adına ölenlere saygı duyulur. o insanlar yüceltilir, o insanlara dua edilir, mum yakılır, külleri denize atılır, toprağına su dökülür. bunun için de illa şehadete inanmak bir dogmaya inanmak da gerekmez. hiçbrine inanılmasa dahi o ölenler hayırla anılır, arkasından şiir yazılır, şarkı söylenir.
ve bunlar ülkenin veya halkın siktiri! boktan olmasından değildir. o insanların vefalı olmasından ileri gelir. o insanların değerleri uğruna ölen insanlara saygı duymasından ileri gelir. Kısacası insan olmalarından ileri gelir.
elbette her daim götü rahat olan bazıları çıkıp, bunları hor görmeye ve cehaletle ilişkilendirmeye çalışabilir. onun götünü kollayanları, onun için ölenleri ve ailelerini cehalatle suçlayıp, o ileri dehasıyla! eleştirebilir. onlar da insandır!!!
onlar da güya ölümün yüceltilmesine, bazılarının menfaatine hizmet ettiğindenmiş gibi tepki veriliyorlardır!!
sormak lazım; vatanı için ölenlerin, senin ananı bacını üç beş çapulcu s.kmesin, sen rahat yaşa diye ölenlerin suçu ne peki? bundan rant elde edenler olduğu ima ediyorsan, ne skime gidip oğlunu şehit veren analara dil uzatıyorsun? madem o kadar tepkilisin, neden çıkıp o rant elde edenlerin ismi üzerinden konuşmuyorsun? ne halt etmeye o pek kızdıklarına! ses edemezken, sadece skik imalar yapacak kadar cesaret edebilirken, ölen askerlere ve ailelerine bik bik ediyorsun?
iki satır girizgah yapıp sonra rotayı garibana çevirip üstüne bir de cellallenmiş havasına bürünerek adamlık taslamakla ancak bu kadar oluyor işte.
hoş, o insanlar ve ailelerinin feda ettikleri de zaten bu toprağın kendisinedir. her ne kadar bundan faidelenip üzerinde yaşasa da hakaret etmeyi maharet bilen üç-beş ciğersiz için ölmeyi düşünmemişlerdir herhalde.
edit: sanırım küfürlü sözleri sansürlemem icab ediyormuş öyle yaptım ben de.. ne değişecekse!!
ancak sevgiliyi kafatasi yapisindan ve basinin üzerinden taniyabilecek duruma gelindiyse mümkündür. O kadar içli-disli olunduysa zaten birak aldatsin. hakkidir..
balikesir'in bir beldesi. konumu itibariyle oldukça sicak bir yer olmasini umulurken, denizden esen rüzgarla serin ve nemli bir havasi oldugu görülünce biraz sasalanir. girisinde hayvan gibi "akçay'a hosgeldiniz" yazar. kaldirim degistirmek disinda belediyenin bir icraatina sahit olmadim sahsen. yazlari nüfusu 20 misline kadar cikabilirken, kislari itlerin cirit attigi bir yerdir ve kisin hiç cekilmez. bir de eser ki ayazi çok pistir. insanlar genelde dandik internet kafelerde ve kisin iyice izbelesen ve loslasan cay bahçelerinde ömür tüketir. denizi fena degildir ama kumsali boktandir ve dardir. "ulan tatil yapilacak onca yer var buraya ne halt etmeye geldim?" hissi uyandirir insanda. özellikle meydanda akçay icin yazilmis bir siir var ki birisine "siir yazma siç" deseler herhalde daha edebi ve estetik olurdu. O siiri kim yazdiysa edebi anlayisina tükürmek istiyorum. Esnafi kazikçi, gece hayati sikici denebilecek kadar dandiktir. Genelde emeklilik hayati sürmek üzere tasinanlardan olusan bir nüfusu vardir. sahsen yogun bir dogal güzellik falan gözlemlemedim. olanin da "modernlesme" kaygisiyla götüne koyulmus afedersin. hatta zaman zaman "ulan neden böyle bir yer var?" diye sorarim kendime? bayagi, gereksiz bir yerdir akçay. Olmasa içinde yasayanlar bile kayboldugunu fark etmez. Ulan ben de bir yeri sevmedim mi sevmemekle kalmayip nefret de ediyorum ama objektif baksan da sikko bir belde iste. Niye bu kadar abartilir, "amanin akçay'da ask baskadir" pozuna girilir bilmem. Ama duraganlik ve statüko arayip, "ulan buraya geldim ama ne halt yemeye geldim ben de hatirlamiyorum." demeyi göze alanlar için ideal.
girdigi hanlarda kendisi çorba içip köpegine ziyafet çeken kisi. soranlara "bu köpek benim nefsimin temsilidir. o doymali ki bana zarari olmasin." babinda cevap verir.
"en'el hakk" sözünden farkli çikarimlar yapmak mümkündür. bir yorum ise söyledir; ben tanriyim, onun bir suretiyim, onun sifatlariyla bezeliyim. lakin onun haricinde var degilim. ondan gayri ve bir basima bir varlik degilim. "o ve ben" yok. o tek olandir. her şeydir. ben de bu "her şey"ligin dahilinde aslinda "O" yum. haricinde ise yokum.
iş görenin çalışma koşullarını karlılık, fayda, verim gibi kıstaslar göz önüne alınarak iyileştirilmesidir. ergonomik düzenleme yapılacak bir çalışma ortamında, bunun yapılabilirliği araştırıldıktan sonra, getirisi (artan verim, azalan aksamalar, çalışma kanunlarına uygunluk) ve götürüsü (maliyet, diğer çalışma alanlarına etkisi, uyumsuzluk sorunları) hesaplanarak optimuma ulaşılmaya çalışılır. örneğin en basitinden bir iş görenin ortamdaki ses/gürültü seviyesinden etkilenmesinin anlaşılması adına öncelikle bir takım testlere bakılarak duyma kaybı olup-olmadığı veya bunun ses seviyesinin standartların üzerinde olup-olmadığı, üzerindeyse iş görene kısa ve uzun vadedeki etkileri araştırılır. bu durum iş gören için bir sıkıntı yaratıyorsa çeşitli önlemler mümkün olduğunca alınır. mesela kulaklık kullanmaya teşvik, iş makinalarının etrafına yalıtıcı malzeme vs. uygulamalarla ses düzeyi istenen seviyeye çekilmeye çalışılır.
ya da çalışma pozisyonu sorunu için uygun alet edavat kullanımı da ergonomik düzenlemeye örnektir. bir iş görenin bir işi yaparken maruz kaldığı zorlanma hesap edilir ve bu zorlanmanın orta veya uzun vadede iş görenin sağlığına etkileri düşünülerek oturak, dayanma aparatı, çok amaçlı tezgah vs. alet takviyesiyle bu sorun giderilmeye çalışılır. ancak bu ölçümler için is analizi, is etudu, metot etudu gibi çalışmalara da ihtiyaç duyulabilir. diğer yandan ölçümlerin yapılabilmesi, çeşitli işler için (kaldırma, itme, kavrama, taşıma) geliştirilen; boya kiloya, yaşa, tecrübeye, cinsiyete göre belirlenen bazı hareket ve zaman standartlarıyla da mümkün olabilir. bu standartlarla iş görenin maruz kaldığı zorlanma hesaplanarak, o iş için belirlenen sınırlar içerisinde olup olmadığı anlaşılabilir.
ancak başlı başına belirlenen standartlar ve kağıt üzerindeki sayılar yeterli olmayacaktır ki bu durumda iş gören ile görüşme ve anket gibi iki yöntemle (genelde ikisini de uygulamak daha iyidir.) veriler daha ayrıntılı ve doğruya yakın olacaktır. tabi bu anket ve görüşmeler için kullanılacak kişiler hem organizasyon içinden (ki işe aşina olan birileri daha iyi sonuç alır ve profesyonel yaklaşır) hem de organizasyon dışından (ki organizasyon dışından birileri daha obejktif olabilecektir.) seçilmelidir ki daha sağlıklı veriler elde edilsin.
ergonomik bir çalışma her zaman insan faktörü lehinedir. bu da işveren ve yöneticilerin menfaatleriyle çelişebilir. bu çalışma yapılırken yatırımcı ve yöneticilerin menfaatleri göz önüne alınmadığı sürece uygulamaya ikna edilmeleri çok zordur. bu yüzden yapılan çalışmanın amacı çok iyi açıklanmalı ve getirisi çok iyi anlatılmalıdır. zira iyi yapılan bir ergonomik çalışma hem organizasyona fayda, kısa sürede maliyetin ve götürülerin amorti edilip kâra geçilmesi hem de iyi koşullarda çalışan iş görenler anlamına gelir.
bugün türkiye'de çalışanların köle olduğu inancında bir çok işveren ve yönetici mevcut olduğundan uygulama alanı oldukça azdır. mesela ergonomiyi sadece lüzumsuz gider olarak gören, bazı para babası olmak dışında hayatta başka insani özelliği olmayan hayvanatın bunu hemen anlamasını beklemek fazla iyimserliktir. hele hele ilk bakışta görülen iş gücü kaybını görüp bir düzenlemeyle verimi en az %30 arttırabileceğiniz onlarca işletme olmasına rağmen bunu anlatamadığınızdan uygulamayı yapmanız imkansız hale gelebilir. bu yüzden bu hayvanlara işin maddi yönünü vurgulayıp kısa sürede masrafı amorti edeceğini ve kâra geçeceğini vurgulamak en iyisidir. zira onlar için iş görenin çalışma şartları, insanlık, moral, mutlu çalışanlar, sağlıklı insanlar gibi kavramların zerre önemi yoktur.
önyargıları kırabilen bir kişi için ergonomik çalışmada başarı şansı çok yüksektir.
ancak ülkemizde ne yazık ki iş görenlerimizde de bazı önyargılar mevcuttur. mesela çalışma koşullarından nasıl etkilendiğini ve nasıl verimini arttırabileceğinizi anlamaya çalıştığınız bir iş görenden aldığınız bilgilerin doğruluğuna %100 güvenmek çok zordur. zira kendisi çalışmasının kontrol edildiğini düşünerek, işten atılmkatan korkarak, patrondan çekinerek, kendisine artık gerek kalmayacağını düşünerek aleyhine uygulandığını sandığı bir ergonomik çalışmaya hoş bakmayacak, gerekirse yanlış bilgi vererek baltalamaya çalışacaktır. ayrıca çalışanların statükoya bağlılıklarını göz önüne almak lazımdır. zira yeni düzenleme demek kendisi için bazen sıfır tecrübeyle işe devam analmına gelebilir ve bu da kendi lehine bir düzenlemeye rağmen tecrübeli olduğu eski uygulamasını seçmesi demek olabilir.
hele hele sakın ha sakın ustabaşıyı veya iş görenden sorumlu bir üst çalışanı by-pass ederek direkt iş görenle muhattab olmayınız. zira "ulan beni sallamıyorlar. ben gereksiz miyim?" psikolojisiyle aleyhinize çalışacak bir ustabaşı demek o ergonomik düzenlemenin daha baştan zora girmesi ve belki de başlamadan bitmesi demek olacaktır. (ayrıca bu sadece ergonomik düzenleme için değil bütün organizasyonel düzenlemeler için geçerli bir kuraldır.) zira kızgın bir ustabaşı ormanda on kaplan gücündedir. iş görenden tut da yöneticiye ve hatta işverene kadar herkesi aleyhinize doldurup düzenlemenizi mahvedebilir.
bütün bunları göz önüne alarak bir ergonomik düzenlemeden önce bunun işverene, yöneticiye, iş görene getireceği bütün faydalar analtılmalı ve organizasyon dahilindeki ilgili herkes ikna edilmelidir. ondan sonraki veri toplama sürecinde ise aldığınız cevapların doğruluğuna net olarak güvenmemeyi düstur edinmek gerekir.
şimdi uygulamada veri toplama için önemli nüanslara gelelim;
işverene veya yöneticiye söylenecek "işçilerin çalışma koşullarında iyileştirme lazım" lafı her zaman "siz işçilere köle muamelesi yapıyorsunuz." anlamına gelir. bu yüzden "işçilerin vermini arttırmak ve daha çok kâr elde etmek için çalışma koşullarında düzenlemeye gitmemiz lazım." şeklinde cümleler kurulmalıdır.
iş gören sorulacak "abi nasıl çalışırken zorlanıyor musun?" sorusu ise bu haliyle her zaman "sen bu iş için yeterli misin?" manasına gelir ki "hayır zorlanmıyorum" klasik cevabını almaktan kurtulamazsınız. zira o an iş gören işinden olma korkusu yaşayabilir. bunun önüne geçmek için "uygulayacağımız bazı düzenlemelerle bu işte çalışanın iş yükünü azaltmamız lazım. zorlanıyorsanız bunu belirtmeniz sizin faydanızadır. mesela beliniz, ağrıyor mu, duyma sorununuz var mı? patron sizi sağlık kontorlüne göndermiyor mu?" kabilinden laflar çalışandan yana olduğumuzu vurgular. bir de yapacağımız düzenlemelerin asla işçi azaltmaya yönelik olmadığını iyi anlatmamız lazım.
usta başına söyelenecek "işçilerle görüşmem lazım" lafı ise "seni sallamıyorum. bir halta yaramıyorsun. sen aradan çekil de biz işçilerle muhattab olalım" manasına gelir ki belirttiğim üzere en tehlikeli sözlerden birisidir. zıvanadan çıkmış bir ustabaşını kendinize düşman etmeyi hiçbir akil beşer istemez, isteyemez. zira işte o noktada bütün büyü bozulur, baltalar gömülü olduğu yerden çıkar, savaş boyaları sürülür.
bu yüzden bu kilit elemana "abi işçilerin sorunlarını anlamamız lazım. ama biz pek işçinin dilinden anlamayız. sen bize yardımcı ol. işçilerle aramızda aracı ol ki rahat çalışabilelim." gibi laflar kullanalım ki ustabaşını saflarımıza çekebilelim. böyle yaparsak aslında o on kaplan gücündeki ustabaşının o sert görünüşünün altında, altın bir kalbi olduğunu, bir hulusi kentmen, bir münir özkul olduğunu anlayacağız..
(ayrıca ergonominin diğer bazı çalışma alanları ise nem, vibrasyon, tozluluk, ışık, sıcaklık vs. dir)
bütün bu nüanslardan sonra ergonomiciler unutmasın ki; ergonominin amacı ve ilgi alanı insandır. ergonomi, patrondan, satıştan, üretimden ve hatta kârdan ve verimlilikten önce ilk olarak insanı hedef alır. ergonominin değer hiyerarşisinde ilk insan gelir. bu yüzden kâr, gelir, verim maksimizasyonundan önce, iş gören insanın moral, sağlık, rahatlık maksimizasyonu düşünülmelidir. şu kodumun küresel ekonomisinde ve robotlaştırılan çalışanla yol alan yeni dünya endüstrisinde insanı düşünen tek siz varsınız ve tek sizin ilgi alanınızdaki disiplin bu amaca amade.
hal-i hazırda yazarı olduğum sözlük. girilen entry sayısı oldukça düşük olmasına rağmen okuması keyif veren entrylerin bol olduğu sözlük. severiz, sayarız..
zerre kadar umrumda olmayan ve kim olduklarını sallamadığım ünlülerdir. hani derdim ünlü düşmalığı da değil. sadece herkesin yazar olduğu bir yerde başka sıfat ve özellikleri umursamıyorum ve sırf bu yüzden şirinlik yapacakların türeyeceğine olan inancımdan gerçek yaşamlarında kim olduklarının açığa çıkmasının midemi bulandıracağını düşünüyorum.
i. melih gökçek'in marifeti. su kesintisiyle su tasarrufu yapılabildiğine inanan bir belediye başkanına sahibiz.
iyi de sen açtığın gün 50 tonluk depoyu dolduruyor bizim apartman yöneticisi. millet de kesik olduğu günler su bulabilmesine rağmen kıtlık psikolojisiyle su geldiği gibi "aman depo suyu değil bu" mantığıyla hamam sefası yapıyor, aqua park işletmecisi gibi kullanıyor.
hele yeterli deposu olmayanlardan duyduğum kadarıyla, o psikolojiyle günde 25 defa duş alan, aman sular kesilir diye 2 yıldır yıkamadığı arabasını yıkayan, duvarları sabunlayıp durulayan varmış. yapma melih akıl işi değil bu.
zamanında akp'ye yaltaklanacam diye televizyonlarda anket açıklayıp siyaset peşinde koşacağına, programlarda halkı bilinçlendirip aylar öncesinden insanları teşvik edecektin. şimdi yumurta kapıya dayandı suçu yağmura atıyorsun..
madem öyle kes lan tayyip'in ve meclisin sularını. sade millet değil vekili de çeksin bakalım bu kadar şirin gözükebilecek misin akapeye!!