20. yüzyılın en önemli bilimsel keşiflerinden birinin Einstein’ın izafiyet teorisi olduğu herkesin kabulüdür. Bu teoriyle, değişik çekim alanlarında ve hızlarda, zamanın akışında farklılık yaşanacağı; zamanın, evrendeki kütle ve hızlardan bağımsız bir varlık olmadığı, fakat bağımlı ve “izafi” olduğu anlaşılmıştır. Bu bulgunun, bilimsel açıdan olduğu kadar felsefe ve teoloji alanları açısından da önemli sonuçları vardır. Bu bilgiye sahip olarak Kur’an’ı okuduğumuz ve Kur’an’da “bir gün”ün bin yıla veya elli bin yıla denk olabileceğine dair ayetlere rastladığımızda, modern bilimin bu çok önemli bulgusuyla Kur’an ayetleri arasındaki paralelliğe tanık oluruz:
Gökten yere bütün işleri idare eder. Sonra onlar, sizin saymakta olduğunuz bin yıla denk bir günde O’na yükselir.
Melekler ve Ruh, süresi elli bin yıla denk olan bir günde oraya yükselir.
1- Evren’i kuvvetimizle kurduk, muhakkak ki onu genişletmekteyiz.
Zariyat Suresi’ndeki bu ayetin dikkat çektiği husus, binlerce yıldır felsefe ve bilim tarihinde hararetle tartışılmış, düşünce tarihinin çok önemli bir konusu hakkındadır. “Evren sınırsızca sonsuz mudur? Yoksa Evren’in bir yerde sınırları var mıdır?” şeklindeki sorulara felsefe ve bilim adamlarının üç yaklaşım gösterdiğini söyleyebilirim. Aristoteles’in de içinde olduğu birinci grup, Evren’in sabit sınırları olduğunu savunmuştur. Newton’un da içinde olduğu ikinci grup, Evren’in sınırsızca sonsuz olduğunu ifade etmiştir. Kant’ın da içinde olduğu üçüncü grup, aklın bu konudaki ikilemi çözemeyeceğini söyleyerek agnostik bir tutum benimsemiştir. Birçok kişinin çözülemez bir problem olarak gördüğü bu meselede, 1920′li yıllarda, Einstein’ın formüllerinden hareketle ve birbirlerinden bağımsız olarak Georges Lemaitre ve Alexander Friedmann’ın, teorik olarak, evrenin genişlemesi gerektiğini ortaya koymaları bir dönüm noktası oldu. Bundan kısa bir süre sonra Hubble’ın teleskop gözlemleriyle, bu olgu, gözlemsel olarak da doğrulandı Bundan sonra yapılan tüm gözlem ve bulgular da bu olguyu destekledi.
Aristoteles’in sandığı gibi Evren’in sabit sınırları olmadığı gibi, Newton’un sandığı gibi sınırsız-sonsuz bir Evren’de de bulunmadığımızı; Evren’in genişleyen-dinamik sınırları olduğunu, 1920′li yıllardan önce tek ifade eden kaynak Kur’an’dır. Evren’e dışarıdan bakabilecek bir göze sahip olsaydık, belki de ilk söyleyeceğimiz şeylerden biri Evren’in sürekli genişlediği olurdu. Hz. Muhammed’in astrofizikçi olduğunu ve çöle çok donanımlı bir teleskop sakladığını, evrenin genişlediğini bu şekilde bulduğunu veya rastgele bir ifadeyle evrenin genişlediğinin söylenebilecek olduğunu; iddia edebilecek biri olduğunu sanmıyorum!
Bu örnek ışığında, sıkça sorulan bir soruya da cevap vermeye çalışacağım. Soru şu şekildedir: “Kur’an’da modern bilimlerle keşfedilen birçok olgudan madem önceden bahsedilmiştir, peki neden Müslümanlar bu keşifleri yapmıyorlar?” Bu soruyu soranların bilimsel keşiflerin ve bilimsel metodolojinin doğasından habersiz olduklarını söyleyebilirim. Kur’an’daki doğrudan ifadelere karşın; bilim, nedensel ilişkileri açığa çıkartarak, ayrıca birçok zaman keşfedilen araçların da yardımıyla, yeni olgulara, var olan bu basamaklardan yükselerek erişir. Kur’an’ın birkaç kelimeyle ifade ettiği bir hakikate, bilimsel yöntemlerle ulaşmak için, birçok zaman yüzlerce hatta binlerce yıllık bilimsel birikimi kullanmak gerekmiştir. Örneğin Evren’in genişlemesinin bulunması için; öncelikle Einstein’ın formüllerini oluşturabileceği alt yapı, bunun üzerine Einstein’ın formülleri, Doppler Etkisi gibi teleskop gözlemlerinde kullanılan diğer bilimsel bilgiler, optikteki gelişmelerle teleskopun icadı ve geliştirilmesi, ayrıca yüz milyonlarca dolara denk bir bütçenin ayrılarak Hubble Teleskopu’nun inşası gibi birçok basamağın aşılması gerekmiştir… Birçok zaman basamaklar aşılırken -evrenin genişlediğinin bulunmasında olduğu gibi- hiç umulmayan sonuçlarla karşılaşılır. Bilimin metodolojisi ve doğası, bilimsel metodolojiyle basamakların aşılmasını gerektirir. Olguları gözlemlemek, matematiksel formüller geliştirmek ve sistemli birleştirmeler gerçekleştirmek; bilimin gereğidir. Kur’an, doğrudan ifadeler kullanırken, söylediği olguya bilimsel ulaşım için formüller ve teleskop gibi araçlar sunmaz.Bu yüzden Kur’an okuyanların, Kur’an’da işaret edilen olguları, bilimsel metotla neden bulamadıklarıyla ilgili soru; bilimin metodolojisinin doğasını ve Kur’an’ın doğrudan üslubunu göz önünde bulundur(a)mamaktan kaynaklanmaktadır. “Evren’in genişlemesi” ile ilgili ayeti değerlendirirken yaptığım bu açıklama; modern bilimlerle Kur’an arasındaki ilişkiyle ilgili diğer birçok örnek için de geçerlidir.
materyalist-ateistler maddenin kendiliğinden var olmasının yanında, maddeye içkin olan doğa yasalarının da kendiliğinden var olduğunu savunurlar. tasarım deliliyle ise doğa yasalarının bir tasarım ürünü olduğu; eğer bilinçli bir yaratma eylemi olmasaydı, ancak doğa yasalarının çok ince bir şekilde ayarlanmasıyla mümkün olan canlıların ve insanın var olmasının da mümkün olamayacağı ifade edilir. ilk aşamada temel soru “neden hiçbir şey yerine bir şeyler var” şeklindeydi. burada ise “neden kaos yerine doğa yasaları var” ve “neden doğa yasaları, evrende gözlenen tasarımları ve tüm çeşitliliği ile canlıların meydana çıkışını olanaklı kılacak şekildedir” soruları bizi doğru cevaba götürebilir.
canlıların var olması için gerekli olan şartlar sıradan şartlar değildir. ancak çok çok kritik değerlerin seçilmesi sonucunda bütün canlıların ve biz insanların varlığı mümkün olmuştur. 20. yüzyıldaki bilimsel gelişmeler sayesinde, artık matematiksel dille de ifadesi mümkün birçok kritik değer açığa çıktı. bu kritik değerler 1970′li yıllarda “insancı ilke” (anthropic principle) olarak isimlendirildi. modern bilimlerdeki gelişmelerle keşfedilen doğa yasalarındaki binlerce kritik ayara şu beş örneği verebilirim:
1- evrende canlılığın oluşabilmesi için proton ve elektronun kütleleri mevcut şekilde olmalıdır. eğer protonun kütlesinin elektronun kütlesine oranı 1836/1 oranında olmasaydı, canlılığı mümkün kılan uzun moleküller oluşamazdı.
2- zayıf nükleer kuvvet biraz daha güçlü olsaydı, big bang’de çok fazla hidrojen helyuma dönüşürdü. eğer bu kuvvet biraz daha zayıf olsaydı, yıldızlardaki ağır elementlerin oluşumu olumsuz etkilenecekti ve canlılık oluşamayacaktı.
3- çekim kuvveti daha şiddetli olsaydı, tüm yıldızlar bu kuvvetin gücüne direnemeden karadeliklere dönüşürdü. eğer daha zayıf olsaydı, ağır elementleri oluşturacak yıldızlar oluşamayacaktı. her iki durumda da canlılık mümkün olamazdı.
4- hayat için gerekli atomlardan en önemli ikisi karbon ve oksijendir. bu atomlardan karbonun oksijen atomunun enerji seviyesine olan oranı daha yüksek olsaydı canlılık için gerekli oksijen yetersiz olurdu. eğer mevcut oran daha düşük olsaydı canlılık için gerekli karbon yetersiz olurdu.
5- zayıf nükleer kuvvet, güçlü nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvet ve yerçekimi kuvvetinin belli hassas ayarlamalar gözetilerek yaratılmaları gerektiği gibi, birbirlerine göre uygun şekilde de yaratılmaları gerekmektedir. bu hem galaksilerin ve yıldızların hem de tüm canlıların var olabilmesi için gerekli çok hassas bir dengedir. bu hassas dengeye şöyle bir örnek verilebilir: çekim kuvvetinin elektromanyetik kuvvete oranı sırf 1040‘da 1 oranında bile değişseydi, yıldızların oluşumundaki olumsuzluklar canlılığın oluşumuna izin vermeyecek seviyede olurdu.9
evrende mevcut olan bu hassas ayarların hepsinin birden gerçekleşmesiyle ancak canlılığın mümkün olduğuna dikkat edilmelidir. olasılık hesapları açısından, bu tip durumlarda, bütün olasılıkların çarpımının, amacın gerçekleşmesinin olasılığını verdiğini unutmamalıyız. örneğin s sonucunun gerçekleşmesi ilk olarak milyarda bir, ikinci olarak katrilyonda bir, üçüncü olarak trilyonda bir olasılıklarının hepsinin gerçekleşmesine bağlıysa; s’nin gerçekleşme olasılığı milyar x katrilyon x trilyon’da 1′dir.
bunlar da göstermektedir ki modern bilimle son dönemde ortaya çıkan veriler, tarih boyunca tasarım delili ile ortaya konan anlayışla uyumludur. canlılığın varlığı, birkaç olasılıktan birine bağlı gerçekleşmesi sıradan bir olasılık değildir; canlılığın varlığı için gerekli çok basit bir ön şart, örneğin sırf 5. maddedeki şart bile 1040‘da 1 olasılığa denk gelmektedir ki, bu olasılık ise “trilyon x trilyon x milyar x on milyon’da 1″ demektir.
bu veriler evrende sıradan bir düzen değil, olağanüstü bir düzen olduğunu gösterir.
Tektanrılı dinlerin Allah inancında, doğa yasalarının yanında fiziki dünyadaki tüm oluşumların da Allah tarafından meydana getirildiği savunulur. Evrene içkin yasalar (“zorunluluk” alanı diye de anılmıştır) ile fiziki dünyadaki oluşumlar (ateistlerin “tesadüf” alanı diye gördüğü) mahiyet olarak farklı olduğu ve her iki alanda da tasarımın örnekleri karşımıza çıktığı için bu iki alanı farklı iki şıkta ele alıyorum. insancı ilke ile ifade edilen; canlıların ve insanın var olabilmesi için gerekli kritik değerler, bu iki alanla da ilgilidir. Modern bilimin bize sunduklarıyla öğrendiğimiz fiziki oluşumlardaki kritik ayarlara şu beş örneği verebilirim:
1- Evreni meydana getiren patlama biraz daha şiddetli olsaydı, evrendeki tüm madde dağılırdı; eğer patlama biraz daha yavaş olsaydı, bütün madde hemen kapanacaktı. Her iki durumda da ne galaksiler ne yıldızlar ne dünyamız ne de canlılar oluşurdu. Patlamanın galaksileri, yıldızları, dünyamızı ve canlıları oluşturacak şekilde olmasının olasılığı; havaya atılan bir kalemin sivri ucu üstünde durmasının olasılığı kadar bile değildir.
2- Evrende entropi sürekli artmaktadır. Bu ise evrendeki başlangıç anında çok düşük entropili bir başlangıcın olması gerektiği anlamını taşır.
3- Evrende canlılığın oluşabilmesi için proton, nötron ve elektronların kendi anti-maddelerinden daha fazla olmaları gerektiği gibi, birbirlerine göre belirlenmiş oranlarda yaratılmış olmaları da gerekmektedir.
4- Dünyamızın çevresindeki manyetik alan da çok özel olarak ayarlanmıştır. Eğer bu manyetik alan daha güçlü olsaydı, Güneş’ten gelen canlılık için yararlı ışınları da engelleyebilirdi. Eğer bu manyetik alan daha zayıf olsaydı, Güneş’ten gelen zararlı ışınlar yaşamın oluşmasına olanak tanımazdı.
5- Yaşam için bütün şartları yerine getiren dünyamızın, yaratılma zamanı da yaşama tam uygun olarak seçilmiştir. Dünya eğer daha önce yaratılsaydı canlılık için gerekli ağır atomlar (karbon, oksijen gibi) yeterli miktarda bulunmayacaktı. Eğer dünyamızın yaratılışı daha sonraya kalsaydı, Güneş sistemimizi oluşturacak yoğunlukta hammadde kalmamış olacaktı.
Canlıların var olması için gerekli olan şartlar sıradan şartlar değildir. Ancak çok çok kritik değerlerin seçilmesi sonucunda bütün canlıların ve biz insanların varlığı mümkün olmuştur. 20. Yüzyıldaki bilimsel gelişmeler sayesinde, artık matematiksel dille de ifadesi mümkün birçok kritik değer açığa çıktı. Bu kritik değerler 1970′li yıllarda “insancı ilke” (Anthropic Principle) olarak isimlendirildi. Modern bilimlerdeki gelişmelerle keşfedilen doğa yasalarındaki binlerce kritik ayara şu beş örneği verebilirim:
1- Evrende canlılığın oluşabilmesi için proton ve elektronun kütleleri mevcut şekilde olmalıdır. Eğer protonun kütlesinin elektronun kütlesine oranı 1836/1 oranında olmasaydı, canlılığı mümkün kılan uzun moleküller oluşamazdı.
2- Zayıf nükleer kuvvet biraz daha güçlü olsaydı, Big Bang’de çok fazla hidrojen helyuma dönüşürdü. Eğer bu kuvvet biraz daha zayıf olsaydı, yıldızlardaki ağır elementlerin oluşumu olumsuz etkilenecekti ve canlılık oluşamayacaktı.
3- Çekim kuvveti daha şiddetli olsaydı, tüm yıldızlar bu kuvvetin gücüne direnemeden karadeliklere dönüşürdü. Eğer daha zayıf olsaydı, ağır elementleri oluşturacak yıldızlar oluşamayacaktı. Her iki durumda da canlılık mümkün olamazdı.
4- Hayat için gerekli atomlardan en önemli ikisi karbon ve oksijendir. Bu atomlardan karbonun oksijen atomunun enerji seviyesine olan oranı daha yüksek olsaydı canlılık için gerekli oksijen yetersiz olurdu. Eğer mevcut oran daha düşük olsaydı canlılık için gerekli karbon yetersiz olurdu.
5- Zayıf nükleer kuvvet, güçlü nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvet ve yerçekimi kuvvetinin belli hassas ayarlamalar gözetilerek yaratılmaları gerektiği gibi, birbirlerine göre uygun şekilde de yaratılmaları gerekmektedir. Bu hem galaksilerin ve yıldızların hem de tüm canlıların var olabilmesi için gerekli çok hassas bir dengedir. Bu hassas dengeye şöyle bir örnek verilebilir: Çekim kuvvetinin elektromanyetik kuvvete oranı sırf 1040‘da 1 oranında bile değişseydi, yıldızların oluşumundaki olumsuzluklar canlılığın oluşumuna izin vermeyecek seviyede olurdu.9
Evrende mevcut olan bu hassas ayarların hepsinin birden gerçekleşmesiyle ancak canlılığın mümkün olduğuna dikkat edilmelidir. Olasılık hesapları açısından, bu tip durumlarda, bütün olasılıkların çarpımının, amacın gerçekleşmesinin olasılığını verdiğini unutmamalıyız. Örneğin S sonucunun gerçekleşmesi ilk olarak milyarda bir, ikinci olarak katrilyonda bir, üçüncü olarak trilyonda bir olasılıklarının hepsinin gerçekleşmesine bağlıysa; S’nin gerçekleşme olasılığı milyar x katrilyon x trilyon’da 1′dir.
Bunlar da göstermektedir ki modern bilimle son dönemde ortaya çıkan veriler, tarih boyunca tasarım delili ile ortaya konan anlayışla uyumludur. Canlılığın varlığı, birkaç olasılıktan birine bağlı gerçekleşmesi sıradan bir olasılık değildir; canlılığın varlığı için gerekli çok basit bir ön şart, örneğin sırf 5. maddedeki şart bile 1040‘da 1 olasılığa denk gelmektedir ki, bu olasılık ise “trilyon x trilyon x milyar x on milyon’da 1″ demektir.
Bu veriler evrende sıradan bir düzen değil, olağanüstü bir düzen olduğunu gösterir. Doğa yasalarının tasarımı derken, sadece bu yasalardaki ve maddedeki özelliklerin hassas ayarları anlaşılmamalıdır; bu yasaların ve maddedeki özelliklerin bizatihi kendileri de tasarımı gösterir. Sadece protonun kültesinin elektronun kütlesine oranı değil, protonun ve elektronun varlıkları da tasarımı gösterir; çekim kuvvetinin elektromanyetik kuvvete oranının yanında çekim kuvvetinin ve elektromanyetik kuvvetin varlıkları da tasarımı gösterir. Bu yasalardan ve bunlarla ilgili kritik değerlerden birinin bile olmaması durumunda canlılık oluşamazdı.
Materyalist-ateizmin kör tesadüfleri, birçok canlıyı meyve verecek şekilde maddeye içkin böylesi kritik ayarların varlığını açıklayamaz. Oysa tasarım deliliyle; doğa yasalarının ve gözlenen çeşitliliği oluşturacak şekilde potansiyeli mümkün kılan böylesi kritik ayarların varlığı rasyonel bir açıklamaya kavuşur.
Materyalist-ateistler maddenin kendiliğinden var olmasının yanında, maddeye içkin olan doğa yasalarının da kendiliğinden var olduğunu savunurlar. Tasarım deliliyle ise doğa yasalarının bir tasarım ürünü olduğu; eğer bilinçli bir yaratma eylemi olmasaydı, ancak doğa yasalarının çok ince bir şekilde ayarlanmasıyla mümkün olan canlıların ve insanın var olmasının da mümkün olamayacağı ifade edilir. ilk aşamada temel soru “Neden hiçbir şey yerine bir şeyler var” şeklindeydi. Burada ise “Neden kaos yerine doğa yasaları var” ve “Neden doğa yasaları, evrende gözlenen tasarımları ve tüm çeşitliliği ile canlıların meydana çıkışını olanaklı kılacak şekildedir” soruları bizi doğru cevaba götürebilir.
Canlıların var olması için gerekli olan şartlar sıradan şartlar değildir. Ancak çok çok kritik değerlerin seçilmesi sonucunda bütün canlıların ve biz insanların varlığı mümkün olmuştur. 20. Yüzyıldaki bilimsel gelişmeler sayesinde, artık matematiksel dille de ifadesi mümkün birçok kritik değer açığa çıktı. Bu kritik değerler 1970′li yıllarda “insancı ilke” (Anthropic Principle) olarak isimlendirildi. Modern bilimlerdeki gelişmelerle keşfedilen doğa yasalarındaki binlerce kritik ayara şu beş örneği verebilirim:
1- Evrende canlılığın oluşabilmesi için proton ve elektronun kütleleri mevcut şekilde olmalıdır. Eğer protonun kütlesinin elektronun kütlesine oranı 1836/1 oranında olmasaydı, canlılığı mümkün kılan uzun moleküller oluşamazdı.
2- Zayıf nükleer kuvvet biraz daha güçlü olsaydı, Big Bang’de çok fazla hidrojen helyuma dönüşürdü. Eğer bu kuvvet biraz daha zayıf olsaydı, yıldızlardaki ağır elementlerin oluşumu olumsuz etkilenecekti ve canlılık oluşamayacaktı.
3- Çekim kuvveti daha şiddetli olsaydı, tüm yıldızlar bu kuvvetin gücüne direnemeden karadeliklere dönüşürdü. Eğer daha zayıf olsaydı, ağır elementleri oluşturacak yıldızlar oluşamayacaktı. Her iki durumda da canlılık mümkün olamazdı.
4- Hayat için gerekli atomlardan en önemli ikisi karbon ve oksijendir. Bu atomlardan karbonun oksijen atomunun enerji seviyesine olan oranı daha yüksek olsaydı canlılık için gerekli oksijen yetersiz olurdu. Eğer mevcut oran daha düşük olsaydı canlılık için gerekli karbon yetersiz olurdu.
5- Zayıf nükleer kuvvet, güçlü nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvet ve yerçekimi kuvvetinin belli hassas ayarlamalar gözetilerek yaratılmaları gerektiği gibi, birbirlerine göre uygun şekilde de yaratılmaları gerekmektedir. Bu hem galaksilerin ve yıldızların hem de tüm canlıların var olabilmesi için gerekli çok hassas bir dengedir. Bu hassas dengeye şöyle bir örnek verilebilir: Çekim kuvvetinin elektromanyetik kuvvete oranı sırf 1040‘da 1 oranında bile değişseydi, yıldızların oluşumundaki olumsuzluklar canlılığın oluşumuna izin vermeyecek seviyede olurdu.9
Evrende mevcut olan bu hassas ayarların hepsinin birden gerçekleşmesiyle ancak canlılığın mümkün olduğuna dikkat edilmelidir. Olasılık hesapları açısından, bu tip durumlarda, bütün olasılıkların çarpımının, amacın gerçekleşmesinin olasılığını verdiğini unutmamalıyız. Örneğin S sonucunun gerçekleşmesi ilk olarak milyarda bir, ikinci olarak katrilyonda bir, üçüncü olarak trilyonda bir olasılıklarının hepsinin gerçekleşmesine bağlıysa; S’nin gerçekleşme olasılığı milyar x katrilyon x trilyon’da 1′dir.
Bunlar da göstermektedir ki modern bilimle son dönemde ortaya çıkan veriler, tarih boyunca tasarım delili ile ortaya konan anlayışla uyumludur. Canlılığın varlığı, birkaç olasılıktan birine bağlı gerçekleşmesi sıradan bir olasılık değildir; canlılığın varlığı için gerekli çok basit bir ön şart, örneğin sırf 5. maddedeki şart bile 1040‘da 1 olasılığa denk gelmektedir ki, bu olasılık ise “trilyon x trilyon x milyar x on milyon’da 1″ demektir.
Bu veriler evrende sıradan bir düzen değil, olağanüstü bir düzen olduğunu gösterir.
Eşcinsellik: genetik anomali + çevrenin etkisi + kişisel seçim olmak üzere üç faktörün ürünü… Aynı şeyi hayvanlarla cinsel ilişki kuranlar, insest yapanlar için de ileri sürebilirsin… Bazı insanlar genetik yapılarını ve yaşadıkları çevreyi öne sürerek kızgın ve sağa sola saldırmayı normal göstermeye çalışsalar ne dersin?
beyinsizlerin mensubu olduğu, vahşi bir sünni örgüt. islam devleti falan değiller. bu beyinsizler topluluğu sünnilik dininin vahşi emirlerini yerine getiriyorlar. kur'an'a göre hepsi cehennemde cayır cayır yanacak. kendilerini patlatacak kadar bağlanmışlar bu davaya, rabbim tüm yaptıkları pislikleri görüyor. bu beyinsizler cennette hurilerle buluşacağını zannediyor. ulan insan bu kadar beyinsiz olmaz. islam adına yaptıkları pislikler yüzünden islam(barış) yanlış algılanıyor. allah bunların belasını versin. kim bunlar sempati besliyorsa onlarında allah belasını versin. http://mehmetciktv.web.tv...k-infaz-etti__w3bvwqegmmg
5/64: ... allah, bozguncuları sevmez.
13/25: ... yeryüzünde bozgun çıkaranlara lânet olsun.
16/88: ... bozguncuların azablarını kat kat arttıracağız.
Artık, "Bu ülkenin vatandaşı olan herkes Türk'tür" ifadesini başta Türkiye vatandaşı olmayan Kıbrıs Türkleri, Azerbaycan, Bulgar, Uygur Türkleri ve Kürt oldukları için yıllarca zulme maruz kalan "Türk vatandaşları" başta olmak üzere pek kimse yutmuyor.
Bu iş PKK ile olmayacaksa TSK ile de olmayacaktır.
Kürt halkının demokratik ve insani isteklerini (federal devlet ve otonomi hakları dahil) Kürt halkına danışarak çözüme kavuşturmak yerine TSK ile engellemek isteyenler PKK'yi daha da güçlendirdiklerini anlamalılar.
"Türkiye Türklerindir" miş. israil Yahudilerin, Kıbrıs Rumların, Almanya Almanların, Kürdistan Kürtlerin, Hindistan Hindularınmış!
Evet, Türkiye Türklerinmiş! Bunu kabul etmeyen "def olsun" muş. Çok işittim bu sözleri... Hiçbirisi bana Türk'ün tarifini yapamadı. Türk'ü doluya koydu olmadı; boşa koydu dolmadı. "Türk Türkiye vatandaşıdır" dedi ama Türkiye vatandaşı olmayan Kıbrıs'taki, Azerbaycan'daki, Almanya'daki, Çin'deki milyonlarca insanı niye Türk diye çağırdığını dolduramadı. "Türk Orta Asya'dan gelen Cengiz Han'ın torunlarıdır" dedi ama kendisi dâhil Türkiye'de çekik gözlü olmayan milyonlarca insanı niye Türk olarak kabul ettiğini anlatamadı. "Türklük bir idealdir, kültürdür" diyerek atlatmak istedi ama bu idealin, bu kültürün "ortak kitabını" veya "amentüsünü" ortaya çıkaramadı…
Türklük için uydurduğu birkaç tarif arasında takla atıp dans etmek, Yeni Çeriler gibi iki ileri bir geri gitmek istedi ama hantallığından onu da beceremedi. Tarif edemediği bu Türklük ile islam arasında acayip bir sentez ile yeni bir birleşim icat etmek istedi ama altının kenarına yapıştırdığı plastiğin sırıtmasını engelleyemedi.
Türk'ü doluya koydu olmadı; boşa koydu dolmadı.
Türkiye Türklerinmiş! Süleymaniye Süleymanların, Fıskiye Fısklerin, Kurabiye Kurabların, Hikaye Hiklerinmiş.
NOT: işin ilginci, Misak-ı Milli beyannamesinin birinci maddesinde ve Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal’in 18 Aralık 1919 tarihli demecindeki Türkiye sadece Türklerin değilmiş: "Bu hudut ordumuz tarafından silahla müdafaa olunduğu gibi aynı zamanda Türk ve Kürt anasırıyla meskun aksam-ı vatanımızı tahdit eder.” Kürtlere daha sonra ihanet edilmiş.
boşuna sevinen soysuzlardır. feriştahları gelse kürt dayanışmasını yenemez. bu barbarları kürtler bitirecek. ayrıca bugün kürtlere saldıran bu vahşi örgüt, yarın türklere saldıracaktır.
beyinsizlerin mensubu olduğu, vahşi bir sünni örgüt. islam devleti falan değiller. bu beyinsizler topluluğu sünnilik dininin vahşi emirlerini yerine getiriyorlar. kur'an'a göre hepsi cehennemde cayır cayır yanacak. kendilerini patlatacak kadar bağlanmışlar bu davaya, rabbim tüm yaptıkları pislikleri görüyor. bu beyinsizler cennette hurilerle buluşacağını zannediyor. ulan insan bu kadar beyinsiz olmaz. islam adına yaptıkları pislikler yüzünden islam(barış) yanlış algılanıyor. allah bunların belasını versin. kim bunlar sempati besliyorsa onlarında allah belasını versin. http://mehmetciktv.web.tv...k-infaz-etti__w3bvwqegmmg
5/64: ... allah, bozguncuları sevmez.
13/25: ... yeryüzünde bozgun çıkaranlara lânet olsun.
16/88: ... bozguncuların azablarını kat kat arttıracağız.
beyinsizlerin mensubu olduğu, vahşi bir sünni örgüt. islam devleti falan değiller. bu beyinsizler topluluğu sünnilik dininin vahşi emirlerini yerine getiriyorlar. kur'an'a göre hepsi cehennemde cayır cayır yanacak. kendilerini patlatacak kadar bağlanmışlar bu davaya, rabbim tüm yaptıkları pislikleri görüyor. bu beyinsizler cennette hurilerle buluşacağını zannediyor. ulan insan bu kadar beyinsiz olmaz. islam adına yaptıkları pislikler yüzünden islam(barış) yanlış algılanıyor. allah bunların belasını versin. kim bunlar sempati besliyorsa onlarında allah belasını versin. http://mehmetciktv.web.tv...k-infaz-etti__w3bvwqegmmg
5/64: ... allah, bozguncuları sevmez.
13/25: ... yeryüzünde bozgun çıkaranlara lânet olsun.
16/88: ... bozguncuların azablarını kat kat arttıracağız.
https://www.youtube.com/watch?v=mcekKup-ID0 bu hırsız, iki yüzlü, din tüccarı, şerefsize peygamber diyebilecek kadar beyinsiz, yalaka reayalar var. ulan allahtan korkun bee. beyinsizler
https://www.youtube.com/watch?v=fHhmI_xMfp8 edip yüksel videosu (bkz: adam haklı beyler) taht için kardeşlerini öldüren, fethettikleri yerlerdeki kadınlara tecavüz eden, oğlancılık yapan ve daha bir sürü pisliği yapanlar müslüman olamazlar. sünnilik dininden olabilirler.