şu an sözlükte hakim olan durumdur. biri meme diyor biri diyor niye attın biri zall'a sövüyor. şu an aşırı mutluyum. kan görüyorum hocam vahşet görüyorum.
ayrıca ne kadar hoş bir durum olmasa da bunu demesem içimde kalır: memintolar da tombiktoymuş.
Ne yazık ki geniş kitlelere henüz sesini duyuramamış ve bazı yüksek kültürlü(!) insanlar tarafından ergen müziği olarak nitelendirilmektedir. rapin hayatta ki adaletsizliklere karşı gösterdiği tavır pek tabii ergenlerin hoşuna gider. türkiye de en büyük dinleyici kitlesi ergenlerdir ancak bu rapi ergen müziği yapmaz bu mantığa göre de müslüm dinleyen herkes jiletji mi oluyor? tabi rapten anladığı lanet olsun bu hayat lanet olsun bu sevgim ve ben seni severim sana yemin ederimden öteye geçmemiş, aşk bu kızıl ötesi yaralı müzesi gibi engin pop kültürünün etkisinde olan insanlar bunu anlamayabilir.
20. yüzyıl fantezi edebiyatın doğduğu ve hızla geliştiği bir dönem oldu. Bu alanda kütüphaneler dolusu kitaplar yazıldı. Bir çoğu çok sevilerek okundu ve hayran kitleleri oluştu. Ancak bu alanda öncü olan Tolkien’in eserlerinin başarısına yaklaşan olmadı. Yüzüklerin Efendisi ve Orta Dünya’yı anlatan kitaplarıyla Tolkien 20. yüzyıl edebiyatına damga vurdu. Öyle ki Yüzüklerin Efendisi yüzyılın en sevilen ve tüm zamanların en çok satan ikinci kitabı olmayı başardı. Peki nasıl oldu da çok da ciddiye alınmayan fantezi türünde bir eser bu kadar ilgi çekti ve sevildi?
Yüzüklerin Efendisi aslında ilk bakışta hayli uzun bir masal gibi görünüyor. Büyücüler, konuşan ağaçlar, devler, cüceler, canavarlar, kalın çizgilerle ayrılmış olan iyiler ve kötüler. Bu yönüyle oldukça naif. Üstelik kitabın yazıldığı dönem artık değer yargılarının aşındığı, kutsala referansın kalmadığı, iyilik ve kötülük arasındaki sınırın muğlak hale geldiği bir dönem. Dolayısıyla bu pek naif, uzun masal eğlencelik bir iş olarak görülüp geçilebilirdi. Kimi eleştirmenler tarafından da öyle görüldü. Ancak büyük kitleler hiç de öyle düşünmeyip okuduklarını çok ciddiye aldılar. Hatta bu eserin sadece gelişmiş bir hayal gücünün ürünü olamayacağını düşündüler. Belki de Tolkien kayıp bir çağa ışık tutuyordu. Bu çok uçuk görünen düşünce acaba o kadar da uçuk olmayabilir mi? Materyalizmin ve rasyonalizmin zirve yaptığı bir çağda içinde her türlü doğaüstü unsurun cirit attığı bir romanın bu kadar etki yaratmasının sebebi belki de budur. Belki de anlatılanlar – hiç değilse bir bölümüyle – gerçeğe tekabül ediyordur. Daha basit ve akla daha yakın görünen ihtimal ise insanların büyük felaketlerin üst üste geldiği bir dönemde gerçeğin eziciliğinden kurtulmak için hayallere, masallara sığınmış olmaları. Tolkien da bu felaketlerin merkezinde yaşayan biri olarak hem kendisi hem de insanlık için yıkıcı gerçekten kurtulma amaçlı, alegorilerle örülü bir eser vermiş olabilir. Bu durum kitapta yazarın hayatından yansımalar taşıyan kısımları da açıklar. Ancak burada karşımıza bir sorun çıkıyor. Yazar her türlü alegoriden nefret ettiğini üstüne basarak söylüyor. Bir başka sorun ise kitapta yazarın hayatından izdüşümler olsa da bu kadar büyük ve ayrıntılı bir eserin sadece bu temele dayanmasının imkansız görünmesi. O halde karşımıza çıkan tablo şu: önde gelen bir dil bilimci fantezi bir eser inşa etmek için ömrünü harcıyor, eserin alegori olmadığını ısrarla söylüyor, kitabı okuyan insanlar ise başka pek çok fantezi esere vermedikleri değeri bu esere veriyorlar. Hatta eserde yazılanların gerçek olduğunu düşünüyorlar.
Ortada gerçekten ilginç bir durum var. Eğer Tolkien alegori yapmıyor ve saklı tarihe ışık tutuyorsa insanlar bunu nasıl anlamış olabilirler? Bu soru bizi yeni bir kavrama götürüyor; biyo-psikoloji. Biyo-psikoloji insanların hakkında pek fazla bir şey bilmedikleri bir alan; bir insan hiç görmediği dedesinin korktuğu bir şeyden korkuyor ve dedesinin verdiği tepkinin tıpatıp aynısını veriyor. Bir şekilde, görmediği dedesinin hafızası belli noktalarda çocukta devam ediyor. Buna benzer pek çok örnek var. Diyelim ki insanlığın böyle ortak bir hafızası var. Eğer öyleyse hiç yaşamadığımız çağlara ait bilgiler bile genlerimizde saklı olabilir. Belki de Orta Dünya’ya duyduğumuz ilginin sebebi bize unuttuğumuz tarihimizi hatırlatmasıdır. Meseleyi böyle ortaya koyduğumuzda pek çok itiraz ve yeni soruyla karşılaşacağımız muhakkak. Bilim adamları insanın yeryüzündeki varlığının aşağı yukarı bir milyon yıl olduğunu söylüyorlar. Bu zaman diliminin daha kesin olarak bildiğimiz ve tarihe konu ettiğimiz kısmı ise sadece dört bin yıl. Sümerlerin çivi yazısıyla başlayan dönemi tarih devirleri, bundan önceki dönemiyse tarih öncesi olarak tanımlayıp taş devri başlığı altında sınıflandırıyoruz. Aslında bu sınıflandırma çok sorunlu ve son dönem arkeolojik bulgularıyla da uyuşmuyor. Ülkemiz sınırları içinde bulunan Göbekli Tepe bulguları bile bize anlatılandan daha farklı bir tarihimiz olabileceğine işaret ediyor. insanlığın neredeyse bir milyon yıl boyunca ilkel, hayvani bir hayat sürüp son bir kaç bin yılda medeniyeti kurduğunu düşünmek hiç de inandırıcı değil. Düşündüğümüzden daha farklı pek çok medeniyet yaşamış olabilir. insanın yeryüzünde bulunduğu sürenin uzunluğu düşünüldüğünde bu en azından yok sayılamayacak bir ihtimaldir. Bu durumda ne kadar inanılmaz gelse de Tolkien’in anlattığı çağ veya bir benzeri de yaşanmış olabilir. Elbette burada epey açık uçlu bir spekülasyon yapıyoruz. Bunun ötesine geçebilmek için böyle bir dönemin yaşandığına dair delillere ulaşmamız ve bunu başarabilirsek Tolkien’in bu bilgiye nasıl sahip olduğunu bulmamız gerekiyor. Bu ise çok güç ve tam anlamıyla başarılması imkansız gibi görünen bir iş. Yine de başka çok önemli metinlerle ve tarihin satır araları, efsaneler, mitler ve elbette maddi bulgular üzerinde bir yere varmak mümkün olabilir. Aslında bu çok zevkli bir uğraş, Tolkien ve eserleri de bu çabayı hak ediyor. Hem kim bilir belki de umulandan fazlası bulunur.
(Tolkien, her şeyden önce bir Anglo-Sakson dilleri profesörü idi. Ve dünya mitolojisine, birçok mitolojik metni orijinal dilinden okuyacak kadar hakimdi. Dolayısıyla aşağıdaki başlıklar, “Tolkien doğrudan almış, özgün bir şey katmamış,” denerek karşılanmamalıdır. Bunu bir giriş olarak düşünüp, lütfen bir hükme varmadan önce bekleyiniz.)
Orta Dünya: Cermenik mitolojide “Midgard” (Orta Bölge. Gard: bir şekilde etrafı çevrilmiş, “geri kalanından tecrit edilmiş” bölge anlamında) insanların yaşadığı dünyanın adıdır.
Elfler, Troller ve Cüceler: Eski iskandinav metinlerinde ve Keltlerde doğrudan elflere, trollere, cücelere ya da eşdeğerlerine rastlarız. Bir de, Tolkien sanırım okumamıştır ama, Elfler, Çerkes mitolojisindeki Nartlara benzerler. Karaçay (Türk) versiyonunda Nartlar doğrudan atalar iken, Çerkes versiyonunda Nartlar atalar değil, “insanlara bildikleri her şeyi öğreten latif varlıklar”dır.
Ayrıca, Elflerin okçu oluşlarının sebebini, ingiltere’deki bir olguya dayandırabiliriz. Eski ingiltere’de, köylüler, taştan ok başları bulurdu. (Muhtemelen taş devrinden kalma mızrak başları ya da kesici aletler.) Bu taştan ok başları, insan yaylarıyla atılamayacak kadar ağır ve hantaldılar. Bu yüzden bu, köylüler arasında, “bu oklar Elfler tarafından atılmıştır” efsanesini doğurdu. Bu taşların adları da, “Elf Oku” olarak kaldı.
Mandos Salonları: iskandinav “Valhalla”sı ile benzeşir.
Elfçe: Keltçe ve Finceden esintiler taşır.
Rohan Dili: Eski ingilizceden esintiler taşır.
Cüce Dili: ibranice gibi Sami dillerden esintiler taşır. (kök yapısı vs. Tolkien’in ilgili mektuplarına bakabilirsiniz.)
Kara Lisan: Tolkien’in dediğine göre, sondan eklemelidir. Fonetik özelliklerini de ele aldığımızda, Altaic dillerden esintiler taşır.
Eru: Transandantal tanrılı dinlerden (Sami dinler) esinlenilmiştir. Ayrıca lakabı olan “Iluvatar”, “father” kelimesi ile eski ingilizcedeki gelenekler ile benzeşir ve Tolkien’in beslendiği mitolojilerde en başat tanrı, bir büyük “baba” figürüdür.
Feanor’un başkaldırışı: Tolkien, iskandinav kökenli “godhlauss” (tanrısız) terimi üzerinde çok duruyor ve verdiği dersler hakkındaki notlarına bakarsak, bu “godhlauss”ların, kendi kudreti ve iki eliyle yaptıklarından başka hiçbir şeye inanmayan, hiçbir tanrısal varlıktan beklentisi olmayan, kendi yolunu çizen adamlar olduklarını düşünüyor. Feanor, bu godhlauss olgusunun yansımasıdır.
Earendil: irlanda halk söylenceleri Immram’dan ve onun Hristiyan yansıması Aziz Brendan öyküsünden esinlenmiştir. Aziz Brendan denizlerin ötesine yolculuk ederek, “kutsanmış ada”ya ulaşmıştır ve bütün Immram efsanelerinde, “öte dünyaya” deniz yoluyla yolculuk yapılması motifine rastlanır.
Thingol’ün Beren’den silmaril istemesi: Bizdeki dağı delmesi beklenen Ferhat gibi, eski Kelt hikâyelerinde, kızına talip olan erkekten kız babası, ulaşılması güç bir mücevher getirmesini isterdi.
Hurin’in soyunun lanetlenmesi: Völsungga Saga’da, Völsung Odin’in seçilmişidir. Bu yüzden soyunun başı belalardan kurtulmaz, zira Odin’in seçilmiş soyu, ölüp, ölen yiğit savaşçıların gittiği Valhalla’ya (valhöll) gitmeleri gerekir; seçilmiş olmak bir nevi lanettir.
“Kötü kaderin efendisi Turin“: Hurin’in çocuğudur. Babasının Morgoth’a gururla karşı koyuşu, Hurin’in ve soyunun lanetlenmesine sebep olmuştu ve bu lanetten o da nasibini aldı. Bütün Legendarium’un en talihsiz karakteridir. Agarwaen de denir, “kanı lekelenmiş”.
Turin karakterinin oluşumuna dair, Christopher Tolkien tarafından, babasının notları derlenerek oluşturulmuş “Sigurd ve Gudrun efsanesi”ne bakarsak diyebiliriz ki, Völsungga Saga’da bahsi geçen, “Odin’in seçilmiş soyu” Völsungoğulları etrafında örgüleşen menkıbelerin izini görürüz. Söz gelimi, Niebelungenlied’de Siegfried olarak geçen Sigurd’un dedesi Sigmund, bilmeden kız kardeşi ile yatmış ve bir çocuk sahibi olmuştur,(Turin de bilmeden kız kardeşi Niniel ile yatar) soyu, Odin’in seçilmiş soyu olduğu için, bazen doğrudan Odin tarafından başlarına açılan belalarla lanetlenmiştir (Odin’in gözdelerine Valhalla’da (daha kuzeyde valhöll) ihtiyacı vardı, o yüzden ölmelerini istemiştir), aile yadigarı kılıcın yeniden dövülmesi ve adlandırılması bu mitte vardır ki Turin de Anglachel’i alıp, yeniden dövdürüp, adına Gurthang demiştir. (Bu motif aynı zamanda Aragorn ve Narsil figürlerinde de görülür.)
Turin ile Sigurd arasındaki benzerliklere ek yapacak olursak, Sigurd’un “dehşet saçan miğferi” vardır, Turin’in ise “Dor Lomin’in Ejder Miğferi” isimli başlığı. Sigurd, Tolkien’in baz aldığı versiyonda, “günlerin sonunda, Ragnarok’ta, yılanı öldürüp dünyayı kurtaracak olan” olarak anılırken, sık sık “yılan katili” oluşuna değinilirken, Turin de sürüngen/ejder Glaurung’u öldürmüştür ve sanırım Hurin’in Çocukları’nda bir yerde, Haleth evinden bir kadın der ki, “günlerin sonunda Morgoth geri gelecek ve ölümü Hurin oğlu Turin’in elinden olacak.”
Ölüm ordusu ile hesaplaşan Aragorn: “Ölümle hesaplaşma” motifi, bütün dünya mitolojilerinin olmazsa olmaz motifidir. Sözgelimi, Oğuzname geleneğinde bu motif, “Deli Dumrul” öyküsünde gözlemlenir. Tolkien evreninde de bu mitolojik motif Aragorn ile karşımıza çıkar.
Ejderhaların altın yığması: iskandinav efsanelerinde, özellikle Niebelungenlied’in iskandinav versiyonlarında, Ejderha Fafnir büyükçe bir hazinenin üzerine oturur.
Odin
Gandalf: Tolkien’in deyimi ile Gandalf bir “Odinic Wanderer”dir, iskandinav bilgelik tanrısı (aynı zamanda en büyük tanrı) Odin’den esinlenilmiştir. Aynı zamanda, Odin ile aynı kökten geliyor olması muhtemel olan, Odin ile benzeşen, Fin Kalevala destanı karakteri Väinämöinen de, Gandalf karakterine kaynaklık etmiştir. Aynı zamanda, Jungçu öğretideki “yaşlı bilge” arketipinin karşılığıdır.
Ainur’un Müziği: Sami dinlerde, yaratılışın “söz” ile başladığına dair bir inanış vardır ki, birçok mitolojide bu gözlemlenir. Ve çoğu zaman bu söz, “logos”, şarkı/şiir formundadır. Hatta Müslümanlar, Tanrı’nın yaratılıştan önce bütün ruhları topladığı meclise “bezm-i elest” derler ve ilginçtir, kimi tasavvuf geleneklerinde müzik, “avaze-i elest”, “elest-in sesi” olarak anılır.
Morgoth/Sauron/Ungoliant: Pür ve külli kötü olmalarıyla, bütün masal geleneklerindeki “külli kötü” imgesinin Tolkien evrenindeki karşılıklarıdır.
Eowyn: Tolkien evreninin, diğer mitolojiler gibi, Jung’un arketipler kuramı ile büyük koşutluklar sergilediğini 4. bölümde anlatacağım. Burada şundan bahsetmekle yetinelim, Eowyn, Jung’un anlayışındaki “Animus”un gözümüze çarptığı bir karakterdir.
Animus, kadın zihnindeki erkeksi öğedir. Ve eğer birey, bu öğe ile “uyuşma” ve “hesaplaşma”yı beceremezse, dinginliğe ulaşamaz. Eowyn de, hikâye boyunca bu öğe ile hesaplaşır ve sonunda uyuşur.
Kırılmış kılıç ve yeniden dövülmesi: Völsung yadigârı kılıç, kırılmış ve torunu zamanında yeniden dövülmüştür.
Valar: Neredeyse tamamıyla iskandinav savaş tanrıları Aesir’den etkilenmiştir. Orome’nin borusu ve Heimdall’ın borusu gibi… Ancak kimi karakterler, iskandinav bereket/doğa tanrıları Vanir ile benzerlik gösterirler.
Mitolojilerdeki tanrı figürleri, birer kavramın karşılığıdırlar. Sözgelimi demirci tanrılar, “beceri” ve “form” kavramlarının karşılığıdır, Tolkien evrenine yansıması Aule’dir.
Eorl’un Ağıdı: Tolkien bu şiiri, ilk mısrası neredeyse tamamen aynı olan eski ingilizce bir ağıttan esinlenerek yazmıştır.
Yüzük: Hem Niebelungenlied’de, hem kuzey versiyonu Edda’da, “cücenin yüzüğü” motifi vardır, cüce Andvari’ye ait, lanetli bir yüzük.
Ayrıca “relique” benzeri bir nesnenin büyük güç taşıması ve taşıyana güçler kazandırırken, aynı zamanda bela getirmesi birçok mitolojide karşımıza çıkar. Misalen, Dede Korkut’ta, Tepegöz’ün yüzüğü gibi. Yeşim taşından yapılan yüzük motifi Türk mitolojisinde çok belirgindir, bir atasözüne bile konu olmuştur (aklımda kaldığı kadarıyla): “Kiminğ bile kaşın bolsa yaşın yakmas.” (Kimin yüzük taşı [kaş] varsa, onu ateş yakmaz.)
Arda’nın bozulması ve Sürgün motifleri: “Mesutluk” ardından gelen düşüş ve insanlığın lanetlenmiş olduğu fikri/motifi, Hesiodos’tan Hristiyanlığa, birçok mitolojik anlayışta yaşar. Tolkien evreninde de bu “düşüş” motifi, hem Arda baharının bozulmasında, hem Beleriand’ın düşüşünde, hem Elflerin sürgüne gitmelerinde görülür. Ayrıca, son düşüş öğesi, Elflerin orta dünyayı terk etmeleriyle görülür, bu defa, insanlara kalan orta dünya için, insanlar açısından bir “düşüş” söz konusudur.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Her ne kadar, bütün karakter ve olayları tek tek ele alarak, anlayışım çerçevesinde bu yazı dizisinde yerine koymak istiyorduysam da, üzülerek fark ettim ki ancak kitap hacminde bir iş buna izin verir ve kitap yazabilecek zamana/birikime sahip biri bunun altından kalkabilir. O yüzden, bu yazı dizisine bu kadar örnek koymakla yetinmek zorundayım.
11.nesil uludağ sözlük yazar kişisidir. şahsen hiç bir ultiyi tutturduğunu görmedim hatta az önce braumla efsane bir ulti kaçırdı yan vadide ki adamlar havaya uçtu falan. yazsın çizsin bakalım.
11. nesil uludağ sözlük yazar kişisidir. ince ruhlu bir yazara benziyor gireceği bilgi içerikli entrylerle yakın zamanda dikkat çekebilir. yazsın çizsin bakalım.
Ne rakıymış arkadaş, twitter instagram facebook vs her türlü sosyal medya ortamında bir rakı muhabbeti. Tamam anladık rakı içiyorsunuz çok coolsunuz sizden iyisi yok. bir bunlar birde romantik islamcıların çay muhabbeti. nefret bilader nefret.
ligin maçlara en çok ilgi gösteren taraftarlarından birine sahip konyaspor'un stadı tıklım tıklım doldurması bekleniyor. saat 13.00 da başlayacak olan maça bu denli yoğun ilgi gösteren konyaspor taraftarından tepki çekmektedir. ancak buna rağmen stad da yaklaşık 30 bin taraftar olması beklenmekte. galatasaray'ın da avrupadan men edilmesi durumunun ortaya çıkması neticesinde konyaspor avrupaya gidebilmek galip gelip ilerlemek istiyor. ayrıca yeni transferler skubic ve douglas yakın zamanda herkesin dikkatini çekecektir. konyaspor'un rahat alacağını düşündüğüm maç.
konya yı seven yazar beyanıdır. konyalı olmaktan gurur duymaktadır. konya ya laf atanların soyu sopu belli midir? zira konya nın bir çok ilçesi türkmen ve ya yörüklerden oluşur.