çok şey yarımdı belki, eksikti gördüklerim, aradım durdum...
yerine başka tamlar buldum yada muş gibi yaptım...
ve ben bu sabah yine yarım hayvan , yarım insan uyandım. her yerim yarım..
günlerimden giden çok sabahlar gibi, adına zarar ziyan sabahlar dediğim...
ve öfkeme hakim olamayıp söylendim içimdeki bene yüzümdeki suratsızlığıma aynada,
" lanet olası yarım duygu yinemi burdasın yine beni mi seçtin yine mi bu sabah" diye...
yarım elma gibi, yanına beklenen diğer tam gibi,
elmanın yenmeyen masada öylece çürümeye bırakılan yarısı gibi...
arada çürüyenleri ucundan temizlenip temizlenip yine yarım bırakılanlar gibi...
Kesildim ne yapsam olmuyor, çürüyorum sanki, kuruyorum...
diğer yarımı kim midesine attıysa o midede olmak isteyen yarım elma gibiyim pazar günleri
yada birtürlü hangi mideye gideceğini bilmeyen iki farklı uzak yarım...
başka odalarda çürümeye bırakılan diğer yarımı arar gibiyim...
bendeki eksikliği düşündükçe kafayı yiyecek gibiyim...
bambaşka avuntulara sığınma debelenmesindeyim...
yazmadan rahata eremeyeceğim bu berbat hisle bu sabahı doldurdum,
saklayamadığım hissindeyim...
ben her pazar akşamı senin ardından kendimi eve attığımda
gömülüyorum o ıssız sığınağıma deve kuşlarının başını kuma gömmesi gibi,
varlığım var dışarda beni görüyor beni duyuyor beni biliyorlar malesef
oysa ben yokolmayı ne çok istiyorum o aksamlarda ve ardından gelen bu sabahlarda...
tam o anda bedenimle varlığımla yokolmak
bunları yazan ben miyim
var mıyım
olmalı mıyım
ben diye biri varmı bilinmesin
böyle biri hiç varolmasın
ve aslında tarih onu yazmış olmasın istiyorum...
günlerden perşembe ve ben her pazarım gibi kaybolup gidiyorum!!!...
içinizde bir yerleri acıtan, kanatan deli bir durumdur bu. üstelik daha yeni tanımaya başlamışsınızdır onu. ne de güzeldir herşey. yeni bir insan, yeni bir soluktur o. önceden sizde açılan yaraları sarmaya gelmiştir. size yardım etmeye. oysa şimdi... hayat doludur bir kaç gün öncesine kadar. ama o gün gözlerinde herzamankinden farklı birşey vardır. hüzün, acı, mutsuzluk. hayır değil. bambaşka birşeydir gözlerindeki. anlayamazsınız. sorarsınız, anlatamaz. kayıyorum, dünyanın neresinden tutunmalıyım der sadece. boşluğa bakar. evet boşluktur düştüğü ama hala bir anlam veremezsiniz. yedirememiştir söylemeyi. annem ölüyor, ölecek diyememiştir. sadece içinde büyük, kötü birşey varmış der. biz farkında olamadan onu yemiş. oysa ki basit bir ülserdir ilk başta. mide sızıntısından doktora gidilir. küçük bir tedavidir amaçlanan. basit bir ameliyat. belki de sadece ilaç. ama sonuçta parçalanmaya yüz tutmuş bir mide, çürümeye başlamış bir böbrek ve hastalığını bilmeyi kaldıramayacak kadar kalbi zayıf bir annedir elde kalan. tedavi şansı da yoktur üstelik. çünkü vücut okadar zayıftır ki kaldıramaz. söyleyememiştir bile anne senin içinde sana yakışmayan kötü birşey var diye. yüzüne bakarsınız uzun uzun. canıdır yitip giden. sizin de canınızdır canını yitiren. kaldıramam ki der. nasıl bakarım artık yüzüne. nasıl tutarım gözyaşlarımı akmadan. söylenecek ne vardır ki. tek bir harf bile bir damla dindiremez acısını. acırsınız, acıtır, acır. sarılmak istersiniz uzun uzun, bütün acısını almak onu hissiz bırakmak istersiniz. gücünüz var mıdır buna onu bile düşünmeden sarılmak istersiniz. üşür delice. ısıtamazsınız. çünkü ihtiyacı olan anne sıcaklığıdır. sizinki değil. anne gibi seversiniz bu sefer. bak yine bebek poposu gibi kokmuşsun dersiniz ona annesinin dediği gibi. bir anneye ölmeyi yakıştıramazsınız. yakıştıramamak değil de aynı cümle içinde geçmesi bile tuhaftır anneyle ölümün. anneler ölmez. hem kanser kötü birşey. bir annenin vücudunda o kötülük barınamaz ki. sakın üzülme herşey yoluna girecek. ama yalandır sizde bilirsiniz. gözünüzü kaparsınız, onunda gözlerini kaparsınız, sarılırsınız. başka bir düşe götürürsünüz onu.
yeşillikler içindesin şimdi. bak annende burada, üstelik içinde kötü hiçbirşey yok. hepsinden arınmış. sadece kocaman bir kalbi var. hem bak hala bebek poposu gibi kokuyorsun. annen söyledi sana bunu. kokun hiç geçmeyecek. sadece sus ve bekle. acını almaya geliyorum.
tamamı "aşk çiftleşme arzusunda duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur." olan milan kundera nın yazdığı varolmanın dayanılmaz hafifliği adlı kitabında geçen bir cümledir.
kunderaya göre çiftleşme arzusu sonsuz sayıda kadına uzanabilecekken, uykuyu paylaşma arzusu tek bir kadınla sınırlıdır.
bir lojistik firmasının daha önce görülmemiş kamyon yazıları yazmak adına düzenlediği yarışmanın sloganıdır. 5 bin 750 kişinin katıldığı yarışmada kazanan yazılar söyleymiş;
"kamyon çeker 10 - 20 ton, gönlüm çeker paris hilton." **
farkedildiğinde insanı bir sürü paranoyalara sevk eden ve ayrıca neden yaptığına anlam verilemeyen insandır. olay şöyle vuku bulur; elinde bir adet kameralı cep telefonu olan şahsımız telefonu kurcalar gibi yapıp, elinde döndürmek suretiyle sizi çeker. uyuyorsanız uyandığınızda farkedersiniz ki bir süre otobüs maceraları adlı kısa bir filmde başrol oynamışsınızdır. şahısın iriliğinden korkup birşey diyememenizin yanı sıra, neden, nasıl, niçin soruları kafanızda döner durur. ***
kreatorun en güzel ve de aşmış parçalarından biri. violent revolution albümünün, hatta bütün albümlerinin en iyi şarkısı denilebilir. solosunu dinleyipte nefreti en derinlere kadar hissetmemek mümkün değil. sözleri de şöyledir :
some may struggle and some may fall
one only follows,
another one leads
and while some only endure constant slavery
others satisfy their never ending greed
some born to win, some born to loose
what fate may come,
only time can tell
better to live in sin than nothing else to choose
servant in heaven, king in hell
some may give and some may take
one only suffers others celebrate
and while some know that their time will never come
others realise that it’s never ever too late
some see the dark, some see the light
what's in your view only time can tell
better to taste the fire than swallowed by the night
servant in heaven, king in hell
some are cast aside as anger blinds the mind
baptised in flames to lead again
to see them take it all a tearing of the heart
a thousand reasons for your hate...
nefretin son noktaya ulaştığının habercisi olan cümledir. o noktadan sonra geriye sadece mide bulantısı kalır. hatta ona bile gerek yoktur. çünkü mide bulandırmak bile karşındakini insan yerine koymaktır. yazıktır, yormamak lazımdır bünyeyi. tuvalete gidilir, sifon çekilir.*
uyutmayan, çıldırtan, hatta aynı sesi ** nasıl çıkardığı merak edilen insandır.* özellikle gece telefon bekleniyorsa her horlama sesini titreşim sanıp, uykudan uyanıp titreşim insanı boğulmak istenilebilir.
çikolatayla birlikte güzel giden, ev yapımı ise içi kanyak ya da votkada bekletilmiş vişnelerin pek bir güzel sarhoş ettiği, içmesi güzel, kokusu güzel, kafası daha bir güzel olan en bir leziz meyve likörüdür. tarifi de budur :
malzemeler ; 1 kg vişne, 300 g toz şeker, 300 g saf alkol ***, 2 lt su *, 1 adet tarçın * 1 adet muskat, 4-5 adet karanfil, 4-5 adet kakule, 1 gr amber (bütün malzemeleri kullanın, en güzeli bu )
gelelim tarifine; vişneleri saplarından ayırıp tek tek yıkayın ve tüm malzemeyi büyük bir cam kavanoza alın. suyu, birazcık ısıtın. şeker biraz erisin. şekerli suyu soğutun *. şekerli suyu, votkayı ve tüm malzemeleri kavanoza ekleyip, kavanozun ağzını sıkıca kapatıp, ışık almayan bir yerde en az 1 ay bekletin *. açmayın, gidip bakmayın. sabredip, 1 ay sonra, tülbentle süzün ve ağzı kapaklı şişelere ve şişeleri de buzdolabına koyun. eğer alkol oranı sizi kesmediyse, 1 bardak votka ya da 2 bardak kanyak ekleyin. vişne tanelerini de atmayın. tadları süperdir. çok yemeyin feci çarpar. bana birşey olmaz demeyin. çarpar. en iyisi her bardağa bir vişne koyun. afiyet bal şeker olsun.
aydilge sarpın yazmış olduğu bir kitap.uyuşturucu bağımlısı bir genç ile mazoşist bir kızın ilişkiden öte bağımlılığa dönüşen aşk hikayesini anlatıyor.
--spoiler--
Görüyorum seni, düşüyor musun? Ölümle mi kaçacaksın? Seni terk etmeyeyim diye, benden önce sen mi terk edeceksin beni? Size söylüyorum, çekilin, rahat bırakın onu! Bitti mi, tüm bu korku ve kötürüm günler, piyano tuşlarının üzerine düşüyor kan damlaları. Burnundan dudaklarına doğru ince, kızıl bir ırmak süzülüyor. Yükselen müziği duyuyorum. Felaketin bestesi, birbirine âşık notaların bitmez tükenmez soluğu akıp gidiyor kanınla. Kendilerini bırakıveriyorlar. Beyaz tozlar sızıyor burnundan içeri, beynine beni götür, onları değil. Ne kadar tutabilirim seni? Daha kaç zaman burdasın? Bir akşamlık, iki gecelik? Yarımınla bile yetinirim, ne olur kendinin tamamını alıp gitme. Yaşamın üzerinden atlayıp gidişin gibi, acının üzerinden atlamayı öğret bana. Ne kadar yükselmeye çalışsam da tam ortasına düsüveriyorum çamurun. iliklerime kadar işledi bataklığın kokusu. imalat hatası bir varlığım artık ben. Herhangi bir süpermarketin herhangi bir reyonuna koysunlar beni. Çabucak tüketileyim. Elimi tut... Tuttun mu?"
--spoiler--
vakti zamanında yaşadığım acınası, acınası olduran olaydır. bir de ölmeden önce son konuşmasını sizinle yapmışsa ve de onu ilk bulan siz olmuşsanız,üstüne bir de yaptığı şeyi size ithaf etmişse sizde yaşayarak intihar etmeye başlarsınız. size adamıştır bir kere, herşey sizin içindir ya bütün sorumlulukta size aittir. ailesine, ailenize ,çevrenize açıklama yapması gerek olan sizsinizdir. ne de olsa o yoktur artık. bir yatak karyolasının altında ölmeyi tercih etmiştir. ve herkese göre yapılan şey sizin için değil sizin yüzünüzdendir. onu o hale getirende, onu o karyolanın altına sokup öldüren de sizsinizdir. onu öyle gördüğünüz andaki hisleriniz, ellerinin soğukluğu, bakışlarının donukluğu, sebep olmadığınız halde acaba diye beyninizi kurcalayan düşüncelerle uğraşıyor olmanız önemli değildir. canları gitmiştir, canınız almalıdırlar. bir sürü kötü olay yaşarsınız. vicdan azabı, iç hesaplaşmalar, insanlara verilen hesaplar, herkesten soğuma, korku. en çokta korku. içinizin ta en içine işler. kimseye değer vermeyin istersiniz, kimse de size değer vermesin. ya o da giderse, ya o da giderken herşey senin içindi derse, ya bu sefer ki benim yüzümdense...
derken gün gelir biten başka bir ilişkinin ardından korktuğunuz başınıza gelir. hayır bu sefer gitmemiştir, yapmamıştır ama korku. işte hep o lanet olası korku. onu üzdüğünüzü söyleyen kimseye kıyamazsınız. korkarsınız çünkü. telefonda ağlayıp, kendini öldüreceğini söyleyen ve sizden yardım isteyen insandan korkarsınız. yapmayacağını, yapamayacağını bile bile korkarsınız. ya yaparsa... bilirsiniz ki bu seferkini kaldıramazsınız. arkasında bıraktıklarıda kaldıramaz. işte bu yüzdendir önem verdiğiniz insanları kıracağınızı bile bile yardım etmeye çalışmanız. çünkü bilirsiniz ki bu seferkini kaldıramazsınız.
dipnot: evet, seni çok üzdüm, kırdım. belki anlarsın sandım. kendimi senin yerine koymadan, kendini benim yerime koy istedim. ama unuttum ki yaşamayan bilemez. korku öyle birşeydir ki insanın içine işleyen, nefes bile aldırmıyor insana. ve bilirim ki yapılan hataların sonundaki pişmanlıklar ve keşkeler hiçbirşeyi geri getirmiyor. ne ölen dirilir, ne üzülen sevinir. zaman...bazen çare, bazende akıp gidiyor işte. üzdüm, üç ay boyunca yaşananları unutturamadım.üzgünüm, zamanı tutamadım.
dipnotun en dibi: neler yazmışım senin için, ne çok kızmışım kendime seni üzdüğüm için. asıl pişmanlık şimdi duyulanmış. demiştim ya zaman... akıp gitsede, sürüp geçsede, olaylar, kişiler farklı olsada bazı şeyleri değiştirmiyor ve keşkeler hiçbirşeyi geri getirmiyor. ama yine de keşke... keşke hiç var olmasaydın. çünkü varlığın bile içinde her çeşit insanı barındıran bu dünya için kocaman bir yük. gözlerin... hiçir işe yaramayan. sus. sonsuza kadar...