büyük ortadoğu projesine eş başkan olduğu sürece, bi skime yaramayacak olaydır.
gerçekten samimi bulunduysa bu olay, samimiyet anlayışınıza sıçayım sizin.
sen bunca zamandır ortadoğudaki vahşete ortak ol, ağzından düşürmediğin müslüman kardeşlerinin ölmelerine destek ol, sonra da kalk vahşeti gerçekleştiren ortaklarına -güya- rest çek. lan bi yörü git!
tarihi ayar falan diyenler de var ya, en çok da bu dokunuyor kanıma. yazıklar olsun lan.
ümit özgen konusunu tartışmaya açan, medyanın iki yüzlülüğünden dem vurup, konuyla alakalı ihmalkarlıkları ağır sözlerle eleştiren, bunları da programın son yarım saatinde yapan* adam.
illa ki kendisi; eleştirdiği, korktukları için olayın gerçekliğini gizleyenlerden, insan hayatını çıkarları için görmezden gelenlerden değil. o yüzden de izleyici kitlesinin neredeyse tamamını gençlerin oluşturdu programında yer verilen toplumsal meseleler son dakikalarda tartışılabiliyor ancak. sonra da kalkıp "bu kadar da olmaz ki kardeşim yea, bu ülkede insan hayatı çok ucuz abi yea" diye konuşabiliyor.
akıllıdır. bilgili, kültürlüdür. konuştukça güzelleşir. ilk başta çirkin gelen artık her neyi ise, konuştuklarıyla, yaptıklarıyla görmezden gelinir ister istemez, başkalaşır insanın gözünde. eğer taş kızımız da erkeği, diğer meziyetlerini görmezden gelip sadece dış görünüşüne göre değerlendirmeyecek kadar kişilik sahibiyse, adamın cebinde isterse sadece evlerine gitmelerine yetecek akbili olsun, mutlularsa, seviyorlarsa birbirlerini, e bize de bok yemek düşer afedersin.
ama tabi o kişilikte bir taş kız mevcut mu onu da bilmiyorum.
lombak'ta çizmeye başlamış genç bir karikatürist. bazı diğer çizerlerle birlikte lombak-x adında iki sayfa çıkarıyorlar. dergi içinde dergi gibi.
değişik bir mizah anlayışı var. absürt diyorlar sanırım. bilemedim. okuyunca "bu ne sikko hikaye lan" diyen de olur, "oha ne lan bu çok komikmiş dahaha" diyen de. gerçi sikko diyene alpay erdem'i okuttuğunda da aynı tepkiyi verir. neyse.
adının anılması için henüz erken ama, kısa zamanda dikkat çekmeye başlayacaktır. en azından göksu gül gibi vasat biriyle aynı dergide yeni bir çizer olmak, aradan sıyrılıp dikkat çekmesine yetecektir.
muzo'yu 2.kez aramak için en az 6ay geçmesi gerekir, zeki'nin programını bir iki "yayının maskotu" tabir ettiği kişi götürdüğü için bu süre 1 haftadır.
annenin şevket çoruh ve adamları tarafından kaçırılması, kardeşin, anneyi ararken ablayı sırtına alıp viyadükleri aşması, uçarken aşağısı bomboş arazı olduğu halde ansızın bir evin çatısına inmeleri ve o evin mr and mrs smith çiftinin evi olması*. 2 kardeşin, şevket çoruh ve adamlarının anneyi oraya kaçırmış olduğunu anlamaları.
tam anneyi de alıp, kardeşin sırtına binip gidecekken şevket çoruh'un silahından çıkan tek kurşunla annenin vurularak otobana çakılması. -lan otoban nerden çıktı?-
rüyanın sonunda da rüyayı gören kişinin kendini vurulmuş, can çekişirken yanında oturan şevket çoruh'la saç bakımı hakkında konuşurken bulması.
kardeşim sağolsun, sık sık maruz kaldığım sayıklamalardır.
+ uyku halindeki kardeş
- ben
+ bazı şeyler yapışır
- *hı? ney? neymiş onlar ablacım?
+ eşortman gibi.
- ee?
+ ayrılmazlar hani.
- ne görüyorsun şu an?
+ niye öyle oluyo ki anne
- bilmiyorum canım, ne görüyorsun şimdi?
+ hof.* mmh hatırlamıyorum.
- ablam iyi misin?
+ ıııh
- eylül?
+ ııh
- iyiysen evet de
+ ıııh
- şşşt
+ ...
- uyu hadi ablacım.yok bir şey. iyi uykular.
+ evet
küçük kardeş telefonu açar;
+alo..evet..kimi aramıştınız...yok o alt katta oturuyor. yanlış aramışsınız
der ve kapatır. ne olduğunu kendi kendime anlamaya çalışmaktan vazgeçip sorduğumda aramızda şöyle bi diyalog yaşandı;
-kimi arıyorlarmış?
+alt kalttaki gülbahar teyzeyi aramışlar işte abla.
-lan ne alaka alt katla?
+gülbaharla görüşebilir miyim dedi ama.
yaşadığım dumurun ardından güldüm. ağladı. niye gülüyormuşum. kafanı yerim lan şapşal *
bütün o "imkanları kendin yaratırsın, herşey senin elinde" gibi nasihatların kocaman bir yalan olduğunu daha iyi anlamamızı sağlayan durum.
hayat öyle herzaman, herkese okadar da cömert davranmıyor malesef. ya da herkes hayallerinin peşinden gidebilecek kadar cesur olamıyor. hayallerini gerçekleştirmek uğruna birşeyleri gözden çıkaramıyor. yerine getirilmesi gereken sorumlulukların çığ gibi büyüyor gözünde. herşeye sktiri çekip gitmeler, "ben hayallerimin peşinden gideceğim" diye annesine babasına tavır koyan ergen çiçekçikler de anca skindirik gençlik dizilerinde oluyormuş,daha iyi anlıyorsun.
içinde bulunulan koşulları değiştirmek, imkansızlıklardan imkan yaratmak, öyle "ben yaparım ulan" demekle olacak işler değilmiş. evlat acısı gibi koysa da, bazı hayallerden vazgeçmek gerekirmiş. ya da ertelemek en iyi ihtimalle.
(bkz: na şuramıza ne yazıldıysa o)
büyük ihtimal varoş insanıdır. her yağmurda ya kendi evini ya da komşusunun evini su basar. ellerinde kovalarla evlerine dolan suyu boşaltmaya, binbir zorluklarla aldıkları eşyalarını kurtarmaya çalışırken lanet ederler yaşadıkları eve de, sağda solda yaptıkları kaldırımlarla hizmet getirdik diye reklam yapan işgüzar belediyelerine de.
sonuç olarak, evini hiç su basmamış, ağlaya ağlaya evini, eşyalarını taşan lağım sularından kurtarmaya çalışan bir komşusu olmamış insanların anlayamadığı, anlayamayacağı zihniyet.
var mısın yok musun yarışmacılarını şaftını kaydıran şarkıcı. baya böyle ağızlarından şörükler akıta akıta cevaplıyorlar soruları. cevap dediğim de, kelimeleri toparlayabildikleri kadar artık.
--spoiler--
christina aguilera*: o şapkanın altında ne var?
yarışmacı: şapkanın altında mavi hissediyorum.
--spoiler--
"ulan bit artık bit" diye isyan ettiren dizi. orta okula gidiyordum vardı, liseye başladım devam etti, lan liseden mezun oldum 2.senem oldu üniversiteyi kazanamadım hala devam ediyor. kabus gibi. dün bi ara baktım birkaç karakter ölmüş, neva değişmiş, rüzgar değişmiş, biriyle evlenmiş de çocuğu olmuş da. biraz da psikolojisi bozulmuş sanırım pek normal gelmedi hareketleri. herkes isterikli gibi olmuş. ne zaman kazanacağım belli değil, üniversiteli olduğumda bile yayınlanmasından endişe etmeye başladım.
günün 8-9 saatini bilgisayarın başında geçiren torununu izledikten sonra ananeme; "bişey de yapmıyi, elinde değnekle pamuk tarlasında koşturuyu akşama kaar" diye sitem ettirmiş oyun. parayla silah falan satın alıyorlar. çok acayip.
gerçek hayatta kendini ifade etmekten aciz taze ergenler, silahlarıyla, oyundaki levellarıyla aslan kesiliyorlar bir anda. o daha acayip
anladığım kadarıyla böyle birleşip klan oluşturuyorlar. klan içindekilerle birbirlerine talimatlar yağdırıyorlar. ama onların talimat olduğunu anlamak için bir bilene danışmak gerekiyor öncelikle. ben baktım, bizim 10yaşındaki velet anlamadığım dilde bişeyler yazıyor ardı ardına. sw mw bişeyler. ne lan bu dedim. anlamazsın sen dedi. hepten uyuz oldum.
gaziosmanpaşa meydandan varabilmek için, belediyenin önünden kalkan minibüslere binilmesi gerekn semt. şöförü, sol elinin işaret parmağıyla, bileğini bükerek sol tarafı işaret eden minübüslerdir yıldıztabya minübüsleri. kaaaaaağvileryıldıztabyakaaaağviler diye bağıran muavinler ilk başta korkutabilir. korkmayın.kafanız da karışmasın,kahveler başka duraktır, yıldıztabya başka.
içerisinde kültür ve sanat adına ne var ne yok diye girip baktığımızda yalnızca kıytırık, gaziosmanpaşa'nın bıçkın delikanlılarının -kendi deyimleriyle- manitaları yiyişe götürdüğü bir sinema salonuyla karşılaştığımız merkez. bir kaç yabancı marka, bir-iki tane starbucks'ımsı kafe, mc donalds, sürekli ismek'e çalışan küçük bir sergi salonu, kuaför, oyuncakçı.. ulan tefal mağazası bile var. ama "kültür ve sanat merkezi". gaziosmanpaşa'nın neden bu halde olduğunun açık bir örneği.
eli boş durmaz.* yani böyle peçeteyi didik didik etmek olsun, masada çakmak sigara kutusu varsa onları çevirmek, değişik, akrobatik hareketler yaptırmak olsun, telefonun tuş kilidini açıp kapatmak olsun, bunlar hep kızın elini ayağını nereye koyacağını bilememesinden kaynaklanan davranışlardır. tamamen karşıdakinin hatun kişiyi ziyadesiyle heycanlandırdığına, erkek kişiden hoşlanıldığına dalalet eder.
tatlıya bu kadar abandığına göre, kesinlikle muayyen gününde olan hatundur. dolayısıyla "oha, dbsst, yavaş ye lan, kıtlıktan mı çıktın" ve benzeri sataşmalar karşısında zılgıtın en babasını yemeniz muhtemeldir. çemkirtmiynız zorlana.
eve girip anneyle şakalaşıp,üstünü değiştirip,ardından buzdolabına atıştırmalık bişeyler var mı diye bakıp,bilgisayarı açıp tam oturacakken babanın telefona bıraktığı çağrıyla kendine gelmek."noluyo lan?ne alaka? ne diye çağrı yapıyo bu adam?" derken bi anda hatırlamak babanın kapıda beklediğini,kapıya kadar kendisinin sizde kalan poşetini almak için beraberinizde geldiğini.
baba lan. bildiğin baba. unuttum koskoca adamı kapının önünde.
suratı gülmekten kıpkırmızı olmuş bişeklde balkona çıkan kızını görünce baba daha da dellendi tabi.poşeti de tam suratına denk getirdik anasını satim.
hikayenin devamını da fazla deşmeyelim artıkın.
liseye,üniversiteye giderken dinleyen, daha sonrasında mezun olduktan sonra, evlenip çoluk çocuğua karışmış ve hala dinlemeye devam eden dinleyecilerine acayip özendiğim radyocu.ben de istiyorum lan. benim de çocuklarım kendisinin yayınlarıyla büyüsün. süper çocuk olurlar valla fiyuu.
her fırsatta teknoloji özürlü olduğunu söylüyor ama, bakacağım demişti sözlüklere, yazın demişti. ona güvenerekten diyoruz ki; seviyoruz seni kel! gitme daha, evlenmeme çok var benim*.
hayranlarının büyük bir kısmını oluşturan "ayhhh kush yhaa nası da datlu x))" şeklinde yorum yapan aptal kızlara çok bile dayandığını düşündüğüm kaliteli çizer.
samimiyetini ilk günki gibi koruyabilmiş, kaybetmesi de zor olan insan evladı.
istiyorum ki ilerde çoluk çocuk sahibi olursak falan..şimdi babam,dayım için teksas tommiks ne ifade ediyorsa, o çocuklar için de ersin karabulut'un hikayeleri, öykülerinin içinde bulunduğu dergiler aynı şeyi ifade etsin. hiç bir sayısını kaçırmadan, özenle oluşturduğum arşivim paha biçilemez olsun gözlerinde. kendisine karşı oluşan hayranlığın kenarından köşesinden nasipleneyim diyorum. öyle hayallerim var.
aylar önce otobüs ilen balat taraflarından geçerken gördüğüm, görüp de ciddi ciddi tırstığım adam. programlarında giydiği rahip yaka takım elbiselerden giymiş, kaldırımda fiti fiti yürüyordu. yürüyor da denemez gerçi. adam süzülüyor gibiydi a.k. bembeyaz giyinmiş bir de. sahne kostümü falan değilmiş yani üzerindeki.
ama kendimi sır kapısından girmiş gibi hissettim şerefsizim. o an kazara dönüp baksa otobüse, kısmi felç falan inerdi büyük ihtimal. bilinçaltımın hamuğa koymuş adam resmen. onu farkettim.