herkes entelektüel ya , herkes marjinal ya , herkes avrupayi ya azer bülbül gibi bir cevheri gizli gizli dinleyecekmişiz. nietzsche de okurum azer baba da dinlerim .
az önce yazdığım bir entrinin sonuna gülücük işareti koymak istememle içimden geçen cümle. zamanında hikmet çetin de anayasa bir defa delinmekle bi şey olmaz demişti sonra anayasa folloşa dönmüştü. sözlüğüme bunu yapamazdım.
her kadın kendi bedenine sahiptir. bedenini ya da arkadaşlığını kiminle paylaşacağına yalnız kendisi karar verebilir. " üniversiteye bakire gidiip folloşa dönen kızlar " diyerek kadını aşağılamak ancak ve ancak ilk cinsel deneyimini eşeklerle yaşayan bir toplumun ahlak ürünüdür. bekaret gibi arkaik bir travmayı hala gündemde tutmak arkaik bir zihniyetin ürünüdür. eğer birbirimizin ahlak bekçiliğine soyunmak yerine kendimizi ve çevremizi geliştirmeye çalışsaydık şu an birbirinden nefrete eden insanlar topluluğu olmazdık.
*batman toplu mezarlardan geçilmiyor, gerçeklerle yüzleşmeye mi geliyorsun?
*senin güvenlik güçlerinin katlettiği gençlerin ailesine baş sağlılığına mı geliyorsun?
*perişan ettiğin esnafa geçmiş olsun demeye mi geliyorsun?
*milli birlik projesiyle yüzyılın çilesini yaşatan kürt halkına durmak yok eziyete devam demeye mi geliyorsun?
*ygs skandalıyla psikolojileri bozulan gençlerimize lys sınavının şifresini vermeye mi geliyorsun?
*pamuk, buğday ve tütün üretilemiyor, çitçinin tarlasına bakmaya mı geliyorsun?
*üreticilerde keçi, koyun kalmadı angus dağıtmaya mı geliyorsun?
*yüzde 60 oyla seçilen belediye başkanının tutuklanması yetmedi, geride kalanları tutuklamaya mı geliyorsun?
*milletvekillerine, kadınlara, çocuklara, demokratik çadırlara gaz bombası, tazyikli su, copla saldırarak, 1. çadır önü savaşın yürütücüleri olan vali ve emniyet güçlerini tebrik etmeye mi geliyorsun?
*yine tek devlet, tek millet, tek dil, demeye mi geliyorsun?
*kürt var ama kürt sorunu yok demeye mi geliyorsun? allah aşkına batman'a niye geliyorsun
sözlükte yazan faşolara açık bir çağrıdır. hani siz delikanlısınız ya ? hani siz kürdistan filan dinlemezsiniz ya ? hani siz adamsınız ya ? hodri meydan o kadar göt varsa sizde buyrun ! cudi , gabar sizi bekler. hem yasal bir engel de yok önünüzde. ohh misss... gidin görün ebenizin camını.
eğer pkk seküler bir örgüt olmasaydı dini hassasiyetleri yüksek olan kürtler , kürt- islam sentezli bir örgüt kuracaklardı ve türkiye ırak'a dönecekti. onun için pkk türkiye için büyük bir şanstır.
her köşe başında karşılaşabileceğimiz erkeklerdir. bu tür namus kavramından uzak erkekler böyle kaşarlanmış , vücudunun her yerinde mahalleli gençlerin fink attığı bir kızla evlenebiliyorlar. şimdi bu angutlar şunu unutuyorlar : kaşarlanmış hatun artık ıslah olmaz. sen onu çocuklarının anası yapsan da o yine gidip başkalarına verecektir.
insan , bir bilinmezin içine doğan bir muammadır. düşünce denen sonsuz karmaşanın beraberinde getirdiği üründür hayata anlam yükleme çabası.
çoğu kez gündelik hengamenin içine dalıp gideriz ama bir an hayatın içinden kendimizi sıyırıp köşemize çekildiğimizde o amansız sorularla karşılaşırız : neden varım ? ne önemi var ?...
işimiz , ailemiz , sevgilimiz , ideolojilerimiz , dinlerimiz ... hepsi aslında bu hayata anlam yükleme çabasının sonucudur. tüm bu uğraş " neden varım ? , hayat nedir ? " sorularını örtme çabasıdır oysa.
belki de hayat , hayat nedir ? sorusunun cevabını bulma çabasıdır.
30 yıl boyunca binlerce insan öldü , 5 bin köy devlet tarafından yakıldı , yıkıldı , 500 bin insan işkencelerden geçirildi , milyarlarca dolar harcandı ama devlet pkk ile baş edemediğini görünce önce diyaloğa sonra da müzakereye başladı. burdan da ergenler oturmuş " biz türkler şöyleyiz , böyleyiz , asarız , keseriz " diye avutuyorlar kendilerini. uyanın bebeler , siz daha patlama sesini duymadan analarınızın eteklerinin altına saklanırsınız.
hayat , sorgulandığında değil , yaşandığında tat alınandır. üzerinde düşünülen her şey anlamını yitirir. bir gün gelir ki hayatla ilgili birçok soruya cevap bulmuşsunuzdur ve artık yaşanmaya değer pek fazla bir şey kalmaz.
Çocukken, Danny Kaye in bir filmine götürmüşlerdi bizi.
Danny Kaye, sıradan, korkak bir adamdı ama bir sihir sonucu parmaklarını şaklattığında çok cesur ve usta bir silahşöre dönüşüyordu.
O, bu sihrin farkında değildi.
Bazen parmaklarını şıklatıyor, bazen şıklatmıyordu.
Arka sırada oturan bir çocuğun bütün film boyunca, filmin kahramanına akıl vererek, parmaklarını şıklat, parmaklarını şıklat dediğini hâlâ hatırlıyorum.
Seyrettiklerinin gerçek olduğuna inanıyordu sanırım.
Bazen, bütün toplumun o çocuğa benzediğini düşünüyorum.
Gördüklerimizin gerçek olduğuna inanıyoruz.
Halbuki bize gösterdikleri bir film aslında.
Onların hiç biri gerçek değil.
iktidar partisi, gerçekten iktidar partisi mi?
Değil.
Ordunun ya da yargının karşı çıktığı bir çözümü hayata geçiremez.
Öyle bir gücü yok.
Sistem, hiçbir partiye öyle bir güç vermiyor çünkü.
Kürt sorununu çözemez, anayasayı değiştiremez, türbanlı kızların okula girmesini sağlayamaz.
Biz hep onun güçlü bir şövalyeye dönüşmesini bekleyerek, Parmaklarını şıklat deyip dururuz.
Dönüşemez bu sistem içinde.
Muhalefet, gerçek bir muhalefet mi peki?
Gerçek bir muhalefet olabilmesi için bu sisteme karşı gelmesi gerekir.
Halbuki bizim muhalefet partileri, sistemin yani asıl iktidarın sözcüleri durumunda.
Muhalefet partileri gibi gözüküyorlar ama muhalefet etmeleri gerekene muhalefet etmiyorlar.
iktidarı da, muhalefeti de gerçek olmayan bir ülkede siyaset nasıl yapılacak?
Yapılamıyor.
Siyaset yapılamayınca da, çözümü aslında çok zor olmayan sorunlar bir türlü çözülemiyor.
Çözülmedikçe de daha büyüyorlar.
Peki, medya gerçek mi?
Değil.
Gerçek olsa, doğruları yazması gerekir.
Yazmıyor.
Asıl iktidarın ordunun ve yargının elinde olduğunu söylemiyor.
Büyük bir aldatmacanın parçası haline geliyor.
Sanki iktidar gerçek bir iktidar, muhalefet gerçek bir muhalefetmiş gibi davranıyor.
insanların, doğruları görmesine imkân kalmıyor böylece.
Yargı, gerçek bir yargı mı?
Değil.
Gerçek bir yargı olsa, mahkeme kararlarına Hindistan Türktür diye yazılabilir mi?
12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını isteyen savcılarla, Şemdinli skandalında zincirin ucunun Ankaraya uzandığını söyleyen savcılar mesleklerinden atılır mı?
Atılmaz.
Aksine, onların ne dediğine ciddiyetle kulak verilir.
Peki, ordu gerçek bir ordu mu?
Gerçek bir ordu olsa, siyasetle uğraşır mı?
Yeryüzündeki hangi gerçek ordu, bizim ordu kadar siyasetle uğraşıyor?
Gerçek bir orduda Dağlıca ve Aktütün baskınlarının sorumlusu saklanır mı?
Bunların sorumluları korunur mu?
Öldürülen 33 askerin aslında bir komploya kurban gittiği söylendiğinde gerçek bir ordu kulağının üstüne yatar mı?
Tarihçiler gerçek tarihçi mi peki?
Değil.
Gerçek tarihçiler olsalar biz yakın tarihimizi bilirdik.
Yakın tarihimiz hakkında ne biliyoruz?
Bırakın önemli gerçekleri, biz Atatürkün kısa boylu biri olduğunu bir filmde gördüğümüzde bile şaşırıyoruz.
Cumhuriyeti kuran insanın fiziksel özellikleri konusunda bile gerçekleri söylemiyorlar.
ittihatçıların günahlarından, Ermeni tehcirinden, Ali Şükrü Bey cinayetinden söz etmiyorlar.
Siyaseti, yargısı, medyası, tarihçisi, ordusu gerçek olmayan bir ülke, sorunları nasıl çözecek?
Çözemiyor.
Zaten toplum gerçek sorunlarının bile farkında değil.
Gerçek olmayan bir yapının yarattığı tuhaf sorunlarla uğraşıyoruz sadece.
Bir film seyrediyoruz.
Bu film gerçek değil.
Ama bu toplumda yaşayan insanlara verdiği gerçek.
Belki de tek gerçek bu.
Çektiğimiz acılar.
Sahte bir yapı, bu sahteliğin anlaşılmasını önlemek için gerçek acılar yaratıyor çünkü.
Öldürüyor, susturuyor, işkence yapıyor, aç bırakıyor, fakirleştiriyor, hapse atıyor.
Gerçek acıdan kurtulabilmek, gerçek kurumlar oluşturmamız gerekiyor.
Aksi takdirde bu sahteliğin yarattığı acılardan kurtulmamız mümkün değil.
Bu sahteliğe son vermemiz için de önce hep bir ağızdan bağırmalıyız sanırım:
Ama bize gösterdikleriniz gerçek değil.