akliiselim
227 (ilaç gibi)
sekizinci nesil silik 4 takipçi 68.95 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    kandahara yolculuk

    1.
  1. iranlı yönetmen mohsen makhmalbaf'ın cannes ekümenik jüri ödülü almış ve altın palmiye'ye de aday olmuş 2001 yapımı filmidir.

    film
    "film , nafas adlı afgan asıllı kadının kandahar'da yaşayan kız kardeşinin hayatını kurtarma çabalarını anlatır. nafas , 20.yy'ın son güneş tutulmasında intihar edeceğini açıklayan kardeşini durdurmak zorundadır ve bu amaçla haftalar sürecek bir yolculuğun getireceği bütün tehlikelere aldırmaksızın onun yanına gitmeyi göze alır. bu noktada hikayemizdeki kahraman zamanında kanada'ya göçmüş olan avrupai bir kadın olan nafas'tır. kız kardeşi ise onun kadar şanslı olamamıştır. nafas ve ebeveynleri ülkeyi terk ettiklerinde o arkada kalmış ve bir yer mayını yüzünden ayaklarını kaybetmiştir.

    kız kardeşi intihar edecektir ;çünkü ona göre bu topraklarda umut kalmamıştır. dünya'nın bütün güzellikleri, yeni doğan güneşin getirdiği umuda uyanış karanlıkta kaybolacaktır. bu ruhani açıdan büyük bir olaydır ve olağanüstü bir durumla ilişkilendirilmesi belki de bu yüzdendir. her yer karardığında dünya bir daha doğmayacak bir güneş gibi tanrıya dönecektir. kardeşinin ışığı işte o zaman sönecektir."

    Taliban rejiminin kadınlar üzerinde kurduğu baskıyı ve kimliksizleştirme konusunu işlemiştir * ancak film bir batılının gözünden bakmıştır ya da batı medeniyettir kompleksine girmiştir. * amerlikalı eski asker bir doktor iyilik dağıtır o topraklarda mayına basan insanlara bacak dağıtan yardım edende yine batılıdır ve nafas o da batı yüzü görmüş bir kadındır bir çok kadından daha güzel olduğu filmde açıkça görülüyor gerek cesareti gerek zekası her şeyiyle bambaşka. belki bu da batıya ait batının elinden çıkan güzeldir gibi bir şey yansıtılmak istenmiş olabilir sonra o topraklarda yaşayan insanları gösterdiklerinde hepsi paragöz insanlar kurnazlıkta ustalar. film izlenmeli iyi irdelenmeli düşünülmelidir.

    izlemek isteyenler için:
    http://www.izlebizle.net/...olculuk-filmini-izle.html
    1 ...
  2. aşk felsefe ve reddedilmek

    1.
  3. "Biz, doğanın en büyük karmaşasıyız.

    Sadece dünyanın değil evrenin sırrını da insanın içinde taşıdığına inanırım ben.

    Bu sırrın şifresi de zıtlıklarda, “akılla duygunun çarpışmasında" saklı.

    Duyguları küçümseyen hiçbir filozof o şifrenin kilidini bulamayacak bence.

    Sanırım felsefenin çaresizliği de, en sıradan aşığın bile bildiği duygusal kaosu kendi “mantığının" parçası haline getirememesinde yatıyor.

    Her şeyin “kendi zıddıyla birlikte varolduğuna" inanan o eski öğretinin öğrencilerindenim ben. Evrendeki her maddenin ve duygunun mutlaka bir de zıddı olduğuna inanırım.

    Hayat varsa ölüm de vardır.

    Gece varsa gündüz de vardır.

    Akıl varsa akılsızlık da vardır.

    Sevgi varsa nefret de vardır.

    Hiçbir şey, zıddı olmadan varlığını sürdüremez.

    Filozoflar biliyorsunuz dünya tarihinin en akıllı insanları arasındadır.

    Onların sahip olduğu aklı dengeleyecek kadar da akılsızlık her zaman kendine tarihte yer bulmuştur.

    Ama işin en hoş yanlarından biri, akılsızlığın bazen aklın tam da dibinde ortaya çıkmasıdır.

    Binlerce yıl boyunca hayatın, evrenin, insanın sırlarını arayan filozoflar kendi akıllarının tam zıddı, akılsız bir küçümsemeyle “aşk" konusuyla hemen hemen hiç ilgilenmediler, insanın en temel duygularından birinin varlığını "önemsiz insanlara ait" bir mesele gibi gördüler.

    Aklın ve mantığın büyüsüne öylesine kapılmışlardı ki “duygular álemini" neredeyse tümüyle kendi sistemlerinin dışında tutmuşlardı.

    Sadece mantıktan oluşmuş “duygusuz" bir dünyanın sırlarını çözmenin peşine düştüler.

    Evrenin bazı sırlarını sezseler de “insan" onlar için bir sır olarak kaldı.

    Aşk konusunu felsefenin sınırları içine çeken ilk filozof Arthur Schopenhauer oldu.

    Huysuz ve karamsar bir adam aşkın sırlarını aradı.

    Neden filozof olduğunu açıklayan sözleri bile karamsarlığını gösteriyordu:

    - Hayatı yaşamak üzüntü verici bir şey… Ben de hayatımı, hayat üzerine düşünerek geçirmeye karar verdim.

    Felsefeyle ilgilenmeye başladığında kendisinden önceki filozofların aşka hiç önem vermemiş olduklarını şaşırarak fark etti ve bu şaşkınlığını da yazıya döktü:

    "insan yaşamında bu denli önemli rolü olan bir meselenin şimdiye kadar filozoflar tarafından neredeyse tümüyle görmezden gelinmesi ve en işlenmemiş, en ham haliyle önümüzde durması bizi şaşırtmalı."

    Aslında belki o kadar da şaşırmamak gerekiyordu.

    Çünkü aşk ortaya çıktığında “mantığı" yok ediyor, mantıklı düşünme düzenini parçalıyor, aklın kavrayamayacağı tuhaf bir kaos yaratıyordu.

    Felsefenin “mantık tutkusu", bu mantıksızlığın kapısından geçemiyor ve bu anlaşılması zor karmaşayı yok saymayı yeğliyordu.

    Doğrusu ya birçok filozof eğer bu alana el atmış olsaydı felsefeden ziyade mizaha katkıları olurdu diye düşünüyorum.

    Düşünsenize, “Saf Aklın Eleştirisi" kitabını yazan ve hayatında bir tek kez bile bir kadınla olmamış Kant, “Saf Duygunun Eleştirisini" yazsaydı nasıl bir kitap çıkardı ortaya.

    Bazı filozofların hayatlarına girmemiş olsa bile “aşk" her yerdeydi Schopenhauer’a göre:

    "Aşk en ciddi işleri sekteye uğratır, hatta en büyük zihinleri bile karıştırır. Devlet adamlarının müzakerelerine, bilim adamlarının araştırmalarına burnunu sokar. Bir yolunu bulup bakanlığa ait evrakların arasına, filozofların müsveddelerinin arasına, küçük aşk mektupları, saç lüleleri iliştirir."

    Aşkın, mantığın düzenini bozan gücünü nereden aldığını merak ediyordu.

    Diğer canlılarla kıyaslandığında insanın mutlak üstünlüğünü sağlamasına yol açan “mantık" neden böylesine kolay yaralanıyordu.

    Filozofların hayatın en büyük değeri olarak gördükleri mantık karşısında aşk neden böylesine güçlüydü?

    Ve Schopenhauer, “mantığın" aşk karşısındaki yenilgisine “mantıklı" bir neden buldu.

    Bu huysuz filozofa göre bütün insanlarda bir “yaşama iradesi" bulunuyordu.

    Yaşama iradesi de, insanın doğasındaki hayatta kalma ve üreme güdüsüydü.

    Aşk da bu "üreme güdüsünden" kaynaklanıyordu.

    "Bütün aşk maceralarının nihai amacı bir sonraki kuşağın oluşturulmasından, insan ırkının gelecekteki varlığının sağlanmasından başka bir şey değildir" diye yazıyordu.

    Bu "üreme" isteği bilinçaltımızda saklıydı ve aklımız buna müdahale edemiyordu.

    Tam aksine, bilinçaltına saklanan bu güdünün kölesi haline geliyordu.

    insanlığın devam etmesini sağlayan “güdü" elbette tek bir insanın “mantığından" daha güçlüydü.

    Peki, bilinçaltında gizli olan bu güdü, aşık olacağımız insanı nasıl belirliyordu?

    Niye ona değil de öbürüne aşık oluyorduk?

    Neden birine karşı ifadesiz gözlerle bakarken diğeri için hayatımızı altüst etmeye razı oluyorduk?

    Bunun da “mantıklı" bir nedeni vardı Schopenhauer’a göre.

    "Herkes kendi zayıflıklarını, kusurlarını, türün özellikleriyle farklılık gösteren yanlarını başka bir birey aracılığıyla düzeltmeye, yani dünyaya gelecek çocuğun aynı kusurları taşımasını önlemeye çalışıyordu."

    Hepimiz, kendi fiziksel ve ruhsal kusurlarımızı dengeleyip düzeltecek birini arıyorduk farkına varmadan, böylece çocuğumuz bizim kusurlarımıza sahip olmayacaktı.

    Korkaksak cesur birine aşık oluyorduk.

    Kısaysak uzun boylu biri bizi çekiyordu.

    Dağınıksak disiplinli birini seviyorduk.

    Aşk, insanoğlunun kusurlarını gidermeye yönelik bir araçtı.

    Ama doğanın bize oynadığı bir oyun da vardı filozofa göre, en “sağlıklı" çocuğu yapmamıza yarayacak olan “eş" her zaman bizim “mutluluğumuzu" sağlayacak eş olmuyordu.

    Onunla sağlıklı bir çocuk yapıyorduk ama genellikle ruhumuz öksüz kalıyordu.

    O yüzden evlilikler çoğunlukla mutsuz birlikteliklere dönüyordu bir zaman sonra.

    "Gelecek kuşak şimdiki kuşak pahasına yaratılır" diyordu.

    Çünkü, “evlilikte asıl istenen şey, zekice sohbetlerle vakit geçirmek değil, çocuk dünyaya getirmektir."

    Aşkı, üremenin aracı olarak gören bu yaklaşım, insanların en çok yaralandığı “reddedilme" konusuna da bir açıklama getiriyordu.

    Bazen hoşlandığımız biri bizim isteğimizi geri çeviriyor, bizi sevmiyor, bizden uzaklaşıyordu.

    Böyle durumlarda egomuz hırpalanıyordu, kendimizi eksik hissetmemize yol açıyordu.

    Halbuki bunun da basit bir nedeni vardı.

    O “bizim için" en sağlıklı çocuğu yapacağımız eşti ama biz “onun için en sağlıklı çocuğu yapacak eş" değildik, onun bilinçaltı bunu sezdiği için bizi reddediyordu.

    Sevilmeyecek biri olduğumuzdan değildi bu.

    Sadece “o insan" için sağlıklı bir çocuk yapmaya uygun bir eş olmadığımızdandı.

    Aslında Schopenhauer’ın bu teorisi “kendi içinde" mantıklı bir yapıya sahipti.

    Belki de bu yüzden de çok taraftar buldu.

    Bugün bile hálá aşk ilişkilerini "üreme güdüsüyle" açıklamaya yatkın epeyce insan bulunur.

    Ama bu “mantıklı" yaklaşımı yazarken Schopenhauer’ın aklına gelmeyen başka bir konu vardı.

    Eşcinseller.

    Eğer aşkın tek nedeni "üreme güdüsüyse" nasıl oluyor da asla üreyemeyecek olan aynı cinsten insanlar birbirlerine aşık oluyorlardı?

    Andre Gide, cinselliğin ve aşkın tek amacının üreme olmadığını anlatabilmek için “Corridon" adlı bir kitap yazmıştı.

    Bir ömürde yaklaşık beş bin defa sevişebilen insanların bunun tümünü "üremek" için yapamayacağını söylüyordu.

    Başka bir “güdü" daha çıkıyordu ortaya.

    Haz.

    Hiçbir sisteme girmeyen, hiçbir mantıkla uyum sağlamayan o müthiş duygu.

    insanı her kim yaratmışsa, yarattığı canlının “saf mantıkla" anlaşılamayacak kadar karmaşık olmasını arzulamış.

    insanın yapısına mantığı yerleştirirken onun yanına da mantığı allak bullak eden duyguları eklemiş.

    Schopenhauer’ın belki de en haklı olduğu konu, aşkın felsefenin sınırları içine girmesi gerektiğini söylemesi.

    Çünkü aşkı anlamadan insanı anlayamıyorsunuz.

    Aşkı da “mantıkla" çözmek mümkün değil.

    insan ruhunda birbirinin zıddı olarak sürekli olarak birbirini etkileyen, değiştiren akılla duyguyu, mantıkla hazzı, kuralla kuralsızlığı bir bütün olarak görmeden, bunlardan birini inkar etmenin ya da küçümsemenin diğerini de yok sayıp küçümsemek anlamına geleceğini kavramadan, binlerce yıldır merak ettiğimiz içimizdeki karanlığı aydınlatmak belli ki çok kolay olmayacak.

    Biz, doğanın en büyük karmaşasıyız.

    Sadece dünyanın değil evrenin sırrını da insanın içinde taşıdığına inanırım ben.

    Bu sırrın şifresi de zıtlıklarda, “akılla duygunun çarpışmasında" saklı.

    Duyguları küçümseyen hiçbir filozof o şifrenin kilidini bulamayacak bence.

    Sanırım felsefenin çaresizliği de, en sıradan aşığın bile bildiği duygusal kaosu kendi “mantığının" parçası haline getirememesinde yatıyor."
    0 ...
  4. bir ev kadının anotomisi

    1.
  5. "Evrendeki haraketin durmak bilmeyen devinimine karşın , hala insanoğlunun bitmek bilmeyen mücadelesinin kaçıncı neferiyim marla ?

    Söylesene bana ?

    Bak uzaya inşa edilen üstler ,genetik mutasyonlar ,kıçındaki pürüzlü yüzeyler için icat edilmiş selülit kremleri ,Politik sosyal doktrinler ,Sesten hızlı uçaklar . Bunlar insanlık tarihin büyük evrimi ama sorarsan üst komsumuz ayşe teyzeye bunlar onun için pekbir anlam ifade etmiyicek.

    Bence teknolojik ve sosyoljık evrimin ayşe teyzeye kattıgı , izlediği tv boyutlarının değişmesi oldu.

    52 ekrana bakan ayşe teyzenin ,içinde dönen kaosta yaşadığı ,ataerkil argümanlar ,monoton sex hayatı ,çamaşır ipine astığı perdeleri , yerleri kaç derecelk açı ile süpürdüğünün farkındamısın ?

    O kadın o kadar çok acı süpürdüki yerden , O kadar uzaklara eğildiki bidaha olamadı eskisi gibi hayat böyledir adam ,bir fayişe içince mahallemizin sevecen güleryüzlü ayşe teyzesi içinde …

    102 ekran full hd tv si var artık .Ama o ekrana bakan gözlerin içindeki kaos hala aynı çatışma sürecinin içinde .

    Zaten eve mahkum edılmıs bır kadının bence dunyaya acılan penceresı tv sıdır.Dusunsene Marla dısardakı kinetiğe dahil olmadan içindeki potansiyeli bir cam ekranın önünde heba etme .

    Bu biraz geçmişin günahkar elleriyle örülen bir yol .insanların doğumlarını ,doğum ile gelen kaynaklarını seçme hakkı yoktur .Babanın testislerinden yayılan sayısı hücreden birinin ,annenın yumurtalıklarında ipi göğüslemesi bir şampiyon gibi karşılanman ,kıçına yediğin bir tokatla rüyadan uyanman ,Ve sana sunulanlardan bır hayat yaratman çok adil bir oyun olduğuna inanmıyorum .

    Tv karşısında heba edilen ömürlerin yürüdüğü yollardan yürümek lazım .Çünkü söylersin hep yolu bilmekle yolda yürümek farklı şeylerdir.

    Sana bir soru sorucam ?

    Bir uçaktasın yanında hamile bir kadın var .Uçak havalandıktan sonra ,kadının sancıları başlıyor ve acildoğum gerçekleşiyor.Bu sırada uçağın kaptanı kalp krizi geçiriyor .Ve uçak düşmeye başlıyor .

    Sen tanrı olsaydın mucizen ne olurdu ?"
    1 ...
  6. islam ve gerikalmışlık

    1.
  7. "Dünyada yalnızca 14 milyon Yahudi var, Kuzey ve Güney Amerika’da yedi milyon, Asya’da beş milyon, Avrupa’da iki milyon ve Afrika’da 100,000 kişi.

    Tek bir Yahudiye 100 tane Müslüman düşmektedir. Buna rağmen Yahudiler tüm Müslümanların toplamından yüz kez daha güçlüdürler. Nedenini hiç merak ettiniz mi?

    Tüm zamanların en etkin bilim adamı ve Time dergisi tarafından “Yüzyıl’ın Adamı” seçilen Albert Einstein bir Yahudiydi. Psikanalizin babası Sigmund Freud bir Yahudiydi. Karl Marx, Paul Samuelson ve Milton Friedman da öyle.

    işte size ürettikleriyle tüm insanlığa zenginlik katmış olan Yahudilerden bazıları:

    Benjamin Rubin insanlığa aşı iğnesini verdi. Jonas Salk ilk çocuk felci aşısını geliştirdi. Albert Sabin çocuk felci aşısını daha da geliştirdi. Gertrude Elion lösemiye karşı ilacı verdi. Baruch Blumberg Hepatit B aşısını geliştirdi. Paul Ehrlich frengiye karşı bir tedavi buldu. (cinsel temasla bulaşan bir hastalık).

    Elie Metchnikoff bulaşıcı hastalıklarla ilgili çalışmalarıyla Nobel ödülü kazandı. Bernard Katz nöromüsküler iletişim (kas -sinir sistemi arası iletişim) alanında Nobel ödülü kazandı. Andrew Schally endokrinoloji (metabolik sistem rahatsızlıkları, diabet, hipertiroid) Aaaron Beck Cognitive Terapi (akli bozuklukları depresyon ve fobi tedavilerinde kullanılan psikoterapi yöntemi) geliştirdi. Gregory Pincus ilk doğum kontrol hapını geliştirdi.

    Gerald Wald insan gözü hakkındaki bilgilerimizi geliştirerek Nobel ödülü kazandı. Stanley Cohen embriyoloji (embriyon ve gelişimi çalışmaları) dalında Nobel aldı. Willem Kolff böbrek diyaliz makinesini yarattı.

    Müslümanlar da dahil tüm hastalar Yahudilerin bu buluşlarından yararlanıyor, sağlığına kavuşuyor.

    Peter Schultz optik lif kabloyu, Charles Adler trafik ışıklarını, Benno Strauss pazlanmaz çeliği, Isador Kisse sesli filmleri, Emile Berliner telefon mikrofonunu ve Charles Ginsburg videotape kayıt makinesini geliştirdi. Stanley Mezor ilk mikro-işlem çipini icad etti. Leo Szilard ilk nükleer zincirleme reaktörünü geliştirdi.

    Son 105 yılda 14 milyon Yahudi bilim dalında 100’ün üzerinde Nobel ödülü kazanırken, 1.4 milyar Müslüman yalnızca üç Nobel kazandı.

    Neden Yahudiler bu kadar güçlü?

    Yahudi inancına bağlı ünlü yatırımcılar:

    Ralph Lauren (Polo), Levi Strauss (Levi’s Jeans), Howard Schultz (Starbuck’s), Sergei Brin (Google), Michael Dell (Dell Bilgisayar), Larry Ellison (Oracle), Donna Karan (DKNY), Irv Robbins (Baskins & Robbins) ve Bill Rosenberg (Dunkin Dougnuts).

    Yale Üniversitesi’nin Başkanı Richard Levin bir Yahudidir. Harrison Ford, George Burns, Tony Curtis, Charles Bronson, Sandra Bullock, Billy Crystal, Woody Allen, Paul Newman, Peter Sellers, Dustin Hoffman, Michael Douglas, Goldie Hawn, Cary Grant, William Shatner, Jerry Lewis ve Peter Falk’ın da Yahudi olduklarını biliyor muydunuz?

    Yönetmenler ve yapımcılar arasındaki Yahudiler: Steven Spielberg, Mel Brooks, Oliver Stone, Aaaron Spelling (Beverly Hills 90210), Neil Simon (The Odd Couple), Andrew Vaina (Rambo 1 /2 / 3), Michael Mann (Starzky and Hutch), Milos Forman (One Flew Over The Cuckoo’s Nest, Amadeus), Douglas Fairbanks (TheThief of Baghdat), Ivan Reitman (Ghostbusters), Kohen Kardeşler, William Wyler.

    William James Sidis, 250-300 lük IQ derecesiyle dünyanın gördüğü en parlak insandır. Bilin bakalım hangi dine mensuptur?

    Neden Yahudiler bu kadar güçlüdür?

    Cevap: Eğitim (Sorgulayıcı, Araştırıcı, Yaratıcı)

    Neden Müslümanlar bu kadar güçsüzdür?

    Cevap: Yanlış Eğitim veya Sıfır Eğitim (Gerçek islâm dininin dışında hurafeci din eğitimi, sorgusuz, araştırmasız, ezberci)

    Gezegenimizde yaklaşık 1,5 milyar Müslüman yaşamaktadır. Asya’da 1 milyar, 400 milyon Afrika’da, 44 milyon Avrupa’da, ve 6 milyon Amerika kıtasında.

    Toplam dünya nüfusu içinde her beş kişiden biri müslümandır. Her bir Hindu’ya iki müslüman düşmektedir, her bir Budist’e karşılık iki Müslüman vardır ve her bir Yahudi’ye karşılık 100 adet Müslüman bulunmaktadır.

    Müslümanların bu kadar kalabalığa rağmen neden güçsüz olduklarını hiç merak ettiniz mi ? Nedeni şudur :

    islam Konferansı Örgütü’nün (OIC) 57 üyesi ülkelerin tümünde 500 adet üniversite bulunmaktadır ve üniversite başına üç milyon Müslüman düşmektedir. (Kaldı ki üniversitelerimizin çoğunda gerçek anlamda bilinçli bir eğitim ve araştırma yapılmaz, yakın zamana kadar başörtüsü Türkiye Üniversiteleri’ne girişte bir engeldi!..)

    Sadece ABD’de 5758 üniversite (kaliteli eğitim ve araştırma yapılır) vardır.

    2004 yılında Shanghai Jiao Tong Üniversitesi “Dünya Üniversitelerinin Akademik Değer Listesi” hazırlamış ve ilginçtir ki Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerin hiç birinden ilk 500’e giren üniversite yoktur!..

    UNDP tarafından toplanan verilere göre Hristiyan dünyasında okuma-yazma bilenlerin oranı neredeyse % 90 ve bunlardan 15 Hristiyan çoğunluğa sahip ülkede okuma-yazma oranı % 100 dür. Müslüman dünyasında buna çok zıt bir durum olarak bir ülkenin okuma-yazma oranı oranı yaklaşık % 40 olup, % 100 okur-yazar oranına sahip bir Müslüman ülke yoktur. (Türkiye’de harf devrimi yapılmasaydı bu oran hayli yüksek olurdu bugün için..)

    Hristiyan dünyasındaki “okur-yazar”ın % 98’i ilkokulu bitirmişken, Müslüman dünyasında bu oran % 50 dir. Hristiyan dünyadaki okur-yazarların % 40’ı üniversite mezunudur ve bu oran Müslüman dünyasında % 2’yi geçememektedir.

    Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerdeki toplam bilim adamı sayısı 230 olup her bilim adamına düşen Müslüman sayısı 1 milyon kişidir. ABD her 1 milyon Amerikalıya karşılık yaklaşık 4000 bilim adamına, Japonya 5000 bilim adamına sahiptir.

    Tüm Arap dünyasındaki tam -zamanlı çalışan araştırmacı sayısı 35 000 kişidir ve her bir milyon Arap nüfusa 50 teknisyen düşmektedir. (Bu sayı Hristiyan dünyasında bir milyon kişiye 1000 teknisyendir.) Ek olarak islam dünyası gayrı safi milli hasılasının yalnızca % 0.2’sini araştırma- geliştirme bütçesi olarak ayırmaktayken Hristiyan dünyası % 5 oranında araştırma-geliştirme fonu ayırmaktadır.

    Sonuç: islâm Dünyası (bu haliyle maalesef) bilgi üretebilecek kapasiteden yoksundur.

    1000 kişiye düşen günlük gazete sayısı ve bir milyon kişiye düşen kitap çeşidi bilginin toplum içine yayılıp yayılmadığının iki önemli göstergesidir. Pakistan’da 1000 kişiye 23 günlük gazete düşerken bu sayı Singapur’da 360’tır. ingiltere’de her 1000 stand için 2000 çeşit kitap bulunurken, Mısır’da kitap çeşidi 20’dir.

    Sonuç: islâm Dünyası halihazırda bilgi yayılmasını gerçekleştirmekte başarısızdır.

    Bilgi uygulamasının önemli göstergelerinden biri ileri teknoloji ihracatının toplam ihracat içindeki oranıdır. Pakistan’ın ileri teknoloji ihracatının toplam ihracatın içindeki oran % 1, Suudi Arabistan’ın % 0.3, Kuveyt, Fas, ve Cezayir’in aynı şekilde % 0.3’tür. Singapur’da bu oran % 58’dir.

    Sonuç: islâm Dünyası teknolojik bilgi uygulamasını da gerçekleştirememektedir.. Neden Müslümanlar güçsüzdür? Çünkü bilgi üretmiyoruz, yayamıyoruz ve uygulayamıyoruz.. Ve gelecek bilgi- temelli toplumlara aittir.

    ilginçtir, OIC üyesi 57 ülkenin gayrı safi millî hasılalarının toplamı 2 trilyon doların altındadır. ABD, tek başına 12 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet üretmekte, Çin 8 trilyon dolar, Japonya 3.8 trilyon dolar ve Almanya 2.4 trilyon dolarlık üretim yapmaktadır. (Satın alma gücü eşitlenerek hesaplama yapılmıştır.)

    Petrol zengini Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Katar hep birlikte 500 milyar dolarlık mal ve hizmet üretmektedirler ve bunların çoğu petroldür.

    Mal ve hizmet üretimi ispanya’da 1 trilyon doların üzerindedir. Katolik Polonya 489 milyar dolarlık mal ve hizmet üretimi gerçekleşmektedir. Budist Tayland 545 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet üretimi yapmaktadır.

    islâm Dünyasının gayrı safi millî hasılasının tüm dünya gayrı safi milli hasılası içindeki oranı hızla azalmaktadır. O halde Müslümanlar neden bu kadar güçsüzdür ?

    Cevap: Eğitim Yoksunluğu. Tam anlamıyla söylersek kaliteli eğitim yoksunluğu. Çok kesin biçimde söylersek akılcı olmayan, çağın gereklerinden uzak, müstağrib (şaşırıp kalmış, ne kendi olabilmiş ne taklit ettiğine tam benzeyebilmiş) çağın efendisi olabilecekken, çağın gönüllü kölesi olmayı tercih etmiş, yabancı hayranı fakat yabancıları da hakkıyla anlayamamış bir zavallı göstermelik eğitim.."
    17 ...
  8. votiler

    1.
  9. fin ugor kavimleridir. ural-altay dil ailesin ural grubu dil ve lehçelerini kullanan halklardır.
    dünya üzerindeki populasyonları 30 milyondan fazladır.
    0 ...
  10. ümmilik

    1.
  11. Ümmî” sözcüğü, “ana” anlamındaki “ ümm” ile oluşturulmuş bir sözcük olup, “anaya mensup “analı” demektir. sözcüklerin sonuna getirilen “ya” bağlantı edatı, genellikle kişilerin hangi şehirli olduklarını ifade etmek için kullanılır. Meselâ; Konevî; Konyalı, Bağdadî; Bağdatlı, Halebî; Halepli, Rumî; Romalı… demektir. Buna göre “ümmî” de; adı “Ümm (Ana)” olan kent mensubu, Analı demektir. Ancak, buradaki “Ana” özel isim olup, cins isim olan “ana (anne)” ile karıştırılmamalıdır. “Ana” "anakent" in neresi olduğu konusunda ise bir bilgim yoktur aydınlatılmayı beklerim. diğer bir ümmilik tanımıysa anasından doğduğu gibi bilgisiz, okur yazar olmayan anlamındadır. hangisine inanmak isterseniz inanın a dostlar hatta bence inanmakla kalmayın doğrusu hangisi diye bir araştırma yapıp üzerine düşünün. *
    1 ...
  12. üçoğlu

    1.
  13. uvahşatra

    1.
  14. Med Krallığının Uvahşatra adıyla da anılan üçüncü hükümdarı Keyaksares'dür.
    0 ...
  15. ustaculu

    1.
  16. alevi türkmenlerdir. kızılbaş diye bilinirler. kızılbaş denmesinin sebebi de vikipediye göre şöyle : Safevîyye Tarikâtı'nın şeyhi olan Şeyh Haydar (1460-1488), müritleri arasında birliği sağlamak için yeni bir kıyafet kabul etti. Bu kıyafetin en orijinal tarafı başa geçirilen serpuştu. Kırmızı renkte ve 12 dilimli olan bu serpuşun her diliminde On iki imamların adları yazılı idi. Bu kırmızı serpuştan sonra Osmanlılar, Safevî Devleti'nin resmi dini haline dönüştürülen Safevîyye Tarikâtı'na mensûb Şiîleri ve onları destekleyen diğer unsurları nitelendirmek için "Kızılbaş" tabirini kullanmaya başladılar.
    0 ...
  17. ustacalu

    1.
  18. alevi türkmenler. ustacalu'lar kızılbaş diye anılırlar kızılbaş denmesini sebebi de;
    vikipediye göre : Safevîyye Tarikâtı'nın şeyhi olan Şeyh Haydar (1460-1488), müritleri arasında birliği sağlamak için yeni bir kıyafet kabul etti. Bu kıyafetin en orijinal tarafı başa geçirilen serpuştu. Kırmızı renkte ve 12 dilimli olan bu serpuşun her diliminde On iki imamların adları yazılı idi. Bu kırmızı serpuştan sonra Osmanlılar, Safevî Devleti'nin resmi dini haline dönüştürülen Safevîyye Tarikâtı'na mensûb Şiîleri ve onları destekleyen diğer unsurları nitelendirmek için "Kızılbaş" tabirini kullanmaya başladılar.
    0 ...
  19. proleterya diktatörlüğü

    1.
  20. tüng yabgu kağan

    1.
  21. "Tong Yabgu Kağan. Eski Türkçe'den günümüz Türkçesine "kaplan" şeklinde çevrildiği düşünülmektedir. Bu konuya dair diğer yorumlar ise "yeterlilik" ve "tamlık" anlamına geldiğidir. Ayrıca kelimenin; ilk Türkçe döneminde kullanılan "dolu, içi boş olmayan" anlamlarına gelen; "toñ (tong)" sözcüğünden geldiği de düşünülebilir.Bu kelimenin bir başka anlamı da "son"dur.
    Tong Yabgu, Aşina ailesinin bir üyesi olan abisi Şikoey Kağan'dan sonra kağan olmuştur.Batı Göktürk Kağanlığı'nın altın dönemini Tong Yabgu'nun döneminde yaşadığı kabul edilir.

    Tong Yabgu, saltanatı döneminde Tang Hanedanı ile iyi ilişkiler kurmuş ve Tang Hanedanı'nın imparatorluk ailesinden bir prenses ile evlenmiştir. Çinli budist hacı Xuan Zang bugün Kırgızistan sınırlarında yer alan Batı Göktürk Kağanlığı'nın başkenti Suyab'ı gezmiş ve dönemin kağanı hakkında bir tasvir yazmıştır. Tarihçiler bu kağan tarifinin Tong Yabgu'yu işaret ettiğini düşünmektedirler. Ancak Gao Lei, Xuan Zang'ın bu tasvirinin Tong Yabgu'ya değil onun oğlu olan Se Yabgu Kağan'a ait olduğunu söylemektedir. Xuan Zang'ın tasviri şu şekildedir : Kağan saten elbise giyiyordu, saçı 10 fit uzunluğundaydı ve serbestti. Beyaz ipek bant alnını sarmış ve arkadan bağlanmıştı. Devlet erbaplarının sayısı 200 kadardı. Hepsi işlemeli elbiseler giyiyor, kağanın sağ ve sol tarafında oturuyorlardı. Ordusunun geri kalanına eşlik edenler kürk, şayak ve iyisinden yün elbise giyinmişlerdi. Mızrak, sancak ve yayları düzenliydi. At ve deve süvarileri gözün göremediği yere kadar uzanır. »
    Ayrıca Tang Kitabı'nda da Tong Yabgu ve saltanat dönemi ile ilgili bilgiler vardır. Kitapta Tong Yabgu saltanatı, Batı Göktürk Kağanlığı'nın altın dönemi olarak ifade edilir[11]:
    « Tong Yehu Kağan cesur, kurnaz ve savaş sanatında iyi bir adam. Bu sayede kuzeydeki Tiele kabilelerini, batıda karşı karşıya olduğu Sasanileri ve güneyde bağlantılı olduğu Kaşmira bölgesini kontrol altında tutabiliyor. Tüm ülkeler ona tabi. Eli ok ve yay tutan on binlerce erkek sayesinde batı üzerinde büyük bir güç ve baskı kurdu. Wusun'u ele geçirerek çadırını kuzey Taşkent'teki Qianquan'a taşıdı. Batıda yer alan tüm prensler bölgelerini Türkler adına idare etmeye başladı. Tong Yabgu ise bu bölgelere birer tudun gönderdi. Batı Türklerinin devleti daha önce hiçbir dönem böylesine bir güce ulaşamamıştı.

    (sasanilerle üstünlük mücadelesi vardır.)"
    1 ...
  22. van zin şan

    1.
  23. lucius cornelius cinna

    1.
  24. "Lucius Cornelius Cinna (ö. MÖ 84) Cornelii gens'ine mensup Cinna ailesinden gelen ve MÖ 87'den 84 yılına kadar kesintisiz dört yıl Konsül olarak görev yapmış olan Antik Romalı devlet adamı. Cinna, Marius'un Sulla ile olan mücadelesinde Gaius Marius'u destekledi. Marsi ile birlikte praetorian legate olarak görev yapmasının ardından MÖ 87 yılında Konsül seçildi. Sulla'nın doğuya gitmesi üzerine yıllardan beri Roma politik hayatında sorunlara neden olan italyanın müttefiklerinin serbet bırakılmasını teklif ettiyse de bu önerisi forumda sert tartışmalara neden oldu ve Cinna sürgüne gönderidi.
    Cumhuriyette her hangi bir devrime kalkışmayacağına dair Sulla'ya ettiği yemini bozarak Marius ile ittifak kurdu ve hemen ardından italyanlardan oluşan bir ordu toplayarak Roma'yı kuşattı. Sonuç Sulla'nın müttefikleri için tam bir katliamdı ve Cinna bu katliamı zor kullanarak durdurabildi. intikamınından keyfini süren Marius bir süre sonra öldü. Lucius Valerius Flaccus MÖ 85 yılında Cinna'nın müşterek konsülü oldu ancak Gaius Flavius Fimbria tarafından öldürüldü. Onun ardından ortak konsül olarak Gnaeus Papirius Carbo göreve geldi. Cinna, MÖ 84 yılında bir ayaklanma sonucu öldürüldü.

    Cinna'nın en küçük kızı olan Cornelia, Jül Sezar ile evlendi ve bu evlilikten Sezar'ın tek doğal çocuğu olan ve sonradan Gnaeus Pompeius Magnus ile evlenecek olan Julia Caesaris doğdu. Aynı adı taşıyan oğlu Lucius Cornelius Cinna, Sezar'ın katillerinin tarafından yer almış ve onların eylemlerini açıkça övmüş bir praetordu."
    0 ...
  25. lucius cornelius balbus

    1.
  26. "Lucius Cornelius Balbus (amcası Lucius Cornelius Balbusdan ayırt edebilmek için "Küçük" (Minor) olarak adlandırılır), Amcası ile aynı zamanda Roma yurttaşlığı kazanmış olan Romalı general.
    Balbus, Roma iç savaşı sırasında Jül Sezar'ın emrinde görev yaptı ve verilen birkaç önemli görevi yerine getirdi. Sezar'la birlikte Alexandria ve Hispanya savaşlarında yer aldı. Hizmetleri ödüllendirildi ve Pontifler kolejine kabul edildi. MÖ 43 yılında Asinius Pollio'nun quaestor'u olarak görev yaptığı Hispania Ulterior eyaleti sakinlerinin varlıklarını yağmalayarak büyük bir servet elde etti. Talan ettiği şehirler arasında doğduğu kent olan Gades'de vardı.
    Aynı yıl Moritanya kralı Bogud'un hizmetine girdi ve Afrika prokonsül'ü olarak ortaya çıktığı M.Ö. 21 yılına kadar kendisinden haber alınamadı.
    MÖ 19 yılında, Balbus Garamanteler'i yenilgiye uğrattı ve bu zaferin onuruna 27 Mart'ta Roma tarihinde ilk kez olmak üzere doğumdan Roma yuttaşı olmayan birisi için zafer alayı düzenlendi. Bu zafer alayı aynı zamanda 534 yılında Belisarius için yapılan zafer alayına kadar tekil bir örnek olarak kaldı. Augustus'un MÖ 13 yılında Galya'dan dönüşü onuruna Roma'ya büyük bir tiyatro inşaa ettirdi."
    1 ...
  27. lucius junius brutus

    ?.
  28. "Lucius Junius Brutus (ya da Lucius Iunius Brutus) Roma Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk konsüllerden biriydi (MÖ 509). Marcus Junius Brutus'ünde mensubu olduğu Antik Roma'nın meşhur Junius ailesinin başıdır. Brutus çok sert biriydi. oğullarından ikisinin Tarquin'i yeniden tahta çıkarmak için komplo hazırladıklarını öğrenince onları idam ettirdi."
    0 ...
  29. zehra yılmaz

    1.
  30. hu hanım

    ?.
  31. Türk ve Altay mitolojilerinde Gazap Tanrıçası.

    Çok merhametsizdir. Çok şey bilir ama kötüye kullanır. Fitne çıkarır. Yeraltındaki kara suların en dibinde yaşar. Kara tilki kılığına girebilir. Beşiği Ak Kaya’dır. Kayalardaki gözle görünmez kapılar sadece onun sesiyle açılır. Cinsel içerikli davranışları bulunur. Bilinmezler alemini bilir. Demir Asa ile dolaşır. Yeryüzünde kötülükler yapar. insanlar arasında huzursuzluk çıkarır. Sürekli olarak kötülük düşünür ve içinde kötülük olan insanlara musallat olup onları olumsuz davranışlarda bulunmaya iter. Sözcük, çıplaklık ve beyazlık anlamları içerir.
    1 ...
  32. richard von mises

    1.
  33. Mustafa Kemal Atatürk döneminde Türkiye'ye gelen bilim insanlarındandır. matematikçidir. cahit arf, ratıp berkerin gibi isimler zamanın da öğrencisi olmuştur.
    1 ...
  34. gurbetelli ersöz

    1.
  35. songo mnara

    1.
  36. tanzanya da bulunan unesco tarafından dünya mirası kabul edilmiş kalıntılar.
    0 ...
  37. rockefeller ailesi

    14.
  38. mütevazi bir köy kilisesinde ayin eşyası muhafızıyken, bir ticarî işletmeye muhasebeci olarak giren john rockefeller, daha sonra simsarlık şirketine ortak oldu. bir komisyoncu olarak hayata atılan rockefeller, daha sonra madencilik ve çelik işleriyle uğraştı. 1859'da bir arkadaşıyla clark ve rockefeller adını verdikleri bir şirket kurdu. iç savaş sırasında şirket gelişti. petrolün ileride ticari önem kazanacağını düşünen rockefeller 1863'te ilk petrol rafinerisini kurdu.

    dünyayı yöneten bir kaç yahudi sülaleden biri...bu ailenin avrupa versiyonu da rotschildlerdir.

    bir çok araştırmacının üzerine kitaplar yazdığı bir ailedir, kesinlikle bakılıp geçilmeyecek bir konudur. dünyanın nasıl psikopat beyinler tarafından yönetildiğini de anlatır bu kitaplar. amerikanın her bir dolarının arkasındaki karanlık taraftır bunlar.

    (bkz: emperyalizm)
    (bkz: standart oil)
    (bkz: illuminati)

    &feature=related
    6 ...
  39. kara kızlar

    1.
  40. Türk ve Altay mitolojisinde Kötülük Tanrıçaları. Karagızlar veya Garagızlar da denir. Erlik Han’ın kızlarıdırlar. Adları bilinmez. Düz, kuru, çıplak, kaygan bir yerde yaşarlar. Vakitlerini eğlenerek geçirirler. Göğe çıkan şamanı ayartıp yolundan çevirmeye çalışırlar. Bazen cinsellikle ilgili veya cinsellik içeren davranışlarda bulundukları anlatılır. Saçları kara yılana benzer.
    2 ...
  41. yayuçı

    1.
  42. Yayuçı Hanım - Türk, Karaçay-Balkar ve Altay mitolojisinde Yaratıcı Tanrıça.

    Çocuk yapmaları için insanlara kut (yaşam enerjisi) gönderir. Göğün dördüncü katında yaşar. Yayguçı sözcüğü aynı zamanda Yayuçı Hanım’a bağlı olan yaratıcı ruhların da adıdır. Bu ruhlara Yayaklar (Yayanlar / Yayağanlar) adı da verilir. Tatarlarda Car Cayanı adlı yaratıcı bir ruh vardır.
    0 ...
  43. yel ana

    1.
  44. Türk, Altay, Tatar ve Macar mitolojilerinde Rüzgar Tanrıçası.

    Eskiden yaşamsal unsurlardan birisi sayılan havanın hareketli hali olan yel için algılanan canlılık içeriği daha sonra ruh, cin gibi kavramları da çağrıştırmaya başlamıştır. Macarlara göre dünyanın sonundaki büyük bir dağda bulunan bir mağarada yaşar ve bu mağaranın etrafında güçlü fırtınalar döner. Bu mağarayı koruyan Yel Ana kendisi güçlü bir kasırga olup eser
    1 ...
  45. yelbis

    1.
  46. Türk ve Altay mitolojisinde Dağ Kızları. Yelbiz de denir.

    Kutsal dağın iki kızına verilen addır. Bu dağın adı ise Yalbuz veya Albuz’dur. iran Mitolojisinde Elbürz dağı denilir. Yelbiz sözcüğü aynı zamanda ruh, cin gibi anlamlara gelir. Yelbi adı verilen kutsal güce sahiptirler. Altaylılar Abu Kağan dağının kızlarına bu adı verirler. Onlar, "Yelbi" denilen güce sahip olduklan için bu adı almışlardır. 10. ve 11. yüzyıllardaki Gürcü kaynaklarında Kafkas dağlarının adı "Yalbuz-Albuz" olarak geçer. Bu adlar Altay şamanizmindeki dağ iyesinin kızlarının adını anımsatır
    0 ...
  47. yılan ana

    1.
  48. Türk ve Altay mitolojisinde Yılan Tanrıça.

    Yılanların kendisinden türediği efsanevi yaratık.
    2 ...
  49. inehsit

    1.
  50. Altay Şamanizmin de doğum tanrıçası.

    Güçlü gülüşleriyle doğum yapan kadına hatta doğuran ev ve ahır hayvanlarına yardım eder. Gülüş Türk kültüründe farklı bir öneme sahiptir. Bolluk, tokgözlülük gibi anlamları vardır. O yüzden bir şaman doğarken gülerek hayata başlar. Bir kadının yapılan bir törenle kriz halinde güldürülmesi onun kısırlıktan kurtulacağı anlamına gelir. Kahkaha cinselliği çağrıştırır. Gülüş bazen ölüyü bile diriltir masallarda.
    0 ...
  51. içite

    1.
  52. Türk ve Altay mitolojisinde Sağlık Tanrıçası.

    Hastalıkları önler, insanlara sağlık verir. Yaşlı ve bilge görünümlü bir kadındır. Sahip olduğu güç yardımıyla derdi hastanın vücudundan kovar. Kızıl saçlı, inci dişli, gelecekten haberler verebilen, insanları beladan koruyan bir varlıktır. Çevresi sık ormanlarla kaplı bir gölün içinde yaşar.
    0 ...
  53. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük